8

1951 Words
Ayberk sabah yüzündeki ağırlıkla uyandığında eli yüzüne gitti ve ince ayağı itti. Şirin uyurken yatakta ters dönmüştü ve ayağının biri kocasının yüzünde diğeri karnının üzerindeydi. Başı ve kolları yataktan aşağı sarkıyordu. Örtü üzerinden kaymıştı ve çıplak, zayıf bedeni pencereden sızan güneş ışığında parıldıyordu. Genç adam üzerindeki ayaklardan kurtulup kalktığında bir insanın nasıl bu şekilde uyuyabileceğini anlamaya çalışıyordu. Sessiz adımlarla banyoya geçip yıkandıktan sonra üzerini giydi ve karısının açılan üzerini örtüp odadan çıktı. Ailesi kahvaltıya yeni başlamıştı. Boş sandalyeye oturduğunda annesinin bakışları üzerindeydi. “Karın nerede?” “Uyuyor.” dedi rahatlıkla. “Örfümüzde adetimizde kadının kocadan sonra uyandığı nerede görülmüş?” Sakin kalmaya çalışıyordu ama annesi susmamakta kararlıydı. “İlk günden bu rahatlık nereden?” “Anne yeter!” diyerek elindeki çatalı sertçe masaya bıraktı. “Benim karım, benim sorumluluğum tek kelime etmeyeceksiniz. İsterse akşama kadar uyur karışmayacaksınız.” Oturduğu yerden geri kalktı. “Sabah sabah insanın boğazına dizdiniz lokmaları.” Masadakilerin bakışlarına aldırmadan evden çıktı. Geri dönmese olur muydu? Evdeki durumu unutmak için kendini işe verdi. Düşmanlarının el attığı yerlerdeki işleri yürütmeye çalışıyordu. Bu grup ülkelerine gelip işlere engel olmasaydı istemediği bu evliliği de yapmak zorunda kalmazdı. Şirin uyandığında öğleni geçmişti. Oyalanmadan duş alıp hazırlandı. Dün geceden kalma kasları biraz ağrıyordu. Kocasının hakkını vermeliydi. Sevişme konusunda fazla iyiydi. İçmesi gereken ilaçları susuz yutup odadan çıktı. Evde kim var kim yok bakmadan bahçeye adım attığında Rumeysa Hanım ile karşılaştı. Bakışları biraz sertti. “Kızım, kocan kalkıp evden gideli saatler oldu.” “Ee?” dedi umursamazca. “Eesi, erkenden kalkıp uğurlasaydın daha iyi olmaz mıydı?” Genç kız sesli bir kahkaha attı. “Giymesi için ceketini de tutayım mı? İstersen yanına bir de beslenme çantası hazırlayayım.” “Annen sana hiç terbiye verememiş.” “Annem dudağıma sigaramı elime içkimi verdi. Ayrıca beni gelin diye bu eve kocan getirdi diğer oğullarının gelinlerini de sen getirirsin istediğin gibi seçersin.” Rumeysa Hanım yanından geçip giderken söylenenleri kulak ardı edip bahçede ilerledi. Duyduğu havlama sesiyle başı kulübesinin yanındaki köpeğe çevrildi. Tüyleri bembeyaz kangal ırkı bir köpekti. Boyu fazla büyüktü. Doğrudan yanına adımladı. “Merhaba dostum.” Elini başına uzattı. Ev halkı dışındaki tüm yabancılara öfkeli olan bu köpek başını genç kıza uzatmış uysalca bekliyordu. Şirin kulübenin yanında yere oturduğunda tüylü dostuda yere arka ayakları üzerine oturdu. Dili dışarıdaydı. Sessizce soluyordu. “Bu evin içindekileri çok sevemedim. Özellikle kaynanam olacak kadın tam kaynana. Car car konuşup duruyor hiç susmuyor. Zincirini açsam gidip poposundan ısırır mısın?” Tüylü dostu başını yana eğip kesik bir ses çıkardı. “Ne demek yapamam? Sana on kilo yok yirmi kilo kemik alırım. Bir daha düşün.” Yanındaki başını ön patisinin altına aldı. “Sen de fos çıktın be. Boyundan posundan utan.” Bir anda havlayarak yanından fırladı ve zincirinin izin verdiği kadarıyla evden çıkana doğru koştu. “Naber oğlum?” diyen Tanju başını okşayıp öpücük bıraktı. “Sizi daha tanıştırmamıştık yanına nasıl yaklaştırmış?” Sorusu Şirin’eydi. “Çok uslu.” dedi genç kız. “Uslu mu? Yabancıları bıraksan parçalar. Zincirini açamıyoruz o yüzden. İlk defa biz tanıştırmadan birini yanına aldı.” “O da benim farkım.” Ellerini birbirine vurduğunda tüylü dostu koşarak yanına gitti ve oynamak için elini ağzına aldı. “Teklifimi kabul edecektin o zaman elim yerine aldığım kemikleri yerdin.” “Ne teklifi?” diyen Tanju’ya baktı. “Kaynanamın poposunu ısır yirmi kilo kemik alacağım dedim ama kabul etmedi.” Genç adam gülmeye başladı. “Senin kaynanan benim annem ya açıkça söylemesen daha iyiydi sanki.” “Niye? Yüzüne de söylerim. Kimseden korkmuyorum. Hem senin okulun yok mu? Bu saatte neden evdesin?” “Bugün hafta sonu ya yenge o yüzden olabilir mi? Zaten bu son hafta gitmesem de olur.” “Olabilir sen de haklısın.” Başı yanındaki köpeğe çevrildi. “Senin adın ne söyle bakayım?” “Tuz.” diye cevabı Tanju verdi. Şirin tüylü başı okşadı. “Kaynanamdan uzak dur beni görünce tansiyonları fırlıyor bir de sen üzerine tuz serpme.” Ayağa kalktı. “Evin garajı nerede? Babam motosikletimi gönderecekti.” “Sağ taraftan arkaya git girişi görürsün. Dışarı çıkacaksan beni de atsana.” “İyi gel.” dediğinde birlikte garaja doğru ilerlediler. İçeri girdiğinde bir süre arabalara bakındı sonra motosikletini gördü. O tarafa yürürken yanından geçtiği arabayla adımlarını durdurdu. Koyu kırmızı, klasik model bir arabaydı. Kendisinden yaşlı olmalıydı. Temizdi ve parıldıyordu. “Bu mükemmel. Hanginizin?” dediğinde Tanju gülümseyerek arabanın üzerine hafifçe vurdu. “Kocanın. Ağabeyim klasik arabalara çok düşkündür ama bu araba onun göz bebeğidir. Asla birinin sürmesine izin vermez. Bakımlarını kendi özenle yaptırır. Bir kez yanına binmeme izin vermişti onu da yalvar yakar ancak kabul ettirebilmiştim. Yani yenge istediğin arabayı al, sür, kullan ama bundan uzak dur.” “Ama sen böyle söyleyince benim bunu süresim geldi.” Parıldayan arabaya hayranlıkla bakıyordu. “Yasaklar cezbeder ama cidden uzak dur. Mayınlı bölgeye girme.” Şirin daha fazla üstelemedi. Motosikletine oturduğunda diğeri de arkasına yerleşti. Tanju'nun arkadaşlarıyla buluşacağı halı sahanın önünde durduğunda onun yaşlarında birkaç çocuk yanlarına geldi. “Furkan su koyverdi gelmedi.” dedi içlerinden biri. “Hadi be. Sayı eksik mi kaldı?” Tanju motosikletten indi. Osman, “Maalesef.” diyerek araya girdi. “Oynayacak adam lazımsa geleyim?” diyen Şirin ile bakışlar üzerine çevrildi. “Güldürme bizi yenge.” diyen Tanju’nun başına bir şaplak attı. “Tek başıma hepinizin hakkından gelirim.” “Hiçbir şey yapmasa da olur en azından sayıyı tamamlarız.” Burak’ın önerisini diğerleri de kabul etti. Maç başlayana kadar Şirin yakın bir mağazadan kıyafet ayarlamıştı. Dışarıda yapacak bir işi yoktu sadece evden uzaklaşmak için çıkmıştı. Biraz vakit geçiririm diye düşünüyordu. “Ağabeyim beni öldürecek.” diyen ile güldü. “Ağabeyin bir deliyle uğraşılmayacağını bilecek kadar akıllı bir insan.” Tanju alaycı bir ses çıkardı. “Ama ben deli değilim ve seni bu kadar erkeğin arasında maç oynattığımı öğrenirse çok kızar.” Şirin onun aksine rahattı. “Erkek dediğin de hepiniz on yedi on sekiz yaşlarındasınız. Ayrıca kimsenin kısıtlamasına girmem.” Maç başladığında ilk anlarda Şirin’i pek dikkate almamışlardı ama oynamasını görünce kaçınmaya başlamışlardı. Hepsinden daha sert ve iyi oynuyordu. Golleri ard arda kaleye gönderiyordu. Maç bittiğinde yenmiş olsalar da tatlıları O ısmarlamıştı. Yaşları küçüktü ama hepsiyle muhabbeti kurmuştu. Eve dönene kadar çoktan akşam olmuştu. Motosikletten inerken Tanju konuşuyordu. “Ben ağabeyime çok sert oynuyor derdim ama sen de ondan farklı değilsin.” “Erkek kardeşim yok ama babamın elinde büyüdüm ve genelde Özvarlardan Yusuf ile takılırdım. Kız ortamından çok erkek ortamına girmişimdir. Hele kart oyunlarında bir hile yaparım karşımdakinin ruhu duymaz.” Birlikte eve doğru yürüdüler. “Ağabeyimin tam zıddısın. Öyle oyunlarda bile fazla namusludur.” Eve girdiklerinde içeride bir karmaşa vardı. Rumeysa Hanım geliniyle küçük oğlunu gördüğünde yine söylenmeye başlamıştı. ‘’Gelin diye oğluma eş aldığımız kadına bak. Kocası ölümlerden dönsün o sokaklarda sürtsün.’’ ‘’Bir daha bana laf söylersen büyüğümsün demem yolarım o saçlarını.’’ Şirin karşısındakinin üzerine yürüdüğünde Tanju araya girip engel oldu. ‘’Anne yapma.’’ dediğinde yengesine baktı. ‘’Yenge sen de bir adım geri at.’’ Genç kız, ‘’Ne haliniz varsa görün.’’ diyerek merdivenleri üçer üçer çıkıp odaya girdiğinde kocasını yatakta yarı çıplak halde uyurken bulmuştu. Karnı bandajla sarılmıştı ve belli bir noktada kırmızılık parlıyordu. Evde yokken neler olmuştu? Uyandırmamak için sessizce odadan çıktı ve Cavit Titan’ın olduğu yeri buldu. Birileriyle bağırarak konuşuyordu. Telefon konuşması bitene kadar bekledi. ‘’Kim yaptı?’’ dedi. Yüzündeki ciddiyet çok nadir ortaya çıkardı. ‘’İşlerimize el uzatan yabancılar. Bütün ailelerin bölgelerine teker teker giriyorlar ve fazla güçlüler baş edemiyoruz. Ya birlikt olup toplu saldıracağız ya da yok olup gideceğiz. Sizi keyfimizden evlendirmedik. Herkes gücü eline alıp diğer ailelerin lideri olmaya çalışıyordu ve bu şekilde devam etseydi onlara kalmadan birbirimizi bitirecektik. Sizinle birlikte güç babanla benim elime geçti ve diğerleri söylediklerimize boyun eğmek zorunda.’’ ‘’Cavit Bey, çok küçük yaşta babamla işlerin başına geçtim. Bu konularda acemi ya da bilgisiz değilim ve evlenmek için babamla anlaştığım konulardan biri tekrar işleri devralacağımdı yani her ne karar alınıyorsa benden habersiz alınmayacak yoksa ortalığı öyle bir karıştırırım ki beni bu eve getirdiğinize pişman olursunuz.’’ Diğeri dikkatlice dinliyordu. ‘’Başına buyruk hareket etme bozuşuruz.’’ dediğinde bir süre birbirlerine baktılar sonra genç kız tek kelime etmeden odadan çıktı ve kimseye haber vermeden motosikletine atlayıp babasının evine geldi. İçeri girdiğinde babasını da Cavit Bey gibi buldu. ‘’Sen neden kocanın yanında değilsin?’’ dediğinde öfkesi belliydi. Şirin iki elini de önündeki masaya sertçe vurdu. ‘’Evlenip geri döneceğim dediğimde işleri de devralacağım demiştim. Artık zamanı geldi. Seveyim ya da sevmeyeyim kimse aileme el uzatamaz.’’ ‘’Şirin, uzatma. Karşımızdaki düşman diğer aileler gibi değil.’’ ‘’Baba!’’ dediğinde ikisi de öfkeliydi. ‘’Her şey eskisi gibi olacak. Sizleri iyi biliyorum. Bu saldırıya karşılık vermeden durmazsınız. Büyükler toplantısı ne zaman olacak söyleyeceksin ve geleceğim.’’ ‘’Bilmiyorum. Saldırı bugün oldu henüz konuşamadık. Ayrıca bana soracağına git kayınbabana sor artık o ailenin bir üyesisin.’’ Aralarında duran masanın üzerine çıkıp dizinin üzerinde durdu. Yüzü babasına çok yakındı. ‘’Benim tepemi attırma hunilerimi sererim önüne geldiğim yere geri döneyim diye dizlerin üzerinde yalvarırsın.’’ ‘’Seni doğduğun gün evlatlık vermeliydim. Yaka silktirtmediğin gün yok.’’ ‘’Keşke verseydin.’’ Masadan inip kapıyı çarpıp çıktı. Annesiyle göz göze gelse de tek kelime konuşmadı. Motosikletine binip geri döndü. Odaya çıktığında kocası hala uyuyordu. Kıyafetlerini değiştiğinde Ayberk’in üzerindeki örtüyü düzeltti ve yastığını alıp kenardaki koltuğa yattı. Kendi uyumasını biliyordu. Fazla hareket ediyordu ve çok deli yatıyordu. Yanında olursa yarasına zarar vermesi kaçınılmaz olurdu. Uyumak için gözlerini kapattığında başlayan ağrıyla bir sağa bir sola dönüp dursa da ne yaparsa yapsın ağrının iğnesiz geçmeyeceğini biliyordu. Bu halde araba ya da motosiklet süremezdi. Telefonundan İkra’nın numarasını bulup aradı ve yardım etmesini istedi. Ondan başka sırrını bilen tek kişi doktoruydu. Evden çıkarken yine kaynanasına yakalanmıştı. Gece dışarı çıkıp eğleneceğini sanmıştı. Acısını belli etmemek için dişini sıkıyordu. ‘’Seni ne ilgilendirir?’’ dedi karşısındaki kadına. ‘’Canım istedi biraz âlemlere akıp kafa bulacağım. Çok istiyorsan kendine gelince oğluna şikâyet edersin.’’ Arkasını dönüp evden çıktı ve bahçenin dışında bekleyen arabaya kendini güç bela attı. ‘’Doktora haber verdin mi?’’ ‘’Evet aradım hastaneye gelecek.’’ Yola çıktıklarında ağrıdan kıvranıyordu. ‘’Şirin Hanım, neden kocanızdan saklıyorsunuz? Aynı evin içinde elbet bir gün anlayacak.’’ ‘’Kapa çeneni İkra.’’ Ayağını torpido gözüne dayamış olduğu yerde iki büklüm kalmıştı. ‘’Kimse bilmeyecek.’’ Hastaneye geldiklerinde Yeşim Doktor her zamanki ilaçları yapıp ağrısını dindirmişti. ‘’Şirin, yeterli su içiyor musun?’’ Hastası sessiz kalınca cevabını almıştı. ‘’Böyle devam et tamam mı? Birkaç ay içinde böbreğin tamamen iflas etsin. Sakın yemek yeme ve su içme. Aynen devam.’’ İğneleyici sözleriyle genç kız yattığı yerde sessizdi. Çektiği acı yeterince yormuştu. Daha önce defalarca dayak yemiş, iki kez de vurulmuştu ama hiçbiri böbrek ağrısı kadar ağrı vermiyordu. Doktoru, ‘’Kalk kilona bakacağım.’’ diyerek zorla yattığı yerden kaldırmıştı. Tartıya çıktığında kırk iki kilo gelmişti. ‘’Son geldiğinde kırk beş kiloydun. Üç kilo daha vermişsin. Böbreğin öldürmese de açlıktan öleceksin.’’ ‘’Yeter Doktor söylenip durma. Hiçbir zaman yaşamak istediğimi dile getirmedim. Öleceksem öleyim de kurtulayım bir an önce.’’ Gitmek için dışarı çıktı. İkra’da onu takip edecekken doktor kolundan tutup durdurdu. ‘’İkra, böyle devam ederse gerçekten ölecek. Kan tahlilleri berbat durumda. Sürekli kilo veriyor. Yemek yemiyor, su içmiyor. Böbreği git gide kötüye gidiyor. Bu kız daha yirmi beş yaşında bu kadar acı için çok genç. Çıkan haberlerde evlendiğini gördüm. Buraya seninle geldiğine göre kocasından da durumu saklıyor demektir. Ona iyilik yapmak istiyorsan haberi olmasını sağla. Çok kızacaktır ama belki hayatını bu şekilde kurtarabiliriz.’’ İkra bunun farkındaydı ama patronunun tepkisi de ortadaydı. ‘’Kocasına söylersem kendisinden önce beni öldürür.’’ ‘’Söylediklerimi bir düşün.’’ Doktorun sözlerinin ardından o da dışarı çıktı. Arabaya oturduklarında gaza bastı. Şirin sessiz adımlarla odaya girdiğinde kocası hala uyuyordu. İlaçlardan kaynaklı uykusu derindi ve uyanıp karısının yokluğunu fark etmemişti. Dinlenebilmek için koltuğa yattı. Kendi bile farkında değildi ama karşılarındaki düşmanın üzerine tek başına gitmeye istekliydi. Tehlikeli olan her işe gözü kapalı atlardı. Ölüme gitmeye o kadar hevesliydi ki düşlediği tek şey havada süzülen kurşunlarla dans etmekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD