34-Başka Bir Kadın Olmak

1052 Words
Ahlas ile araca binip Selo Abi diye sayıklayarak bütün gün dilinden düşüremediği adamın yanına gittik. Garip bir atölye gibiydi gittiğimiz yer, bir sürü makina parçası vardı ama o parçaların ortasında tekli bir yatak, karşısında televizyon, bir köşede mutfak tezgahı duruyordu; sanki biri her şeyi bir araya yığıp gitmişti. Bizim girdiğimiz ön kapı dışında bir de arka kapısı vardı atölyenin, Ahlas emin adımlarla arka kapıyı açtı ve hemen solda dışarıda tuvalet olduğunu tahmin ettiğim bir yerin kapısını gördüm. Geri kalanı etrafı çitlerle ve onları saran sarmaşıklarla çevrilmiş bir kumsaldı, deniz kenarındaydık. İnsan o atölyeden, o sokaktan geçerken denize yakın olduğunu düşünmüyordu bile. İzbe bir mahallenin denize açılan sır dolu sokağıymış meğerse burası. Sanki atölyeye girince boyut, evren falan değiştiriyordu insan bilim kurgu filmlerindeki gibi. "Geçin oturun gençler." dedi sesi genizden çıkan adam. Ahlas ona hayranlıkla bakıyordu. Adam gidip bahçenin kıyısında duran kayıktan bir kova aldı, kovanın içi su doluydu ve canlı canlı balıklar yüzüyordu. Bahçede tenekelerle yaptığı bir ocak vardı, altındaki odunları tutuşturdu ve kendi boyu hizasına tutturulmuş mazgala balıkları teker teker ayıklayarak dizdi. Dizerken de Ahlas'a talimatlar verdi. "Bak orada sarı bir kutu olacak hemen yatağın kenarındaki rafta. Onu al gel bakayım. Kızımızın tokaları hazır. Hangisini isterse onu taksın." dedi gülerek. Ahlas sarı kutuyu getirip önüme koydu. Ben de tokaları inceledim ama hepsi birbirinden rüküş şeylerdi. "Bu tokalar çok çirkin, çok abartılı." dedim yüzümü buruşturarak. "Sen bir de Ozan'dan alacağımız kıyafetleri gör." dedi gülerek. "Haklısın böyle bir kadın olmam gerekiyor." dedim nefesimi bir solukta dışarı vererek. "Balıklara yardım edeyim bari." dedim ayaklanarak. "Olmaz, balıklarına el süremezsin Selo abimin, ama bak şurada buzdolabı var, git oradan yeşillik al yıka doğra salatamızı yap çok yardım etmek istiyorsan." dedi Ahlas. Kalkıp atölyenin içinde göstermemiş olsa kırk yıl arayacağım buzdolabını buldum ve yeşillikleri çıkarıp dışarıdaki çeşmede bir güzel yıkadım. İnsan şehrin içinden, gürültüsünden tatil beldesine ışınlanmış gibi hissediyordu. Tam salatanın limonunu sıkıyordum ki Ahlas çalan telefonunun ekranını gösterdi. "BALIK İSO" yazıyordu telefonun ekranında. "Efendim İso....Tamam... Saat dokuzda o zaman, hazır oluruz dert etme, tamam tamam götürürüm." dedi gülerek. "Ne diyor?" dedim. "Anıl'ın alıp da dokunamadığı kadını görmek istiyormuş, tutuklanıp içinde kaldığına göre onun olmalıymış kadın. Getirilmeni emretmiş, İso ben alır gelirim demiş, kuaföre götür abi, senin yanındaki kadın o tür makyajı bilmez dedi." diye açıkladı gülerek. "Halt etmiş o, istesem alasını yaparım." dedim sinirle. O sırada masaya gelen balıkların kokusuyla mest olmuştum. Bir parça aldım balıktan ve ne balığı olduğunu bile bilmiyordum, hiç anlamazdım. Ama hayatımda böyle bir lezzet yememiştim. "Bunları sen mi tutuyorsun Selo abi?" dedim merakla. "Ben tutuyorum ya, sabah erkenden çıkıyorum Marmara'ya açılıyorum, denizin en temiz en güzel yerlerinden çıkarıyorum bunları, pişirene kadar da taze tutarım." dedi. İnsan yaptığı işten keyif alınca lezzeti kesinlikle bir başka oluyordu... Adam günlük öğününü yaptığı işten elde ettiği gelirle değil, keyifle avlanarak çıkarıyordu. "Eksiksiz her gün balık yerim ben." dedi gülerek. "Afiyet olsun." dedim gülümseyerek. "Burası inanılmaz güzel bir yermiş, umarım bir gün yine gelirim, daha rahat bir zamanda." dedim. "Ahlas ile berabersen rahat zamanı zor bulursun kızım, sen burayı bulduğun anda rahatla." dedi gülerek. Yemeklerimizi yedikten sonra tokalarımı aldık ve en yakındaki eczaneden bir kutu vitamin ilacı bir kutu da uyku ilacı aldık. Sonra iki kutuyu da boşaltıp uyku ilaçlarını vitamin kutusuna koydum. Adamın içtiklerine uyku ilacı koymazsam ayvayı yerdim. Oradan çıkıp bizim Ozan'ın deposuna gittik, günlük bir iki parça kıyafet dışında kullanılmamış seksi iç çamaşırları ve gece kıyafetleriyle dolu bir bavul hazırladık. Bunları kullanmak gibi bir derdimiz elbette yoktu, zaten Bit Toprak muhtemelen bir sürü yeni kıyafet alacaktı benimle görünmek için ama yine de işimizi şansa bırakmayıp karaktere uygun bir bavulla içeri girmeliydik ki, şüpheleri üzerimize çekmeyelim. Kıyafet seçerken Ahlas ile olunca utanmak yerine eğlenmiştim, tangalara bakıp bakıp güldük birlikte. Onu biraz olsun üzüntüden uzaklaştırmak güzeldi. Ama gülüşleri kısa kısaydı, Irmak aklına aniden düşüyor, yüzü kararıyordu. "Suratını asma, bak göreceksin, bu Anıl'ın her şeyini didik didik etmiştir bu Bit, suç üstü yapıp sorguya alsak belki saklar ama böyle tereyağından kıl çeker gibi halledeceğiz meseleyi, bir de Anıl'ın üstüne saldım mı, seyreyle cümbüşü." dedim. Ozan bana bir tane kullanılmamış sıfır telefon verdi, ben de Ahlas'ın telefonunu kaydetmedim ama onu çaldırdım ve kaydı sildim. Neyse ki onun telefonu ezberimdeydi ve ona ulaşmak istersem, kafamdaki tokadan 24 saat dinleniyor olacaktım. Ozan'ın yanından küçük bir valiz ile ayrılmıştık, tokalarım da içindeydi, tabii üstüme de kırmızı yırtmaçlı bir elbise, ayakkabılar ve ona uygun bir çanta almıştım ve çantanın içine telefonumu koymuştum. Polis kimliğim ve silahımı Ahlas'a emanet ettim hüzünle. Bundan sonrası yayan yürünecek dedikleri kavşağa gelmiştik ömrümüzde. Kuaförden içeri girdiğimde kuaföre nasıl bir saç istediğimi tarif ettim ve dağınık bir topuz yaptılar bana sonra olabildiğince ağır bir gece makyajı ile evrim geçirmiştim adeta. Yani beni Ahlas bile görse tanımazdı. Makyaj ve giyim insana neler yapıyordu böyle. Kuaförden çıkarken kırıtarak yürümeyi denedim, ama topuklularla epey zor oluyordu. Olabildiğince doğal hale getirmeye çalıştım duruşumu. Jimnastikçiydim ve çok esnektim sonuçta, bu topukların üstesinden gelebilecek bir kadındım. Sonra kendi bedenimde olmadığımı bir kez daha hatırladım somurtarak. Kuaförün kapısında volta atan sivil görünümlü, sakallı Ahlas'a baktım. Göz göze geldik ama o bakışlarını çevirdi. Sırıtışıma engel olamamıştım, beni gerçekten tanımamıştı! Yanına yaklaşıp "Bu gece boş musun yakışıklı?" dediğimde aniden sıçrayıp bana döndü. "Nasıl ya? Irmak???" dedi heyecanla. Şöyle bir iki adım gerileyip beni şöyle bir süzdü ve ıslık çaldı. "Uyku ilacını gider gitmez atıyorsun." demesi en büyük iltifattı. Demek ki gerçekten göz alıcıydı erkekler için bu sahte güzellik. Araca geçerken şaşkınlık içinde kapımı açtı Ahlas. Ah erkekler, en dürüst en masum olanını bile baştan çıkarmak ne kolaydı. Tokalardan kırmızı olanı dağınık topuzun içine yerleştirmiştim. Arada bir simli ışıltısı dışında görünmüyordu bile, saçlar kırmızı, elbise kırmızı, toka kırmızı olunca, adamı olmadık şeylere davet eder bir görünümde ilerliyordum içimde büyük korkularla. Buluşma noktası çok ironikti. Yalnızlar parkını tarif etmişti Ahlas İso'ya. Vardığımızda İso aracın içinde bizi bekliyordu, kıymetini bilip de parkın, inip bir temiz hava almayı akıl edememişti. Ben ise bütün dönüm noktalarında bu parkta buluyordum kendimi. Sanki benim yalnızlığımın parkıydı sadece, başka insanlar tarafından görülmezdi. İşte bir tek Ahlas görüyordu benim gördüklerimi, bir tek o anlıyordu benim ruhumun isteklerinden. Neden birlikte olmalıydık sorusunun cevabı buydu. Birbirimiz için mi yaratılmıştık sorusunun cevabı da evetti. Ama benim içimdeki ruh, ancak genç Irmak’ın bedenindeyken tanıdık geliyordu ona, haksızlık etmeyeyim iki yakın dost olabilmiştik bu halimle de... İso'nun arabasına binerken, artık bir başımaydım. Dönüp son kez baktım Ahlas'a belki bir daha göremem diye, gözlerinden değerimi okudum ve gülümsedim. Bilinmeyene yolculuk başlamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD