35- Bit İle İlk Gece

1023 Words
Bebek'te büyük bir yalının önünde durduk. Böyle adamlar bu kadar göz önünde yaşayabiliyordu demek ki. İso araçtan inip hemen benim oturduğum tarafın kapısını açtı, araçtan inerek kafamı kaldırıp yalıya baktım. Çantamın içindeydi sözde(!) vitamin haplarım ve onlar benim bu gece için en değerli hazinemdi. Kapının girişinde, adı gibi Toprak renginde teni olan ve kızıl kahve göz rengi olan bir adam bahçe masasında oturuyordu. Etrafında ayakta bekleyen onlarca adam vardı. Bahçenin diğer tarafı denizi seyrediyorken, neden kapı önünde oturuyordu ki bu manyak? Elbette, kirli işlerini konuşacağı masasıydı burası, ağaçlar arasında binanın kuytusunda. "Senin adın ne güzelim." dedi adam sırıtarak. "Hazal diyorlar kimliktekini sormayacaksan." dedim ağzımı yaya yaya. "Geç otur sultanım, ben sana sultanım diyeceğime göre sıkıntı yok." dedi ufak bir kahkaha attım en sahtesinden. Ahlas'ın da beni dinlediğine ve bu yapaylığı anladığına emindim. Ben söylemesem de anlayanımdı o benim. "Beni o Piçin adamlarına bırakmadın ya Allah razı olsun senden." dedim oturmamı işaret ettiği yere olabildiğince esnek hareketlerle oturarak. "Eee anlat bakalım Hazal Sultan, neler diyor o Piç benim hakkımda illaki duymuşsundur." dedi hemen uzatmadan konuya girerek. Tabii cebinde silahlarla dolu adamlarla çevriliyim sor istediğini istediğin kadar dolaysız. "Böyle kuru kuru mu anlatayım paşam bir şeyler içelim." dedim olabildiğince cilveli bir ses tonu çıkarmaya çalışarak. Kulaklarına kadar geldi dudaklarının ucu. Nasıl da mutlu olmuştu pislik. Joker suratlı bit hemen adamlarına döndü arsız bir hevesle. "Tamam getirin benim rakımı, kurun soframı güzelce, sultanımla felekten bir gece geçirelim." dedi gülerek. "Hah şöyle paşam." dedim. Paşa neydi ayrıca ben onu sokak köpeklerine söylerdim, demek ki oradan bağlantı kurmuştum. Rakı sofrası on dakika içinde eksiksiz kurulmuştu. Bir yudum alıyor gibi yapıp mezelere yumuluyordum. Çantamdan telefonu çıkarıp masaya koydum. Dikkatle baktı yüzüme. "Bu telefonu bugün buraya gelirken aldım, öbürüne bir şey yerleştirmiştir, ne bileyim takiptir, dinleyicidir, yine de istiyorsan adamların baksın incelesin ben yalanı sevmem." dedim gözlerinin içine bakarak. O arada o telefonu eline alıp incelerken ilaç kutusunu açmış içinden iki tane hapı avucumun içine sıkıştırmıştım. "Dürüst kadınları severim." dedi telefonu geri masaya bırakarak. "Ama bu biraz eski model, ben sana en güzellerini, en yenilerini alırım yavrum." dedi yanağımı sıkarak, sırıtmak zorunda olup da suratına bir tane çakamamak çok kötü bir histi. "Piçe gelince dilinden seni düşüremiyor. İki takıntısı var zaten şu hayatta, biri babasını haklayan Yeşilada soyadlı polis bir aileyi çökertmek, ikincisi seni gebertmek." dedim. "Bak sen, nasıl gebertecekmiş beni." dedi dikleşerek. Sol elimle gömleğinin üstteki en sıkı düğmesini açmak için eğildim ve dudaklarına doğru yaklaştım, sağ elimle elimdeki iki hapı rakısının içine attım. "Sen hiç de öldürülecek bir adam değilsin bana sorarsan." dedim fısıltıyla. Bütün tüylerinin diken diken olduğunu görebiliyordum, ama işim başarıyla tamamlandığı için geri çekildim. Bakışlarındaki şehvet ve hırsı görebiliyordum. Bu da midemi bulandırmaya yeter de artardı bile. "Açıkçası şu an içeriden hala o polis aileyle uğraşıyor kızlarını kaçırdı." dedim. "Nereye götürdü?" dedi hemen. Ah bir bilsem burada ne işim var. "Hiç konuşmadı adamları, yanlarında iken çok sordum ama devlet sırrı gibi saklıyorlardı. Kilyos, Sarıyer taraflarında bir yere gittiler ama o gün başka bir yere geçtiler mi bilmiyorum hiç" dedim. "Ben bulurum o itin saklandığı deliği." dedi hırsla. "Bulursun paşam, ama sana daha kötüsünü yapacağını söylüyordu hep, hiç tahmin etmediğin düşmanlık etmediğini sandığı bir anda basacakmış, adamlarının içine bile sızmaya çalışıyordu. İsimlerini bilmem, duymadım ama ona rapor verenler vardı." dedim yemi atarak. Şöyle bir yüzüme bakıp tarttı beni. Sonra dönüp etrafındaki adamlara baktı. Hiçbirine güvenmiyordu. Ama korku dalgası yüzünü yalayıp geçmişti. Rakısını kafasına dikip sertçe masaya vurduğunda ben de derin bir oh çektim. İyi uykular paşacık, dedim içimden. Gerçi eczaneye detaylı bir şekilde sorarak almıştım, önce sersemleyecek yatma ihtiyacı duyacak ve en son küt uykuya teslim olacaktı. Sersemlediğini gördüğüm anda müdahale etmeliydim. "Erkan!" diye seslendi sinirle. "Efendim abi." "Bu rakı bardağı boş kalmayacak demiyor muyum size ben!" dedi hırsla. "Hemen dolduruyorum abi." dedi adam rakısını yenileyip buzunu ayarlarken Toprak denen asalak konuşmaya devam etti. "Şu piç kimlerle aynı koğuşta kalıyor bak bakalım. Ben bu piçin adamlarını çil yavrusu gibi bir dağıtayım da akılları başlarına gelsin." dedi gülerek. "Emrin olur abi." dedi Erkan denen takım ceketli hanzo masadan uzaklaşırken. "Güzelim hadi sen de iç biraz." dedi kadehini havaya kaldırarak, kadehini tokuşturup bardağı ağzıma götürdüm. Anason kokusundan nefret eden biriydim ben. Ama yapacak bir şey yoktu. Bir yudum alıp bardağı bıraktım. Sonra tekrar içiyor gibi yapıp ağzıma aldığım kadarını bardağa geri püskürttüm. "Sultanım benim, bu gece benim olacaksın ve o Anıl Piçinin sana dokunmadığına şükredeceksin." dedi elinde bardağı sallanarak. "Paşam daha içme o zaman odamıza çıkalım. Sabaha kadar baş başa kalalım." dedim kıkırdayarak. Allah'ım Ahlas şu an beni dinliyor ve ben kulaklarıma kadar kızarıyorum. Belki annem bile beni dinliyor olabilir. "Seni ne ara buldu da aldı yanına, sen çok güzelsin, bir hazinesin ve o Piçe çok fazlasın." kafayı iyice bulmuştu ve ayakta zor duruyordu. Koluna girerek kalkmasına yardım ettim, o da sarıldığımı zannederek iyice sokuldu bana. "Bundan sonra benim kanatlarımın altındasın bitti!" "Allah razı olsun paşam senden." dedim iyice ağırlığını üstüme vermişti. Yatak odasına gittik adamların yardımıyla. Şarkı mırıldanarak gömleğini çıkardı, sonra da pantolonunu, artık sadece iç çamaşırı kalmıştı ve üstüme yürüyordu ki bir külçe gibi devrildi yatağa. "Oh Allah'ım sana şükürler olsun!" dedim nefesimi koyuvererek. Aynanın karşısına oturdum, bavulumun içinden saten bir gecelik takımı çıkardım güzelce giyindim, makyajımı sildim, saçlarımı açıp küçük bir lastik tokayla tutturdum ama üzerinde küçük çiçek vardı lastiğin ve o lastiğin içinde dinleme cihazı ve gps özelliği vardı. Selo abiye ne kadar teşekkür etsem azdı, toka doluydu kutu ve hepsi işime inanılmaz yarıyordu. Lavabo odanın içindeydi, gidip elimi yüzümü yıkadım ve aynadaki suretime baktım. Bu adamı idare etmek zorundaydım. Yarın sabah kalktığında olabildiğince işlerle meşgul olmasını umdum ve dua ederek yatağın ondan uzak bir köşesine kıvrıldım. Aslında koltukta yatacaktım ama uyuyup kalma ve yer değiştirememiş olma riskini ya da kapının açıp adamların içeri girip beni öyle görme riskini alamazdım. Burnumun koku almamasını en çok dilediğim anlardan biriydi. Ahlas'ın kokusunu özlemiştim. Bir süre dönüp durdum ama uyku tutmayınca kalkıp pencereden dışarı baktım, dışarıda hala adamlar nöbet tutuyordu, pencereyi açtım ve denizden gelen havayı içime soludum. Adam uyudu kaldı ben iyiyim dedim rüzgara karşı. Beni duyduğunu biliyordum. Ama birden fazla beni dinleyen olabilirdi elbette. Yine de sıkıntıda olup olmadığımı duyana kadar Ahlas'ın da uyumayacağını çok iyi biliyordum. Bu hayatta birine güvenebilmek ne güzel bir histi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD