"Hoştttt! Nesin sen öyle kızım. İnsan demeye bin şahit ister!"
Dediklerim pek de umurunda değildi sanırım. Umursamadan omuzunu silkip bir adım öne çıktı. Ali'nin bakışlarını izlediğimde fark ettiğim şey ile kaşlarımı çattım. Heh bir sen eksiktin!
Yoldan yürürken yanından geçen kıza bile sevdalanan Ali, yeni kurbanını seçmişti. Benim pasaklı kıza sanki ağaçta kalan son elmaya baktığı gibi bakıyordu. Bu bakışı nerede görsem tanırım; çünkü üç yıllık arkadaşlığımız boyunca sık sık karşılaşmış ve sonuçlarına katlanmıştım.
"Aklından bile geçirme!"
Ali'yi normal bir ses tonu ile uyarmaya çalıştım ama umursamadı tabii embesil. Sanki gezegen üzerinde bir pasaklı bir de kendisi kalmıştı. Ütopik hayal dünyasında neler kurduğunu düşünmek bile istemiyordum doğrusu.
"Ali, kime diyorum oğlum.” desem de gözlerini kızdan alamıyordu. Gören kara sevdaya tutuldu sanır. Ne bilsinler ayran gönüllü olduğunu. Bir bilseler nasıl bir şaşkın olduğunu... Aşkın ne olduğunu bildiğinden bile şüpheliyim bunun. Hiç âşık olmadım ama Ali'nin bu anormal davranışlarının aşkla alakası olmadığını bilecek kadar aşık insan gördüm. Aşk, farklıydı. Nasıl farklıydı demeyin ama farklıydı işte.
"Abi çok güzel ya.” diyerek kıza doğru bir adım attı.
İşte başlıyoruz. Klasik Ali saçmalaması bölüm bin bilmem kaç: Huzurlarınızda.
"Şu gözlere, şu dudaklara bak. Ne kadar saf ve masum duruyor. Tenine bak saf bir su kadar duru. İsmi ne ki? Kesin o da kendisi gibi şahane bir şeydir. Kaç yaşında acaba bizden küçük olduğu o kadar belli ki. Abi liseli falan değil, değil mi? Reşit mi? Akraban mı? Lan yoksa sen bu kızla yattın mı? Hayır de oğlum, hadi aranızda bir şey olmadığını söyle.” dediğinde sabrım taşmıştı.
Yumruğumu sıkıp gözüne hafif bir yumruk sallayıp kaslarımın hakkını verdiğimde hafifçe başını sağa sola sallayıp uykudan uyanır gibi kendine geldi. İlk evreyi tamamladığımıza göre ikinci evreye geçebilirdik. Hayallerden kurtulup gerçek dünyaya adım atma evresi. Aslında ikinci evre bu değildi ama ben birkaç evreyi hızlı geçmenin bir yolunu zamanla bulmuştum işte. Aramıza dönmesi gerekiyordu yoksa açlıktan midem kendini sindirecekti.
"Açım oğlum, aç.” dediğimde kız hemen yanımda bitip koluma parmak ucuyla dokundu. Öncesinde merakla evi karıştırmakla meşguldü halbuki. Dikkatini bir tek yemek çekiyordu bu kızın. Bir gün içinde ne kadar yiyebileceğini düşündüm de bu kıza bakıcı lazımdı. En zengininden hem de. Bir de terbiyeci: Pasaklı kız terbiyecisi! Güzel fikir. İnsan olmayı da öğrenir biraz belki. Güzel, güzel olmasına ama insanlık sıfır kızda... Ben bunu yanımda gezdirmeye utanırım şahsen. Şunun tipini, saçını başını hiç mi fark etmiyor bu Ali?
"Tamam abi ben bir şeyler hazırlayacağım, acaba o ne yemek ister?" dediğinde kız hemen atladı. Az önceki çekingenliğinden eser kalmamıştı. Yemek lafını duyunca bülbül gibi şakımaya başlamıştı.
"Et!" dedi ellerini bir çocuk gibi çırparak. Aldık başımıza belayı iyi mi?
"Peki, isminiz neydi? Tanışmadık da. Ben Ali.” diyerek elini uzatan Ali'ye ne cevap vereceğini ben de merak ediyordum.
"Bilmiyorum, ben hatırlamıyorum!" diyen kızın gözleri yine dolmaya başlamıştı.
"Nasıl yani ya?" diyen Ali'ye kaşlarımı çatıp bağırdım en sonunda.
"Ali Yemek yiyecek miyiz artık? Yoksa Pasaklı ve ben defolup gidip bir kasap soyalım mı?" dedim en sonunda.
"Tamam abi ya ne kızıyorsun ki? Pasaklı derken?" dediğinde yumruğumu sıktığımı fark edince geri geri giderek pes ettiğini belli etmek adına ellerini kaldırdı. Mutfağa gittiğinde kızın ne yaptığına bakmak için arkamı döndüm. Cidden bu bir kız olamaz! Pes!
Masanın altına eğilmiş kablolara ulaşmaya çalışırken, masanın üstünde duran bilgisayar monitörünü sallıyordu. Biraz daha ileri uzandığında verdiği manzara ile olduğum yerde kalakaldım. Hiç mi bir şey bilmiyorsun, be kızım? Yok bu kadarı da rol olamaz. Bu saftirik pasaklıyı, bu kafa ile sokağa falan salarsam başına gelebilecekleri düşünmek bile istemiyordum artık.
Birkaç adımda yanına gidip tişörtünün eteğinden çekiştirip açıkta kalan bacaklarını kapattıktan sonra belinden asılıp masanın altından çektim. Ona haber vermeden yaptığım bu hareketle ürkerek aniden dönüp beni itmeye çalıştı. Gerileyerek doğrulduğumda dengemi oturtamadığım için bir, iki adım sendeleyip arkamdaki koltuğa düştüm. Ani bir refleksle altımda kalmaktan son anda kurtulan kız ile yer değiştirdiğimiz için Ali salona geldiğinde gördüğü manzaraya nasıl bir açıklama yapacağımı bilemedim.
Görüneni söylüyorum: Ben koltukta sırt üstü uzanıyorum. Pasaklı ise üzerimde ata biner gibi bacakları belimin iki yanında koltuğa dayanmış bir şekilde oturuyor. Gövdesi hafifçe öne kaymış olduğundan ellerini göğsümde düşmemek için sabitlenmiş ve uzun saçları yüzüme dökülüyor. Nefeslerimiz karışırken gözlerimiz birbirine sabitlenmiş... Dışarıdan bakan biri için gayet samimi bir çift görüntüsü çizdiğimizi anladığımda kızın saçlarını yüzümden itip doğrulmaya çalıştım. Belini tuttuğum ellerimi çekerken Ali'nin sesi salonda yankılandı.
"Madem ismini bile söylemeyecek kadar kıskanıyorsun bari altına bir pantolon giydir de öyle yanında gezdir sevgilini oğlum!" diyerek odadan çıktığını ayak seslerinden anlamıştım.
"Sevgili ne demek?" diyen kıza boş gözlerle baktım. Yarım akıllıydı bu kız. Ben bunu sokağa nasıl bırakacağım şimdi? Of of. Ne demişti Ali az önce? Pantolon!
Kızım üzerine bir şey giyinseydin artık! Ne giyecek ki... Salak mıyım neyim, kıza kıyafet bile vermedim. Ufff! Beni, Cihan Sönmez'i ne hale düşürdü bacak kadar kız...
"Boş ver sen onu da ben çıkıp sana giyecek bir şey alıp geliyorum. O arada da Ali yemeği hazırlamış olur herhalde!" son cümlemi yüksek sesle söylemiştim mutfaktaki şıpsevdi de duysun diye. Sonradan aklıma gelen şeyle kapıdan çıkmadan önce kıza döndüm.
"Bak! Ben gelene kadar uslu dur! Hiçbir şeye dokunma, hatta koltukta otur. Bir yere kımıldama anlaştık mı?" dediğimde kaşını çattı.
"Koltuk?" dediğinde gözümü kapatıp derince bir nefes aldım. Elimle koltuğu işaret ettim.
"Tamam.” diyerek kendini koltuğa attı hızla. Atlamasıyla bacakları olduğu gibi ortaya çıkınca dişlerimi sıkıp kızın yanına gittim ve yine tişörtün eteklerini çekiştirip bacağını kapadım.
"Azıcık dikkat etsene kızım?" dediğimde hevesle başını sallayıp benim yaptığım gibi tişörtün eteklerine asılınca bacakları kapanmış olsa da boynu, omzu ve gerdanı geniş yakasından dolayı olduğu gibi ortaya çıkmıştı. Sabır ya!
"Ben gelene kadar böyle kal! Hiç kımıldama.” Üzerini son kez düzeltip adam akıllı oturttuktan sonra kapıya yöneldim. Elleri dizinde dik bir şekilde hanım hanımcık oturan kıza bakıp gülümsedim. Ne tatlı duruyordu o öyle ya. Ne diyorum ben kendime gelmem lazım o pasaklıya tatlı falan diyemem. Aklı başına gelir gelmez başımdan def etmem gerekiyor onu!
Arabama bindiğimde aklım hala benim pasaklıdaydı. Ona pasaklı dediğimde Ali gibi diğer insanlarda acayip karşılayacaktı. Kimseye mevzuyu da anlatamayacağıma göre bir isim bulmam gerekiyordu! Evet, ona bir isim bulmalıydım. Tipi falan Türk'e benzemiyordu. Aksanı yabancı gibiydi. Sanki bazı kelimeleri hayatında ilk defa duyuyor, bazılarını ilk defa söylüyordu. Ne demeliydim ona seslenirken?
Yabancı ama çok göze batmayacak bir isim olmalıydı. Zaten üzerinde bitmeyen bir turist şaşkınlığı var, uzaydan gelmiş gibi demek daha doğru aslında. Çok yaratıcı olmasa da ona Mary demek doğru olacak gibi. Çokça kullanılan bir isim. Roze da olabilir. Pek gülü aldırmıyor ama... Kedi gibi çekik gözleri minik burnu var, kediye benziyor. Belki Kat? Kathie? Katie? Düşününce pek çok hareketi ehlileştirilmemiş kedi gibi. Biraz vahşi, biraz da şaşkın. Evet, soranlara Kat diyeceğim. Katie'nin kısaltılmışı derim. Hem kendisine de uygun bir isim olur.
İsim için itiraz edeceğini sanmıyorum, senin ismin bu olsun desem "isim nedir?" diyecek gibi geliyor. Evet evet Kat, Kat olacak ismi.
Düşünürken kenara park edip bir mağazaya girdim. Bedeni neydi ki bu kızın, o kadar yemesine rağmen epeyce zayıftı. 34 beden falan olması lazım. İçeri girip ona uygun bir kot pantolon aldım. Yanıma gelen ve bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soran kıza her zamanki o muhteşem gülümsememi attım. Kız anında karşılık verirken yakışıklı olduğum için bana sempati besleyen diğer kızlara karşı hissettiğim tiksintiyi ona da hissettim. Bu kadar kolay mıydı birinden hoşlanmak? Benim gözümde hepsi birbirinin aynısıydı bunların. Sırf kızı sinir etmek amacıyla konuştum.
"Sevgilime iç çamaşırı seçeceğim de karar veremedim sizce dantel mi? Yoksa saten mi?" dediğimde kızın yüzü turşu dondurması yemiş gibi bir hal aldı.
"Sevgiliniz mi?" dediğinde aynı gülümseme ile kıza döndüm.
"Çamaşırlar!" dedim kaba bir şekilde.
Kız seri hareketlerle rafa uzanıp penye ve gayet kapalı çamaşırlar aldığında gülümsedim. Kıskançlıktan en kapalı ve sade olanları veriyordu. Neymiş efendim; renksiz olanlar ve penyeler, pamuklular daha sağlıklıymış. Gel sen onu benim... Neyse uzatmaya gerek yok benim de o pasaklı için harcayacak çok param yok. O elime aldığım saten, minicik şeyin etiketini görünce elimden atmamak için zor tutmuştum kendimi. Büyükbabamla aramı düzeltmeden kıza harcayacak fazladan tek kuruşum yok. Okul varken gidip bir işe girsem derslerimden geri kalacağım malum olduğu için yakın zamanda aramı düzeltmeye bakmalıyım. Ama önce şu kızı insan içine çıkacak hale getirmem lazım. Yanımdan bir yere de ayrılamayacağına göre! Of of!
Hem ona pasaklı deyip durmasam iyi olur. Neydi hah Kat. Katie'e kıyafet almam lazım benim bir kotla olmaz. Açlıktan kafam çalışmıyor artık ya uff. En iyisi eve gidip Kat'i alıp onunla alışveriş yapmak. Bir saniye! Ben onu Ali'yle ve üzerinde sadece benim tişörtüm varken evde yalnız bıraktım. İki saattir burada ne yapıyorum? Ya Ali kıza bir şey yapmışsa? Ya onun saflığından faydalanıyorsa? İyi olur aslında Ali'ye bırakırım kızı. Ben de doğum günü partime katılırım. Miss gibi eğlenirim sınav öncesi.
Bir an aklımda beliren Kat ve Ali'nin sarılmış, hatta öpüşen görüntüsü ile midem kasıldı.
Ali'nin, "Ben sana bilmediğin her şeyi öğretirim!" diyerek Kat'i kucakladığını düşününce hızla kasada ödemeyi yapıp çantaları kaptım. Dükkândan fırtına gibi çıkıp arabama bindim. Evin yolunu nasıl gittim bilmiyorum. Ya da kaç dakika sürdü... Ben yoldayken Ali şerefsizi dokunmuş olmasın kıza? Dokunmamıştır umarım, yoksa elimden yiyeceği var. Evet yiyeceği dayak var yanlış kurmadım cümleyi. Kapıyı yine tekmelemeye başladığımda altında şortu ve ıslak saçında havlusu ile kapıyı açan Ali'ye bir yumruk savurdum.
"Nerede Kat? Bir şey yapmadın değil mi kıza?" dediğimde kıstığı gözleri ile bana baktı.
"Oha abi ya! Saçmaladın iyice sen. Kız bıraktığın yerden kalkmıyor inatla. Yemek için bile ikna edemedim. Ben de o arada bir duş alayım dedim. Malum mutfak küçük öğrenci evi. Yemek kokusu sindi üzerime.” dediğinde gözümü bıraktığım yerde oturan Katie'e çevirdim. Bıraktığım şekilde duruyordu. Epeyce sıkılmışa benziyordu. Elini bile koyduğum şekilde tutuyordu. Beni görünce gülümsedi. Hızla yerinden fırlayıp bana koşturdu. Boynuma atladığında şaşkınlıktan elimdeki paketleri düşürdüm. Mis gibi kokan saçları boynumu gıdıklarken boynuma gömdüğü yüzünü bir iki saniye sonra kaldırıp gülümsedi.
"Adımı hatırladım! Kat! Katie yani. Ama bana Kat diye sesleniyorlardı! Bu bir isim değil mi? Benim ismim bu değil mi?" diye fısıldadığında birkaç saniye boyunca sadece yüzüne baktım. Sonra gülümseyerek boynuma sardığı kollarını çözdüm. Ali o arada bize bakmamaya çalışarak konuşuyordu. Büyük ihtimalle bana sarılınca yukarı toplanan tişörtten yine tüm bacağı olduğu gibi ortaya dökülmüştü.
"Abi senin sevgiline bakmam ben! Ayrıca ne saçmalıyorsun?" diyordu ama kızı kendimden uzaklaştırıp bir saniye düşündüm ve kendime geldim. İsmini hatırlamışsa başka şeyler de hatırlamış olabilirdi değil mi?
"Başka ne hatırlıyorsun?" dediğimde yüzünü buruşturdu.
"Çok parlak!" dediğinde boş boş yüzüne baktım. Anlamadığımı anladığında yüzünü buruşturup yanan lambayı işaret etti.
"Parlak bir ışık! Onu mu diyorsun?" dediğimde başını hevesle sallayıp yutkundu. Elini başına atıp birazcık ovaladığında başının ağrıdığını anladım.
Ali'nin yanında renk vermemek için daha fazla sorgulamadım. Yemek için mutfağa geçmeden önce yere düşen poşetleri kızın eline tutuşturdum.
"Sana birkaç kıyafet aldım, hadi giyin bir an önce.” dediğimde tişörtün eteğini tutup çıkartmaya çalışınca hızla atılıp ellerini tuttum. Of of! Ortalık yerde soyunacaktı bir de.
Elinden tuttum ve onu Ali'nin odasına götürüp poşettekileri çıkartışını izlemeye başladım. Bir dakika kadar sonra başımı sağa sola sallamaktan kendimi alamadım.
Hayatında ilk defa görüyor gibi baktığı çamaşırları ve pantolonu giyemeyeceğini anladığımda vücuduna dikkat etmemeye çalışarak kıyafetleri giyinmesine yardım ettim. İç çamaşırı giymesini öğretirken resmen alnımda ter birikti. Benim gibi biri için fazlaydı bu kadarı.
Yarım saat kadar sonra yemeğimizi yiyip evden ayrılmıştık. Kendi doğum günümü kaçırmak istemediğim, kızı evde tek bırakamayacağım aklıma gelince yine aynı mağazaya sürdüm. Bedenini artık bildiğim için bütçemi zorlayacağını bilsem de en güzelinden bir elbise ve topuklu ayakkabıyı da aldım. Niye mi yanımda dolaşacaksa güzel görünmek zorundaydı! Benim bir karizmam var ve çizilmesini hiç istemem doğrusu.
Elbiseyi orada çalışanların yardımıyla giyinip dışarı çıktığında gülümsedim. Karizmam yerinde duracaktı çünkü kız çok güzel olmuştu. Topuklu ayakkabı konusunda zorlanacağını düşünmüştüm ama mükemmel bir dengesi vardı ve yıllardır topuklu giyiyormuş gibi rahat bir şekilde yürümeye başlamıştı ayakkabıları ayağına giyer giymez. Gülümseyerek kızın saçlarına da halamı kuaföründe fön çektirttim. Eve geldiğimizde hazırlanmak için odaya giderken koltuğa oturtup orada beklemesini söyledim yine. Gülümseyip daha önce gösterdiğim gibi uslu uslu oturduğu gibi oturunca bende gülümsedim. En azından artık biraz evcildi benim kedicik.
Odaya geçip üzerime daha önce giymediğim uzun kollu V yaka bir tişört ve bir kez giydiğim keten pantolon giyindim hızlıca. Saate baktığımda az bir sürem olduğunu gördüğüm için çekmeceyi açıp, siyah bir çorap bulup onu da giyerek saatimi taktım. Aynanın karşısına geçip saçımı tararken kızın kuafördeki şaşkın halleri aklıma gelince dudağıma yansıyan gülümsememle işimi bitirip parfümümü sıktım. Hazırlanıp salona geçtim. Bıraktığım yerde usluca beni bekleyen kız beni görünce ayağa kalkıp zarif bir hareketle bana doğru yürümeye başladığında bu gece onu görecek ve kıskanacak olan arkadaşları düşündüm. Yine aynı şeyi söyleyeceklerdi. Şanslı bir piçtim ve bunu söylemekte çok haklılardı. Kolumu ona uzatıp elimi tutmasını söylediğimde birkaç saniye boş boş bakınınca gülümsedim. Yanına yaklaşıp elini tutup parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdim.
"İşte buna el ele tutuşmak denir Kat," dediğimde ciddi bir şekilde başını salladı ve ellerimizi iyice süzdü. O garip buğulu şiveli sesi ile dediklerimi tekrarlarken dudağının aldığı hale baktığımda ne kadar sevimli göründüğünü düşündüm.
"Hadi bir an önce partiye gidelim olur mu?" dediğimde yine başını salladı ama anladı mı o kısmı meçhul. Arabada ilerlerken kaşlarını çatışından bir şeye takıldığını anladığım için o sormayınca dayanamayıp ben sordum.
"Ne düşünüyorsun?" dediğimde dudaklarını büzüp sordu.
"Parti nedir?"
"Parti eğlenmek için bir araya gelip yaptığımız bir şey. Gidince görürsün.” dediğimde gülümsedi.
"Anladım. Peki ne için eğleniyorsunuz?" dediğinde yaş günü kutlamasını açıklamak zorunda kaldım. Açıklamam bittiğinde kulübün önüne gelmiştik.
"Kat, bu saatten sonra ben açıklamadan kimseye bir şey demeyeceksin. Sorarlarsa ismin ve sevgili olduğumuz dışında bir şey söyleme. Olur mu?" dediğimde başını salladı. Kaşını çatışından bu kez de sevgili kelimesine takıldığını anlasam da açıklamaya ne sabrım ne zamanım kalmıştı. Arabamın kapısı açıp Katie'e beklemesini söyleyerek onun tarafına dolandım. Kapısını açıp elimi uzattığımda hevesle elimi tuttu. Zarif bir şekilde arabadan inip yüzüne gelen saçını arkaya doğru savururken film yıldızlarına benziyordu. Söylediği kelimeleri duymasam bir an Kat yerine bir başkası ile geldiğim fikrine kapılacaktım.
"El ele tutuşmak.” diyordu. Hafızasını yoklayarak etüt yapan bir öğrenci gibi tekrarladığı bu kelime ile benim saf, hiçbir şey bilmeyen kediciğim olduğunu anımsatmıştı bana.
"Evet Kate. Sevgilim. Hadi içeri girelim.” dediğimde gülümsedi.
"Olur sevgilim.” dediğinde ses tonu öyle tatlıydı ki...