Ruh halimi açıklayacak kelimeleri bulmakta zorlanıyordum. Aldatılmışlık hissi, hayal kırıklığı ile büyük bir yarış içinde ruhumu kemiriyordu. Kendimi banyoya attığımda ağlayacağımdan emindim. Aynadaki yansımama baktığımda beklediğim gibi gözyaşlarına boğulmadım, aksine sinirle parlayan gözlerime bakıp durgun yüzümü inceledim. Kumral, uzun, dalgalı saçlarım, kusursuz bir cildim ve ışıldayan ela gözlerim vardı. Güzeldim. Bir zamanlar şişman olan, sivilceli, ergen kız değildim ama yine de öyle hissediyordum. Ruhumda bir yerlerde hep o özgüvensiz kız olarak kalacaktım. Dişlerimi sıktım. Hayır kalmayacaktım.
Aldatılmıştım ve bu benim suçumdu. Yıllarca beni görmezden gelip başka kızlarla takılan adamın uslanıp iyi bir kocaya dönüşeceğini hayal etmiş ve yanılmıştım. Şu anda beni sinirlendiren birçok şey vardı. Mesela o her haltı yerken usluca peşinde kedi gibi dolanıp durmam, asla ondan başkasına bakmamam ve onun hatalarını görmezden gelmem gibi.
Azim güzel şeydi. Azmederek ünlü olmuştum. Ailemin batan şirketini kurtarmış, alkolik annemin tüm harcamalarını karşılamış ve hatta yıllarca onların beni sömürmesine yetecek kadar para kazanmayı başarmıştım. Zayıflamıştım bir kere! Onlarca kilo vermiştim. Güzeldim ben. Artık güzeldim ve hala hiç mutlu değildim!
Bundan sonra ne yapacaktım? Tabii ki boş verecektim. Ailemin de diğerlerinin de canı cehennemeydi. Özellikle o Sait'in. İnsanları mutlu etmek için uğraşmayacak, kendim için yaşayacaktım. Ve bu yolun ilk adımını Sait'ten tamamen vazgeçerek atacaktım. Ondan vazgeçmenin ilk yolu ise bunu ona kanıtlamaktı. Derin bir nefes aldığımda bunu başarabileceğimi biliyordum. Ben bir oyuncuydum, istersem bu rolün de hakkını verebilirdim.
Bir başkası olduğuna Sait'i ikna edersem herkesi inandırırdım. Böylece o geri dön, demez ve ben de ona dönme aptallığını yapmazdım. Duş aldığım sürede kendime ağlamak için izin verdim. Onu görünce dökülecek yaşları peşinen heba ettim. Duştan çıkıp hazırlanmam kısa sürdü. Bir taksi çağırmak için acele ettim çünkü fikir değiştirmekten korkuyordum.
Takside giderken telefonumu elime alıp numarasını engelledim. Sosyal medya hesaplarım için de aynı şeyi yaptım ve ardından telefonumu çantama attım. Düşününce yaptığımdan pişman oldum. Kaçması gereken kişi ben değildim. Yanlış hiçbir şey yapmamıştım. Az önce attığım tüm engelleri geri açıp telefonu yeniden çantama attım. Tek istediğim yıkılmadım, ayaktayım ve hatta mükemmelim pozu verebilmekti. Bunun için kapısında daima birkaç gazeteci olan, çıkışta görüntü vereceğimden emin olduğum bir gece kulübü seçtim. İçeri girerken kimseyi görmesem de mekân çıkışında öyle olmayacağını biliyordum.
İşin kolay kısmını halletmiştim ve sırada zor olanı vardı. Sert adımlarla en göz önünde olan yere yerleştim. Kapıdan girenleri de içeridekileri de rahatça görebildiğim bir koltukta oturdum. Yüzümde sahte bir gülümsemeyle insanları süzmeye başladım. Niyetim yalnız bir adam yakalayabilmekti. Aksi gibi yalnız olan kim varsa kim olduğumun gayet farkındaydı. Boynumda Sait Serttaş'ın tapulu malıdır, yazan bir tabela taşıyormuş gibi hissetmeme sebep olan gözlerin hapsindeydim. Bu iyiydi. Haber umduğumdan hızlı yayılacaktı. Tabii bir haber olursa...
Önüme bir içki konulana kadar geçen kısa sürede etrafı süzmekle meşgul oldum. Garsonun bıraktığı bardakla kendime gelip bakışlarımı ona çevirdim.
"Beyefendiden." İşaret ettiği yere baktım. Sert ama yakışıklı bir yüz. Uzun boy. Pahalı bir takım. Takıma rağmen belli olan şekilli bir vücut. Kim olduğunu bilmediğim biri. Herkesi tanırdım. Çevremizden olan herkesi... Tıpkı onların da beni tanıdığı gibi. Bu adam her kimse beni tanımıyordu. Bu iyiydi. Onunla birlikte bir dans edip sonra da beni evime bırakmasını isteyebilirdim.
Önüme konulan kadehe göz attım. Sonrasında kehribar renkli sıvıyla dolu bardağı havaya kaldırıp ona kısa bir gülücük sundum. Yaptığım jestin davetkar göründüğünü düşünerek küçük bir yudum aldım. O da kadehini kaldırıp benim aksime hiç gülümsemeden bir yudum aldı. Adamla selamlaşırken masasına gelen grupla ağzımdaki içkiyi güçlükle yuttum. Gelenleri tanıyordum ve onlar da beni. Hep rekabet halinde olduğumuz Seda'yı görür görmez istemsizce dikleşip kadehi masaya bıraktım.
Bu sırada adam hala bana bakıyordu. Kısa bir selamlaşma faslı oldu. Seda ve yanında gelen üç arkadaşı masaya yerleşti. Seda'nın gözleri, hala bana bakmakta olan adama yöneldi. Ardından adamın nereye baktığını anlamak için bakışlarını takip edip beni buldu. Göz göze gelince ona hafifçe gülümsedim ama küfür etsem daha hoş karşılardı. Gözleri nefretle kısıldı. Ardından oturduğu yerden doğruldu. Masanın üzerinden adama doğru uzandı ve bani işaret ederek bir şeyler söyledi. Sinirlenmedim elbette. Kadehimde kalan içkiyi bitirip bakışlarımı yeniden etrafta gezdirdim. Ve bakışlarım bir başkasıyla kesişti: Ahmet Aslan!
İstemsizce kasılıp kadehimi sıkarak anında bakışlarımı çevirdim. Her gittiğim yerde peşimde dolanan yapışkan herifin tekiydi. Lise yıllarından beri arkadaşım olan Furkan, Burak ve Aren'in adamı kaç kere dövdüğünü bilmiyordum. Ahmet asla uslanmıyordu. Az sonra tepeme çökeceğine şüphem yoktu. Durumum umutsuz olabilirdi ama böyle bir zamanda bile kriterlerim vardı. O kadar da iyi bir oyuncu değildim. Ayrıca Sait ve diğerleri onunla olabileceğime inanmazdı. Kim her gördüğünde midesini ağzına getiren biriyle birlikte olurdu ki?
Bir süre daha oyalandım. Gözüme kestirdiğim adam bu süre zarfında hala yanıma gelmeyince Seda'dan duyduğu şeyler yüzünden benden ümidi kestiğini düşünmeye başladım. Muhtemelen, o nişanlı, ayrıca baş belası arkadaşları çeneni eline verir ve kendisi de her yanına yaklaşanı rezil eden şirretin tekidir, tarzında kelimeler sarf etmişti. Kahretsin ki haklıydı. Başka bir yere daha geçmeyi düşünürken masama bir gölge düştü. Bakışlarımı kaldırmadan Ahmet'in geldiğini anlamıştım. Acele etmeden çantamı alıp ayaklandım ve ona baktım. Yanılmamıştım.
"Selam," derken bile kelimeyi yuvarlamayı başarmıştı. Kızarmış yüzü epeyce içkili olduğunu belli ediyordu. Sesi, beni parlayan ışık ve yüksek sesten daha çok rahatsız etmişti.
"Selam ve hoş çakal," deyip ayağa kalktım. Topuklumla ondan neredeyse bir beş santim kadar uzundum. Tepeden bir bakış atıp arkamı döndüm. Gitmek için ilk adımı attığımda bileğime yapıştı. Bu hareketiyle çantam yere düştü.
"Bir içki de benden içsen ne olur? İmajın mı zedelenir? Nişanlın mı kızar?" derken bileğimi çekiştirdim. Canımı yakacak kadar sert tutuşundan kurtulmayı başaramayınca sinirle ona döndüm. Nişanlı? Zaten sinirliydim, kelimeleri diken gibi batıyordu, Sait'i hatırlatarak hiç iyi yapmamıştı.
"Bileğimi bırak," diye tısladım. Artık nişanlı değilim, demek de istedim ama şimdi sırası değildi. Bileğimi yeniden çekiştirdim. Bu arada yardım etmek için gelen görevlilerden birini gördüm ve rahat bir nefes aldım.
"Nehir, Güzel Nehir... Bir gün kıymetimi anlayacaksın. Sait gibi seni her önüne gelenle aldatmayacak bir adamı hak ediyorsun. Bana evet desen her şey çok farklı olabilir," deyip beni şaşırtacak kadar atik bir şekilde diğer bileğime asıldı. Dengemi kaybedip ona doğu sendelediğimde ise görevliler çoktan gelmişti ama işin kötü tarafı kimse araya girmeye cesaret edemedi.
Kokusuyla midemi bulandıran adamdan uzaklaşmak için boştaki elimi göğsüne bastırırken gözümü iki adım geride dikilen gençlere diktim. Burak bu olanları duyduğunda onları dümdüz edecekti. "Bir şey yapın!" diye inlediğim sırada Ahmet bileğimi bırakıp kollarını belime dolamıştı. Tiz ama kısık sesli bir çığlık attım. Düştüğüm duruma daha çok sinirlenerek kıvranıp kollarından çıkmayı denedim. Bir kez daha başarısız olunca topuklumla ayağına sertçe bastırdım. Kolları gevşerken biri beni tutup çekti ve Ahmet'in burnuna sağlam bir yumruk indirdi. O burnunu tutarken benim yüzümde sahte bir korku ifadesi vardı. Ah, asla korkmamıştım. Sadece numara yapıyordum; çünkü elimden gelse burnunu kendim kırmak isterdim.
Yumruğu indiren, bana içki ikram eden adamdan başkası değildi. "Atın bunu," deyip bana döndü. Sesi soğuk ama hoştu. Ona yakışan bir sesti. Radyo kanallarında şiir okuyan biri gibi değildi. Tam olarak anlatamadığım, farklı bir güzelliği vardı sesinin. Yakından, uzaktan olduğu kadar yakışıklı görünmüyordu. Onu tarif etmek için yakışıklı yerine daha çok ürkütücü denmeliydi. Duruşu ve soğukkanlı havası beni ürkütmüştü. Yine de kaşınıyordum sanırım.
"Ayaz Karakurt," deyip elini uzattı.
"Bunun hesabını vereceksin!" deyip küfürler sıralayan Ahmet, dışarı atılmıştı ve bu Ayaz'ın ondan daha nüfus sahibi olduğunu anlamama sebep olmuştu. Bir emlak zengininden daha nüfuzlu... Girip çıktığımız yerlerde takılan, çevremden insanları tanıyan bu adamı ben neden tanımıyordum? Kimdi bu adam? Yavaşça parmağını tutup bıraktım. El sıkışma bile sayılmayacak basit bir selamlaşmaydı. Yılların getirisi olan mesafe koyma huyuma lanet ederek hemen samimi bir gülücük attım.
"Nehir," deyip yere düşen çantamı aldım. Beni masalarına davet ettiğinde reddetmedim. Sadece kaşımı kaldırıp Seda'ya döndüm. Adama göz koymuştu. Ben de sessizce onu bir konuda daha yendiğimi söylüyordum. Gözlerindeki sinirli pırıltıyı ve dudağını ısıran dişleri gördüğümde dudağım kendiliğinden kıvrıldı.
"Orada pek hoş karşılanacağımı sanmıyorum," diyerek geri çekildim. Aslında gitmeyecektim, sadece adamı yemliyordum. Kaçan kovalanır.
"Biraz oturun, adamın uzaklaştığından emin olduğunuzda çıkarsınız. Hala dışarıda ve sizin çıkmanızı bekliyor olabilir." Ahmet ile baş edemeyecek olsam söyledikleri son derece mantıklı olurdu. Onun gibi düşünmesem de başımla ona katıldığımı gösteren bir hareket yapıp gösterdiği yere ilerledim. Masadaki herkes bana baktığından mecburi bir selam verdikten sonra Seda'nın tam karşısına yerleştim. Onun yanında Simge ve Ela benim yanımda ise Caner vardı. Simge, Caner ile çıkıyordu. Bir dargın, bir barışık ilişkilerini bilmeyen yoktu. Tıpkı benimle Sait'i bilmeyen olmadığı gibi...
Simge'yi pek tanımazdım. Onun hakkında bildiğim iki şey vardı. Biri Seda ile arkadaş olduğu diğer ise sevgilisini uçan kuştan kıskandığı... Tehlike oluşturmadığımı düşünmüş olacak ki bana gülümseyerek selam verdi. Seda için durum aynı değildi. Bir şeylerin değiştiğini fark etmiş gibiydi. Ve beklemeden "E, Neden tek başına geldin? Her yerde yanında olan kankaların ya da biricik nişanlın Sait yok mu?" diye atıldı. Caner hafifçe öksürürken Ayaz ceketinden kurtulmuş ve yanıma oturmuştu. Aramızda hatırı sayılır bir boşluk vardı çünkü koltuklar oldukça genişti. Yine de kokusunu alıp enerjisini hissedebiliyordum. Onun da oturmasıyla masadaki herkesin ilgisi bana dönmüştü.
"Bugün yalnız gelmek istedim," deyip geçiştirmek istedim. Birkaç dakika sonra masadaki içkiler yenilenmişti. Tereddüt etmeden kadehimi alıp yudumlamaya başladım. İçkim bitene kadar pistte dans eden çiftleri izledim ve aklıma doluşmaya çalışan anıları geri ittim. Sait'in bana evlenme teklif ettiği an aklıma gelip duruyordu ve işin tuhaf yanı duygularım donmuş gibiydi. Ona hissettiğim o büyük aşkın zerresi yoktu. Sadece koyu bir kızgınlık hissi içimi kavuruyordu.
"Ahmet Aslan, vazgeçmeyi bilmiyor değil mi?" diye gülümseyen Simge'ydi. Diğerleri gibi yapmacık değildi. Tavırlarında beni anladığını hissettiren bir samimiyet vardı ya da en az benim kadar iyi bir oyuncuydu.
"Öğrenme güçlüğü çekmesi de pek yardımcı olmuyor," diyerek onu destekledin. Koyu kahve gözleri neşeyle ışıldadı.
"Belki bilirsin, Deniz de bana takmıştı bir ara. Caner, adamı hastanelik ettiğinden beri rahatım." Ona samimi bir gülücük atarak kadehimi masaya bıraktım ve suya uzandım. Boş mideyle içmek iyi gelmemişti.
"Bu duruma Sait ne diyor?" Ela'ya ters bir bakış attım. Sonra toparlandım.
"Hiçbir şey," deyip yeniden doldurulan içki kadehime uzandım ve bir dikişte bitirdim. Gözümü kadehe dikmişken aklıma gelen görüntülerle boğuşuyordum. Her şey birkaç saat önce olmuştu.
Elimde büyükçe bir çantayla eve giriyor ve geç saate kadar çalıştığını düşündüğüm nişanlıma güzel bir yemek hazırlamaya başlıyorum. Kapının önüne park ettiği siyah Ferrari yüzünden evde olduğunu biliyorum. O uyanmadan işimi halletmek için acele ederken yukarıdan gelen sesle uyandığını anlayıp elimdekini bırakıyorum. Merdivenden çıkıyorum. Daha odaya yaklaşmadan duyduğum seslerle neler olduğunu kavrıyorum. Birkaç saniye boyunca dönüp gitmekle gerçekle yüzleşmek için yürümek arasında kalıyorum. Sonra kararımı veriyorum. İlerleyip odasının önüne geliyorum. Kendime işkence olacağını bilsem de kapıyı aralayıp onlara bakıyorum. Hiçbir şey demeden arkamı dönüp aşağı iniyor, kurduğum masayı dağıtıp evden çıkıyorum. Tabii çıkarken kapının yanındaki araba anahtarlarını da almayı ihmal etmiyorum.
Hala o kıymetli arabasını parçalamamış olmanın pişmanlığını yaşıyorum.
"Muhabbetine de doyum olmuyor." Konuşan, kızıl saçlarını ardına savuran Ela'ydı.
"Kusura bakmayın, pek havamda değilim," diyerek gözümü yeniden dans edenlere çevirdim. Yanımda oturan adamın farkında değilmiş gibi davranmaya çalışıyordum. Farkındaydım, hem de oldukça. Yaydığı enerji bir farklıydı. Beni geriyordu. Sürekli alarm halindeki sinirlerim, oradan kalkıp gitmemi söylüyordu. Üçüncü kadehten sonra bile gergin hissetmeye devam ederken yeterince oyalandığımı düşündüm. Masaya oturduğumdan beri yüzüne bakmadığım Ayaz'a doğru hafifçe dönerek gülümsedim.
"Artık kalksam iyi olacak. Ahmet gitmiştir. Yeterince zaman geçti. Bir sıkıntı çıkacağını sanmıyorum."
"Öyle diyorsan," deyip ayağa dikildi. Gri gibi oldukça açık renk gözlere sahipti. Koyu tenine tezat gözleri keskin bakıyordu. Yutkunup çantamı alarak ayaklandım. Dans edenlere bakarken kenarda duran adamı fark edince şansımı denemek istedim. Bir bana bir de baktığım yere bakan Ayaz, kaşlarını çatarak muhabiri süzdü.
"Şimdiye kadar çoktan resim çekmiştir, istersen müdahale edebilirim."
"Sorun değil," deyip çantamı geri masaya bırakırken kararımı vermiştim. Ona yaklaştım. Boylarımız hemen hemen aynıydı, o benden birkaç santim daha uzundu. Kulağına yaklaştım. "Yaptığın iyilik için teşekkür ederim. Şimdi bir iyilik daha isteyebilir miyim?"
"Nedir?" Tek bir mimik oynamamıştı yüzünde.
"Dans?" Muhabire bir bakış atıp bana döndü. Ne yapmak istediğimi kavramıştı. İçten içe biliyordum. Yine de beni geri çevirmedi. Elini belime yerleştirip beni yönlendirdi ve pistin ortasına çekti. Şimdi bakan herkes bizi rahatlıkla görebilirdi.
"Peki, nişanlınız Sait buna da bir şey demiyor mu Nehir Hanım?" Belimi kavrayıp beni daha yakınına çeken Ayaz'ın omzuna ellerimi yerleştirip gözümü gözlerine diktim. Bu kadar yakınken aslında benden çok daha uzun olduğunu anlamıştım. Benden uzun olması hoşuma gitti, bu duyguyu önemsemedim.
"Eski nişanlım, ayrıldık."
"Şimdi de geri dönmesi için kıskandırmaya çalışıyorsunuz öyle mi?"
"Hayır, ayrılan benim."
"O halde kaybettiğinin kıymetini anlamasını mı istediniz?" Bu cümleyi kurarken dişleri gıcırdamıştı. Ben de alkolün verdiği rahatlık hissiyle ona biraz daha yaklaştım.
"Aslına bakarsanız, umurumda olmadığını göstermeye çalışıyorum. Ona geri dönmek ya da kıskandırmak gibi bir niyetim yok. Gururumu toparlıyorum. Aldatılmak hoş bir duygu değil." Yalan söylemeyi sevmeyenlerdendim. Cidden gerekli değilse çoğu zaman gerçeği olduğu gibi dillendirir, yalancılardan nefret ederdim.
"Anlıyorum," deyip belimi tutan elinin baskısını arttırdı. Aramızdaki boşluk tamamen kapanırken göğsüm göğsüne yaslandı. "Yardımcı olabilirim, siz ne kadar isterseniz o kadar."
Abartmaya karar vererek yanağımı göğsüne yasladım. V yaka beyaz tişörtü inceydi. Kulağımı göğsüne yasladım ve deli gibi çarpan kalbinin sesiyle şaşkına döndüm. Kollarında olduğum için böylesine heyecanlı olmasına imkân var mıydı? Hem de bu kadar sakin ve umursamaz dururken... Önemsemese, en azından beklentisi olmasa beni Ahmet'ten kurtarmaya uğraşmayacağını biliyordum. Bakışlarımı yüzüne kaldırdım. İnat için değil de sırf kendimi denemek için bir ilişkiye girebilir miydim?
"Benden hoşlanıyor musun?" diyerek kar kadar soğuk gözlerine baktım. Cevap vermek yerine gözleriyle gözlerimi araştırdı.
"Benimle çıkmak ister misin?" diye fısıldadım. Der demez saçmaladığımı fark edip yüzümü uzaklaştırıp başımı sağa sola salladım. "Saçmalıyorum, sanırım fazla kaçırdım."
"İsterdim," diyerek belimi tutan ellerini çekti ve dansı durdurdu. Eli çeneme gitti. Yüzümü ona kaldırıp yutkunurken içten içe beni öpmeyi denememesi için dua ediyordum. "Ama bugün sevgili olup yarın ayrılacağın adamlardan değilim. Benimleysen benimlesindir."
"Nasıl?" deyip kalın dudağını hızlıca yalayan dilini takip ettim. Karnımda acayip bir ağrı vardı. Korkudan midem düğüm düğüm olmuştu. Bu adamda beni ürküten bir duruş vardı. Sebebini anlamıştım. Bu adamı tanımıyordum çünkü iş adamı ya da oyuncu falan değildi. Muhtemelen Burak'ın tanıdığı tiplerdendi. Ya da rahmetli babasının.
"Bak, seni tanımıyorum ve daha tanımadan öyle bir söz veremem," deyip dikleştim. İşin tuhaf yanı heyecanlanmıştım. Etrafımızdaki herkes dans ediyordu. Bizse diğerlerini umursamadan dikilmiş konuşuyorduk.
"Seni asla aldatmam, zarar vermem," deyip gözlerime bakmaya devam etti.
"Sıkılıncaya kadar," deyip geriledim.
"Ne istiyorsun Nehir Hanım? Evlilik teklifi mi?"
"Evlenmek bu kadar kötü bir şey mi? Bir evin, yuvan, çocukların olmasını istemekte bu kadar kötü olan ne var? Siz erkeklerin bununla derdi ne?" diye isyan ettim. Çevremdeki tüm erkekler evlilikten deli gibi korkuyor ya da kaçıyordu.
"Sadece sordum. Sevgili olmayı değil ama evlenmeyi kabul edeceğini mi söylüyorsun?"
"Evet?" dedim geri adım atacağından emin bir şekilde.
"Peki, Nehir Hanım, benimle evlenir misin?" deyip tek kaşını kaldırdı.
"Hayır dersem beni vuracak mısın?"
"Hayır Nehir Hanım," deyip gülümsedi.
"Şaka mı yapıyorsun?"
"Hayır Nehir Hanım." Durakladım ama kendime düşünmek için izin vermedim. Düşünürsem vazgeçecektim.
"Kabul ediyorum ama bazı şartlarım olacak," diye fısıldadım onu süzerken.
Şartlarımın neyle ilgili olduğunu anlamış gibi "Anlaşırız, belki aklınızın daha başınızda olduğu bir zaman," deyip hafifçe gülümsedi. İlk kez gülümsedi ve ben kalakaldım. Çok güzel gülümsüyordu. Ve beni ciddiye almıyordu. Alenen alay etmişti. Gerçi ben bile beni ciddiye almıyordum. Durup düşününce saçmaladığımı anlamıştım. Biri beni istemedi diye tanımadığım bir adamla evlenmeye niyetlenecek kadar gözümü karartmıştım. Belki de alkole düşündüğüm kadar dayanıklı değildim. Özellikle annemin kim olduğu düşünülürse...
"Geç olmadan evine bırakayım," deyip beni pistin ortasında bıraktı. Masaya gidip Caner'e eğildi ve birkaç kelime fısıldadı. Tabii ki ne dediğini duymadım ama o konuşurken Caner'in bakışları beni bulduğundan benimle ilgili konuşmuş olduğunu anlamam güç değildi. Caner saniyeler boyunca bana baktı ve sonra ona dönüp telaşla bir şeyler fısıldadı.
Her ne dediyse onun ardından bana bakış atan Ayaz omuz silkerek doğruldu. Çantamı alıp yeniden yanıma geldiğinde kısa bir an ne yapacağımı bilemeyerek dikildim.
İçimden bir ses acele ettiğimi ve başıma iş alacağımı söylüyordu.
Bir diğer ses ise Sait'ten intikam almak için fazla ileri gittiğimi. İkisini de dinlemedim, Sait'e değil kendime bir şeyler kanıtlamaya çalışıyordum. Onsuz da yapabilirdim!
Üçüncü ses beni ürküttü. Adam ne hoş yürüyor, diye fısıldarken cilveyle gülüyordu o ses. Vücut bulsa kirpiklerini kırpıştıracağından şüphem yoktu.
O ses bana ait olamazdı.