32-Ceylin'in Ruh Hali

1086 Words
Günler akıp gidiyordu, doğum günüme yirmi dört, cinayete yirmi yedi gün kalmıştı. Tozlu raflara kaldırılan bir cinayet dosyası olarak kalmamalıydım bu hayatın içinde. En azından Irmak kalmamalıydı. O güne kadar onu bulmalıydım. Cinayet zanlısı olmamam gerektiği gibi, cinayet kurbanı da olmamalıydım. Büroda oturmuş uykusuzluktan ölmek üzere bir halde bütün sorguları teker teker inceliyordum, elimizde incelenmemiş ne kadar adres varsa incelemiştik. Hakkı Yeşilada gidip Piç Anıl'ı bizzat sorgulamıştı. Ama bu iş böyle olmayacaktı. Bu adamın bir düşmanını bulmalıydım. Kafamdan geçen düşünce ile dosyayı tekrar açtım. Topal'ın sorgusunu okuyordum belki bininci kez. Birden daha önce nasıl olduysa dikkatimi çekmemiş bir satırı okudum. "Anıl'ın babası da kendisi de sadece Bit'i sevmezdi. Bit dediğin Toprak Karayel mi? Evet." Kim bu Toprak Karayel, lakaba bak bir de bit! Bu biti araştırmam gerekiyordu ama acayip uykusuzdum. Biraz eve gidip dinlenip kafamı toplamam gerekiyordu. Geçen sürede Ahlas sakal bırakmış iyice sivile dönmüştü, kapı kapı dolaşıp Irmak aradığı için kafayı yemişti sonunda, doğru düzgün yüzünü bile göremiyordum. Yapacak bir şey yoktu. Önce Irmak bulunmalıydı, annem ve babam güvende olmalıydı. Cinayet gününe yirmi yedi gün kalmışken başka şeye konsantre olamayacaktım. Eve gidip vurup kafayı yattım. Ertesi sabaha kadar kabuslarla dolu bir uyku uyudum. Sürekli çatışmaların ortasında buluyordum kendimi. Ahlas'ın vurulduğunu, annemin öldüğünü, babamın intihar ettiğini gördüm sırayla. İçimin sıkıntısıyla boğuşup diğer yandan da uyumaya çalışınca zorlu bir gece geçmişti. Ağlama sesleri uyandırdı beni. Yüreğim ağzımda yataktan fırlayıp içeri koşturdum. Ceylin salondaki üçlü koltuğa oturmuş hüngür hüngür ağlıyordu. "Bir haber mi var, bir şey mi oldu? Irmak'a bir şey mi oldu, amirim iyi mi, Ahlas mı aradı?" taramalı tüfek gibi sıralamıştım korkularımı. Hıçkıra hıçkıra kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Evde hiç çikolata yok." dedi. "Eee?" dedim nasıl bir şeyin içinde olduğumuzu idrak etmeye çalışarak. "Kalmamış işte..." dedi. "Anladım da neden gidip almıyorsun?" dedim. "Çünkü bizim bakkalda o pirinç patlaklı olandan yok." dedi ve daha fazla ağlamaya başladı. "Ceylin şaka falan mı yapıyorsun sen bunca şeyin arasında?" dedim sabırsızca. "Hayır beni kimse anlamıyor." deyip elindeki mendile sümkürdü. Tabii ya, hamilelik hormonları. Demek kısmet bu güneymiş. "Tamam ben anlıyorum hemen çıkıp sana o çikolatadan alıp geliyorum." dedim. Üstümü değişip evden fırladım, bizim bakkalda yoktu ama bir ötedekinde vardı işte, dert ettiği şeye bak, Allah'ım inanılmaz korkutucu bir şeymiş bu hamilelik! Eczane de görünce gidip gebelik testi aldım bir tane. Eve döndüğümde, oturmuş sabah programlarını izliyordu. Bugün ikimizin de izin günüydü. "Ay bak adamı öldürmüşler." dedi ağlayarak. Kahkahayı basıverdim. "Biz cinayet büroda çalışıyoruz biliyorsun değil mi?" dedim. "Yaa bize gelenler de böyle ölüyor ama bak çok acıklı." dedi gözünü televizyondan ayırmadan. "Çikolatanı aldım." dedim elimden kaptığı gibi çocuk gibi sevinçle sıçradı, neredeyse bir lokmada koca çikolatayı midesine indirdi. "Ceylin bir de bu testi yapmanı istiyorum." dedim. "Ne testi o?" dedi çikolatayı yiyince aklı ve hormonları yerine gelmiş gibiydi. "Hamilelik." dedim yine de dikkatli bir ses tonuyla. "Aaa, hiç aklıma gelmedi, geciktim ya ben, on gün oldu." dedi panikle. "Korundunuz mu?" dedim. "Ne bileyim ben benim ilk ilişkim, korunduysa o korunmuştur." dedi. "O korunsa bilirdin." dedim elimle alnıma çarparak. Kara cahil CEYLİN! Sonra banyoya gitti ve elinde getirdiği testi sehpaya koydu, salonda teste bakarak beklemeye koyulduk. "Çok sinir bozucuymuş böyle beklemek." dedi. "İkinci çizgi çıkıyor." dedim heyecanla yüzü kireç gibi oldu aniden. İkinci çizgi belirginleştiği anda öğürerek lavaboya koşturdu. Heyecanlandırmasak iyiydi. Eline telefonu aldı ve acilen Uygar'a bizim eve gelmesini emretti mesaideydi çocuk. Bir şey oldu zannedip çıkıp gelmişti apar topar. "Bak bakalım ne yapmışsın." dedi çocuk daha üstünü çıkarıp yanımıza oturur oturmaz. Kendisine uzatılan beyaz nesneye bakan Uygar bakmaya devam etti. "Ne bu, dna kitine benziyor, cinayette kullanmıştık." dedi saf saf. Bunlar beni öldürecek! "Tebrik ederim Uygar, baba oluyorsun, senin için DNA kiti de sayılır." dedi aniden ve ağlamaya başladı. Uygar'ın gözleri parladı. "Aşkım ciddi misin?" dedi hevesle, hemen Ceylin'in yanına sığışıp kollarının arasına aldı sevgilisini. "Ben çok mutlu oldum, baba oluyorum neden ağlıyorsun?" diye sordu şaşkın damat. "Annemler beni keser, sizinkiler gibi modern ailelerden gelmiyorum ben, abim beni vurur." dedi daha çok ağlayarak. "Hormonlar!" dedim fısıltıyla Uygar'a yaklaşarak. "Tamam biz de hemen evleniriz. Kimse bir şey demez o zaman, dur belediyede arkadaşım var arıyorum, gün ayarlasın bize. Günü belirleyelim aileleri çağırırız." dedi Uygar, telefona sarıldı arkadaşıyla konuşurken ben de kalkıp hepimize kahve yaptım ama artık Ceylin Hanım'ınki bol sütlüydü. "Tamam On üç, on altı ve yirmisi müsaitmiş, 13 Mayıs'a alıyorum günü." dedi Uygar. "Olmaz!" diye fırladım ayağa. "Neden olmaz?" dedi ikisi aynı anda şaşkın ifadelerle. Ne bileyim neden olmaz, dört gün sonra cinayet var, ortalıkta olun, balayına çıkamazsınız mı diyeceğim. "13 rakamı uğursuz birçok inanışa göre." dedim. "Saçmalama Irmak, biz müslümanız, o hristiyanlara uğursuz bize ne." dedi gülerek alayla. "Yahu ha onların ha putperestlerin neticede birileri kötü bir gün olduğunu düşünüyor, bu da o günün enerjisini çekiyor aşağıya, daha kız istemesi var bunun, ev tutması döşemesi var, bunca sıkıntı telaş arasında yetişmez, hamile kadın, hem bak bebek olsa olsa altı haftalık, yirmisinde yaparsanız çocuğu yedi aylık doğdu diyebilirsiniz." dedim. Kafaları karışmıştı bana alık alık bakıyorlardı, amacım da kafalarını karıştırmaktı zaten. Ben kendim de sevmezdim öyle batılıların saçma sapan hurafelerini, bizdeki üfürükçüleri küçümseyip, hor görüp sonra da on üç rakamı uğursuzmuş gibi yaşayanları. Hepsi kara cehaletin örnekleriydi, batısı doğusu yoktu işte. Ama şu an elime ne geçerse kullanmak zorundaydım! "Şu çikolataların hatırına yirmisi olsun madem. Gelmezsen oyarım gözünü." dedi Ceylin gülerek. "Tamam yirmisine alıyorum hayatım." dedi Uygar, yeniden arkadaşını aradı, kimlik fotokopilerini gönderdi. Sonra hep birlikte çıkıp sağlık ocağına gittik, kan tahlili yaptılar, oradan ultrasonda bebeklerini görmek için bir jinekolog bulduk. Minik bebekleri beş haftalıktı henüz çok güzel kalp atışları vardı. Bunca sıkıntının arasında böyle bir ana tanıklık ettiğim için mutlu olmuştum bir şekilde. Ceylin üstünü giyinirken Uygar ve ben dışarıda bekliyorduk. "Uygar sen bu yangın davasında çalışmışsın, Bit diye bir heriften bahsedildi mi hiç?" dedim. "Ooo sen uyuşturucu baronu Bit'i diyorsun. Toprak. Büyük adam. Bit gibidir, ayıklasan da bitmez. Gerçekten adamın kanını emer. Çok kez düştük peşine. Ama hiç hapse atamadık. Hep sıyırdı bir şekilde. Piç'in bir numaralı düşmanıdır. Toprak da Anıl'dan nefret eder, taa babaları zamanında başlamış husumet, ikisinin babası kanlı bıçaklıymış, bir de gençliklerinde aynı kız yüzünden birbirlerine düşmüşler. Aynı hücreye koysan birbirlerini öldürürler." dedi, gözlerim parladı son cümleyi duyunca. "Bizim bir adamımız vardır illaki içlerinde, ya da muhbirimiz." dedim. "Var tabii de niye soruyorsun bunları, Irmak'ın Bitle alakalı kaçırıldığını düşünmüyorum." dedi Uygar ciddi ciddi. O sırada Doktor, Uygar'ı çağırınca yarım kaldı konuşma. Kafamda bin bir tilki dolaşırken, Ceylin'den bir takım kan tahlilleri istediler, folik asit içmesini salık verdiler ve muayenehaneden ayrılırken Ceylin en son "Dondurma" diye sayıklıyordu. Şeker komasına girmeden doğursa iyi olurdu! Onlar dondurmaları yerken ben kafamda Irmak için bir kurtarma planı çizmeye başlamıştım bile.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD