Gece eve geldiklerinde kimseyle konuşmadan odalarına çıkmışlardı. Yaşadıkları stresin verdiği yorgunluk kendini hissettiriyordu. Yatağa yattıklarında Şirin farkında olmadan kocasının kollarına sığınmıştı.
Beş yılın sonunda ilk kez bir gece uykusundan uyanmıştı. Bedenine sarılı kolların sıcaklığı her yanını sarmıştı. Odanın karanlığında uyuyan kocasına baktı. Eli kirli sakallarına uzandı. Anlamaya çalışıyordu. Yaşadığı o anlardan sonra sürekli neden bırakıp gitmediğini sorguluyordu. Yalın ile olanlar zihninde netti. Unutmak için çırpındıkça ters etki etmiş daha çok renklenip canlanmıştı. Yıllardır ruhu ateşler içinde kavruluyordu. Kendisi mi sevilmeye layık değildi yoksa Yalın’ın aşkı mı sahteydi? Yaşamak ve sevdiğin kişi için ölmek arasında seçim yapıldığında onun için yaşamak ağır basmıştı.
İki ay sonra geri döndüğünde ve karşılaştıklarında söylediği ilk söz ‘Yaşıyorsun.’ olmuştu ama yaşamıyordu. Bıraktığı yerde göğüslemek zorunda kaldığı her şey onu öldürmüştü. O çöplüğe atıldığında bedenen de ölmek isterdi ama Yeşim doktor bulup izin vermemişti.
Kızgındı ama tam olarak neye kızgın olduğunu da bilmiyordu. Onun aşık olduğu adamla ilişkisi beş kelimeden oluşan cümleyle ve bir son bakışla bitmişti. Gözlerinin içine bakmış ‘Özür dilerim çok özür dilerim.’ demişti giderken. Özür dilerim kelimesi büyük bir saçmalıktı. Sevdiğini öldürüp özür dilerim diyemezdin. Bu yapılanları silgi gibi silmezdi.
Yalın bırakıp gitmişken Ayberk neden gitmemişti? Seven belliydi, sevmeyen belli ama yaptıkları tam tersiydi. Biri tarafından son ana kadar korunmak o anlarda hissettiği gibi mi hissettiriyordu?
Dayanamamış yine ağlamaya başlamıştı. Hıçkırığını bastırmak için eliyle ağzını kapatsa da diğeri sese uyanmıştı. ‘’Şirin!’’ dediğinde cevap alamadı. ‘’Gel buraya.’’ diyerek göğsüne doğru çekti. Sahip olduklarını korumak için kanatları altına alan bir kartal gibiydi. Karısının yaşadıklarından etkilendiği için ağladığını düşünüyordu ama teselli etmek için söyleyecek bir söz bulamıyordu. ‘’Bu kadar korktuğunu fark etmemiştim.’’ dedi en sonunda.
Genç kız omuz silkti. Gerçekleri dile getiremezdi. Neden ağladığını bile tam bilmezken kocasına anlatamazdı. En iyisi kendisinin dile getirmediği yalanı kabullenmekti. ‘’Sabah uyandığında ağladığımı unutursan sana beş kez vereceğim.’’ Konuşması biraz alaycıydı.
‘’Unuturum.’’ dedi Ayberk gülerek. ‘’Ama bu defa benden olsun.’’ Kısa saçların üzerinden öpüp elinin sarıldığı sırtı hafifçe sıvazladı. Karısı uyuyana kadar bekledi. Ağlayarak uyuyakaldığında bir süre sonra o da uyudu.
Sabah uyandıklarında dün gece olanlarla ilgili tek kelime konuşmadılar. Şirin’in üzerindeki durgunluk dışarıdan açıkça belli oluyordu. Her zaman deli dolu o kız bir anda sessizliğine gömülmüştü.
Kocasının söylemesini beklemeden kahvaltıya indi ama yemek yerine tabağındaki yiyeceklerle uğraşıp durdu. Kaynanasının söylediği laflara karşılık vermedi. ‘’İkra ile buluşacağım.’’ diyerek evden çıktı.
Soluğu eski evinde aldı. Yalnızlığında kaybolmak istiyordu. İçki şişelerini alçak masaya açıp bıraktı ve yere oturdu. Eline aldığı kalemle önünde duran beyaz sayfaları kelimelerle kirletmeye başladı. Bu o olaydan sonra edindiği bir alışkanlıktı. Yüreğindeki yangın ne zaman alevlense yaşadıklarını bir kağıda yazıp sonra ateşe verip yakardı. O ateş sönüp yazdıkları küle dönünce içindeki ateşte belki söner diye ümit ederdi ama bu hiçbir zaman olmazdı.
Uzun uzun yazdı. Çektiği her acı harflerle dile geldi ama yangını yine geçmedi. Yazdıklarını ateşe verip yaktı o ateş söndü ama içindeki alevler daha da harmanlandı. İçkileri bittiğinde yarı sarhoş haldeydi. Başını masanın üzerine dayayıp boş bir şekilde saatlerce durdu. Düşünmeden, sadece acıyı hissederek öylece bekledi.
Hiçbir şey olmamış gibi kalktı. Yazdıklarından geriye kalan külleri klozetin içine boşaltıp sifonu çekti ve evden çıkıp Yeşim Doktorun yanına geldi. Rutin tarama için kanlarını verdi. Sarhoş olduğu için tonla azar işitti. İlk defa tartıya çıktığında kilo vermek yerine aldığını gördü. Bir kilo da olsa almıştı. Bu kendisinin değil kocasının başarısıydı.
‘’Şirin, içkiyi bırak. Daha fazla içme. Böbrek yetmezliğine girmeden önce bunu yap.’’
‘’Karışma Doktor. Acıyor işte şuram.’’ dedi kalbini göstererek. ‘’Başıma geleni biliyorsun, beni ne halde bulduğunu hatırlıyorsun. Sen olsan ne yapardın? Hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir miydin?’’
Yeşim Doktor karşısındakine anlayışla baktı. ‘’Hayır ama bir psikologdan yardım alırdım. Bu tür durumlar onların uzmanlık alanı içkilerin değil.’’
‘’Sikeyim hepsini. İçerek öleceğim ve cehenneme içki denizinde yüzerek gideceğim.’’ Oturduğu yerden kalktı. ‘’Sonuçlar için aramana gerek yok. Her zaman aynı şeyler zaten.’’ Hastaneden çıkıp kendini sokaklara attı. Gördüğü bir berbere girip uzamaya başlayan saçlarını üç numara kestirdi.
Deniz kenarındaki iskeleye geldiğinde sıcak havaya rağmen denizin esintisi çıplak kollarını yalayıp geçti. ‘’Burasını unutmamışsın.’’ diyen sese başını çevirip bakmadı, cevap vermedi. ‘’Kalbinin de beni unutmadığını biliyorum.’’
‘’Kendini sike sike geldiğin yere geri git.’’ dedi tersleyerek.
Birkaç adımda yanına gelip iskeleyi çevreleyen ince korkuluğa dayanarak genç kızın yüzüne baktı. ‘’Şirin, sen her zaman benden daha güçlü ve cesur oldun. O zaman yirmi bir yaşındaydım, çok toydum. Ne yapacağımı bilemedim ve yanlış bir karar verdim.’’
Şirin’in yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu. ‘’Sen yirmi bir yaşındaydın ama ben de yirmi yaşındaydım. Seçim şansı ben de olsaydı düşünmeden seni seçerdim ve kendimi yine kurban ederdim ama keşke bu seçimi kendi isteğimle yapsaydım senin ihanetinle değil.’’
‘’Ben kalsaydım ölmüş olurdum ama sen kurtulacak kadar güçlüydün. Aramızdaki fark buydu.’’
Genç kız Yalın’ı yakasından tuttuğu gibi korkuluğa tamamen dayayarak geriye yatırdı. ‘’Sen orada neler yaşadım biliyor musun? Kurtulmak demek hayatta kalmak demek değil. Benden neler aldığına dair hiçbir fikrin yok. Babanın vermediği emri O vermiş gibi yalan söyleyerek bir bataklığa sürükledin ve sonra arkanı dönüp gittin. Sen hayatımda gördüğüm en korkak insansın.’’
‘’Şirin, kendimi affettirmek için her şeyi yapmaya hazırım.’’
‘’Neyi affettireceksin ulan piç?’’ Yalın’ı biraz daha geriye yatırdı. Tutmasa denize düşerdi. ‘’Baygın haldeyken kaç adamın üzerimden geçtiğinin hesabını verebilir misin? Ben söyleyeyim veremezsin çünkü ben de bilmiyorum. Sence kaçının elinden geçmişimdir? Kaçı zevkimi sürmüştür? Seni affetmemi istiyorsan o adamlara git ve aynılarını sana yapmalarını iste. Önce bayıltsınlar sonra bir güzel sırayla siksinler sonra da..’’ dediğinde devamını getiremedi. Yaşadığı her şeyi anlatamazdı. ‘’Söz o zaman seni attıkları çöplüğe gelip ölmen için içine sardıkları o kefenden çıkarıp elinden tutacağım.’’
‘’Bilmiyordum. Özür dilerim.’’
‘’Sakın benden özür dileme.’’ Sesi oldukça sert çıkmıştı ama her şeye rağmen hayal kırıklığıyla doluydu. ‘’Hayatımda bundan daha iğrenç bir kelime duymadım ve senin o iğrenç ağzında daha da iğrençleşiyor.’’ Elini iterek bıraktığında genç adam geriye doğru denize düştü. ‘’Umarım geberirsin.’’ dedi arkasından ama yüzerek çıkacağını biliyordu.
~~~~
‘’Ağabey, yenge yine hastaneye gitmiş ama adına kayıt yok. Kimi ziyaret ettiğini çözemedik bir türlü. Bir de…’’
‘’Bir de ne Korkut?’’ dedi Ayberk. Yoldaydı ve trafikle boğuşuyordu. Selçuk Bey ile görüşmek içine evine gidiyordu.
‘’İskelede Yalın ile karşılaşmışlar. Ne konuştularsa yengem sonunda Yalın’ı yakasından tuttuğu gibi denize atmış.’’
Yüzünde bir gülümseme oluştu. ‘’Boş boş konuştuysa vermiştir cezasını. İyi yapmışta keşke boğulana kadar başını bastırsaydı suya. Nefret ediyorum o şerefsizden. Aileler bir olmasaydı çoktan öldürmüştüm.’’ Yeşil ışıkla hareket etti. ‘’Şu hastane işinin peşini bırakma. Sürekli kimi görmek için gidiyor merak ettim.’’
‘’Olur ağabey.’’
Yoğun trafikte tahmininde geç gelse de sonunda eve varabilmişti. İçeri girdiğinde Sibel Hanım ile ayaküstü selamlaşıp Selçuk Bey ile bir odaya çekildiler. Dünkü bomba olayını duymuştu ve bir baba olarak kızı için endişeliydi.
‘’Bu adamları ülkeden gönderecek bir şey yapmak gerek.’’ dedi Selçuk Bey.
‘’Biliyorum ama ne yapacağımızı bilmiyorum. Varsa öneriniz dinlemeye hazırım.’’
‘’Bütün aileler bir araya gelip ana karargâhlarını yıkalım. Tekrar toparlanana kadar saldırmaya devam eder kökünden kazırız.’’
Ayberk cebinden çıkardığı sigaradan karşısındakine uzatıp bir tanede kendine yaktı. ‘’Denenebilir ama çok kayıp veririz ki güçlerini hesaba katarsak tamamen yok olma ihtimalimiz de var. Aceleye getirmeden düşünmek gerek.’’ Hedefi bu ülkedeki adamlar değildi. Geldikleri ülkeye birini göndermiş başlarındaki kişiyi araştırmasını istemişti. Bu işin bitmesini istiyorlarsa sorunun boynunu kesip atmalıydılar.
Uzun bir süre daha konuştuktan sonra odadan çıktılar. Gitmek istese de Sibel Hanım bırakmamış damadımla bir kahve içeceğim diyerek alıkoymuştu.
Salona geçtiklerinde Ayberk duvar önüne sıralanmış fotoğraf çerçevelerine bakıyordu. Eline aldığı çerçevenin içinde Şirin’in on dokuz yaşında çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Kömür siyahı saçları bel hizasından biraz daha uzundu. Yüzünde o nadir gördüğü içten gülümsemesi vardı. Gözleri parlıyordu. Yüzünün güzelliği, saçları, gülüşü hepsi bir araya geldiğinde çok göz alıcı görünüyordu. Görenlerin defalarca geri dönüp bakmak isteyeceği kadar güzeldi.
Şimdi ise çok farklıydı. Saçları aşırı kısaydı, gözlerinde hiç sönmeyen bir nefret ateşi vardı, gülüşleri alaycıydı ve tavırları güzelliğini gece gibi örtüyor geriye eli süpürgeli bir cadı kalıyordu.
‘’Ne kadar güzel değil mi?’’ diyen Sibel Hanım ile çerçeveyi geri bıraktı.
‘’Şimdiki halinden çok farklı.’’
Gelen kahvelerle koltuğa geçip oturdular. ‘’Beş yıl önce ortadan kaybolduğu o iki ay içinde ne olduysa geriye farklı bir Şirin geldi. Delilik hali her zaman vardı. Gözü karaydı, babasının gücünü elinden erken yaşta almıştı. Bizlerden habersiz sürekli yurtdışına çıkardı. Eve gelmediği günlere alışkındık ama o süre uzayınca bir yerde aramaya başladık izini bulamadık sonra da geri döndü. Döndüğünde özenle baktığı saçlarını tamamen kazımıştı, gülüşleri değişmişti farklı bakıyordu. Ne zaman konuşmak istesem bağırıp çağırıyordu. O dönem Güvenlerle ortak iş yapacaktık bunu duyunca da iyice delirdi. İşleri babasının yerine yürütmeye alışkındı ama Selçuk onu dinlemeyince o öfkeyle gitti evleri arabaları yaktı sonra evi terk etti.’’
Ayberk anlatılanları dikkatle dinliyordu. Bazı şeyleri zihninde birleştirmeye çalışıyordu. ‘’Selçuk Bey kolay vazgeçen biri değil. Kızını geri getiremedi mi?’’
‘’Bulamadı ki getirsin.’’ dedi Sibel Hanım. ‘’Nereye gitti, nerede kaldı, yaşamak için parayı nereden buldu bilmiyoruz ama iki yıl hiç yokmuş gibi ortadan kayboldu. İki yıl sonra bir anda sokaklarda afişlerde resmini gördük; Aşk romanı yazarı Şirin Al. Hiç ondan beklenecek bir meslek değildi yazarlık. Sonra da geri getiremedik. Selçuk defalarca ayağına gitti ama her defasında küfür ede ede kovdu evinden. Onu ikna eden…’’ dediğinde konuşmanın gittiği yönü fark edince sustu ama diğeri onun yerine tamamladı.
‘’Elif’i koruma isteğiydi.’’
Sibel Hanım sadece başını sallayarak onayladı. ‘’Şirin delidir falan ama gücü de cesareti de yerindedir. Bu dünyaya uygun bir karakteri var. Düşman karşısında yanında dik durur sonuna kadar savaşır. Aranızda sevgi olmadığını biliyorum ama bu yolda ondan yardım almaktan kaçınma söz konusu ailesi oldu mu kaplana dönüşüyor.’’ Oluşan ağır havayı dağıtmak için ayağa kalktı. ‘’Bekle.’’ dedi ve odasına gidip eski bir fotoğraf albümü getirdi. ‘’Şirin bunu gösterdiğimi bilmesin.’’
Albümün ortalarından bir fotoğrafı çıkarıp damadına uzattı. Genç adam verilen fotoğrafa baktı. On yaşındaki Şirin’di. Saçları yine uzundu. Yüzündeki gülümseme yine içtendi. Elinde bir sepet dolusu enginar vardı ve başında bir taç.
Sibel Hanım anlatmaya devam etti. ‘’O yaz tatile gitmiştik. Gittiğimiz yer enginarıyla ünlüydü ve çocuklar arasında enginar güzellik yarışması yapıyorlardı. Şirin’de katılmak isteyince karışmadık. Birinci olmuştu hediye olarak da bir sepet enginar vermişlerdi.’’ dediğinde geçmiş anılarla güldü. ‘’O günden sonra enginarı kafaya taktı. Sürekli yemeye başladı. Bizi bırakıp gidene kadar en sevdiği yemekti ama evlenmek için geri geldiğinde hem çok zayıflamıştı hem de bırak enginar yemeyi bizimle birlikte yemek masasına oturduğu günler bile çok nadirdi ki o zamanlarda da pek yemiyordu.’’
Genç adam duyduğu sese yansıyan endişeyi dağıtmak için, ‘’Diyet yaptığını söylemişti ama artık bıraktı ve fazla iştahlı.’’ dedi. Kitapta okuduğu Hilal karakterini hatırladı. O da sürekli enginar yiyordu. Demek ki yazdığı bu detayda kendine aitti.
‘’Eskiden de öyleydi. Yemek yemeyi çok severdi. Normale dönmesine sevindim.’’
Fotoğrafı geri verirken aklındakini sordu. ‘’Şirin’in önceden sevdiği biri var mıydı?’’
‘’Hayır.’’ dedi Sibel Hanım rahatlıkla. ‘’Şirin aşık olacak karakterde biri değil. O kitapları nasıl yazdı bilmiyorum ama onun aşka yakın bir duyguyu hissettiği tek an adam dövdüğü anlardır. İçin rahat olsun karşına çıkacak kimse yok.’’
Ayberk cevap vermedi. Bunun doğruluğuna inanmıyordu ama nasıl yaptıysa annesi bile gerçeği anlamamıştı. Hepsinin yanında aklı gördüğü fotoğraflardaki uzun saçlarındaydı. Annesi özenle bakıyordu demişti ama şimdi biraz olsun uzamasına izin vermiyordu. Kitapta yazıp durduğu boncuk göz detayı saçları mıydı? Aşık olduğu adam onu bu şekilde mi sevmişti de ondan sonra saçlarını bir daha uzun görmek istememişti? Karısının bilmediği geçmişinde derinlerde yatan bir acısı vardı ve bu acısı hala tazeydi. Ne olduğunu bir şekilde öğrenecekti yoksa rahat edemezdi.