Serhat 3 / Zoraki Ağa

1685 Words
Serhat Beyzade konağında bu ara sular durulmak bilmiyordu. Babamla abimin restleşip birbirlerini silmelerinden sonra hayatım hiç beklemediğim şekilde kontrolümden çıkmaya başlamıştı. Babamı iki bacağından vuran abim, yani Vedat’ın bu yaptığını hiçbirimiz affedemiyorduk. Babam ne yapmış olursa olsun, insan babasına silah doğrultur mu? Akşam gece klubüne gitmek için yola koyulmuşken babam beni arayıp akşam yemeğine gelmemi emretmişti. Önemli misafirlerimiz varmış. Bana neyse misafirlerden. Vedat’ın yokluğunda babamın kuklası haline geliyordum. Bu hiç hoşuma gitmiyordu. Konağa girdiğimde on beş on altı yaşlarında genç bir erkekle karşılaştım. Beni görünce ürkmüş gibi dolabın arkasına saklandı. Misafir mi acaba? Misafir olsa niye kaçıp saklansın? “Hey, çık oradan!” Hırsız mıydı? Niye korkup saklanmıştı? Kapıdaki korumalar ne halt ediyor acaba! Cevap vermeyince sinirlenip dolaba doğru yürüdüm. Gencin yakasına yapışıp “Amacın ne? Neden beni görünce saklandın?” diye bağırdım. Genç yüzünü kapatıp “Vurma abi,” diyerek ağlamaya başladı. Böyle bir tepki beklemiyordum. “Sen kimsin! Zırlamayı bırak! Cevap ver!” “Bırak kardeşimi …” diyen sese döndüğüm esnada genç elimden kaçmayı başarmıştı. Sesin sahibine dönerken genç çocuk o kızın arkasına saklanabilirmiş gibi arkasında büzülmüştü. Boyu nerdeyse benim kadardı. Kızın boyu ise ancak çene altıma gelebilirdi. Serçenin arkasına saklanmış fil ne kadar gizlenebilirse artık. Kızın öfkeli ela gözleri beni bulurken sanki onu tanıyormuşum gibi bir hisle doldum. Bu gözler bana çok tanıdık geliyordu. Ama bu paspal kızı tanıma ihtimalim çok düşüktü. Etrafımdaki kadınların giyim tarzıyla hiç ilgisi yoktu. Acaba yeni hizmetçi falan mı? Güzel bir şey bulamadılar mı? “Kimsin sen? Ne işiniz var konakta?” Genç kız küçük burnunu havaya dikerek “Beni tanımadın mı Serhat abi?” diye sordu. Serhat abi ne alaka? Akraba falan herhalde. “Tanımadım. Tanımasam da olur,” dedim onu baştan ayağa süzerek. Giydiği kazak yıkanmaktan on beden genişlemişti. Pantolonu ise eski tarzda İspanyol paça kadife kumaştandı. Saçlarında ise bandana vardı. Bandana diye taktığı da Fatma Hanımın yazmalarına benziyordu. Akraba sevmem. Oturup ayak üstü hoşbeş edecek kafada da değilim. Kızın yanından geçip giderken arkamdan hiç hoş olmayan bakışlar attığını boy aynasından gördüm. O bana kızgınlıkla bakarken kim olduğunu merak ettim. Muhtemelen uzak akrabalarımızdan birinin kızıydı. Üstüne başına bakacak olursam eğer babamdan iş istemeye gelmiş gibi görünüyordu. Konfeksiyon işi tam ona göreydi. Hazal beni görünce yanıma yaklaşıp üstümü kokladı. “Hayırdır, narkotik köpeği gibi ne bu koklamalar falan?” Benden küçük olmasına rağmen hiçte öyle davranmıyordu. Hazal omuz silkip “Vukuatlısın ya hani, sarhoş geldiysen yemekten önce ayıltmak lazım diye düşündüm,” dedi umursamazca. “Sen her şeyi düşünme. Muhterem Beyzade nerede?” “Odasında. O haliyle nerede olabilir başka…” “Misafir var, Yemeğe gel deyince bi şekilde salona iner diye düşünmüştüm.” “Misafirlerimiz arkanda.” Başımı çevirdim. Başka birilerini görmeyi beklerken o ela gözlü paspal kızla kardeşini gördüm. Bunlar mı önemli misafirlerimiz? “Şaka mı?” “Değil. Hadi abi sofraya geçelim.” Arkamdakilere baktı Hazal, “Siz de buyrun,” dedi. “Biz rahatsızlık vermeyelim.” “Babamın emrine karşı gelinmez bu konakta. Rica ederim buyrun.” Hazal noktayı koyunca ikisi tıpış tıpış peşimize takıldı. Yemek yerken keyfimde yoktu. İkisine gözüm takıldı. Kardeşiyle bebekmiş gibi ilgileniyordu. Kardeşi de çekinerek yemek yiyordu. “Ekmeğin bitmiş, biraz daha ister misin Berkay?” “İstemem abla. Doydum.” “Ben de doydum. Hadi odamıza çıkalım.” İkisi kalkarken Sevda da onlarla ayaklandı. “Ben size odalarınızı göstereyim.” Hazal’a döndüm. “Kim bunlar? Burda mı kalacaklar?” “Babam öyle uygun gördü abi. İstanbul’dan gelmişler. Rahmetli üvey teyzemiz mi ne varmış. Onun çocuklarıymış.” “Niye gelmişler?” “Bilmem. Babamla özel konuştular. Sonra da sen geldin zaten.” “İyi bakalım. Anlarız nasıl olsa.” “Eee çıkacak mısın yoksa kalacak mısın?” Saate baktım. Daha erkendi. Babamın beni niye eve getirttiğini anlamadım zaten. “Gece onikiden sonra başlar. Tatlımızı yiyelim, kaçarım sonra.” “Bir gün beni de şu klüplere götürsene.” “Oldu, bir de bigboy ayarlayayım istersen.” “Gıcıksın.” “Abiyim.” *** Eve gelmişken üstümü değiştireyim dedim. Dolaptan salaş bir tişört alırken kapı tıklandı. Fatma Hanım eşikten bana bakarak “Fırat Ağam sizi odasına beklemekte,” dedi. “İyi mi babam? Normalde istemez o beni yanına.” Babam beni pek sevmez. Hatta evlat olarak görmediğine de eminim. Bu umurumda değil. Onun gözdesi Vedat. Benimde gözdem ise şarap… Babamın gözdesi ona nankörlük etse de benim gözdem her daim benimle olacak. Şarap kadehimi kenara koyup ayağa kalktım. “Ben bilmem ki Serhat ağam, gördüğüm kadarıyla iyidir. Serhat’ı çağır, dedi. Başka da bi şey demedi.” Acaba şu misafir kardeşlerle mi ilgili. Ya da sarhoş muyum, ayık mıyım diye bakacak. Fatma Hanıma başımı salladım. Peşinden biraz sersemlemiş halde dışarı çıktım. Babamın odasına girdiğimde hastane kokusu sanki odaya yayılmışçasına boğucu bir havayla karşılaştım. “Beni görmek istemişsin baba.” Bakışları yavaş çekimde beni buldu. Ne kadar içtiğimi anlamaya çalıştı. Konuşulacak kadar ayık olduğuma emin olunca konuşmaya başladı. “Evet evladım. Seninle önemli bir konuda konuşmamız gerek.” Bakışları bir tuhaftı. Normalde üstten bakıp şarap içtiğim için söylenmesi lazımdı. Ama bu defa farklıydı. Ölümcül bir hastalığı mı var acaba? Babama bir şey olmaz. Hepimizi gömer yine yaşamaya devam eder. Bir Fırat Beyzade bu dünyaya kolay gelmiyor. Benden çok var. Her köşe başı ayyaş dolu. “Buyur baba.” “Otur şöyle, ayak üstü konuşulacak bir mesele değil.” Ciddi işler, önemli mevzular her zaman beni sıkan, konaktan kaçmama sebep olan şeylerdi. Babam daha konuya girmeden ben kafamda kaçma planları yapmaya başlamıştım. Adana’dan çıkıp Antalya’ya gitsem, kışı orada geçirsem…. Yazın zaten beni tutabilen olmaz. Bir de güzelinden bir kaç hatun da ayarladım mı, tamamdır. Tabii bu düşüncelerimi kendime sakladım. Babam duysa alnımın çatısından bakışlarıyla vurur. Oturup geriye doğru yaslanırken hafiften yayıldım. Bacaklarım uzun olduğu için küçük koltuğa anca bu şekilde sığabiliyordum. İki metrelik adamları koruma derneği açılsın. Kanepelerin yüksekliği bize göre ayarlanabilir yapılsın. “Nedir mesele? Abim işi gücü bırakıp gitti… Yoksa… İflas mı ettik?” Sıçayım. Vedat yoksa hayat yok. Çünkü o bizim gemimizin dümenindeydi. Kesin battık. Şarapsız yaşayamam… Kadınsız hele… Vurun beni ağalar babalar. Babamın boğazını temizleyip “İflas değil. Korkma,” dedi. Bir rahatlama geldi. Bacak bacak üstüne atarken öne doğru eğilip göz teması kurdum. “O halde çözülemeyecek bir mesele yok. Gönder gelsin.” Babam tavrıma homurdandı. Sonra ciddiyetle devam etti. Ciddi hali iki bacak sargı içinde yatakta devrilip yatmış dağ gibi Fırat Ağa. İşte bu haliyle ne kadar ciddi olabilirse o kadar ciddi. “Vedat’ın İstanbul’a gittiğini, işi gücü bırakıp bizi ret ettiğini biliyorsun. Hoş o kapıma gelse ben de dönüp yüzüne bakmam,” dedi. Yani bi zahmet. Ulan Vedat’ın yaptığını ben yapsam peder beni haritadan sildirirdi. Vedat ise pederi vurdu, keyfinde. Bu konaktan kurtulmak için bende mi babama sıksam? ‘Sarhoşken düşünme Serhat, ağır saçmalıyorsun.’ Evet bu benim iç sesim. Fosildir, aldırmayın. “Haklısın baba. Affedilecek bir şey değil yaptığı…” “Öyle. Bir kadın için ailemizi perişan etti. Ben bu haldeyim. O şerefsiz hain, zaten düşmanlarımızın kızını seçti. Bu saatten sonra güvenebileceğim, işleri emanet edebileceğim bi sen kaldın.” Haydaaa! Ben ne anlarım işten? Vedat’ı arayıp aralarını düzeltmeye mi çalışsam. Ne işi ne emaneti aga! “Şarap yok mu bu odada?” diye sordum. “Başlatma şarabına. Ben burda ailemizin istikbalini konuşuyorum. Adam akıllı beni dinle.” “Hazal ile Sevda’da var baba. Onları da çağıralım. Ailemizin istikbalini hep birlikte konuşalım.” “Kadın kısmı ne anlar bizim işlerden?” “Bizim işler derken?” “Sence?” Babamın niyetini anlamıştım. Abimin yürüttüğü kirli işleri devralmamı istiyordu. Ama benim elime silah değil şarap kadehi yakışıyor. Siyah takım elbiselerle iyi kadın tavlanır gerçi. Ama iki kadın fazladan becermek için kelle koltukta gezemem. “Anladım baba ama bu işler biliyorsun ki pek benlik değil.” “Sus beni dinle! İtiraz etme hakkın yok! Ben sana aşiretimizin her şeyini teslim edeceğim. Sen de layıkıyla bu aşireti yöneteceksin! İşlerin başında duracaksın! O abin olacak hain, onsuz işler nasıl yürürmüş görecek!” Babam öfkelenmişti. Kır saçları yaşını daha büyük gösterse de eskimeyen sert ve dik duruşu Adana’nın en köklü aşiretinden gelmesinin belirtisi gibiydi. Aşiretin soyu saraylara dayanıyor mu bilmem ama Adana deyince Beyzadeler akla gelirdi. Vedat’ta babam gibi sertti ama ben onlar gibi acımasız olamazdım. “Baba, iş güç tamam yaparım bi şekilde ama ben insan öldüremem. Tabiatım buna müsait değil.” Babam kaşlarını çattı. “Bizim olduğumuz gemi de hayatta kalmanın tek yolu köpek balıklarını avlamak evladım. Şimdi o köpek balıkları ailemizin başında kimsenin kalmadığını öğrenmiş, bizi bitirmek için saldırıya hazırlanıyorlardır. Onlara fırsat mı vereceksin? Mesele bu imparatorluğu çökertmeleri değil, asıl mesele imparatorluğum çökerse o çakalların bizi sağ bırakmayacağı! Emin ol evladım intikam almak için düşmemizi bekleyen dost görünümlü çok düşmanımız var. Vedat bile artık düşmanlarımızdan biri! Sen Serhat değil Serhat Ağa olacaksın. Gözü pek, başı dik, güçlü bir aşiret lideri olacaksın. Mafyalara teslim olmamak için en büyük mafya sen olacaksın! Anladın mı beni Serhat AĞA!” dedi. Bu konuşmadan sonra ayyaş kafayla bile ikna oldum. “Serhat Ağa mı dedin? Yani bana mı dedin?” “Bundan sonra ben dahil herkes sana Serhat AĞA diyecek. Sen de ağalığın gerektirdiği gibi ağırlığını koyacaksın.” Elim kolum bağlanmıştı. İstemediğim halde ağa olmak zorundaydım. Kardeşlerimi, babamı ve kendimi korumak için önümde tek seçenek vardı: acımasız bir ağa olmak. Nasıl olacağımı bilmesem de iş başa düşmüştü. “Peki baba. Sen bana Serhat Ağa diyorsan, ailemizi hayatta tutmak için elimden geleni yaparım. Ama şaraplarıma karışmak yok. Haa bir de gece hayatıma da devam ederim.” “Lan koca adam oldun, hala neyin derdindesin.” “Şartlarım böyle. Ya da git başka ağa bul. Hazal’dan hanımağa olur bence.” “Ya sabır! İyi! Sen alışana kadar istediğin gibi olsun. Zaten evlenip barklandığında illa ki adam olacaksın.” “Elime baston almadan evlenmeyi düşünmüyorum.” “Ahh ulan Vedat… Beni bir el kızı için bu hale getirdin ya, yazıklar olsun sana!” diyerek aile tablosunda yer alan Vedat’a konuştu. Sonra ne yaptığını fark Edip “Al şu tabloyu buradan! Gözüm görmesin abini!” diye buyurdu. Tabloyu indirip ters çevirdim. “Başka diyeceğin yoksa ben gideyim.” Babam avucunu açıp bir anahtar uzattı. “İş hanının anahtarı artık sana emanet. Yüzümü kara çıkarma sakın. Şimdi gidebilirsin.” Bu konuda kendimden pek emin değildim. “Umarım,” deyip yanından ayrıldım. Bu saatten sonra eski Serhat olamayacağımın farkındaydım. ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD