Ayaz ile birlikte yolculuk yapmak dinlendiriciydi. Kısık sesle ağır parçalar dinleyerek dikkatle araç kullanıyordu. Arada trafiğe sinirle söyleniyor, ben araçta değilmişim gibi davranıyordu. Telefonum çalana kadar bana dönüp doğru düzgün bakmamıştı bile.
Telefonumu çantamdan çıkarıp elime aldığımda arayanı görünce yüzüm düştü. Sinirle bir nefes alıp aceleyle meşgule attım ve telefonumun sesini kıstım. Yeniden aradığını gördüğümde yine meşgule aldım ve telefonu çantama attım. Sonra da çekingen bir şekilde başımı kaldırıp Ayaz'a baktım. Kimin aradığını görmüşse bile hesap sorar gibi bir hali yoktu, umursamaz görünüyordu. Ciddi yüz ifadesi yerli yerinde olsa da ürkmediğimi fark ettim.
“Önemliyse kenara çekeyim, rahat rahat konuş?” İfadesiz bir tonda konuşmuştu.
“Önemsiz,” diye geçiştirip çantamı kapadım ve kucağıma yerleştirdim. Sait aradığı için sinirlenmem gerekiyordu ya da ümitlenmem... Ama bende ikisi de yoktu. Duygusal olarak tamamen sıfırlanmış gibiydim. Gözlerimi çantamı kavrayan ellerimden ayırıp yine Ayaz'a çevirdim. Bu kez gözlerimiz kesişti. Upuzun bir an boyunca bana baktı ve yeniden yola döndü. Gözleri benimkinden uzaklaşır uzaklaşmaz hafifçe gülümsedim. Kalbim çarpıyordu. Onun yanında olmak beni heyecanlandırıyor, öz güvenimi sarsıyordu ve bu uzun zamandır hissetmediğim bir karışımdı. Elim göğsüme giderken en son ne zaman böylesine heyecanlandığımı hatırlamaya çalıştım, anımsayamadım. Ayaz'dan önce böyle bir duygu hissetmemiştim ki? Sait'e bile...
İşte o an Sait benim için gerçekten bitti ve kendimi tamamen özgür hissettim.
Hayatımın Arenler'e komşu olmamızla değiştiğini düşünürdüm hep. Önceleri hayatımı ikiye ayırırdım. Taşınmamızdan önce, taşınmamızdan sonra... Şimdi ise asıl dönüm noktasının Ayaz ile başladığından emindim.
Ayaz'dan önce, Ayaz'dan sonra...
İnsan tanımadığı birine âşık olur muydu? Belki de olurdu. Yanımda oturan, ağzından neredeyse tek kelime çıkmamış olan adama âşık olmaya başlamıştım ve bu onu ikinci görüşümdü. Bir günden kısa süredir tanışıyorduk! Neden ya da niçin diye sorsalar cevap veremezdim ama ne hissettiğimin de farkındaydım. Hissettiğim şey aşk değilse bile ondan çok hoşlanıyordum. Kalbimin bana söylediği şarkıyı duymamam imkansızdı.
Hislerimin farkına varmam tuhaf iki şeye sebep oldu. Birincisi acayip utanmam, ikincisiyse sessizleşmemdi. Ayaz sustu, ben sustum. Her bakışında kızarıp durdum. Her konuşmaya çalıştığımda saçmaladım ve saçma bir şekilde sakarlaştım.
Tanınmış ama gündüzleri pek fazla müşterisi olmayan bir lokantada yemek yedik. Çatalıma taktığım peynirli börek parçası ben daha ilk ısırığımı alamadan pantolonuma düştü. Onu temizlemeye çalışırken masadaki bir bardağı devirdim ve geri çekilirken ayaklandım ve bu kez de sandalyem yere yapıştı. Ben utançtan kıpkırmızı olmuş bir şekilde dikilirken Ayaz elinde ağzına götürmeyi unuttuğu çatalla bana bakakalmıştı. Kalkmış kaşlarının altında eğlenceli pırıltılar taşıyan gözleri benimkilerle buluştuğunda hiç de şaşkın değildi. Hafif aralık dudaklarının keyifli bir kıvrıma sahip olduğunu fark ettim.
“Özür dilerim,” diye kekeleyerek yarattığım kaosa bakarken gözlerim irice açılmıştı. Furkan'ın eşi Bulut'un onca sakarlığı nasıl yaptığını merak ediyordum ve sonunda cevabımı almıştım. Pek zahmet gerektiren bir şey değildi. Öylece sakarlaşıveriyordunuz! Sadece âşık olduğunuz adam yakınlarınızda olsun, size hafifçe gülümsesin yeter! Hop kaos!
Bu durumu bu kadar çabuk kabullenmem saçma gelebilir... Belki de âşık değildim ama bugüne kadar hissettiğim aşka en yakın duygulardı!
Bir garson yardımıma yetişirken diğeri de masayı toparlama çabasına girişmişti. Yanıma gelen garsonun uzattığı kumaş peçeteyi alıp pantolonumdaki yağ lekesini silerken yüzüm yangın yerine dönmüştü. Tek tesellim anı belgeleyen bir fotoğrafımın çekilmiyor oluşuydu. Ayaz eğlenmeyi bırakıp sonunda ayağa kalktığında hala lekeyle uğraşıyordum. Aslında leke önemli değildi. Ona bakamayacak kadar utandığımdan kendimi lekeyle oyalıyordum.
Elimdeki kumaş parçasını çekip almasına izin verdim, sonra da çenemi tutup başımı yukarı kaldırmasına... Gözlerime gerçek bir gülümseme eşliğinde bakarken bir adım geriledim ama anında belimi tutup beni sabitledi.
“Dikkat et,” deyip beni kenara çektiğinde arkamdaki masaya çarpmamam için belimi tuttuğunu anlayıp daha da kızardım. O an sadece eve gidip günlerce yatağıma uzanmayı diledim. Elini belimden çektiğinde masamız toparlanmıştı. İstediğim tek şey kaçıp gitmekken hangi akla hizmet masaya yeniden oturduğumu bilmiyordum.
Yemeği güç bela tamamlayıp dışarı çıktığımızda bu kez telefonu çalan kişi oydu. Ekrana bakıp “Bunu cevaplamam gerek,” diyerek uzaklaştı. O telefonla konuşurken yoldan geçenleri izliyordum. Birkaç kişi beni tanısa da imza istemek ya da fotoğraf çekilmek için yanıma gelmedi. Sadece geriden bana bakıp el sallamak ve parmaklarıyla işaret edip aralarında gülüşmekle yetindiler. Ben Aren, Furkan ya da Burak kadar parlak bir oyuncu değildim. Bir yere gittiğimde etrafta gezinen hayranlardan çok muhabirle çevrilirdim. Bu durumu fazla önemsemez hatta memnun olurdum.
Aren'in evine kadar gelip başına bela açan hayranları, Furkan'ın neredeyse hiç özel hayatının olmaması, birlikte oldukları kişilerle ilgili hakarete varan yorumlarla dolu siteleri gördükçe halime şükrederdim. Arada bir kötü yorumlar olurdu. Oldukça az sayıdaki bu yorumlar, genelde benim kim olduğumla ya da ne yaptığımla ilgili değil, neler giydiğimle alakalıydı.
Çoğu zaman kıyafetlerime o kadar özenirdim ki bir davete katılmak için hazırlanmam saatler sürerdi. Çoğu marka sadece bir kere giymiş olmam için bile her ay koliler gönderirdi ya da göndermeyi teklif ederdi. Her gittiğim yerden valizler dolusu kıyafetle döner, çoğu zaman alışverişten gezmeye fırsat bile bulamaz, kalan zamanlarımda ise çalışıyor olurdum. Dışarıdan dertsiz, tasasız, aklı bir karış havada bir kadın gibi görünüyordum, umursamıyordum. Ailemle ve asıl kişiliğimle ilgili ufacık bir bilgi sızıntısına tahammülüm yoktu.
Ayaz bana doğru gelirken çenemi dikleştirdim. Telefonunu cebine itip anahtarını eline almıştı. Ayaz'ın üzerimdekileri soyup ruhuma bakan çelik gözlerinin bakışına aynı şekilde karşılık verirken yine içim bulandı. Sorular soracaktı. Asıl benin kim olduğunu öğrenmek isteyecekti ve öğrendikleri hiç hoşuna gitmeyecekti. Annemle onu aynı masada otururken düşününce dudağımda eğreti bir gülüş oluştu. Yüz ifadesi nasıl olurdu kim bilir? Hele ki annem onun yüzüne uzanıp yanağından bir makas almaya kalkıştığında...
“Selam,” diye fısıldadım yanıma geldiğinde. Gözleri sabırsızca etrafta gezinip aracını buldu.
“Acil bir işim çıktı, seni evine bırakmam lazım,” dediğinde yüzüme hafif bir gülücük oturttum.
“Tabii,” diye mırıldandım. Nereye gittiğini, beni başından atacak kadar önemli ne işi olduğunu sormadım. Soru soracak bir konumda değildim. Ben, ona asılan kızdım.
Aslında sorabilirdim çünkü kapıma gelen oydu ve şimdi de beni başından atıyordu. Muhtemelen yeniden arama zahmetine girmeyecekti.
Eve gidişimiz önceki yolculuktan epeyce kısa sürdü. Araçtan inerken sadece “Görüşürüz,” deyip eve girmemi bile beklemeden gazlayıp gitti. Ardından bakarken acayip bir şekilde hayal kırıklığına uğramıştım. Resmen sepetlenmiştim!
Başımı eve çevirip kapımın önünde oturan Sait'i gördüğümde yüzüme bir gülücük oturttum. Sonunda teşrif etmişti. Seri adımlarla ona doğru giderken beni görüp ayaklandı. Yüzünde hep olduğu gibi anlaşılmaz bir ifade vardı. Gözündeki güneş gözlüğünü çekip yakasına astı. Üzerinde lacivert bir tişört ve koyu mavi bir kot vardı.
“Neden geldin?” derken sesim istediğim kadar dost canlısı çıkmamıştı.
“Bunu içeride konuşsak?” deyip elini uzattı. Kolumu geriye çekerken bir adım geriledim.
“Hiç sanmıyorum.”
“Ne yani, beni evine bile almayacak mısın?” derken dudağı kıvrılmıştı. Naz yaptığımı falan mı düşünüyordu acaba?
“Hayır, evime değil gönlüme almayacağım. Seninle konuşmak istemiyorum.”
“Hadi ama Nehir! Konuşmamız gerek,” diyerek yeniden uzanınca derin bir nefes aldım.
“Bir dakika bekler misin?” Olduğu yerde beklerken arabasının anahtarını bulup geri çıktım. Yanına gelir gelmez anahtarlarını avucuna koyup aramızda yarım metre kadar mesafe bıraktım.
“Vermeye fırsatım olmamıştı,” deyip gitmesi için kenara kaydım. “Gelirken sokağın sonunda görmüşsündür,” dediğimde başını sallamakla yetindi. Tabi ki gözü, ilk olarak kıymetli arabasını aramıştı.
“Nehir, konuşalım!” dedi yüzü sertleşirken. Ciddi olduğumu yavaş yavaş kavramaya başlamıştı. Laciverte dönen mavi gözleri, çatılmış kavisli kaşları beni hiç etkilemedi.
“Sait, ciddiyim. Sana kin tutuyor ya da benden özür dilemen için naz yapıyor değilim. Bu kez ciddiyim. Aramızdaki saçma ilişki bitti. Artık özgürsün. İstediğinle istediğini yapabilirsin.”
“Onun önemsiz olduğunu biliyorsun, hiçbiri seni incitmeye değmez,” deyip havadaki elini indirdi. “Bu sondu, artık senden başkası olmayacak, değerini anladım, özür dilerim.” Ardı ardına nefessiz söylediği kelimeleri dinlerken dudağım daha çok kıvrıldı.
“Sait, lütfen git. İleride yeniden arkadaş olur muyuz bilmiyorum ama şu sıralar seni arkadaş olarak bile görmek istemediğimi biliyorum. Sana çok kızmıştım, gerçekten çok kızmış ve saatlerce ağlamıştım ama şimdi... Şimdi ilişkimizin anlamsız ve gereksiz olduğunu görebiliyorum. Artık evlenelim, diye peşinde dolaşmayacağımı bilmek belki de biraz rahatlamana sebep olabilir. Ciddiyim, artık seninle evlenmek falan istemiyorum. Hayatını istediğin gibi heba etmeye devam edebilirsin.”
“Nehir, bunları sinirden söylediğini biliyorum. Ne hissettiğini, seni ne kadar üzdüğümü biliyorum ama kapına geldim ve özür diliyorum. Affet! İki gündür sürekli düşünüyorum ve bu nişan meselesinin fazla uzadığına karar verdim. Kabul edersen seninle hemen evlenmek istiyorum.”
“Kabul etmiyorum,” dedim onu alayla süzerken. “Dediğim gibi artık bitti.”
“Bitmeyeceğini biliyorum, sen bana aşıksın, hep bana aşıktın.” Sesi ilk defa kendine güvenen o tondan uzaklaşmıştı. Gözlerine dikkatle baktığımda gerçekten pişman olduğunu görebiliyordum. Ama onun da benim gözlerimde kararlılığı görmesini istiyordum. Ciddiyetle gözlerine bakıp tane tane konuştum.
“Bitti. Artık sana aşık değilim.”
“Hadi ama...”
“Sana aşık değilim. Başkasından hoşlanmaya başladım. Bunu seni incitmek için söylemiyorum,” deyip durakladım. Anladığından emin olmak istiyordum. “Seni sevmiyorum, bir ara seviyorsam bile artık o zaman hissettiklerimi hissetmiyorum. Uzun sürdü ama içimde sana karşı ne kadar duygu varsa öldürdün. Bunu sonunda başardın, tebrik ederim.”
“Nehir, evlenelim diyorum!” derken sesi yükselmişti. Yine de aramızdaki mesafeyi kapatmaya cesaret edememişti.
“Evleneceğim, kendime güzel bir yuva kurup hayalimdeki çocuklara ve eşe sahip olacağım. Sadece seninle değil. Sen, hayallerimi gerçekleştirecek adam değilsin,” deyip elimi uzattım. “Dostça ayrılalım.” Duygusuzluğum gözlerinin irice açılmasına sebep oldu. Dudağı memnuniyetsizlikle kıvrıldı. Uzattığım eli sıkmaya ya da hoşlandığım kişinin kim olduğunu sormaya çalışmadı. Kaşları çatılırken elini cebine attı ve bir yüzük kutusu çıkardı. Yere diz çökerken dudağımdan sinirli bir kahkaha fırladı. Bu kadarı da fazlaydı.
“Nehir, evlen benimle,” dediğinde elindeki yüzüğe vurup yere düşmesine sebep oldum.
“Seninle evleneceğime kendimi öldürürüm daha iyi. Daha acısız ve kolay olur. Bahçemden de hayatımdan da defol git. Seni istemiyorum.”
Sinirle ayağa kalktı. Bu kez bileklerimi yakalamıştı. Beni kendine çekip gözlerimin içine bakarken onun sert bakışlarına aynı şekilde cevap verdim. Dudakları benimkine uzanırken başımı yana çevirip kollarından kurtulmak için kıvrandım. Gerileyerek beni bahçemdeki ağaçlardan birine yasladı. Dudakları şiddetle benimkini bulduğunda kollarımı bırakma hatasına düştü. Ağlayarak kollarından sıyrıldım tokadım yüzüne olabildiğince kuvvetle indi. Çıkan ses korkutucuydu ve yanağında parmaklarımın izi çıkmıştı. Elim öyle acıyordu ki onun canının daha çok yandığına şüphem yoktu.
Yüzünü çevirip asabi gözlerini benimkilere dikerken üzerime gelmeye başlayınca ellerimi öne doğru uzattım. Titriyorlardı. “Sakın, sakın bana bir kez daha dokunmaya çalışma!” Tıpkı ellerim gibi titreyen sesim, nefret saçıyordu. Dudağının kıyısından sızan kanı yalayıp dişini sıktı.
“Bu tavırların yüzünden başkasına gittiğim için beni suçlayamazsın,” diye fısıldadı. “Yıllardır bana âşık olduğunu söylüyorsun ama her yaklaşmaya çalıştığımda aramıza mesafe koyuyorsun. Bir şey söyleyeyim mi Nehir, senin aşktan haberin yok.” Yaptığı adiliğin sebebi olarak beni gösteriyordu. Sadece koynuna girmediğim için başkalarının koynuna girme hakkı olduğunu düşünüyordu.
“Aşkın ne olduğunu senden öğrenecek değilim,” diye fısıldadım nefretle.
İkinci kez yüzüme bakmadan yanımdan geçip gitti. Bahçe kapısının çarpılıp kapanmasını duyduğumda yerimde sıçradım. Sait dönemini böylece kapatmıştım. Eve girip doğruca banyoya geçtim. Yüzümü defalarca yıkayıp göz yaşlarımdan kurtuldum ve üzerimdekileri çıkardım. Geniş tişörtlerimden birini ve altıma sadece iç çamaşırımı giyerek örtülerin arasına girdim. Kötü hissediyordum ama geçecekti. Hep geçmişti. Uyursam geçerdi.