33-Bitli Planlar

1069 Words
Son 10 gün... Irmak'tan hala haber yok, annem babam perişan... Ceylin'in ailesi yolda, memleketten geliyorlar, evde kız isteme merasimi falan olacak ama aktif bir şekilde hiçbir şeye konsantre olamaz bir haldeyim. Telefonumu elime alıp Ahlas'ı aradım. "Ahlas neredesin?" dedim. "Kilyos'ta nerede olacak." dedi. "Kimse sabahın yedisinde anket yapmaz delirdin mi?" dedim. "Anket yapmıyorum ki, şu an simit satıyorum." dedi Ahlas sakin bir şekilde. Kafayı bana da yedirtecekti sonunda. "Ahlas benim bir planım var ve sana ihtiyacım var, bugün artık bir ara verebilir misin, Irmak'ı bulmak için daha köklü çözümler üretmeliyiz ve sanırım ben bir tane ürettim. Buluşmamız lazım." dedim. "Bana gel o zaman." dedi. "Tamam yarım saate sendeyim. Çabuk gel sen de." dedim. "Simit de getiriyorum." dedi gülerek. "Getir kahvaltı ederiz." dedim artık deliliğimizi normalleştirerek. Evden çıkarken Ceylin ailesini almak için otogara gideceğini söylemişti, aracı ona bırakıp taksiye atladım bu yüzden. Dokuz ayın çarşambası bir güne gelmişti. Ama pes edemezdim, belki de hayatımın en önemli on gününün içindeydim. Taksi rezidansın önünde durduğunda ilk defa asansörden tek başıma çıktığım için tuhaf hissettim. Ahlas'ı inanılmaz özlemiştim. Her şey erteleniyordu da aşk ertelenmiyordu. Ancak benimkisi gibi bir travma ya da hafıza kaybı falan gerekiyordu sanırım ertelemek için. Yoksa mümkün değil durmuyordu kalp. "Gelmişsin." dedi on dakika sonra elinde bir poşet dolusu simit ve evin anahtarıyla görünen Ahlas. "Evet aç hadi kapıyı." dedim gülümseyerek. Eve girer girmez gidip çayın suyunu koydum ocağa. Dolaptan peynir falan çıkarayım dedim ama yok, evde hiç yemek yenmemiş, dolapta ne varsa bozulmuş. Kendini derbeder eden yeşilçam artistleri gibi dolanıyordu ortalıkta, ben neden bu kadar değerliydim onun için, üstelik onun için hiçbir şey yapmamışken? "Bit Toprak." dedim. "Ne olmuş ona?" dedi. "Bak Ahlas, biz böyle kapı kapı dolaşıp hiçbir iz bırakmamış manyakları bulamayız. Kapı kapı dolaşırsın ama evde olmayanlara tekrar mı gideceksin, evde yoklar diye insanları suçlu mu ilan edeceksin, böyle bir arama yöntemi yok dünyanın hiçbir yerinde." dedim bir solukta. "Ne öneriyorsun?" dedi ben çayı demlerken. "Bit'in arasına sızmış Muhbirimiz kim?" dedim. "Balık İso." dedi. "Tamam bu hamsiyi çağır, buluş ve de ki, Anıl'ın yeni gözdesi bir hatun varmış, Anıl hapse girince kaçmak istemiş adamlarının elinden, Anıl daha buna hiç dokunamamış, aynı gün yakalanmış, çok güzel bir kadınmış falan filan." dedim. "Kim gidecek peki?" "Ben gideceğim." dedim kararlı bir şekilde. "Olmaz, seni ateşe atamam." dedi aniden. Çayları masaya koydum ve gözlerinin içine baktım. "Ben zaten ateşin içindeyim Ahlas Ateş, kömüre döndüm artık." dedim hırsla. "Ya adam sana dokunursa?" dedi aniden. "Dokunamaz dokunamaz, elbet boş gitmeyeceğim, uyku ilacı alacağım bir kutu, içirip sızdıracağım birkaç gece, zaten amacımıza ulaşırız. Anıl'a karşı dolduracağım düşmanını, ondan sonra Anıl'ın bütün adamlarını bu Bit ayıklayacak, o ortamda da evi soruşturacağım çaktırmadan. Bu göreve gitmek zorundayım, anlamıyor musun, Irmak'a giden başka yol yok, günlerdir incelemediğim dosya kalmadı, Anıl dışarıda olsa onu kandırmayı denerdik ama bizi ezberlediler artık, bir kez kaçırdılar bile." dedim. "Bilmiyorum, gel otur simidini ye önce." dedi. "Tamam." dedim salonun içinde volta atmayı bırakıp karşısına oturarak. Çok düşünceliydi, kafasında bin bir tilki dolanıyordu, sonra "Tamam planını Leyla Amire anlat, o okey derse İso'yu çağıracağım." dedi. O arada Selo abisini aradı gene. "Tamam abi sen hazırla ben almaya geleyim." dedi. "Ne alacaksın?" dedim panikle. "Seni takipsiz bırakacağımı düşünmüyorsun herhalde." dedi. "Selo abi ne kadar güvenilir ki?" dedim şüpheyle. "Bir gün tanıştırırım anlarsın." dedi gülerek. Simitlerimizi yedikten sonra merkeze gittik, annem artık sakinleştirici almaya başlamıştı. Ama yine de merkeze gelmekten vazgeçmiyordu, izin kullanmamak konusunda ısrarlıydı. Babam zaten bütün İstanbul'u ayağa kaldırmıştı. Annemin karşısına oturup planımı anlattığımda aklına yattığını görebiliyordum bakışlarından ama benim için endişelenmişti. Yine de annelik duygusu tabii ki ağır basacaktı. "Canım sen çok büyük bir tehlikede olacaksın ama." dedi düşünceli bir şekilde gözlerini karartarak. "Önemli değil, Irmak'a ulaşacağız sonunda, ben başa çıkabilirim." dedim. Bir bedel ödenecekse ikimiz birlikte ödemeliydik Irmak ile. O neyse ben de oydum. Kendimi benden başkası kurtaramazdı. Bir an bu cümleyle duraksadım. Çok küçüktüm daha dört yaşlarında falan eve bakıcım geliyordu sürekli annemler nöbette görevde olduğu için. Hastalanmıştım. Naciye Teyze... Çok tatlı bir kadındı, ateşim yükselince sirkeli suyla silmişti her yerimi. "Ben nasıl kurtulacağım bu hastalıktan?" demiştim tüm masumiyetimle. "...Bütün sıkıntılardan bizi Allah kurtarır." dedi sanki bir yerde okuduğu sözü söyler gibi. "Nasıl?" demiştim şaşırarak. Soyut kavramları daha almıyordu ki kafam, o öyle söyleyince büyük dağ kadar bir adam olduğunu düşünmüştüm kafamda. "Sen kendinle mücadele edersin, yorulursun, çabalarsın, sonra elinden geleni yapınca teslim olursun. Hani senin adın Irmak ya, kendini akan suya bırakmak gibi düşün, bir Irmak'ta kendini akan suya bırakırsan, sonunda denize kavuşursun." demişti Naciye Teyze. Sonra O'nun söylediği bu cümle çok rehberlik etmişti bana yine edecekti. Kendimle mücadele etmiyor muydum bu bedende uyandığım günden beri, kendimi kıskandığım bile olmuştu. Şimdiyse genç Irmak kaçırılmıştı ve bunun bedelini ne kadar ben varsa ödemeliydik, iyi yanımızla da, kötü yanımızla da. Karşılığında denize karışacaktık. Su akıp yolunu bulacaktı, o ilahi güç inanıyordum bizi bütün bu sıkıntılardan kurtaracaktı. "Beni de elbet bir koruyan olacaktır." dedim Naciye Teyze'yi hatırlamak içimi ferahlatırken. Ben istedikten sonra Allah’ım beni korurdu, diye düşündüm gülümseyerek. "Tamam, çok da fazla seçeneğimiz yok gibi Ahlas. Çağır İso'yu yapalım şu işi." dedi annem. Ahlas telefonunu eline alıp hemen İso denilen adama ulaştı. Sonra beni de alıp yanına bir balıkçı barınağına götürdü Karaköy'de. Hem göz önünde hem gözden uzak bir yerdi burası. "İso n'aber?" dedi adamla tokalaşarak. Kediye ciğer teslimatı yapılıyor gibi bir durum söz konusuydu, İso balık etli, Nuri Alço gibi bakışları olan bir adamdı. "Abim, ne zamandır ses seda yok, Piç'i tutuklamışsın tebrikler." "Sağ ol da daha işimiz bitmedi şimdi sana anlatacaklarımı iyi dinle." dedi İso'ya ve oturup konuşmaya başladılar. İso konuşulanları dinledi ve "Tamam abi, bit ile konuşup döneceğim size. Benden haber bekleyin." dedi ve yanımızdan ayrıldı. Ahlas ile denize karşı yan yana oturmuştuk. İkimiz de ayrı ayrı terk edilmiş gibiydik, o daha doğar doğmaz ailesi tarafından terk edilmişti, ben de hiç tahmin etmediğim suçlamalarla toplum tarafından terk edilmiştim. Şimdi bedel ödeme zamanı gelmişti işte, öyleyse kendimi neden bu kadar yorgun hissediyordum. Başımı Ahlas'ın omzuna koydum denizi seyre dalarken. Ümidimi yitirdiğim içindi bunca yorgunluk, ayağa kalkıp silkinmeliydim, ümitsizliğe düşmemeliydim daha fazla. Bir saat kadar sahilde hiç konuşmadan oturduk. Sonra telefonu çaldı Ahlas'ın Selo abisi arıyordu. "Selo abiye senin için toka yaptırdım, hadi almaya gidelim." dedi. "Ne tokası be?" dedim şaşkınlıkla. "Renk renk tokalar, kıyafetine göre giyersin işte, her birinin içinde konum belirten gps bağlantısı var ve mikrofon var. Seni dinliyor olacağız." dedi. Bu biraz olsun beni rahatlatmıştı, yalnız gitmeye de razıydım ama yanımda dostlarımın olduğunu bilmek biraz korkularımı azaltmıştı. Ahlas ile onun aracına atlayıp meşhur Selo abisine doğru yola koyulduk.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD