"Nai?"diye sorduğumda kızarmış gözlerini gözlerime çevirdi."Benim için çok anlamlı."
"Anlamı ne? Bana da söyle."
"Belki yarın."dediğinde onu zorlamak istemedim. Kafamı sallarken Onur'a doğru döndüm."Babam salonda sızmış. Sessizce çıkacağız."
"Sen gelmiyorsun."diyerek ayağa kalktığında,"Efendim? Sana sorduğumu hatırlamıyorum, ben de geleceğim. O iyi olana dek yanında kalacağım."dedim.
"Olmaz Leyla, ben sessizce halledeceğim. Sen evde ve güvende kal."
"Benim güvende olup olmamam seni ne zamandan beri ilgilendiriyor? Geleceğim dedim o kadar."
Bana doğru yaklaştı ve kolumdan tutarak kaldırdı. O sırada Alp elimi bırakmak zorunda kaldı. Odanın köşesine, Alp'ten uzağa gittiğimizde sakince konuşmaya başladı.
"Alp yarın hiçbir şey hatırlamayacak. Eğer kendine geldiğinde yanında olursan bunu kaldırabileceği konusunda emin değilim. Sana yansıtmak istemediği şeyler olduğu çok açık, bırakalım kendi istediğinde konuşsun."
"Alp benden bir şey saklamaz."dediğimde kaşlarını kaldırdı."Her insan bir şeyler saklar. Ben onunla konuşacağım, olanları hazmetmesine izin ver. Bana bu konuda güven olur mu?"
Gözlerimi Alp'e çevirdiğimde gözlerini yine tavana dikmişti. Dışarıdan çok masum görünmesine rağmen bu gece hiç masum şeyler yaşamamıştı. Belki de Onur'u dinlemeliydim, Alp'in iyiliği için bunu yapmalıydım.
"Sadece bu konuda."diye mırıldandım ve kapıya doğru ilerledim."Hadi, sizi çıkartayım."
Onur, Alp'i kaldırırken onlardan önce çıkarak merdivenlerden indim. Babama baktığımda hala aynı şekilde uyuyordu. Arkamı dönerek merdivenin diğer ucunda bekleyen Onur'a elimi kendime doğru çekerek gel demeye çalıştım.
Onlar merdivenlerden inerken Alp gülmeye başladı. Kıkırdamaları yükselmeden Onur boşta olan eliyle bir kez daha onun ağzını kapattı. Yanıma geldiklerinde içime çektiğim derin nefesle beraber kapıya doğru koştum. Kapıyı sessizce açmaya çalışırken gözlerimi babamdan ayırmıyordum.
Kapı küçük bir tık sesiyle açıldığında Onur'u yine elimle çağırdım. Alp'i hem ayakta durması için tutarken hem de ağzını kapatırken çok zorlanıyordu. Babamı izlemek zorunda olduğum için ona yardım edemiyordum.
Kapının önüne geldiklerinde Alp bir anda Onur'un elini itti ve,"Sizi çok seviyorum lan!"dedi. O an Onur'la gözlerimiz birleşti ve aynı anda irileşti. Babama doğru döndüğümde yerinde kıpırdandı. O an Alp'in omzundan ittim ve Onur'da dışarı doğru çekti. Onlar çıktığı an kapıyı kapattığımda babamın içli nefesi eve doldu.
"Leyla..."diye mırıldandığında korku dolu gözlerimi ona çevirdim. O an tuttuğum nefesimi dışarı bıraktım. Sadece diğer tarafına dönmüştü.
Sessizce yukarı çıktım ve odama girip kapıyı kilitledim. Yatağımdaki kanlı yorgana ve pikeye bakarken olduğum yere çöktüm. Parmaklarımı göz kapaklarıma bastırırken sağa doğru çöktüm ve yere yattım. Dizlerimi kendime çekerken kendimi karanlığa hapsettim. Bu gece hakkında düşünmek, konuşmak veya teoriler üretmek istemiyordum. Eğer bunu yaparsam delirirdim.
***
Kafamda çalan kapı sesiyle irkilerek gözlerimi açtım. Sağ tarafım zeminde yattığım için uyuşmuş, ağrılar uyandığım an bedenimi sarmıştı. Güneş etrafı çoktan aydınlatmış, zeminde gece görmediğim bütün kan izlerini gözler önüne sermişti. Yorgana yayılan kan en uç noktada o kadar birikmiş ki halıma doğru birkaç damla kadar akmıştı.
Boynumu tutarak yattığım yerden kalktığım an kapım bir kez daha çaldı. Bu sefer çalmakla kalmadı ve annemin yüksek şiddetdeki sesi kulaklarıma doldu.
"Leyla! Kalk, açıklayacaksın bana her şeyi kalk!"
Ellerimi ağzıma götürürken ses çıkarmamak için çok direndim. Açıklayacaksın diyordu, bir şey biliyordu. Kanları temizlemiştim, Alp ve Onur'u sessizce çıkarmıştım ve odamın kapısı kilitli olduğu için buradaki kanlardan bir haberdi. O zaman başka bir şey olmalıydı.
Parmak uçlarımda yürüdüm ve yorganımı yataktan kaldırdım. Dolabımdaki en büyük mağaza paketini alıp yorganı sessizce içine kaldırdım. Başka bir paket alarak kanlı pikeyi de içine koydum. Yatağa çocukluktan kalma pembe pikeyi serdim ve sanki orada yatmışım gibi baş kısmını hafif dağıttım. Yastığımdaki kanı görünce hemen kılıfını değiştirip kanlı olanı paketlerden birinin içine attım. Masama doğru ilerleyip ıslak mendil aldım. Yerdeki kanları silerken annem hala kapıya vurmaya devam ediyordu. Bir süre sonra ses kesildiğinde rahatlayarak halıdaki kanı temizledim. Pek çıkmamıştı ama ona bahane bulabilirdim.
Balkon, zemin ve yatak...her yerdeki kanları temizledim ve kanlı bütün her şeyin olduğu paketleri balkona sakladım. Okula giderken onları atabilirdim.
Şimdi üstümü değiştirip ders bahanesiyle evden çıkmam gerekiyordu. Dolabıma yöneldim ve siyah taytla uzun, siyah bir tişörtü üstüme geçirdim. Çantamı aradığımda bir an dün nereye bıraktığımı hatırlamadığımı fark ettim. Alp'i gördüğümde bir yere bırakmış olmalıydım ama hatırlamıyorum.Hatta telefonumu da derken onları yan yana masamın üstünde gördüm. Sanırım Onur kanları temizlerken bulup buraya getirmişti.
Onları aldığımda çantamın üstünde kan vardı. Islak mendille temizledim ve onu dolaba kaldırarak siyah sırt çantamı aldım. İçine rastgele defter ve klasik eşyalarımı atarak telefonu elime aldığımda alt, sol köşeden kırıldığını ve kırılmaz ekranda bir sürü çatlak olduğunu gördüm. Ona sonra acımaya karar vererek çantama attığım gibi odadan çıktım. Aşağıya indiğimde başta kimseyi göremedim. Salonda kimse olmayınca ayakkabılarımı giyerek sıvışacağım sırada annemin sesi beni durdurdu.
"Yazıklar olsun sana!"
Mutfak kapısına doğru yavaşça döndüğümde annemin elinde naylon bir paket vardı. Naylon paketin içindeki hapları gördüğümde bir an öne atılıp elinden almak istedim ama hemen geri çekti.
"Nasıl yaparsın bunu? Nasıl kullanırsın?"dediğinde dudaklarımı geçirdiğim şokla birbirine bastırdım. Alp kullandığı hapları mutfağa bırakmıştı ve annem onları benim sanıyordu. Ona açıklama yapamadan arkadan babamın sesi geldi.
"Uyuşturucu mu kullanıyor?"
Belki o uyuşturucuyu değil ama bir hap yutmuştum. Asla gerçeğini anlatamayacağım bir olaydan nasıl sıyrılırdım?
Dün gecenin sadece o anda sınırlı kalacağına çok inanmıştım. Sadece Alp'den hesap sormak, iyi olduğunu bilmek ve Onur'un cellatı olacağımı düşünmüştüm. Etrafta iz bırakmamak için bir yerlerimi yırtmama rağmen en büyük izden haberim dahi olmamıştı. Alp...Dün gece kullandığı o pis maddeyi ortalıkta bırakmıştı. Hayatımda bir kere bile görmediğim ama çokça duyduğum, zararlarını saymakla bitiremeyeceğim maddenin mutfağımızdan çıkması dudaklarımın mühürlenmesine sebep olmuştu. Alp giderken bana güzel bir hediye bırakmıştı demek...Ne hoş.
"Bu ne ha? Kafayı mı çekiyorsun lan sen!"diyerek annemin elindeki küçük paketi avuçlayan Babam onu yüzüme yüzüme sallayarak bana yaklaşmaya başladı. Ayaklarımı yere iyice sabitlerken ellerimi yumruk yaparak kendimi kasabildiğim kadar kastım.
"Kime çektiysem demek."diyerek dik duruşumdan ödün vermeden kapıya doğru yürümeye başladım. O sıra kolumdan yakalandım ve geriye doğru sertçe çekildim. Babamın öfke saçan gözleriyle karşı karşıya kaldığımda burnumdan soluyarak ondan geri kalmıyordum.
"Ne dedin sen? Babanla doğru konuş!"
"Babalık yapsan belki denerdim. Önce babalığın nasıl bir kavram olduğunu öğren, uygula ondan sonra bana taslamana katlanırım belki. Öyle çatı katında senin tabirinle kafayı çekeceğin bitkiyi yetiştirmekle olmuyor babalık. Önce kendini temizle sonra bana karışmana belki izin veririm."
Belki dikine gitmek, hatalarını ve gerçekleri yüzüne vurmak beni bu durumdan sıyıracak şeyler değildi fakat kendime engel olamıyordum. Beni yargılarken kendi bunun bin katını yapıyordu. Çatı katımızda, küçük bir alanda kenevir yetiştiriyordu. Yani bana dediği kafayı çekmek olayını kendi yetiştirip kendi zaten yapıyordu. Burada biri beni yargılayacaksa sadece annem olabilirdi.
"Doğru konuş!"diyerek elini kaldırdığı sırada bir milim dahi yerimden oynamadım. Bana doğru harekete geçen elini havada yakaladığımda bakışlarımla onu öldürebilmeyi deniyordum. Ona engel olduğum an öfkeden çıldırdı. Diğer elini bana doğru uzatacağı sırada annem aramıza girdi ve bizi iki yana itti. Kapıya doğru hafif sarsılırken gözlerim asla onun iğrendiğim gözlerinden ayrılmadı.
"Doğru insanla doğru konuşurum."
"Hadsiz!"diye haykırarak annemi aşmaya çabaladığında durumdan faydalandım. Annemin arka cebine sıkıştırdığı paketi alarak geri çekildim. İkiside bunu fark ettiğinde bekleyip bunu mahvetmedim. Kapının önündeki beyaz, spor ayakkabılarımın arkasına basarak giydim ve evden çıktım. Kapıyı ardımdan sertçe kapattım.
Elimdeki paketi kaşlarımı çatarak incelerken ardımdan annemin çığlıkla karışık nidaları kulaklarıma ulaştı. Ardıma bir kez bile bakmadım ve normalde gittiğim yolu bile değiştirerek yan sokağa hızlıca daldım. Ayakkabılarımı tam olarak giyerken sokakta resmen sekiyordum.
Kaşlarım çatmaktan uyuşmuş, artık yüz ifademe kazınmıştı. Öfkem sanki sihirli bir değneğin ucundaki ufak parıltıydı. Kime doğrultursam ona patlayacak kadar büyük bir kapasiteye sahiptim.
Alp ve Onur'u yakalarından tutup dışarı sürüklemeye gidiyordum. Onları parçalayıp dün gecenin bütün yükünü omuzlarına verecektim. Çünkü bunu tek başıma kaldıramazdım.
Zaten pek haşır neşir olmadığım ailemin bir de bu baskısının altında ezilemezdim. Dün gece gördüğüm kanları, ortada dolanan sırları aklımdan öylece söküp atamazdım. Bir şey yaşanmıştı ve bunu öğrenecektim. Sonra evdekileri ne yapacağımı düşünürdüm. Şu an kaçmak tek aydınlık yok gibi görünüyordu.
Aslında beni çevreleyen bu baskı yıllardır esir olduğum bir gerçeğin sadece devamıydı. Hayatımda görmek istemediğim, uzaklaşmak istediğim tek gerçek insanın hayatını, daha doğrusu insanların hayatını mahveden uyuşturucuydu. Bu sadece gerçeklerden kaçmak ve hayaller aleminde gezinmek için zarar veren bir yoldu. Bunu yapan insanlar hayatını sevmezdi, hayatındakileri sevmezdi ve sadece kendine değil onlara da zarar verirlerdi. Fakat kullananlar değil sadece izleyenler bunu anlardı.
Yıllarca bu gerçekten arınmanın bir yolunu aradım. Kendimce aklımda mutlu aile tabloları çizip kendimi içlerine hapsettim. Belki de benim uyuşturucum buydu, hayal dünyamdı.
Ben hayal dünyama sığınıp, kitapların arasında kayboldum. Kitaplardaki temiz ailelerin ardına sığındım. Masum insanları, ana temanın kızın dış dünyasında meydana gelen olaylar olan kitapları okurken arka plandaki gerçek aileleri içime içime çektim. İnsanın hayatı ailesidir derler ama benim hayatımı hep baştan yazmam gerekti. Kaçmak, kaybolmak için kendime bir sürü senaryo yazdım ama kaçamadım. Çünkü benim kaçışım annemin kayboluşu olurdu. Benim kurtuluşum annemin sonunu getirirdi.
Ailevi durumları çok fazla düşündüğümü fark ettiğimde onları zihnimdeki rafın en üstüne kaldırdım.
Hafif çiseleyen yağmurun kirpiğime düştüğü ilk an yüzümü gökyüzüne çevirdim. Durakta minibüsün gelmesini beklerken kaldırımın ucuna minik adımlarla yürüdüm. Yağmuru hissettiğim her an içimdeki karışan duygu durumunu temizlemesini diledim. Şimdi onun sesi bir melodiden farksız kulaklarıma dolarken insanlar koşturmaya, kendilerini ondan korumaya çalışıyorlardı. Oysaki yağmur huzurdu, içinde huzuru taşır ve bedenine işlerdi. Yağmur da bir kaçıştı.
Minibüs geldiğinde saçlarımdan kıyafetlerime kadar sırılsıklamdım. Hah, belki de bu yüzden yağmurdan kaçmalıydım...Neyse.
Dudaklarıma yerleştirdiğim sahte gülümsememle minibüse bindim. Islak kıyafetlerim yüzünden insanlar bana değmemek için çokça çabalıyordu ve bu yüzden etrafımda nefes alabileceğim kadar boşluk vardı. Belki de her seferinde ıslak binmeliydim, en azından kalabalık yüzünden ölüm tehlikesi atlatmazdım.
Yol boyunca Onur'u ve Alp'i defalarca kez aradım. Defalarca onlara mesaj attım, hatta w******p üzerinden grup açıp küfürler dahi yağdırdım. İkisine ayrı ayrı yazmak zulüm olurdu...
Her şeye rağmen ikisinden de geri dönüş alamadım. Sanki yer yarılmıştı ve ikisi de içine düşmüştü. Ya da Alp'e bir şey olmuştu...