31- Uykusuz Günler

1574 Words
Tam üç gündür uykusuz bir şekilde, geriye dönük evin etrafına yerleştirilmiş kameraların görüntüsünü izliyordum. Gözüme ilişen neredeyse herkesin görüntüsünden arama yapıyor dosyalarını bulmaya çıkarmaya çalışıyordum, elimde doğru düzgün hiçbir şey olmadan üç koca günü bitirmiştim. Hakkı Yeşilada, yani babam elli kişilik bir sivil ekip kurmuştu. Anket şirketi çalışanı gibi kiralanan sivil bir minibüs ile geziyorlar ve kapı kapı dolaşıp anket yapıyorum ayağına evleri dolaşıyorlardı. Az buz yer değildi arayacağımız, İstanbul kazan biz kepçe hala haber alamadığımız Irmak'tan bir iz bulmak için çıldırıyorduk. Ahlas Piç Anıl'ı ziyarete gitmişti, ziyarette epey bir sıkıştırdık pisliği, savcılığa dilekçeler verdik konuyla ilgili sorgulanması için ama ısrarla hiçbir ilişkisi olmadığını söylüyordu kaçırılma olayı ile ilgili. Passat'tan aldığımız parmak izleri de hiçbir dosya bilgisi ile uyuşmuyordu. Arka koltukta bulduğumuz parmak izleri ile, Irmak'ın bayıltılmadan kaçırıldığını biliyorduk yani bilekliği bilinçli olarak bıraktığını düşünüyorduk. Ama bu elimize bir şey katmıyordu. Aksine belirsizlikler çoğaldıkça aklımızı kaçırmak üzereydik. Ahlas bütün boş zamanlarında sivil ekibe katılıp kapı kapı dolaşıyordu. Samim ile görüşmüştüm, bir tane Sarıyer'de adres tarif etmişti, adresten bir tane adam almıştık göz altına ama elimizde hiçbir suçlama olmadan sadece iki gün adamı sorgulayıp hiçbir şey öğrenemeden bırakmak zorunda kalmıştık. En azından peşine adam takmıştık, ben oradan epey ümitliydim. Adamımız bugün hapishanede Piç Anıl'ı ziyaret etmişti, elbet Irmak'ın yanına da gidecekti. Samim başka adres bilmediği konusunda yeminler ediyordu. Takvimler hızla ilerliyordu, otuz iki gün... Doğum günüme yirmi dokuz, cinayet gününe otuz iki gün, her şey bu kadar değişmişken, bu tarihlerin önemi kalmış mıydı ki? "Irmak biraz gelir misin?" sorusunu işittiğimde kafamı gömdüğüm haritadan bakışlarımı sese doğru yönelttim. Sarıyer'de sokak, ev bırakmamıştık ama daha bir sürü semt vardı. Maslak tarafını araştırıyorduk, Kilyos Gümüşdere tarafı için de bir elli kişilik sivil ekip kursa mıydık acaba? Ama Emniyet müdürü babam da olsa benim için bir yabancıydı, sözümü geçirmem söz konusu değildi. Kafam o kadar doluydu ki, sesin sahibine öyle boş boş bakarken seslenen kişinin annem olduğunu fark ettim ve apar topar ayağa fırladım. "Buyrun amirim." dedim. "Bir yere gitmem lazım Irmak, ama tek başıma kaldırabileceğimi sanmıyorum, benimle gelir misin?" dedi. "Elbette amirim." dedim. Üç gündür perişan olmuştu annem, uykusuzdu, sakinleştirici önerilerini çatışma gerekebilir düşüncesiyle sürekli öteliyordu. Bunca şeyin arasında nereye gitmek istediği konusunda hiçbir fikrim yoktu ama onu yalnız bırakmaya da niyetim yoktu. Lavaboya gideyim önce bahanesiyle kızlar tuvaletine gidip Ahlas'ı aradım. "Ahlas neredesin?" dedim. "Anket yapıyorum yersen, ama tek başıma Kilyos tarafındayım, sen neredesin?" dedi usulca. "Tek başına hareket etmesen olmaz mı?" dedim umutsuzca. "Bir iki ay sonra geçerler herhalde buralara, bekleyelim mi yani?" dedi hırsla. Biliyorum yine beni kurtaran olmak zorundaydı. Bunu kendine yol olarak çizmişti iki seneden beri. Ama onun elinde değildi güç kudret denilen şey, olaylar karşısında hepimiz aciz kalmıştık işte. "Leyla amirim bir yere gidelim dedi, nereye gidilecek bilmiyorum, sana ne olur ne olmaz konumumu açacağım, bir şey olursa konumu takipte ol." dedim. "Tamam." dedi. Hepimiz kendimizi her an tehlikeye atabilirdik bir yandan da birbirimizi kollamaya çalışıyorduk. Annemi bulup ekip aracına geçtim. Arabayı ben kullanıyordum, şimdi yeniden yirmi yedi yaşında olabilirdim, spor arabamla İstanbul'u güneşli bir günde turlarken, annemle alışverişe gidiyor olabilirdim. Zamansız ölen biri diyebilir miydim kendim için? Annemle babamın mezarıydım ben, bir kez bile dokunamadığım, ziyaret edemediğim mezar taşları benim kalbimin ortasında duruyordu. Soğuk mermerleri içimi buz kesmişti. Şimdi yeniden duygularıma döndüğüm tehlikeli bir rüyanın içindeydim. "Sağdan dön Irmak. Yokuşu çıkman gerek bak şuradaki mavi boyalı evi görüyor musun, oraya gideceğiz." dedi Annem sakin bir şekilde. "Amirim neresi orası?" dedim izbe eve tedirginlikle bakarak. Irmak'ın izini bulduysa takviye ekip gerekebilirdi. "Büyük bir medyum." dedi annem sakin bir ses tonuyla. Sakinleştirici almamıştı ama tehlikeli bir sakinlik vardı annemin üstünde. Fırtınadan önceki sessizlik gibi. "Nasıl yani, medyum?" dedim şaşkınlıkla. "Evet, her yöntemi denemek zorundayım değil mi, kayıp insanları bulduğunu söylüyorlar, kayıp eşyaları. İnanmak zorunda değilsin elbette, ben de inanıyorum diyemem, ama bir anneyim ve her yolu denemek zorundayım, beni anlıyor musun?" dedi tehlikeli bir bakışla. "Elbette amirim. Yani her yolu denemek lazım, tehlikeli olmadığı sürece." dedim. "Bir medyumun nesi tehlikeli Irmak?" dedi Irmak derken yüzü acıyla buruşmuştu. Sırf bu yüzden daha fazla üstelemedim. Ama çaresizken her yol mübah anlayışı bizi daha önce hiç iyi bir yere götürmemişti. Bu kapının ardında duyacaklarımızın da bize bir faydası olmayacağını iyi biliyordum bu yüzden. Araçtan inip mavi boyalı eve doğru ilerledik, evin kapısını çaldığımızda bir kadın pencereden bize baktı sonra içeride bir telaştır koptu. Eh yani, falcının evine iki polis resmi kıyafetle gelirse kapıyı açıp "Hoş geldiniz" diyecek halleri yoktu. "Biz baskına gelmedik, bir kaybımız var." diye seslendim kapıyı çalarak. Üç dakika sonra bir kadın kapıyı açtı. "Buyurun kimi aradınız?" dedi salağa yatarak. "Kardeşim biz polis memuruyuz da sivil de değiliz bak, kendimiz olarak geldik. Bir kaçırılma olayı yaşadık, bütün ekipler her yerde arıyor bulamadık. Methinizi duymuş amirim. Bence cinayet büro amirini kızdırmak istemezsiniz, neredeyse medyumunuz baksın işte falımıza mı neye bakıyorsa." dedim sinirle. Kadın bir süre yüzüme baktı seçeneklerini tartarak. "Buyurun içeri." dedi kadın nihayetinde, hala bir itirafta bulunmadan elbette. İçeri geçip divanlar ve yer minderleriyle dolu bir odaya girdik. Her şey çok sadeydi. Bu kadar ünlü bir medyumsa nasıl bu kadar döküntü bir yerde yaşıyordu? Belki de bir yerlerde villası vardı, boğazda yalısı, belki de burası sadece iş yeriydi. Gri sakallı bir adam odaya daldı aniden. Bize kimi aradığımızı sordu önce sohbet havasında. Kaçırılma olayını anlattık karşımızdaki tanımadığımız adama. Adam bize kapıyı açan kadından bir tas su getirmesini söyledi. Sonra da suya bakıp bir şeyler fısıldadı. Suyun hafızası vardır, bunu bilirim de başka ne işe yarar bilemedim. Adam aniden su da bir şeyler izler gibi bakışlarıyla suyu takip etti. Dayanamayıp eğildim ve ben de baktım suya. Suydu işte, bildiğin çeşme suyu. Şimdi Irmak olarak gelmiş olsam, annem eğlence olsun diye getirmiş olsa, ne dalga geçerdim bu adamla. Ama şu an tek derdim annemin kalp krizi geçirmemesi, psikolojisinin düzelmesiydi. "Sarı saçları olan bir kız var burada." dedi adam aniden. Annem heyecanlandı, halbuki annem de sarışın yani, bunu tahmin etmek zor olmasa gerek diye düşündüm içimden. "Çok sıkıntı içerisinde. Üşüyor. Serin bir yerde." dedi adam. Hah kaçırılan biri için harika bir tanım bütün serinlere, ağaç gölgelerine falan bakar buluruz şimdi! "Denizin kenarında, başka yere bakmayın. İki katlı bir ev... Önünde bir balıkçı kayığı duruyor, sahil var, deniz kabukları....deniz kabukları asılmış kapılara." Acaba hangi diziden aldı görüntüyü de anlatıyor böyle. Neyse annem heyecanla dinliyor adamı, dinlesin rahatlasın, bir şey yapmazsa kafayı sıyıracak çünkü. "Başka?" dedi annem panik içerisinde. "Bu yanındaki kız neyi olur o kızın?" dedi adam aniden. "Hiçbir şeyi, kayıp olan benim kızım." dedi annem. "Olamaz." dedi adam kararmış gözlerle. "Ne olamaz?" dedim can sıkıntısıyla. "Senin ve onun ruhu ikiz gibi, sanki ikiye bölünmüş bir elmanın iki yarısı gibi. Sen de belki fazladan bir çekirdek var. Sanki bu kayıp kız büyümüş de tekrar zamanda akarak buraya gelmiş gibi." dedi adam. Annem bir bana bir adama bakıyordu. Ama benim içim ürpermişti. "Sen beni boş ver amca, söyle bakalım bulacak mıyız biz bu kızı?" dedim endişeyle. "Bulacaksınız, geçmişte olan gelecekte olmayacak. Ama bir bedel ödenmesi lazım, ödeyecek misin?" dedi bana bakarak. "Ne bedeli?" dedim yerimde huzursuzca kıpırdanarak. "Ruhlarınızın birleşmesi için gereken bir bedel. Bir acı." dedi. "Kimse ölmeyecekse öderim." dedim kararlılıkla şu an adamla annemin anlamadığı bir dilden konuşmaya başlamıştık. "Acı dedim, ölüm acısı demedim." dedi adam. "Yerini söyleyebiliyor musun sen bu kızın?" dedim. "Bunu sana esmer bir kadın söyleyecek, sana söyleyecek, kilit sensin, anahtar da sensin. Ve bu arada ben bir falcı değilim, bunu da bir gün öğreneceksin." dedi adam suyu aniden alıp yanındaki saksının içine boşalttı. "Kim o esmer kadın var mı bir tahminin?" dedi annem kocaman umut dolu gözlerle. Ona umut verici sözler söylemek isterdim ama Ceylin esmer değildi, başka da tanıdığım kim vardı ki? "Ben hatırlamıyorum, esmer biri falan." dedim. "Neyi kastetti bedel falan ödemek konusunda, bak Irmak bildiğin bir şey varsa söyle lütfen." dedi annem çaresizliğin peşini kovalarken. "Bildiğim bir şey yok gerçekten, ruh ikizi mi dedi, elmanın iki yarısı mı dedi bizim için saçmalıyor işte." dedim kestirip atarak. "Saçmalamıyor, öylesiniz, inanılmaz benziyorsunuz karakter olarak. Daha önce de söylemiştim. Bunun bir anlamı vardır bizim bilmediğimiz, belki o yüzden kilit de anahtar da sensin kızım. Lütfen bul o esmer kişiyi, lütfen." dedi annem çaresizlik içinde. Bir medyumun lafıyla hareket edecek kadar çaresizleşmiş miydi? Cüzdanını çıkardı elleri titreyerek bir tomar para çıkarıp adamın boşalan su kasesinin içine koydu paraları. "Teşekkür ederiz iyi günler." dedim annemin koluna girerek. "Ateş.." dedi adam aniden, kapıda durup baktım ona. "Tekrar yakacak tenini, bu sefer sonsuza kadar.." dedi. Ahlas Ateş... Benim ateşim... Tenimi tekrar mı yakacak, imkansız bir masaldı söylediği. Aman ben de şu çulsuzun sözüyle gaza geliyorum. Esmer bir kadın da tanıdığım yok zaten. Şurada kaybettiğim vakit yerine, gidip Piç Anıl'ın dosyasını incelerdim büroda. Çalan telefonumun sesiyle irkildim. "Alo Irmak neredesiniz, her şey normal mi?" dedi Ahlas tedirgin bir halde. "Normal normal, dönüyoruz birazdan büroya." dedim kısık bir ses tonuyla. "Tamam o zaman ben devam ediyorum aramaya." dedi. "Önünde balıkçı teknesi olan iki katlı ev bakın." dedim sinirle. "O niye?" dedi şaşkınlıkla. "Medyumun tarifi, çaresizlik insana her şeyi yaptırıyor işte." dedim gözlerimi devirerek. Annem çoktan arabaya geçip oturmuştu, bu dediğimi duysa kalbi kırılırdı kesin. "O kadar ümitsiz durumdayız diyorsun yani." dedi Ahlas sesi düşmüş bir tonda konuşarak. "Ben öyle demiyorum, sen kapı kapı dolaşarak, Leyla amirim de abuk subuk yerlere giderek yapıyor bunu kendine. Bir dursak, olaylara dışarıdan bakacak kadar sakinleşsek. Akademide bunları mı öğretiyorlar bize? Kızmıyorum ikinize de ama yanlış yöntemlerde harcıyoruz kendimizi, üzülüyorum." dedim. "Bırakamam aramayı." dedi. "Bırakma sadece düşünmek için bir dur." dedim. "Düşüneceğim." dedi. Araçla emniyete doğru giderken, ne kadar inanmıyorum diye bas bas bağırsam da cümleler kafamda yankılanıyordu. Tekrar yakacak tenini, bu sefer sonsuza kadar...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD