Saldırının üzerinden iki hafta geçmişti. Enes taburcu olup eve gelmişti ve hayat şimdilik sorunsuz devam ediyordu. Düşman sessizdi. Şirin ise hepsinin aksine düşmanı unutmuş kendi çektiği acılara gömülmüştü. Diyalize girmeye hem psikolojik olarak hem de fiziksel olarak dayanamıyordu. Sürekli kusuyor, uykusuz geceler geçiriyor, güçsüz bedenini ayakta tutmakta zorlanıyordu.
Dört saatin iki saatini kusmakla geçirdiği diyaliz seansı bitince taksiye kendini zor atmıştı. Artık bitsin istiyordu. Devam edecek gücü kalmamıştı. Yol üstünde taksiyi durdurup iki poşet dolusu içki ve sigara alarak geri döndü.
Eve geldiğinde elindekileri ayakkabılığa sakladı ve zile bastı. Zeliha içeri aldığında salondaki koltuğa kendini bırakmıştı. Gelen yemeği zorla yedi. ‘’Yatıp uyuyacağım. Sen de artık git evine daha fazla bekleme.’’
‘’Peki Şirin Hanım, sabah görüşürüz.’’
Genç kız gittiğinde sakladığı içkileri eve aldı ve salondaki alçak masanın yanında yere çöktü. Hep yaptığı gibi yaşadığı her anı yazdı. Yazarken hem içkiyi hem de sigarayı aralıksız içiyordu. Bir yerden sonra bu içkilerin onu öldüreceğini biliyordu böbreği kaldıramazdı imkanı yoktu.
Yazmayı bitirdiğinde öncekilerde yaptığı gibi yakmadı. Yaşarken kimseye anlatamamıştı ama öldüğünde birileri gerçekleri tam olarak öğrensin istiyordu.
İçkiler etkisini göstermeye başladığında sonunda başı masanın üzerine düştü ve kendinden geçti.
~~~~
Eve sessizlik çöktüğünde Ayberk çalışma odasına kapanıp kitabın kalan sayfalarını okumaya başladı. Sona yaklaşmıştı. Birçok ülke gezmiş, birçok garip yiyecek denemişlerdi. Karısını üzen şey her neyse artık öğrenme zamanı gelmişti.
...
Her şey sıradandı. Yeni bir ülkeye gitmek için uçak biletlerini ayarlamıştık. Dışarıda güzel romantik bir yemek yiyorduk. Sıradan sohbetlerimize devam ederken arkada çalan müzik sesi değişti ve Can oturduğu yerden kalkıp önümde diz çökerek cebinden kutu içindeki yüzüğü çıkardı. Şaşkınlıktan tepki veremiyordum. Evlilik teklifi beklediğim bir durum değildi.
‘’Boncuk Gözlüm, tek gerçek aşkım, kara sevdam, seni her şeyden çok seviyorum. Bir ömür yanımda kal. Yaşlandığımızda bile elin elimde olsun nefesin nefesimde. Her zorluğun üstesinden beraber gelelim ve tabi bütün iğrenç yemekleri yine beraber yiyelim. Hayatını hayatımla birleştirip benimle evlenir misin?’’
Restorandaki diğer insanların bakışları bizim üzerimizdeydi. ‘’Evlenirim.’’ derken biraz fazla bağırmıştım. Yüzüğü parmağıma taktığında sıkıca sarıldı, defalarca öptü. Herkes bizi alkışlıyordu. Can ile beraberken hep mutluydum ama şu an o anlardan daha mutluydum.
Yemeğimiz bittiğinde eve gitmek için yola çıkmıştık. Nereden geldiklerini anlamadığım üç araba bizi arasına alıp sıkıştırmıştı. ‘’Can!’’ dediğimde ‘’Korkma ben yanındayım.’’ dedi. Verdiği güvene sarıldım.
Çok ilerleyemeden araba durdurulmuştu. Adamlar kapımızı açtığımızda Can bana doğru gelmeye çalışıyordu ama izin vermiyorlardı. Kolumu tutan adam sürükleyerek arabaya bindirmeye çalıştı. Gitmemek için direndim sürekli ‘’Can!’’ diye bağırdım ama sonunda kendimi arabanın içinde buldum.
Tek kalınca korkmaya başlamıştım. Bu adamlar kimdi? Beni nereye götürüyorlardı? Kurtulmak için çok çırpındım ama olmadı. Şehirden uzak bir yere geldik. Arabadan indirip eski büyük bir binaya soktular.
‘’Yalvarırım bırakın.’’ dediğimde yere savurdular. Dizlerimin üzerinde otururken içeri gireni gördüm. Can’ın babasıydı.
‘’Oğlumdan uzak durmalıydın.’’ diyerek tam önümde durdu.
Başımı kaldırıp yüzüne baktım. ‘’Bunu neden yapıyorsunuz?’’
‘’Can ben kimi istersem onunla evlenecek seninle değil.’’ Başıyla işaret verdiğinde adamlardan biri tutup iç odalardan birine doğru sürükledi.
Kapıyı üzerime kapattığında karanlığın içinde kalmıştım. İçeriye ışık sızacak küçük bir açıklık bile yoktu. Dizlerimi karnıma toplayıp kollarımla sardım. Dipsiz karanlıkta delirmemek için gözlerimi kapatmıştım. Durmadan ağlıyordum ama Can’ın geleceğini biliyordum. Beni kurtarmak için gelecekti.
Günler mi geçti haftalar mı? Karanlık aklımı benden almaya başlamıştı. Arada yemek getirdiklerinde az da olsa ışığı görüyordum sonra yine karanlıktı. Beklediğim adam da yoktu. Vazgeçmeye başladığım bir anda kapı açıldı ve gelen adam ‘’Gidiyoruz.’’ diyerek uyuşmuş ayaklarımı yürümek için zorladı.
Girdiğimiz odayı gördüğümde kaçmak için çok çırpındım ama sıkıca tuttular. Ameliyathane odası gibiydi ve her yer kan içindeydi. Ortada ameliyat masası vardı. Oraya yatırıp bağlamak için beş adamın zapt etmesi gerekmişti. Bağırmamdan bıkıp ağzımı da bağlamışlardı.
‘’Hazır mısınız?’’ diyen adamla kenardaki bana yaklaştı.
‘’Hazırız.’’
Koluma batan iğneyi hissettim ve ağzıma yaklaşan oksijen maskesini. Kendime engel olamayarak bayıldım.
Ayıldığımda bir sokak köşesinde yerdeydim. Acı içindeydim. Başımda bir sargı vardı. Oradan nasıl kalktım eve nasıl döndüm pek hatırlamıyorum. Gözümün biri kapalıydı etrafı yarım yamalak görüyordum. Uzun zamandır adım atmadığım evim beni kabul etmişti.
Banyoya girdiğimde tek gözümle kendime baktım. Başımdaki sargıyı açtığımda attığım çığlık her yere yayılmıştı. Oğlunu sevmeme karşılık yine oğlunun çok sevdiği gözümü benden almıştı. Yere çöktüğümde saatlerce ağladım.
Bir ay evde tek başımaydım. Olmayan gözüm acıyordu dayanamayıp ağlıyordum ağladıkça daha çok acıyordu. Kendimi tam toparlamaya başlamışken beklemediğim bir anda Can kapımda belirdi.
Beni kurtaramadığı için onu affetmemi istiyor, ayaklarıma kapanıp yalvarıyordu. ‘’Neden gelmedin?’’ diye defalarca bağırdım. ‘’Kurtarmaya neden gelmedin?’’
‘’Yerini bulamadım. Çok aradım ama bulamadım.’’
Günlerce kapımda yattı. Kalbimdeki aşk ona koşmam için yalvarıyordu ve en sonunda dayanamayıp kapımı bir kez daha ve sonsuza dek açtım.
...
Yazanlar çok saçma gelmişti. Neresi doğruydu neresi yanlış? Saçları için gözlerini yazdığını fark etmişti. O zaman o saçları başka biri mi kesmişti? Can dediği adam kimdi? Gerçekten babası mı zarar vermişti? Kitapta barışmışlardı ama Şirin yalnızdı ve pek mutlu değildi.
Sorularla delirmeden kitap elinde evden çıkıp İkra’nın evine geldi. Gece vakti genç bir kızın kapısına dayanmak istemezdi ama sabahı bekleyemeyecekti. Kapıyı çalıp bekledi. İçeriden ürkek bir ‘’Kim o?’’ sesi yükseldi.
‘’Ben Ayberk.’’ dediğinde kapı açıldı.
‘’Ayberk Bey, her şey yolunda mı?’’
Şirin’in yazdığı Fırtınaşk kitabı elindeydi. ‘’İkra, bu kitabın ne kadarı doğru bana açıkça söyle. Anlayamıyorum.’’
‘’Bu konuda konuşamam.’’
Yumruğu kapının üzerine indi. ‘’Bu adam kim biliyor musun? Kitap mutlu bitiyor ve sonunda tutarsızlıklar var gibi. Bir şey söyle, susma!’’
‘’Kitabı mutlu bitirmek için sonunu Demir Bey değiştirdi. Daha fazla sormayın.’’
Ayberk’in parmağı havaya kalkmış genç kızın yüzüne doğru sallanıyordu. ‘’Birçok şeyi biliyorsun ve susuyorsun. Ne olduğunu öğrenemezsem kapına yine dayanırım ve bu defa konuşmak zorunda kalırsın.’’
Gerçekleri öğrenmek istiyordu ama yolunu bulamıyordu. En sonunda Şirin’in evine geldi. Defalarca kapıyı çaldı ama açılmadı. Dışarıdan bu katın ışıkları yanıyordu. Evde olmalıydı. En sonunda ne olacağını umursamadan kapı kilidini kırıp eve girdi.
Karısının içkilerin arasında sızmış halde yerde yattığını görünce duraksadı. Kapıyı kapalı kalması için arkasına bir sandalye koydu ve genç kızı yerden kucaklayıp kaldırarak odasına taşıdı. Nefesleri çok derindi. Yatağa yatırırken kolundaki morluğu gördü. Sigara, içki bitmiş bir de uyuşturucu mu kullanıyordu? Şirin’den hepsini beklerdi. Belki de o yüzden bu kadar sızmış haldeydi ve hiçbir şeyin farkında değildi.
Salona geri döndüğünde yarısı duran içki şişesini alıp birkaç yudum içerek rahatlamaya çalıştı. Karısına hesap sormak için mecbur sabahı bekleyecekti.
Masanın üzerindeki kağıtları görünce aldı. Hepsi el yazısıyla yazılmıştı. Yazılma şeklinden bir yerden sonra sarhoşluğun etkisi olduğu belliydi. Harfler bazı yerlerde kayıp iç içe geçmişti. Merak edip okumaya başladı.
...
Yazmaya nereden başlasam acaba? Geçen beş yıl içinde ilk yazışım değil ama ilk defa yazdıklarımı yakmak yerine arkamda bırakacağım ki birileri öğrensin.
O yaz hayatımdaki tüm güzelliklerin bir araya geldiği bir yazdı. On sekiz yaşına girmiştim, liseyi bitirmiş üniversiteyi kazanmıştım. Babamın yerine işlerle ilgilenmeye başlamıştım ki bana fazlasıyla güveniyordu ve hayatımın aşkını bulmuştum.
Aslında üç arkadaş hep beraber takılırdık. Çocukluğumuzdan beri bir aradaydık. Ben onlardan bir yaş da olsa küçüktüm ve on sekizime de girince hadi kutlayalım demiştik.
Atladık arabaya bizim yazlığa gittik. Gece biraz fazla dağıtmıştık. Yusuf barda gördüğü bir kızın peşine takılıp gitmişti biz de onunla eve geri dönmüştük ama kafamız nasıl güzel anlatamam.
Arkadaştık sözde aşk denen duygu kalbimize ne zaman nasıl girdi bilmem işte o gece içkininde etkisiyle öpüşmeye başladık sonra seviştik. İlk defa biriyle birlikte olmuştum. Sabah uyandığımızda da hiç dile gelmeden birbirimizi sevgili ilan etmiştik.
İki yıl boyunca her şey çok güzeldi. Güzel dediğime de bakmayın fazla aksiyonluydu. Babalarımızın düşmanları bir köşede sıkıştırmaya görsün çıkıyordu bir çatışma ama hepsiyle baş ediyorduk. Adını yazmak istemiyorum piç diyeceğim siz anlayın. O piç benim kadar cesur değildi genelde totosunu kurtaran ben oluyordum. Bunlar kafaya taktığım konularda değildi. Tabi güzel zamanlarımızda vardı. Mesela iki yıl boyunca neredeyse her ülkeyi gezdik. Her iğrenç yemeği denedik. Yemeklerin bazılarını ben buluyordum bazılarını Piç.
O yıllar saçlarımı görmeliydiniz. Bel hizamdan daha uzundu ve kömür gibi simsiyahtı. Kömür Saçlım diye severdi çok hoşuma giderdi. İhanetinden sonra kestim bir daha uzatamadım. İlişkimizi bilen tek kişi Yusuf’tu ailelerimiz duymasın diye bilerek sakladık çünkü duyarlarsa evlenin diye baskı yaparlardı.
Kitabımı okuyan bilir aslında. Aşkımızı Hilal ve Can karakteri üzerinden anlattım tabi değiştirerek. Güzeldi işte aşk denen duygu ve ben çok aşıktım. Gecem gündüzüm o olmuştu.
Evlilik teklifini ayrılmamızdan iki hafta önce iskelede yapmıştı. O an kanatlanıp uçacağımı düşünmüştüm. Kim derdi ki benim gibi bir Hunili aşk denen duyguya yenik düşecek. Bence o da sevmişti ya da ben öyle sanmıştım bilmiyorum bu konudaki gerçeği.
Yaşananları yazmak zor geliyor. Mekanlarına çöreklenen bir grup vardı. Bana oraya baskına gidip geri alacağını söyledi. Babandan habersiz gitme dedim haberi var emri o verdi dedi. Meğer gerizekalı kendini babasına kanıtlamak için habersiz gidiyormuş.
Babası oğlunu tanıyor emri verdiyse baş edebileceği güçtedir diye düşündüm ve beraber gidelim dedim.
Mekana saldırdığımızda oldukça güçlü adamlarla karşılaştık. Yanımızdakiler bir bir öldüler ve biz yakalandık. Ellerim, kollarım ve ağzım bağlı bir sandalyede oturuyordum. Karşımda da O vardı. Patronları kim olduğumuzu anladığında canı sıkılmış olacak ki biraz eğlenmek istedi ve aşık olduğum piçe bir teklif sundu. İkimizden birini serbest bırakacaktı ve bunu onun seçmesini istiyordu.
Olduğum yerde çok çırpındım ama ağzım bağlı olduğu için konuşamadım. Konuşabilseydim. ‘’Lütfen git! Beni bırak ve git!’’ diyecektim çünkü onun beni kurtarmak için kendini feda edeceğini düşünüyordum. Seçim hakkı ben de olsaydı böyle yapardım. Hiç düşünmez kendimi feda ederdim.
Tüm bağlarını çözmüşlerdi ve ‘Seçimini yap.’ demişlerdi. Gelip beni çözeceğini sanmıştım ama gitmezdim. Onu bırakıp asla gitmezdim. Gözlerimin içine baktığında söylediği tek şey ‘’Özür dilerim çok özür dilerim.’’ oldu ve sonrasında arkasını dönüp gitti.
Gözyaşım ilk defa o anda aktı. Korkudan değil sadece kalbim kırıldığı için. Uğruna ölmeye hazırdım ama o benim için aynısını yapamıyordu. Kendisini kurtarmak için beni kurban ediyordu.
Yalnız kalınca bir odaya kapattılar. Zifiri karanlıktı. Gözlerimi açtığımda karanlıkta kaybolacakmış gibi hissediyordum. Getirdikleri yemekleri yemem için zorluyorlardı. Öyle ki yemek yemekten tiksinmiştim. Bir ara kolumdan birkaç tüp kan alınmıştı sebebini anlamamıştım.
Dört ya da beş kez kaçmayı denedim her defasında yakalandım ve her yakalandığımda dayaklarını yiyerek olduğum odadan daha kötü ve küçük tabut gibi bir şeyin içine kapatıp cezalandırdılar. Hareket edemeden o karanlıkta öylece yatmak insanın aklını yavaş yavaş tüketiyordu. Tutulduğum oda da karanlıktı ama gözlerimi kapatma özgürlüğüm vardı o küçük kutunun içine kapattıklarında ise göz kapaklarımı açık kalması için geriye doğru bantlarlardı ellerimi de hareket ettiremeyince gözlerim açık o karanlığa bakmak zorunda kalırdım. Dayanamazdım çığlık atardım ama duyan var mıydı onu da bilmiyorum.
Hep deliydim de o bir haftada deliliğim daha fazla arttı. Beni bırakıp giden piçin yardım alıp geri gelmesini çok bekledim ama gelmedi. Sonra o lanet gün geldi çattı. Bir odaya götürdüler. Hastanelerdeki ameliyat odalarıyla aynıydı. Etraf üst üste saçılıp kurumuş kanlarla doluydu ve kokusu iğrençti. Kusmamak için kendimi zor tutmuştum. Artık öleceğimi ve biteceğini düşündüm.
Ameliyat masasına bağladıklarında bana nasıl tecavüz edeceklerini konuşuyorlardı. O anlarda baygındım kaç adam üzerimden geçti bilmiyorum ama benden tek aldıkları bu değildi.
İşleri bitince beni bir çarşafın içine sarıp bağlayıp çöplüğe atmışlar. O anları hatırlamıyorum. Yeşim Doktor tesadüfen oradan geçerken fark etmiş. İnlemeni duydum sonra kana bulanmış çarşafı gördüm demişti.
Hastaneye getirdiğinde kan kaybından ölmek üzereymişim. Ne olduğunu anlamadan polise haber vermek istememiş ve el altından benimle ilgilenmiş. Keşke hiç görmeseydi de o çöplükte ölseydim.
Vajinam boydan boya yırtıkmış dikmişler ve bunu kocam hiç anlamadı. Her şeye söyleyecek bir yalanım varda eğer bunu sorsaydı cevap veremezdim. Ne diyecektim ki? Bisikletten düştüm yırtıldı mı? Kim inanır buna?
Bir de benden aldıkları bir şey daha vardı ki hayatımı bitirdi. Adamlar hem kadın kaçakçılığı yapıyormuş hem de organ kaçakçılığı. Böbreğimin birini almışlar. Neden sadece biri de ikisi değil ya da hazır ellerindeyken neden bütün organlarımı söküp almadılar bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Fırtınaşk’ı yazarken Hilal’e kaza geçirtip giden böbreğimden kalan izin aynısını cam parçası saplanmış olarak gösterip yaptım.
Yaşadıklarımı kimseye anlatamasam da bedenimde bir iz olduğunu bilsinler istedim.
İki ayın sonunda geri döndüğümde o piçin bana söylediği tek şey ‘Yaşıyorsun.’ oldu. Sonra babamla ailesinin işbirliği yaptığını öğrenince vazgeç dedim ama beni dinlemedi ben de evlerini arabalarını neleri varsa her şeyi yaktım ve kaçtım. İki yıl boyunca yaşadıklarımı atlatmaya çalıştım. Olmadı yapamadım. Kendimi içkiye vurdum. Yeşim Doktor yapma dedi kalan tek böbrekle bu kadar içkiye bedenin dayanmaz dedi ama dinlemedim.
Canım çok yanıyordu nefes alamıyordum. O anları unutabilmek için başka yol bulamıyordum. En sonunda böbreğim isyan etti ve yetmezliğe girdi sonra da diyalize bağlandım.
Ayberk ile evlendiğimde sevgisiz başladık biliyorum ama o bombanın üzerinde otururken kendini kurtarmak için beni bırakmadığında içimde bir şeyler oldu. Yıllardır hissetmediğim bir sıcaklığı hissettim. Yeniden yaşayabilir, nefes alabilirim dedim.
Ayberk eğer bu satırları okuma fırsatın olursa bil ki senden gerçekten boşanmak istemedim ama sen bana o soruyu sorduğunda diyalize girmem gerektiğini yeni öğrenmiştim ve bunu yanındayken saklayamazdım. Bu yüzden bitsin dedim. Kalbim sana aşık olmaya hazırdı ama yapamazdım.
Daha fazla nefes alamıyorum. Bu dünyadan gitmek istiyorum ve bunu içkilerle yapmayı seçtim ne de olsa bu böbrekle bedenim dayanamaz.
Bana çok kızmayın olur mu? Bu şekilde yaşamaya alışamadım.
...
Ayberk olanı fark ettiği anda kağıtları bir kenara atıp odaya koştu. Şirin’in yattığı yerde nefesleri zayıf ve düzensizdi. ‘’Şirin!’’ diye defalarca seslendi.
Genç kızı kucaklayıp koşar adım arabasına indi. Yolda giderken Korkut aradı. ‘’Ağabey, Şirin yengenin hastaneye gitme sebebini bulduk. Hilal diye sahte isimle kayıt yaptırarak diyalize giriyormuş. Yeşim diye bir doktor ilgileniyormuş.’’
‘’Korkut, o Yeşim denen doktor her neredeyse bulup Enes’in tedavi olduğu hastaneye getir. Şirin iyi değil. Yardım gerek.’’
Telefonu kapattığında gaza sonuna kadar bastı. Korkusu öfkesi birbirine karışmıştı. Önce karısını iyileştirecek daha sonra o Yalın piçine her şeyin hesabını soracaktı. Karısının son yazdıklarından o olduğunu anlaması zor değildi. En başında tahmin etmeliydi ama gözden kaçırmıştı. Elinden kurtuluşu olmayacaktı.