39- Birinci Bölüm FİNALİ: Geri Dönüş

1600 Words
Karşımda oturan Şiringül iyice sallanmaya başlamıştı. "Onat misafirimizi güzel bir yatak odasına götürün, orada iyice dinlensin." dedim sırıtarak. Adamlar, ayakta duramayan kadını yatak odasına taşırlarken Bit gelip karşıma oturdu. "Anlattı mı sultanım." dedi. "Ne sandın benden kaçar mı?" dedim gülümseyerek. "Eee" dedi sabırsızca. "Gece ikide, Silivri'den bir tekne kalkacakmış, kızla birlikte kaçacaklarmış." dedim. "Son kalan adamları Piçin, bak sen kaderin ettiğine." dedi gülerek. "Aslanım artık gerisi sende." dedim. "Aferin kız Hazal, sen var ya bu ülkedeki hatunların en taşaklısısın." dedi gözlerimin içine hayranlıkla bakarak. İltifat da nasıl bir iltifatsa artık. Artık geriye sabırsız saatler kalmıştı. Ahlas'ın ne yaptığını bilmiyordum ama bir ara lavaboya girip Ceylin'in numarasını çevirdim, annemle babamın sorgu odasına kilitlendiğini söylediğinde derin bir nefes aldım. Bu beni epey rahatlatmıştı. Akşam yemeğine kadar Bit epey yoğundu, ben de hiç şikayet etmedim doğrusu. Sürekli sahil kenarına serdirdiğim minderlerde güneşlendim. Bikini giyeceğim diye tutturunca bütün korumaları binanın önüne topladı Bit, böylece ben bütün gün telefonla durumu takip etmeye başladım. Annemle babam çok üzgündüler. Çok gergindiler. Ceylin bin kere kapıyı açsam mı diye sorduysa da ben izin vermedim ve Ceylin'i çok katı bir şekilde ikna ettim. Sonra hatırlamaya çalıştım Cinayet Gününü, böyle güneşli bir gündü işte, Josh ile telefonda geçirerek geçirmiştim bütün gündüzü, gece yarısı olup da zaman döndüğünde uykumun arasında uyanmıştım. Tam da gece iki falan olmalıydı. Şimdi aynı saatte beni yurt dışına kaçırıyor olmaları tesadüf müydü? "Allah'ım bu sefer elimden geleni yaptım, bir hatam olduysa da affet." dedim içimden. Bu gece öleceksem de bedelini ödemek için, şu sahip olduğum beden dahi yok olacaksa da hayata dair birçok şey yaşamıştım onca yıllık kaybın ardından. Şu üç ayda hayatımın aşkını hatırlamış, beni ilk öpen dudakları tanımıştım. Gerçekten kendimi tanıma fırsatı bulmuş, hayatım boyunca yaptığım hataları, ettiğim isyanları, gaflet içinde kör gözle kendimi adayıp inandığım yanlışları görmüştüm. Bütün bunlar ölürsem de tesellim olacaktı işte bu gece. Ha Irmak vurulmuş ha ben diye düşündüm boğazın mavi dalgalarına bakarken sessizce. Birimizin ölmesi ikimizin de yok olması demekti sonuçta. "Akşam yemeğini burada mı hazırlatayım sultanım." dedi Bit yukarıdan seslenerek. "Şiringül uyanmadı mı hala?" dedim kafamı kaldırarak. "Uyandı galiba, su sesi geliyor odasından." dedi Bit. Durdu durdu bunun da bana sadık kalacağı mı tuttu, yaşa git işte Şiringül sana kalmışken. Orantı problemi dışında mis gibi hatun, diye geçirdim aklımdan. "Buraya olsun o zaman." dedim. "Kalkıp bikinimin üstüne kıyafetlerimi geçirdim. Üşenmiştim yukarı çıkıp üstümü değiştirmeye. Akşam yemeğini yerken Şiringül ayılmıştı ayılmasına ama Piç onu aldatmaya kalktığı için çok üzülmüştü. "Lan hayata bak dünün yasını tutuyordum herifin, şimdi iyi ki geberdi diyorum." dedi iç çekerek. "Sizi Şiringül ile burada bırakacağım Sultanım, geride Piç'in adamı kalmadı gerçi ama İso ve iki koruma daha burada kalacak. İso'nun midesi kötü biraz yalıda kalayım abi dedi." diye anlatırken ben mesajı almıştım. Ahlas bu kadar hengame arasında beni düşünüp beni buradan çıkaracak adama durumu bildirmişti. Saatler gece yarısını geçtiğinde tetikte bekler haldeydim, Şiringül zaten uykusunu aldığı için Bit denen adam beni işe çıkmadan yatağa sürüklemesin diye oturup kadını lafa tutmuştum. Gece yarısını biraz geçtiğinde Bit adamlarıyla yola koyuldu. İso on dakika sonra yanıma geldi, korumalara uyumalarını söylemişti. Korumalar da bir iki saat uykumuzu alalım sonra bizi kaldır demişlerdi ve böylece meydan İso'ya ve bana kalmıştı iki koruma uyurken. Dertli dertli boğazı seyreden Şiringül'ün yanına gittim. "Bacım ben kaçıyorum buralardan memlekete gideceğim anamın yanına, sen de istersen kaç, istersen bu Bitle devam et, insanın bir dediğini iki etmiyor, ama fena kokuyor." dedim gülerek. "Sen güzel kokanını gördün mü hiç?" dedi alayla. "Gördüm ve onun uğruna ölmeye gidiyorum aslında biliyor musun?" dedim sır verircesine. İso beni caddeye çıkardığında karşıda bir sivil ekibin otosu hazırda bekliyordu, hemen silahımı ve rozetimi teslim ettiler. Çelik yelek verdiler. Ama o kadar komikti ki durumum, altımda bikini, üstümde kot tişört onun üstünde çelik yelek, tatilden dönüşte operasyona koşturulmuşum gibi... "Beyler Silivri'ye mi gidiyoruz şimdi." dedim. "Evet Irmak, Silivri, tüm sahil şeridini turlayacağız işte araçla, tekne görünene kadar." dedi Sinan. Başımla onayladım. Arkama yaslandım ve pencereyi araladım ılık rüzgarın yüzüme çarpmasıyla gözlerimi kapattım, nereden biliyordum bilmiyorum, ama öleceğimi biliyordum bir şekilde. Bugün yıllar önce işlenmiş bir cinayet vardı ve iki cana mal olmuştu, ölüm bir kez geldiği zaman kapıya eli boş döner miydi hiç? İşte tam da bu yüzden, elimde ölümü aldatabileceğim hiçbir hikayem kalmadığından gitme zamanıydı. En azından bana ikinci bir şans verilmiş ve hayatımın en büyük acısını düzeltme fırsatı verilmişti. Silivri'ye vardığımızda saatler 01.34 'ü gösteriyordu daha yukarıdan aşağıya inerken bir teknenin İstanbul cephesi yönünde yanaşmakta olduğunu gördüm. "İŞTE ORADA!" diye bağırdım bizim araçtakilere. Son hız teknenin yaklaştığı yöne doğru sürdük aracı bir yandan telsiz kullanmadığımız için gizli bir telefon ağından tüm ekiplere teknenin yerini bildirdik. Tekne tam kıyıya yanaşmamıştı biraz açıkta duruyordu. Ama tekneye doğru kürek çeken bir kayık vardı, sahilden zar zor seçiliyordu. "İşte oradalar." dedim asayişten gelen ekip varmıştı sahile. Birden sahil güvenlik tekneleri ışıklarını açtı ve kayığın içindekiler gün gibi ortaya çıktı. Ensesinden tuttukları Irmak'ı günler sonra görüyordum, korkmuş görünüyordu, kayıktakiler ise üç kişiydiler, geriye kala kala üç kişi mi kalmıştı Piç'ten geriye. Bu kadar az kalmış olmasalar, birbirlerini gaza getirip intikamı tamamlarlardı belki de. Birden Ahlas'ı gördüm ileride, üstünü çıkarıyor ve yüzmeye hazırlanıyordu, ışıkların tutulmadığı tarafta karanlıkta kalıyordu ama bir şekilde görmüştüm ne yaptığını, benden başka da onu fark eden olmamıştı. Serin sulara kendini attığında onu yalnız bırakamayacağımı anlamıştım. "Teslim Olun, kayıktakiler, etrafınız sarıldı." "Yaklaşan olursa kız ölür!" diye bağırdı kayıktakiler, tekneye varmak üzereydiler ve çok büyük ihtimalle ateş açılacaktı. Ben de artık daha fazla düşünme gereği duymadan üstümdekileri bir kayanın arkasına geçip çıkarttım ve gecenin karanlığında kendimi suların serinliğine teslim ettim. Ne kadar yüzmüştüm bilmiyorum, ama kayık artık tekneye varmıştı, Irmak'ı siper alarak tırmanıyorlardı tekneye, haliyle ateş açılamıyordu. Yüzüşümü hızlandırdığımda, ileride teknenin hemen altında Ahlas'ı fark ettim soluklanırken. Çoktan varmıştı teknenin altına. "Irmak Atla!" diye bağırdı Irmak'a ama Irmak'ın bunu yapması imkansızdı adam sımsıkı tutuyordu Irmak'ı kaçmasın diye. Ben de varmak üzereyim, sabret diyordum içimden, Ahlas bir taraftaydı ben de diğer tarafa doğru yüzüyordum, bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum üstelik. İçimdeki dürtülerle hareket ediyordum sadece. Sonunda teknenin diğer yanına ulaştım. Birden ilk ateş sesi duyuldu, adamlardan biri vurulmuştu, Irmak'tan uzak kesimdeydi Ahlas'ın tarafına doğru suya düştü ve suyun derinliklerine doğru gömüldü. İki adam kalmıştı geriye ve ikisi de Irmak'ın arkasında cephe almışlardı. Birden adamlardan birinin çığlığı duyuldu. Irmak adamın kolunu ısırdığı gibi teknenin kenarına tırmanmış ve suya atlamıştı ama aynı anda bütün ekipler adamlara ateş açmışlardı, havadan suya doğru benim tarafıma düşen Irmak hem sırtından hem de omzundan vuruldu. Suya düşüyordu ama kanlar sıçramıştı bir anda vücudundan. "Ölüyordu, ölüyorduk..." Göz yaşlarım istemsizce akmaya başlamıştı, Irmak suya düştüğü anda bir elimle onu, bir elimle de tekneyi kavradım, Ahlas'ın kulaç seslerini duyabiliyordum. Silah sesleri kesildi, Irmak bayılmıştı. Belki de ölmüştü, kontrol etmeye bile korkuyordum. Sahil güvenlik ekibi tekneye doğru yanaştı, acilen Irmak'ı tekneye çıkardık ve ekiplerden birinin hazır bulunduğu ambulansa yükledik Irmak'ı, saatler tam ikiyi gösterirken vurulmuştu Irmak... Ahlas ağlayarak aracına atladı, ben de hemen yanındaki koltuğa oturdum verdikleri bir havluya sarınarak, ama birden vücudumdan bir enerjinin çekilmeye başladığını hissettim ve gözlerimi açık tutamadım, anlamıştım, Irmak ölmüştü ve ben de yok olacaktım. Daha sırrımı Ahlas'a söyleyemeden, belki de bu yüzden yarım kalmış bir Ahlas kalacaktı geride... Güneşli bir günde Ahlas ile el ele dolaşamadan, onunla çocuklar yapamadan, o çocukları sevgimizle büyütemeden... Her şey karanlığa gömülmüştü. Yüz yıl geçmiş olabilir miydi? Tekrar yaşlanmış, yirmi yedi yaşıma dönüş yapmış olabilir miydim? Sesler işitiyordum. "Her an kendine gelebilir, hayati tehlikeyi atlattı." dedi tanımadığım bir ses. Arabada bayılmıştım alt tarafı ne hayati tehlikesi, ben yaşıyorsam Irmak da yaşıyor olmalıydı. Gözlerimi aralamaya çalıştım, Ahlas endişeli bir şekilde bana bakıyordu, gözlerini benden ayırmıyordu. Hemen arkasında annemi görmüştüm, kendi kızları dururken benim başımda ne arıyorlardı, ne yani Irmak benden önce mi toparlanmıştı onca kurşuna rağmen. Ölse hiçbiri benim başımda olmazdı herhalde. "Ahlas.." dedim çaresizce. "Uyandı, Allah'ım sana şükürler olsun ki uyandı." dedi annem sevinçle. Babam da mutlulukla ona sarıldı. Yahu amirlerim ne zaman bu kadar hassas insanlar oldular benim. Burnuma takılı şeyler rahatsız etmeye başlamıştı, elimi burnuma götürüp onları çıkarmaya çalıştım. Ama birden kolumdaki bileklik dikkatimi çekti. Irmak'ın arabada kaçırılırken iz olarak bıraktığı bileklikti, bunu bana kim takmıştı? "Canım zorlama tamam." dedi annem hemşireyi çağırarak. "Kalkmak mı istiyorsun." dedi hemşire. "Evet." dedim sesim zar zor çıkıyordu. "İki önemli ameliyat geçirdi, vücut kendini yine de çok iyi toparladı." dedi hemşire. "Hasar kalmaması bile mucize." dedi babam minnettar bir şekilde. Annemle babam iki kolumdan tutup çekerek oturttular beni, canım çok fena yanmıştı, bir omzum askıdaydı. "Ne oldu?" dedim hatırlamaya çalışır bir halde. "Tekneden atladığını hatırlamıyor musun?" dedi Ahlas. Nasıl ya????? Ben Irmak'mıyım şimdi, kendi vücuduma mı döndüm. "Ayna ver bana." dedim anneme dönerek, annem hiçbir şey anlamadı ama çantasından küçük makyaj aynasını çıkarıp bana uzattı. Ben yeniden Irmak Yeşilada'ydım, cinayet gününün üstünden tam tamına yirmi iki gün geçmişti ve ben özgür kalmıştım. Artık o korkunç geleceğe gitmeyecektim, ama geleceğe de gitmeyecektim, her şeye kendim olarak başlayabileceğim bir şansım vardı artık ellerimde. Bir kaç gün geçtiğinde yemek de yemeye başladığımda iyice toparladı vücudum kendimi, omzumdaki askı çıkarıldı ve sırtımdaki bandajın altındaki yara neredeyse tamamen iyileşti. Günlerdir sormaya korktuğum soru ise beni kemirip duruyordu. "Ahlas?" dedim baş başa kaldığımız bir anda. "Efendim bir tanem." dedi. Bir tanem mi, Allah'ım sonsuza kadar bu anda kalabilirim ben. Zamanı durdurman mümkün mü acaba? "Şey diyecektim, Irmak Abla'ya ne oldu?" dedim. "Hangi Irmak?" dedi kaşlarını büzerek. "Irmak Akan işte." dedim "Ben öyle birini tanımıyorum, rüya görmüş olabilir misin?" dedi gülerek. Yaşamış biri insanların hafızasından silinebilir miydi? Ya da bunların hepsi rüya mıydı, ama ilk başta düşündüğüm gibi yirmi yedi yaşımda değil de, on yedi yaşımda kurmuş olduğum bir rüya olabilir miydi bütün bunlar? "Sorun mu var?" dedi Ahlas. "Yok aşkım, hiç bir sorun yok." dedim eğilip alnıma bir öpücük kondurdu. Kabus nihayet sona ermişti, belki de her şey asıl şimdi başlıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD