Bölüm 2: Merak

2234 Words
Ayaz masada duran çantamı alıp yanıma kadar olan kısa yolu gelirken ışıklarla aydınlanmış Seda'nın yüzüne bir bakış attım. Sarı yeşil gözlerini kısmış, hayatımda gördüğüm en kindar ifadeyle beni süzmekte olduğunu görünce dudağım kıvrıldı. Onun zehir yeşili gözleri, benim de kıvrımlı dudaklarım ünlüydü. Onun yüzünde estetiksiz tek yeri gözleriyken benim yüzümde ise hiç estetik yoktu. Bunu anımsamak kendimi bir nebze daha iyi hissetmeme sebep oldu. Gözlerim Ayaz'ın kar gibi soğuk ama güzel gözleriyle kesiştiğinde tebessümüm söndü. Benimle alenen alay ederken olduğu gibi gülümsemek yerine, böyle asık yüzlü olması benim için daha iyi gibiydi. Kapının dışına kadar yanında gergince yürüdüm ve yoldan geçmekte olan bir taksiyi durdurmasını çatık kaşlarla izledim. Ne yani, arabası yok muydu? Duran taksiye geçmemi işaret ettiğinde hafif sarsak adımlarla açtığı kapıdan içeri geçtim. Beni başından savışını takip ederken içimde acayip bir hayal kırıklığı vardı. Kapımı kapamasının ardından kendisi de taksinin arkasını dolanıp yanıma diğer kapıyı açınca rahat bir nefes aldım. Sonra kendime kızdım. Neden onun benimle gelmesini bu kadar önemsediğimi kavramaya çalışırken ona bir kez daha baktım. Adamın beyaz tişörtü yüzüme sürdüğüm boyanın bir kısmına el koymuştu. Yanaklarım evden çıktığımdan daha kırmızıysa artık suçu allığıma atamazdım; çünkü çoğunu dans ederken onun tişörtüne emanet etmiştim. Kapısını kapattığında başımı geriye yaslayıp kısık gözlerle ön koltuğun arka kısmını süzmeye başladım. İkimiz yan yana bir araçta giderken içerideki cesur halimden eser kalmamış gibiydi. Zaten onca kişi içinde bile beni korkutacak kadar ciddi duran bu adamda neyden etkilendiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Aslında bir teorim vardı. Soğuk herifleri oldum olası çekici bulmuştum. Daha lisedeyken bile... Hatta Sait'e yıllarca takma sebebim de o soğuk ve yabancı duruşuydu. Sanırım sorunlu ebeveynlerim beğeni kriterlerime sonsuza kadar kalacak bir hasar vermişti. Ayaz'ın bana çekici gelmesinin tek nedeni bu soğuk duruşu olmalıydı. Bir an ne düşündüğümü fark ettim yine. Başım hafifçe ağrıyordu fakat tamamen bilinçliydim. Sait beni aldatmıştı ve ben aşk acısıyla kıvranmam gereken şu günde bir başka erkeği cazip bulma sebebimi düşünüyordum. Kendimi fazla hafifmeşrep hissettim, düşüncelerimden midem bulandı ama olan tam olarak buydu. Sait ile ilgili tek bir acı hissediyordum, o da kırılan kalbime değil, gururuma aitti. Ona olan o büyük aşkım bu kadar çabuk mu tükenmişti? Yoksa hiç âşık olmamış mıydım? Kafam fazlaca karışmıştı. Yol boyunca ağzımı bir kez, o da şoföre adres vermek için açmıştım. Onun haricinde hiç konuşmamıştım. Ayaz'dan tarafa bakmamıştım, yine de beni izlemediğinden emindim. Bakışlarının ağırlığını hissetmeden rahat bir yolculuk yapmıştım. Oturduğum evin önüne geldiğimizde neredeyse uyukluyordum. Duran araçtan güç bela indikten sonra açık bıraktığım cama eğildim. "İyi geceler," diye fısıldadım. Sonradan aklıma "Teşekkür ederim," demek geldi. Şirretliğimin yanı sıra nezaketim ve sevimliliğimle tanınırdım. Aslında pek sevilesi değildim ama sevilme arzusu beni hep iyi davranmaya iterdi. Daima gülümser, güzel sözler söyler ve nazik cevaplar verirdim. Bazen o kadar çok gülümserdim ki eve geldiğimde yüzümdeki sahte gülüşü silmek uzun sürerdi ve geriye gün boyu üç beş sakızı çiğneyip durmuşum gibi bir acı kalırdı. Geri çekilip anahtar niyetine kullandığım kartı aramak üzere elimi çantama daldırdım. Taksi giderken başımı kaldırmadım. Yolculuk midemi es geçip saçlarımı vurmuştu. Topuzum bozulmuş, saçım önüme akmıştı ve sokak lambasının ışığı altında anahtar arıyordum. Küçücük çantamda anahtarı bulmamın bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim. Sonunda bulmayı başardığımda söylenerek doğruldum ve Ayaz'ı karşımda görünce çantayı düşürdüm. Yerdeki çantamı ve içinden yere düşmüş olan şeker kutumu eline aldı. Yanımda sürekli şeker taşırdım. Stresliyken deli gibi şeker yer, bir yandan da tırnaklarımla kutunun etiketini sıyırırdım. Kutuyu eline alıp bakarken kaşlarını çattı. Elimi uzatınca çantamı bıraktı ama kutuya bakmaya devam etti. "Şeker, canım sıkkınken iyi geliyor," deyip durumun saçmalığından kurtulmak için ufak bir gülücük atmaya çalıştım ama gerginlikten basit bir kıkırtı gibi çıktı. Bakışlarını bana çevirirken "Denemek ister misin?" diye sordum nazik olmaya çalışarak. "Bu tarz şekerler ilgimi çekmiyor," dedi. Canı halihazırda olduğundan daha sıkkın gibiydi. Sebebini anlamak için ölüyordum ama yine de sormadım. Gizemli havası hoştu ve kafamı dağıtıyordu. Anahtarıma, eve ve ona baktım. Canım eve gitmek istemiyordu, onu evime davet etmeye de niyetim yoktu. Uzattığı şeker kutusunu açıp içinden birkaçını avucuma döktüm ve ağzıma attım. Şekeri erimesini beklemek yerine kırıp hızlıca yedim ve yenilerini avucuma döktüm. Yüzündeki ifade asıktan tiksinir hale gelmişti. Şekerleri ağzıma attıktan sonra kutuyu boş olmasına rağmen çantama attım. "İstersen," dedim nasıl devam edeceğimi kestiremediğim için duraklayarak. Etrafa bakınıp yardım aranırken, "Kullanmam," dedi. Şekeri kast ettiğini biraz geç kavradım. "Bitti zaten! ikram etmeyi unuttum, özür dilerim," diye geveledim. İkram ettiğimi anımsadım, sonra jetonum düştü. Ve çenem ağrıyana kadar güldüm. Öyle çok kahkaha attım ki birkaç evde ışık yandı ve birisi pencereyi açıp gecenin kör vaktinde sokakta deli gibi gülen kişinin kim olduğunu anlamak için dışarı uzandı. Kendimi dizginlemeye çalışarak bahçemden sarkan bir lavanta dalının karaltısına çekildim, çekilirken Ayaz'ı da tutmuş bulundum. Sonunda konuşabilir gibi olduğumda "Sen, hap kullandığımı sandın?" deyip yeniden güldüm ama bu seferki krizim kısa sürdü. Muhtemelen asabım bozulduğu için attığım kahkahaları da kanıma karışan haplara vermişti. "Onlar bildiğin şeker, karbon, hidrojen ve oksijenden oluşan minik ama kilo aldıran besinden bahsediyorum! Hani şu üç beyazdan en psikopatı olan, bildin mi?" "Bildim," derken yüzü yumuşamış halimize bakıp hafifçe gülümsemişti. Eli kısa saçında gezinirken diyecek kelime aranıyor gibiydi. "Biraz yürümek ister misin?" diye sordum. Ayağımdaki topuklulara bakıp sokağa döşeli taşlarda göz gezdirdi. Bakışlarını takip ederken yine gülümsedim. Sanırım gülmeye ihtiyaç duyduğum için hiçbir fırsatı kaçırmıyordum. "Yürüyebilirim, sorun olmaz." "Hadi o zaman." Ceketini çıkarıp omzuna attı. Havanın serin olduğuna şüphe yoktu ama aldığım alkol kanımı tutuşturmuş, ısımı yükseltmişti. Hiç üşümüyordum. Yan yana sokak boyunca yürüdük ve hiç konuşmadık. Hava oldukça serindi, yarım saat kadar yürüdükten sonra açık olan bir çorbacı görünce aynı anda durup birbirimize baktık. "İşkembe?" dedi alay eder gibi. Bana yakıştıramamıştı. "Mercimek," dedim gülerken. İşkembeyi beğenmediğimden değil de vejetaryen olduğumdan yemiyordum. Etli yemek gördüğünde Iyyy bu ne ya, ne kadar iğrenç, diyerek gezinen vejetaryenlerin aksine insanların neler yediğine karışmazdım. Sadece yiyemiyordum. Yediğim şeyin bir canlı olduğunu düşününce ağzıma tek lokma koyamıyordum. İçeri girdiğimizde sadece bir masa doluydu. Gözlerinden uyku akan bir adam gelip siparişlerimizi alana kadar cam kenarındaki bir masaya yerleşmiştik bile. Burak evde yapılan tüm yemeklere aşıktı. Furkan ne yediğini pek önemsemezdi ve Sait sağlıklı beslenme takıntısı olan bir adamdı. Aren, içinde et olmayan hiçbir şey yemezdi. Bense beslenmeme hiç dikkat etmez ama fazla yemez ve sürekli koşardım. Koşmak gerginliğe birebirdi. Ve tabii vücuduma da iyi geliyordu. Sürekli birlikte takıldığımız için çoğu zaman etli yemekleriyle ünlü ev yemeği yapan lokantaları tercih ediyorduk. Çorbalar önümüze konulduğunda sipariş alan adamın uykusu açılmıştı. Geri çekilirken gözlerini kırpıştırıp "Oha," dedi. Bu tarz tepkilere alışık olduğum için hafifçe gülümsedim. Eli ayağına dolaşarak "Başka bir isteğiniz var mı?" diye sordu. Çorbadan bir kaşık alıp "Çok güzel olmuş, elinize sağlık," dedim. Söylediklerimi desteklemek için aceleyle bir kaşık daha aldım. "Başka bir şeye gerek yok, teşekkürler," diye ekledim. Adam fotoğrafımı çekip çekemeyeceğini sorunca yeniden gülümsedim. Saçımı hafifçe düzelttim ve elindeki telefonu alıp fotoğrafımızı çekmesi için Ayaz'a uzattım. "Gelin birlikte çekilelim," deyince adamın yüzü neşeyle aydınlandı. Hemen yanıma geçip üstünü düzeltti. Sandalyemi hafifçe kaydırıp fotoğraf karesinde çorbacının camda yazan adının çıktığından emin oldum. "Bana da gönderin, paylaşacağım," diyerek numaramı vermek istedim ama Ayaz benden önce davranıp kendisininkini verdi. Adam aceleyle resmi ona gönderirken gülümsemeye devam ettim. Normalde çok yemiyor olmama rağmen o gittikten sonra kendimi çorbanın hepsini içmeye zorladım. Gerçekten lezzetliydi. İçerisi küçük, temiz ve ferahtı. Tıpkı sevdiğim gibi... Ayaz'a telefon numaramı söylediğimde tek kaşını kaldırdı. "Gerçekten paylaşacak mısın?" "Tabii, neden yalan söyleyeyim ki?" deyip fotoğrafı göndermesini bekledim. Pek güzel çıkmamıştım ama adamın biraz reklamla daha iyi kazanacağına şüphem yoktu. Bazıları, ünlülerin takıldığı mekâna gitmeye bayılıyordu. Bunu, havalı görüyorlardı. "Bilmem, böyle bir yer için fazla havalı olduğunu düşünmüştüm." Yüzüm asılırken arkama yaslandım. "Beni hiç tanımıyorsun," deyip numaramı yeniden verdim ve göndermesinin ardından paylaştım. Telefonumu yeniden çantama attıktan sonra ellerimi göğsümde birleştirdim. "Tanımaya çalışıyorum," deyip hareketimi tekrarladı. Benim cılız hareketime karşılık onun güçlü kolları... Bir sıfır öndeydi, benden daha ciddi durduğu kesindi. "Böyle yerleri severim," dedim. "Ama işkembe sevmezsin?" diye tahminde bulundu. "Hayvansal gıda sevmem," diye cevap verdim. "Beyninin proteine ihtiyacı var," diye cevap verdi. "Protein kapsülleri iş görüyor." "Cidden vejetaryen mısın? Et lokantasında görmüştüm sizi," dedi. Nerede ve kiminle olduğunu sormadım. Alacağım cevapta Sait ismini duymaya hazır değildim. "Et seven arkadaşlarımın olması et yediğim anlamına gelmez." "Hımm," deyip sustu. Boş boş yüzüne baktım. "Et yemeyen kızları itici bulduğunu söyleme," dedim kindar bir sesle. "Sadece şaşırdım," deyip beni süzmeye başladı. Beğeniyle değil de anlamaya çalışır gibi... Bir süre sonra içeride kalan son kişiler olduğumuzu fark edince hafifçe toparlandım. Alışkanlıkla hesabı ödeyip yanıma gelmesini izledim. Sonra ödemeyi teklif etmediğim için kendimi kötü hissettim ve bardan beri elimi hiç cüzdanıma atmadığımı fark ettim. O, utançla yanan yüzümü görene kadar sessizce geldiğimiz yolu yürümeye devam ettik. Bir sokak lambasının altından geçerken yüzümü görüp durakladı. "Üşüdün mü?" deyip omzuna attığı ceketi bana verdi. Üşümemiştim, utanmıştım! Sessiz kaldım. Kapıma geldiğimizde ceketini uzatıp bir adım geri çekildim. "Her şey için teşekkürler," dedim. "Neden sürekli teşekkür edip duruyorsun?" "Bilmem, bu kötü bir şey mi?" "Bilmem," diye beni taklit ederken yüzü yumuşamıştı. "Sonraki görüşmemizde ben ısmarlıyorum, iyi geceler." Cevap vermediği için kapıyı açıp içeri girdim. Onu davet etmeye niyetim yoktu. Etmemiştim de... Onun da öyle bir beklentisi yok gibiydi. Kapıyı kapatıp cama koşturdum ve beklemeden gitmiş olduğunu fark edince hafif bir hayal kırıklığına uğradım ve geri çekilirken hala orada olduğunu fark ettim. Telefonla konuşuyordu. Gayet rahat bir tavırla yürüyerek uzaklaşmasını izlerken aklımda onunla ilgili birçok soru oluştu. Sonra evime bir göz attım ve içeride Sait'ten kalan ne varsa toplamaya başladım. Resimler, biblolar, oyuncaklar ve çerçeveler... İşim bittiğinde gerçekten tükenmiştim. Çok geçmeden uyuyakaldım. Gözlerimi açtığımda Burak tepemde dikiliyordu ve onun hemen arkasında Aren duruyordu. Koltuklardan birinde sızıp kalmıştım. "Ne oluyor ya!" dedim ayılmaya çalışırken. Burak, "Onu sen söyleyeceksin, bu ne?" dedi. Elinde tuttuğu gazeteye bakarken hafifçe gülümsedim ve gece olanları düşünmeye başladım. "Nehir!" diyen Aren'in uyarı dolu sesini duymazdan gelip bacaklarımı koltuktan aşağı sarkıttım ve Burak'ın elinde tuttuğu gazeteyi çekip aldım. Açık olan magazin sayfasında boy boy resimlerimi görünce dudağım daha çok kıvrıldı. Ayaz, oldukça yakışıklı çıkmıştı ve onunla... Cidden yakışmıştık. "Kim bu herif?" diye aynı anda sorduklarında yerimde sıçradım. Sırıtarak resimleri süzdüğümü o zaman fark ettim. "Ayaz, Ayaz Karakurt!" "Kim lan bu Ayaz?" dedi Burak. Sorguya çeker gibi tepeme çökmüşlerdi. "Bilmem, sen tanımıyor musun?" derken ayaklandım. Peşimden geliyorlardı, kurtulmak için banyoya yöneldim. "Tanımıyorum!" dedi Burak. Tanımadığına göre onun cinsinden bir adam değildi. Bu iyiydi. Belki de henüz tanışmadıklarındandı. Öyleyse kötüydü. İyi miydi, kötü müydü? Bilemedim. Banyonun önüne geldiğimde hala arkamdaydılar. "Birlikte mi çişe gidiyoruz?" deyip onlar gerilerken içeri girerek kapıyı kapadım. Salona döndüklerini fark edince aynadaki rezil yansımama baktım. Acil olarak bir duşa ihtiyacım vardı. Duş alıp salona dönmem neredeyse bir saat sürdü. Saçlarımı havluyla kurularken salona girip hala gitmediklerini görünce iç geçirdim. "Bari kahvaltı hazırlasaydınız," dedim izlemekte oldukları maça bakarken. "Dışarıda bir şeyler yeriz, biz kahvaltı edeli çok oldu," dedi Aren. "O adam kim?" dedi gözlerini ekrandan ayırmayan Burak. İkisinin arasında kendime yer açıp koltuğa onlar gibi yayılarak iç çektim. "Bilmiyorum dedim ya, yeni tanıştık." "Kızım delirtme beni, ne geziyorsun elin adamıyla orada burada... Sait duysa ne olacak?" Burak'a ters bir bakış attım. Yüzüm asılırken ikisi birden bana döndü. "Yakalandı değil mi?" dedi Aren. "Biliyor muydun?" dedim ve bu kez sesim epeyce sinirli çıkmıştı. "Tahmin diyelim," dese de bildiğine şüphem yoktu. Burak da başka yerlere bakmaya başlayınca sinirle ayağa kalktım. "Çıkın! Defolun evimden!" "Nehir, saçmalama," dedi Aren. "Kızım, bizi mi kovuyorsun?" dedi şaşkınca Burak. "Saçına sakız yapıştırdığımda bile beni affetmiştin." Aynı şey değildi. Bunun farkındaydı. Sadece daha iyi bir bahane bulamamıştı. "Evimden çıkın ve bir süre gözüme gözükmeyin," dedim. Cümlemdeki bir süre kelimesi geri adım atmalarına sebep olmuştu. Onlar gittikten sonra koltuğa gömüldüm ve ekrana boş gözlerle bakmaya başladım. Sonra kapı çaldı ve geri döndüklerini sanıp bir sinirle yerimden kalktım. "Size defolup gitmenizi söylemedim mi?" Yüzümde hiç makyaj yoktu. Şiş gözlerim, kabarmış nemli dalgalı saçlarım yeterli değil gibi üzerimde de salak bir pijama vardı çünkü iki serseriyi gönderir göndermez yatağa geri dönmeyi düşünüyordum. Ayaz bu kez eski bir kot ve buz mavisi bir tişört giymişti. Kıyafetleri basit olmasına rağmen ona yakışmıştı. Tıraş olmuştu ve kolonyasının kokusu bana kadar geliyordu. Siyah saçları esen rüzgarla hafifçe dağılmıştı. Beni süzerken gözlerinde beliren bir ışıltı, dudaklarında gülümsemeye yakın bir mimik oluştu. Bakışlarını takip ederek kendime baktığımda ufak bir çığlık atıp kapıyı yüzüne kapadım. Kapıya yaslanıp panikle yaptığım hareketi fark edince geri dönüp kapıyı yeniden açtım ve hala orada olduğunu ve bu kez gülümsemediğini gördüm. "Özür dilerim, seni beklemiyordum," diye geveleyerek kapının önünde dikilmeye başladım. Kıyafetlerim gerçekten utanmama sebep olmuştu. "İyi olup olmadığını merak ettim." "Arayabilir ya da mesaj atabilirdin," dedim düşünmeden. Sanki gelmesi bir sorunmuş gibi davranmam yüzünün iyice asılmasına sebep oldu. "Aradım," dedi soğukça. Bir adım geri çekildi. O gitmeye hazırlanırken ne demem gerektiğini bilmiyordum. Düşündükçe böyle bir maceraya hazır olmadığımı hissediyordum. Ona baktıkça hissettiğim korku da yerli yerindeydi. Bunun sebebinin altıncı his yerine yabancılarla iletişimde iyi olmamam olmasını umdum. "Bir kahve içmek ister misin?" Sorarken hala tereddütlerim vardı. "Yemek?" dedi ama hala yüzü düzelmemişti. "Yemek, tatlı, kahve... Benden." "Tamam," dese de içeri girmek için hamle yapmayınca hafifçe geri çekilip kapıyı açtım. "Hazırlanmanı bekleyebilirim, birkaç telefon görüşmesi yapmam lazım." Rahat bir nefes alıp gülümsedim. Onun hakkında merak ettiğim bir sürü şey vardı. Sait'in hala neden kapıma dayanmadığını da merak ediyordum ama Ayaz ondan bir tık öndeydi çünkü o beni aldatmamıştı. Henüz... "Peki, fazla bekletmemeye çalışırım," deyip içeri koşturdum ve bu kez kapıyı açık bıraktım. Hazırlanmam on dakikadan kısa sürdü. Onun gibi bir kot ve tişört giymiş, ayaklarıma spor ayakkabılar geçirmiştim. Uzun askılı bir çanta seçtim. İlaçlarım, cüzdanım, telefonum ve anahtarımla hızlıca doldurup askısını boynumdan geçirdim. Şapkamı takarken kapıya koşturdum. Onu sokak kapımın hemen önünde spor arabaya yaslanmış bir şekilde hala telefonla konuşurken görünce yavaşladım. Yanına gittiğimde nefesim hala tam olarak düzelmemişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD