"İstersen konuşmaya başla; yoksa bir süre Şef ile kaliteli zaman geçireceksin.” dediğimde boş boş yüzüme baktı.
"Şef?" dedi sadece.
Alımlı yüzünde cidden şaşkın bir ifadeyle kıvrılan dudakları ve soru dolu gözleriyle bir anime karakteri kadar sevimliydi. Gözlerini öyle koca koca açmayı nasıl başarmıştı bu kız? Yüzünde uyumsuz hiçbir şey yoktu. Ünlü bir estetisyenin elinden çıkmış gibiydi. Merakını gidersem iyi olacaktı. Tabii cidden meraktan soruyor ve numara yapmıyorsa. Bu kadar saflık beş yaşındaki bir bebek için bile fazlaydı doğrusu.
"Şef benim köpeğim. Azılı bir postacı avcısıdır ve tatlı olarak kızları yemeye bayılır. Şu an çok aç ve sinirli.” dedim gözlerimi kısarak üzerine eğildim. Yine dizlerini göğsüne çekip kendine kanepede uzak bir köşe edindi. Fazla masum duruyordu. İyi bir oyuncu olmalıydı.
"İsmin ne?"
"Hatırlamıyorum.” dedi gözlerini kırpıştırırken.
"Nerelisin?"
"Bilmiyorum.”
"O kutuda ne işin vardı?" dedim bu kez. Cidden fazla uzamıştı bu saçma hatırlamıyorum, bilmiyorum oyunu.
"Hangi kutu? Ne kutusu?" dedi. Ellerini başına yaslayıp acısını dindirmeye çalışır gibi şakaklarını sıktığında içim azıcık burkulsa da devam ettim. Acırsan acınacak hale düşersin.
"Kızım ne işin vardı benim kapımda?" dedim hırsla.
Bugün ki derslerimden, arkadaşlarımla dışarıda geçireceğim zamandan olduğum yetmezmiş gibi bir de açlıktan midemin ağrısı çekiyordum. Kim için? Kapımda kutu içinde bulduğum şu pasaklı şey için. Gerçi artık pek pasaklı sayılmazdı ama olsun. O kadar kirin pasın içinde kesin bir mikrop kapmıştır bu.
"Bilmiyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum.” diyerek ağlamaya başladı. Ağlayışı, iç çekişlere dönüşene kadar numara yaptığından neredeyse emindim.
"Tamam seni şikâyet etmeyeceğim ya da polise teslim etmeyeceğim. Gerçekleri söyleye bilirsin.” dedim oflayarak. Bu kızla akşamımı da heba etmek istemiyordum ve açlıktan ölmek üzereydim.
"Polis ne?" dediğinde benimle dalga geçtiğinden emin oldum. Elimi koltuğa bastırıp seri bir hareketle doğruldum. Üzerine yürüdüm.
"Sen benimle dalga geçebileceğini mi sanıyorsun kızım! Defol git evimden.”
"Dalga geçmek mi?" dedi bu kez saf ama derin sesiyle. Ciddi anlamda kafası karışmış duruyordu.
"Evet. Ben alay edebileceğin saf kız budalalarından değilim. Şimdi defol git evimden.” dediğimde gözleri doldu yine.
"Nereye?" dedi göz yaşları yanağından süzülürken. Dudaklarını büzüp ellerini kanepenin minderine geçirmişti. Tırnaklarının deriye açtığı deliklere baktığımda sinirden gözüm döndü. Kaşlarımı çatarak koluna yapıştım.
"Burası hariç herhangi bir yere. Sokağa, otele, parka, evine...” dedim. Kolundan tutup kapıya sürüklemeye başladım.
"Köpek?" dedi korkmuş bir şekilde. Tırnaklarımı koluma geçirdi ve ayaklarını yere bastırıp onu sürüklememe engel olmaya çalıştı. Bir yandan "Hayır!" diye inlerken bir yandan kocaman gözlerini yalvarırcasına gözlerime dikti. İçimden geçen anlık acı dalgasını boş verip ciddileştim.
"Köpeğim hiçbir şey yapmaz. Gidebilirsin. Bir daha biriyle dalga geçerken köpeği olup olmadığına dikkat et.” dediğimde yine ağlamaya başladı. Kolundan tutup sürüklerken dışarıdan havlamaya başlayan Şef ile gerilip ayaklarını yere sabitleyerek daha çok direnmeye başladı.
"Beni yer.” dedi. Cidden buna inanıyor olamazdı değil mi? Köpekten korkanı gördüm ama bu kadar çocukça bir korku pes doğrusu.
"Senin aksine o yemeğini pişmiş yer. Seni pişirip önüne atmadığım sürece, dokunmaz.” dediğimde daha çok ağlamaya başladı.
"Beni pişirme.” dedi hıçkırarak. Gerçek misin sen ya?
"Pişirmemi ve hatta öncesinde derini yüzüp doğramamı istemiyorsan defol git evimden kızım. Bela mısın? İyisin işte. Hem köpek bağlı, istese de sana dokunamaz.” dediğimde gözlerini gözüme dikti.
"Peki.” diyerek evin çıkışına gitti. Kapıya bakıp tekrar bana döndü.
"Şimdi ne var?" dediğimde dudaklarını büzdü.
"Nasıl çıkacağım. Bu duvar kapalı.” dedi saf bir şekilde. Bu kadar saftirik olmasına imkan yoktu ama bahanesini savuşturmak için yine de açıkladım.
"Kapı kızım be. Abartma kulpunu çevir.” Gözlerime boş boş bakıp yine "Kulp?" dedi.
"Pizzaları aldığında açmıştın ya hani. Şimdi neden numara yapıyorsun ki?" dediğimde omuz silkti.
"Açıktı.” dedi. Oflayarak kapıya gidip hızla kapıyı açtığımda kendini sokağa atmadan önce Şef'i görüp bir adım geri sekse de havayı koklayıp gülümsedi. Yürüyüşüne engel olamıyor gibi kokuyu takip edip kenardaki çalılıklara resmen kendini attı.
Birkaç mor çiçekli dal kopartıp burnuna dayayarak derin derin birkaç nefes alıp birkaç dal daha kopardı ve burnuna yaklaştırıp koklamaya başladı. Mest olmuş bir şekilde koklarken köpeğimin havlamasıyla sıçrayarak elindekileri düşürdü. Bana döndüğünde yüzü gözü kıpkırmızı olmuştu. Canının yandığı belliydi ama elini yine aynı ota uzatıyordu.
Davranışları gözüme bir an, pembeye boyalı civciv kadar saçma göründü. Elindeki bitkiye alerjisi olduğu belliydi ama uyuşturucu bağımlıları gibi koklamaktan yüzüne burnuna sürtmekten kendini alamıyordu. Bir süre sonra burada sabaha kadar bu şekilde kalacağını kavramaya başladığımda birkaç uzun adımla kızının yanına gittim. Elindeki bitkileri tutup yere attım.
"Ölmek istiyorsan artık başka yerde dener misin lütfen? Yüzün kıpkırmızı. Defol hadi.” dediğimde acılı gözlerle ota bakıp birkaç adım attı dizlerinin üstüne düştü.
"Ne oldu. Off of. Kızım sen nereden geldin benim başıma?" diyerek kolundan tutup baygın bakışlarına aldırmadan arabaya doğru sürüklemeye başladım. Arabanın arka koltuğuna yatırıp kapıyı kapadım. Şimdi ben bunu hastaneye götüremezdim, sokağa da atamazdım. Bu kılıkla bununla ne yapacağım?
Aklıma gelen fikirle gülümsedim. Ali veterinerlik okuyordu ve son sınıftı. Yarı doktor sayılırdı. Basit bir alerjiyi çözebilirdi herhalde.
Arabamı çalıştırıp Ali'nin evine sürdüm. Yolda ara ara yaşayıp yaşamadığını kontrol etsem de ışıklar harici durmadan yirmi dakika sonra Ali'nin oturduğu öğrenci evine ulaşmıştım. Oflayarak kızı kucağıma alıp asansörle üçüncü kata çıkıp kapıyı tekmelemeye başladım. Dördüncü ve beşinci tekmem arasında kapı açıldığında karşımda duran Ali'nin üzerinde sadece şortu ve yazlık parmak arası terlikleri vardı. Beşinci tekmem diz kapağına denk geldiğinde küfür ederek kapıyı bırakıp ellerini dizine koyarak geri çekildi. Umursamadan içeri girip kızı koltuğa attım resmen.
"Şuna bir bak alerji oldu galiba.” dedim soğuk sesimle.
"Kızın sana mı alerjisi var? Gayet iyi bir savunma mekanizması bence.” diyerek yanıma yaklaşan Ali, kızı gördüğünde derin bir nefes aldı.
"Ne oldu bu kıza?" dediğinde ofladım.
"Bahçemdeki o mor ottan kokladı ve bu hale geldi.” dediğimde kaşını kaldırıp odasına koşturdu.
Ufak bir çanta ile geri döndü ve hızla bir ampul kırıp kıza enjekte etti. Kız kendine gelene kadar sessizce ve ciddi bir şekilde başında dikilip tansiyonuna ve nabzına bakmaya devam etti. Onun bu ciddi haline alışık olduğum için sesimi çıkartmadan bir kenarda bekledim. İşini yaparken ciddiydi, tabii işi bittiğinde yine her zamanki Ali'ye dönüşüyordu.
"Kız zehirlenmiş, alerji değil bu. Benim yerime hastaneye götürsen ölebilirdi.” dediğinde kaşımı çatıp ona döndüm. Ölüyor muydu? Başıma iş açacağını biliyordum!
"Dostum o ot kedilere etki eder genelde. Dokunmaları, hatta koklamaları için kedilere hoş cezbedici bir koku yayar. Bizim için normal naneden biraz daha hafif bir koku gibi olsa da onlar için karşı konulamaz bir şeydir. Bu kız da kediler gibi zehirlenmiş. Bu vakayı kitaplardan okumuştum ama ilk kez karşıma çıkıyor. Çok nadir rastlanan bir olay. Bunu gördüğüm için acayip şanslıyım.” dedi.
Kız gözlerini aralayarak Ali ile göz göze geldiğinde kendini koltuktan kurtarıp sağına soluna bakındı. Beni gördüğünde rahatlayarak hızla yanıma geldi. Koluma yapışıp arkama saklanarak kenardan Ali'ye bakmaya başladı. Ali, "Sanırım senden korkmuyor ha?" dediğinde kız tepki vermeden ona bakmaya devam ediyordu. Kalp atışları resmen dışarıdan duyuluyordu.
"İyi misin?" dediğimde bana baktı birkaç saniye. Gözlerini kapatıp açtıktan sonra gözlerini potansiyel tehlikeye; yani Ali'ye dikti.
"Aç mısın? Miden bulanıyor mu?" dedi Ali kıza bakarak.
Kız yutkunup gülümsedi. Hevesle başını sallayıp onaylamam için bana baktı. Ne çok yiyordu bu kız. Deterjan yiyip hasta olmamıştı ama ottan zehirlenmişti. Güçlü müydü yoksa narin mi çözememiştim. Eğer biraz daha aç kalırsam şuracıkta kızı yemeye başlamam içten bile değildi.
"Abi açtır aç. Utanmasa ya da çekinmese bizi de yemeye kalkar diye korkuyorum.” dediğimde arkamdan mırıldandı.
"Ben tuz sevmiyorum, insan eti tuzlu oluyor.”