…
İlk iş günümü sorunsuz bitirmiştim. Çıkışta da Berna ile yeni işimi kutlamak için yemeğe gelmiştik. ‘’Senin yüzünden başka yerde yemek yiyemiyoruz.’’ diye başlamıştı sitem etmeye. Ben ne yapabilirdim ki? Zeytinyağlı enginar yapmayan bir restorana gitmek istemiyordum. Yemek zevkim biraz garip olabilirdi ama seviyordum işte.
‘’Ee, var mı yakışıklı birileri?’’ dediğinde güldüm.
‘’Aman Berna ilk günden erkekleri mi süzeyim? İşi öğrenmeye çalışmaktan başka bir şey yapmadım.’’
‘’Sana bir hafta veriyorum bir hafta sonra erkeklere bakmaya başla zengin birini bulursan da bana haber ver.’’
Sözleriyle gülerek enginardan bir parça ağzıma attım. ‘’Olur bakarım.’’
Aceleye getirmeden keyifle yemeğimizi yedik ve sonra evlerimize döndük. Pek uykuya ihtiyaç duyan biri değildim. Geç saate kadar televizyon, kitap takılıp yatağa öyle girdim.
Sabah alarm çalmadan uyanmıştım. Zamanım olduğu için güzel bir kahvaltı yaptım ve sonra dolaptan ütüleyip hazırladığım pantolon ve gömlekten oluşan takımımı alıp giydim. Ayna karşısında belime kadar inen saçlarıma üşenmeden maşa yaptım ve tabiki makyajımı unutmadım. Mavi gözlerimin güzelliğini ortaya çıkarmayı severdim. Pembe simli rujumu da sürdüğümde çantamı alıp evden çıktım.
Giyim, makyaj bu kadar özenip dolmuşa binmek de anca biz fakirlerin yapacağı bir eylemdi. Şirkete girdiğimde asansöre yöneldim. Kapısını kapanırken görünce koşmaya başladım. Çantamı uzatıp son anda kapıyı durdurabildim. İçeri girdiğimde elleri cebinde asansörü durdurduğum için biraz sert bakan adamla göz göze geldik. ‘’Özür dilerim.’’ dedim on beşinci katın düğmesine basarken.
‘’Burada mı çalışıyorsun?’’ diye sordu. Sesi görünüşü kadar sert değildi.
‘’Evet dün başladım. Halkla ilişkiler bölümündeyim peki siz?’’ İnsanlarla iletişim kurmada zorlanmazdım.
‘’Tanıdık ziyareti.’’ dedi rahatça. Elleri hala cebindeydi.
Çantamdan çıkardığım personel kimlik kartımı yakama takarken gözleri üzerimden taktığım karta kaydı. On beşinci katta durduğunda ‘’İyi günler.’’ diyerek asansörden indim.
Öğlene kadar aralıksız çalışmıştım çünkü hala işi kavramaya çalışıyordum ve yapmam biraz uzun sürüyordu. Saat on ikiyi gösterdiğinde mola vermek üzereyken masamın diğer tarafındaki sandalyeye gelip oturana baktım. ‘’Kahveni içmeye geldim.’’ dedi rahatça. Asansörde karşılaştığım yabancıydı.
‘’Sanırım yanlış geldiniz. Ziyaret edeceğiniz tanıdık olmadığıma eminim.’’ Önümdeki dosyayı kapatıp çekmeceye koydum ve kapattım.
‘’Tanışırsak bundan sonra ziyaret edeceğim sen olursun.’’
‘’Yolu bulamadıysanız çıkışa kadar eşlik edeyim.’’ Sandalyeden kalktım ve çantamı aldım. ‘’Buyrun!’’ dediğimde gülerek oturduğu yerden kalktı. Adamın boyu bir seksen falan olmalıydı yanında ufacık kalmıştım. Yürürken sessizce yanımda geliyordu. Asansöre binip giriş kata indik.
Kapıya doğru yürürken neden diğer çalışanlar başlarıyla selam verip duruyordu? Beni tanımadıklarına emindim. Neyse kapıdan çıktığımızda ‘’Bundan sonra yolunuzu bulabilirsiniz.’’ dedim ve yolun karşısına geçip dün geldiğim cafeye girdim.
Çalışmaktan yorulmuş beynimi dinlendirmemin en güzel yolu yemek yemekti. Hamburger sipariş verip zaman geçirmek için telefonla uğraşmaya başladım. Siparişim geldiğinde büyük bir ısırık aldım. Dudağımın kenarına bulaşan ketçabı silerken yabancı yine gelip masama oturdu ve kahve sipariş verdi.
‘’Evinin yolunu kaybettiysen polise git oraya götüremem.’’ dedim.
‘’Kalbimin yolunu kaybettim.’’ Garson kahvesini önüne bıraktığında bir yudum aldı. Bakışları haylaz bir çocuk gibiydi.
‘’Ben navigasyon değilim.’’ Hamburgerimden büyük bir ısırık daha aldım.
‘’Öyle mi? Mavi boncuklarını üzerime çevirmeden önce getirilerini düşünmeliydin.’’ Sözleriyle lokma boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Yanıma gelip sırtıma vurduğunda elini ittim.
‘’Kafayı mı yedin? Ne mavi boncuğundan bahsediyorsun?’’
Sandalyeyi çekip yanıma oturdu. Gözlerini gözlerime kilitlemişti. ‘’Güzel gözlerindeki mavi boncuktan bahsediyorum.’’ Elini uzattı. ‘’Can!’’ dediğinde bir an hareketsiz kaldım.
Lanet adam çok güzel bakıyordu. Uzattığı elini tuttum. ‘’Hilal.’’
Hamburgerimi bitirene kadar biraz sohbet etmiştik. Muhabbeti güzeldi. Enerjimiz uymuştu. Kolumdaki saate baktığımda oturduğum yerden kalktım. ‘’İşe dönmem gerek.’’
‘’Daha sonra görüşür müyüz?’’ diye sordu.
‘’Bilmem olabilir.’’ dedim ve yanından uzaklaştım.
Kasaya hesabı ödeyeceğim de karşımdaki ‘’Hesabınız ödendi Efendim.’’ dedi.
‘’Anlamadım? Kim ödedi?’’
‘’Can Bey ödedi.’’
Başımı çevirip masada oturan adama baktım. Gülerek el salladı. Tepki vermeden kafeden çıktım. Adını bile bildiklerine göre buraya sık sık geliyor olmalıydı.
Sakin geçen iş saatini bitirip eve geldiğimde yemek yaparken kapı çalınca gidip açtım. Karşımda Can’ı görünce şaşkınlığında şaşkınlığını yaşıyordum. ‘’Sen evimi nasıl buldun?’’ dedim.
‘’Şirketteki kayıtlarından.’’
‘’Bilgilerimi sana nasıl verirler? Bu suç?’’ Fazlasıyla öfkelenmiştim. Bu bilgiler gizliydi önlerine gelene gösteremezlerdi.
‘’Gittim, istedim ve aldım. Gelebilir miyim?’’
‘’Tabi ki hayır.’’ dedim sertçe. ‘’Babanın şirketi gibi elini kolunu sallayarak girip bilgilerimi alamazsın.’’
‘’Elimi kolumu sallayarak girip bilgilerini alabilirim çünkü babamın şirketi.’’
Öfkem tekrar şaşkınlıkla yer değiştirmiş. O yüzden mi yanından geçtiğimiz herkes selam vermişti? ‘’Tanıdık ziyareti demiştin?’’
‘’Evet, babamın yanına gelmiştim. Sonuçta tanıdık.’’ Yüzünden gülümsemesi hiç silinmiyordu. ‘’Artık gelebilir miyim?’’
Şaşkınlıktan tam düşünemiyor olacaktım ki kapıyı tamamen açıp girmesine izin vermiştim. Doğrudan mutfağa geçmiş masanın kenarındaki sandalyeye yerleşmişti. Kapıyı kapatıp mutfağa geldiğimde o rahatlığını asla bozmamıştı. ‘’Elinden hangi yemeği yiyeceğim?’’ Yüzüme baktığında gülmeye başladı. ‘’Neden bu kadar şaşırdın anlayamıyorum?’’
‘’Zeynel Bey’in baban olduğunu söylemeliydin!’’
‘’Babamın kim olduğunu sormadın ki!’’ Eliyle ocağı işaret etti. ‘’Sanırım yanıyor.’’
Ocağa doğru koşup tencerenin kapağını açtığımda duman her yeri sardı. Yanıyor değil yanmıştı. Daha fazla yapışmaması için musluğun altına götürüp su doldurdum. Çıkan ses mutfağı doldurdu. İçeriyi havalandırmak için balkon kapısını açtım.
‘’Tüh! Ben de elinden yemek yerim diye bir ümit gelmiştim ama artık ne yapalım dışarıdan söyleriz.’’ Telefonunu çıkarmış numaralara basıyordu. ‘’Pizza söylüyorum.’’ Bu adamın rahatlığı nereden geliyordu?
‘’Gitsene kendi evine.’’ dedim tersleyerek.
‘’Sen o mavi boncuklarınla bana öyle bakarken nasıl gidebilirim ki?’’
Söylediği gibi gitmedi. Pizzaları birlikte yedik ve muhabbetimiz ilerledikçe ilerledi. En sonunda telefonunu uzattı. ‘’Numaranı verir misin? Arkadaşlığımızı ilerletmek istiyorum.’’ diye açıkça söyledi.
Hepsi tamam ama numaramı istiyorsa biraz zorlayacaktım. Saat gece yarısını geçmişti. ‘’Bana bu saatte zeytinyağlı enginar bulup getir numaramı vereyim.’’ dedim.
Yüzüme bir bakış attı sanki uzaya git demiştim. ‘’Bu saatte mi?’’
‘’Arkadaşım olmak istiyorsan getirilerini karşılaman gerek.’’
‘’Peki.’’ dedi ve telefonu elinde balkona çıktı. Birileriyle telefondan konuşup geri döndü. ‘’Bana bir saat ver. Bir saat sonra o enginarını yiyor olacaksın.’’
‘’Göreceğiz.’’ dedim gülerek.
Bir saat dolmak üzereyken kapı vuruldu. Benim açmama izin vermeden kendi gidip açtı ve elinde poşetle geri döndü. ‘’Al bakalım.’’ dediğinde poşetteki paketi çıkardım ve açtım. Cidden bu saatte bir telefonla zeytinyağlı enginar bulmuştu.
‘’Şaka mısın?’’ dediğimde güldü ve telefonunu uzattı.
‘’Numaranı istiyorum.’’
Telefonunu alıp numaramı yazıp verdim. Yanıma oturduğunda kaydederken nasıl yazdığını görmüştüm. ‘Boncuk Gözlüm’
Hepsi tamam da sondaki ‘m’ harfi neden vardı? Ne ara gözlerim onun olmuştu? Daha bugün tanışmıştık.
Evden gittiğinde başımı yastığa koyunca tekrar uyku tutmamıştı. Garip bir ruh haline girmiştim ama bu kötü değildi. Kendimi mutlu hissettiren türdendi.
~~~~
İşten çıktığımda karşımda Can’ı bulmuştum. ‘’Selam!’’ dediğinde aynı şekilde karşılık verdim. ‘’Akşam yemeğini beraber yeriz diye düşünmüştüm.’’
‘’Olur.’’ dedim itiraz etmeden. Evime geldiği günden sonra beş gün geçmişti ve bu sürede arkadaşlığımızı sağlamlaştıracak kadar mesajlaşmıştık.
Arabasına bindiğimizde çok şık bir restorana getirdi. ‘’Hoş geldiniz Can Bey!’’ diyen adam bizi boş bir masaya götürdü. Can oturacağım sandalyeyi çekince ‘’Teşekkür ederim.’’ diyerek oturdum.
Menüye baktığımda yazanlardan hiçbir şey anlamamıştım. ‘’Siparişi sen ver.’’ dedim. ‘’Burada yazanlardan sadece ‘water’ kelimesini anladım.’’
Sözlerimle gülerek garsonu çağırdı ve siparişleri verdi. Ne istediğini bilmiyordum ama beğenmezsem yemezdim olur biterdi.
Sohbet ederken siparişler gelince masaya konan yemeklere baktım. Benim tarafıma bırakılan tabaklardan birinde enginar vardı. Ağzıma hızlıca bir lokma attım. Günde üç öğün yesem bıkmazdım. Diğer tabaklardaki yemekler biraz garip gelmişti. Tamam et olduğunu anlamıştım da çiğ miydi o? Zaten tabaklardaki her yemek kuş midesi kadar minnacıktı. Bunlarla doyulmazdı ki?
‘’Bu et çiğ.’’ dedim tabağa bakarken.
‘’Sadece az pişmiş.’’
‘’Nasıl az pişmiş çiğ işte baksana.’’ Çatalımla bir tanesini kaldırıp gösterdim. ‘’Ayrıca o kadar inceki tül perde gibi seni arkasından bakınca görebiliyorum.’’
Tuttuğum çatala uzanıp eti ağzına aldı. ‘’Elinden yemek daha lezzetli.’’ Kendi çatalına diğer et parçasını doladı ve dudaklarıma uzattı. ‘’Tadına bak.’’
‘’Hayır, çiğ bu.’’ dediğimde ısrarla çatalı uzatmaya devam etti.
‘’Bu kadar önyargıyla yaklaşma.’’ Beğenmeyeceğimden emin ağzıma alıp kesin kusacağım diyerek çiğnedim ama yüzüme hoşnut bir ifade yayıldı. Tadı güzeldi. Farklı bir aroması vardı. Çiğ et gibi değildi.
‘’Güzelmiş.’’ dediğimde tebessüm etti.
‘’Önyargıyla yaklaşma demiştim.’’
‘’Yemek yemeyi severim ama yabancı tatlara açık değilim. Bildiklerimden şaşmam.’’ Enginarımdan yemeye devam ettim.
‘’O zaman seninle bir anlaşma yapalım. Her hafta seni farklı bir yere yemeğe götüreceğim ve itiraz etmeden istediğim yerde istediğim yemeği yiyeceksin. Şu önyargılarını kıralım.’’
‘’Çiğ etten kötü olacaksa istemem.’’ dedim gülerek.
O da güldü. ‘’Şimdiden yan çizme.’’
Ellerimi havaya kaldırdım. ‘’Peki teslim oluyorum ama sadece haftada bir gün diğer günler enginarımı yiyeceğim.’’
‘’Anlaştık.’’ dedi.
Yemeğimizi bitirip tatlıya geçtiğimizde biraz fazla kaçırmıştım ki benim gibi şeker hastası biri için bu büyük bir hataydı. Kendimi pek iyi hissetmiyordum. ‘’Kalkalım mı?’’ dedim. Ses tonumdan anlamış olacak ki ‘’Tamam.’’ dedi ve sessizce restorandan çıktık.
Arabasına bindiğimde çantamdan şeker ölçüm cihazımı çıkardım. Parmağımın ucuna iğneyi batırdığımda çıkan ilk kanı silip tekrar kan çıkması için parmağımı hafifçe sıktım. Kanım cihazla buluştuğunda birkaç saniye sonra beliren rakamla hızlıca iğnemi buldum ve gömleğimin kolunu sıyırıp kolumdan vurdum. Çok yükselmişti ve önlemini almazsam komaya girerdim.
Can sessizce beni izliyordu. ‘’İğne ne içindi?’’ dedi.
‘’Şeker hastasıyım. Tatlıyı fazla kaçırdım.’’
‘’Hastaneye götürmemi ister misin?’’ diye sorduğunda başımı hayır anlamında salladım.
‘’Çocukluğumdan beri var. Alışkınım. Eve gidene kadar iğne etkisini göstermiş olur.’’ Kendimi şu an iyi hissetmiyordum ama sadece ilaç etki edene kadar beklemem gerekiyordu.
…
Açılan kapının sesiyle uyanan genç adam bir süre etrafına bakındı. Çalışma odasında kitabı okurken uyuyaklamıştı. ‘’Özür dilerim Efendim bu saatte boş olur diye temizlemek için gelmiştim.’’
Şükran Hanım’a başını salladı. ‘’İşinizi yapın lütfen.’’ Kitabı masanın çekmecesine koyup çalışma odasından kendi odasına çıktı.
Karısı hala uyuyordu. Güzel yüzünü izlerken aklı okuduğu sayfalardaydı. İkra, karın bu kitapta saklı, demişti. Okuduklarında Şirin ile bağdaştırdığı hiçbir şey yoktu. Hilal normal bir vatandaştı ama karısı bir mafya babasının kızı olarak payına düşen hayatı yaşıyordu. Hilal sürekli yemek yiyordu ama karısı bayılana kadar aç kalıyordu. Uyku konusunda da çok zıtlardı. Karısı Hilal’in aksine saatlerce uyuyordu. Eh gözleride mavi değildi ama ikisinde de bir sağlık sorunu vardı. Sürekli yanlarında iğneyle dolaşıyorlardı.
Düşünceleri birbirine girmişti. Şirin kendi hayatını başka bir hayatın arkasına gizleyerek mi yazmıştı? Eğer durum buysa geçmişte aşık olduğu biri olmalıydı? Ne olursa olsun yemek yemeyi unutması normal değildi. Bunun bir sebebi olmalıydı. Kafaya koymuştu sebebini öğrenecekti. O kitabı da en kısa zamanda okuyup bitirecekti.
Karısını uyurken seyretti. Beraber iki kez teslimata çıkmışlardı ve ikisinde de çatışmak zorunda kalmışlardı. Yusuf ikisinde de karısının yanındaydı. Aralarındaki iletişimi gördükçe karısını hiç tanımıyormuş hissine kapılıyordu. Onunla sohbet ederken ne deliliği kalıyordu ne de aşırı konuşmaları. Sadece deli dolu bir kız oluyordu ve o anlarda yüzündeki gülümseme bile güzelleşiyordu.
Kahvaltı saati geldiğinde karısını güç bela uyandırdı. ‘’Kalk hadi.’’ diyerek çekiştirdi.
‘’Sabah sabah sevişelim diye mi uyandırıyorsun? Ne olur çok uykum var daha sonra söz üç kez vereceğim.’’
‘’Başlatma şimdi sevişmene de kalk. Kahvaltıyı beraber yapacağız.’’
Şirin örtüyle birlikte dertop oldu. ‘’Yemek yemek için uykudan mı kalkılırmış? Yiyeceksen git ye benden ne istiyorsun?’’
‘’Şirin!’’ dediğinde bağırmıştı. ‘’Bir daha saçma sapan diyet diye aç kaldığını görmeyeceğim. Yemezsen zorla yediririm.’’ İkra ile konuşmalarını kendine saklayacaktı. Aralarında sevgi dolu bir iletişim yoktu bu yüzden Şirin asla gerçekleri ona söylemezdi.
Karısını yataktan çekip kaldırdı ama bu defa başını göğsüne koyup uyumaya devam etti. En sonunda omzuna atıp banyoya götürdü ve başını soğuk suya soktu. Kaçmaya çalıştığında engel oldu. ‘’Her sabah kahvaltı saatinde kalkıp o masaya benimle oturacaksın. Sonra uyumak istersen yine yatar uyursun.’’
Başıyla beraber pijaması da ıslanmıştı ama kocası elini bırakmadan biraz çekiştirerek biraz sürükleyerek odadan çıkardı. Yemek odasına indirdiğinde sandalyeye omuzlarından bastırarak oturttu. Masanın etrafında oturan ailesi garip garip ikiliye bakıyordu. Annesi tam ağzını açacakken parmağı havaya kalktı. ‘’Tek kelime eden olursa kapının önüne koyarım.’’ Oturduğu yerde uyuklayan karısının eline çatalı tutuşturdu. ‘’Sen de kahvaltını yap beni çileden çıkarma.’’
Tanju oturduğu yerden Şirin’e doğru eğildi. ‘’Yenge, ağabeyimi böyle delirtecek ne yaptın? Öfke damarı patlamış yine.’’
Genç kız uykulu gözlerle konuşana baktı. ‘’Bana deli diyorlar da senin ağabeyin benden de deli. Benim üç hunim varsa onun beş tane var.’’
‘’O çeneni konuşmak için değil yiyecekleri çiğnemek için kullan.’’ Ayberk karısının tabağını yiyeceklerle doldurmuştu. ‘’Yiyor musun zorla ağzına tepeyim mi?’’
‘’İyi be!’’ diyen Şirin ağzına bir lokma aldı. ‘’Yiyoruz işte, ateşini söndür bağırıp durma yoksa ben söndüreceğim.’’ Başından akan sular üzerini ıslatmaya devam ediyordu. Kahvaltısını yapıyordu ama arada başı kocasının omzuna düşüyordu ve uykulu gözleri kapanıyordu. Her defasında kocası başını geri itip, ‘’Uyuma, ye!’’ diye bağırıyordu.
Midesini zorla tıka basa doldurana kadar yedirtmişti. ‘’Şimdi uyuyacaksan gidip uyu. Ben de iş için gidiyorum ama öğlen nerede olursan ol yemekte görüşeceğiz.’’ diyerek sandalyeden kalktı.
Şirin diğerlerini umursamadan boşalan sandalyeye doğru yattığında elini havaya kaldırıp salladı. ‘’Güle güle.’’ der demez uykuya geçmişti.
‘’Büyüyeğe de saygısı yok.’’ diyen Rumeysa Hanım masadan kalkıp giderken onu Cavit Bey takip etti.
Enes, ağabeyine baktı. ‘’Bırakacak mısın burada?’’
Ayberk sandalye üzerinde uyuyan karısına bir bakış attı. ‘’Evet, dokunmayın. Sabahları kalkıp kahvaltı yapmayı öyle ya da böyle öğrenecek.’’ Arkasını dönüp gitti.