"Hey hey yavaş ol biraz lütfen!" dedim ama umursamazca dikkatini çeken şeye doğru ilerlemeye devam etti.
"Nereye Katie?"
Tekrar tekrar seslendim ama en sonunda sesimi biraz yükseltince aniden bana dönüp gülümseyerek yürümeye başladı. Geri dönmesi ile rahat bir nefes alıp elini sıkı bir şekilde tuttum. Kapıya doğru yürümeye devam ettim. Bu kalabalıkta kaybolması şu an en son isteyeceğim şeydi.
Üzerindeki ince elbisesi vücudunun tüm kıvrımlarını ortaya dökmüş onu hiç olmadığı kadar sexi bir hale getirmişti. Bacaklarına yapışarak uzun ve düzgün fiziğini ortaya çıkartan bu elbiseyi neden aldığımı sorgularken, bize dönen bakışlarından sıkılmaya başladım.
"Katie unutma, dediğim gibi... Soru sorarlarsa bana bırak anlaştık mı?" dedim ve başını sallayıp onaylaması ile rahat bir nefes aldım.
Birkaç adım daha attıktan sonra bizi sarmalayan müzik sesi ve parlak ışıklar ile şaşkına dönen Katie'in elini daha çok sıkarak yanında olduğum mesajını verdikten sonra, omzunda hissettiğim kollar ile yan dönüp Cenklere zoraki bir selam verdim.
"Cenk naber?"
"Cihan moruk!" dedikten sonra devam edemeden yanımıza yaklaşan Sırma ile selamlaştık.
Sırma, sarışın bir afetti ve okul başladı başlayalı bana arkadaş olarak yaklaşan tek tük kızdan biriydi. Onun yanında o yüzden rahat hissederim.
"Bu kim?" dediklerinde etrafında olup bitenlere anlam vermeye çalışan Katie kötü bir bakış atarak geri çekildi. Biraz ürkmüş ve şaşkın gözüküyor, özellikle Cenk'e karşı fazla mesafeli duruyordu.
"Bebeğim bunlar arkadaşlarım, bu da kız arkadaşım Katie.” dediğimde Katie de dahil sesimi duyan herkes şaşırmıştı.
"Hani bu çevreden hiçbir kızla çıkmıyordun sen?" diyen Sırma'ya benimle bütünleşmiş ukala gülüşlerimden birini hediye ettim.
"Kat'in ismi sende hiçbir şey uyandırmıyor mu?" dediğimde boş boş baktı.
"Nasıl yani? İsmi güzel diye mi kızla çıkıyorsun?" dedi.
Yok, bu zekâ seviyenle senle çıkıp şu canım yakışıklılığımı heba edecektim.
Havalı bir tavırla kurtarıcım Kat'in omzuna kolumu dolayıp, ilerlemeden önce Sırma'ya göz kırptım. Sonra Cenk'e dönerek konuştum.
"Abi siz anlatın, doğum günümü saçma sapan şeyler açıklayarak geçiremem.” dedim.
Bu kızın saflığı işime gelmişti ilk defa. Tamam güzel, hoş kızdı ama akıllı denilemezdi. Bir şeye odaklandığı zaman başka bir şey düşünemiyor, dönüp dolaşıp aynı yere geliyordu.
"Cihan!" diyen Aliye'ye döndüğümde vakit kaybetmeden kollarını uzatıp boştaki koluma sıkıca sarıldı ve yanağıma dostça bir öpücük kondurdu. O sırada tüm ışıklar söndü. Önümde beliren mumlarla gülümseyerek doğum günü şarkımın bitmesini bekledim. Dileğimi tutmamı bekliyorlardı?
Ne dileyebilirdim ki? İstediğim her şeye sahiptim. İyi bir okulum; süper ders notlarım, formda ve yakışıklı bir vücudum, zengin bir ailem vardı. Beni seven bir sürü arkadaşım, herkesin hayranlıkla baktığı bir yerim vardı. Neyim eksikti ki benim?
"Hadi dilek tut!" diye bağıran kalabalığa gülümsedim.
"Dileyecek bir şey bulamadım.” diyerek mumlara üfleyecekken koluma asılması ile Kat'i hatırladım. Kız şaşkın şaşkın etrafına bakınıyordu hala.
"Dilek nedir?" diye fısıldadığında ne yapacağımı bulmuştum. Kulağına eğilip doğum günü dileği muhabbetini 'onun anlayacağı şekilde' anlattım kısaca.
"En çok istediğin şeyi içinden geçir ve tüm mumları üfleyerek bir seferde söndür.” diye fısıldadığımda hevesle kafasını sallayıp bir adım öne çıktı. Birkaç saniye gözlerini kapayıp ağzı hafifçe aralanmış bir şekilde pastaya doğru eğilerek bekledikten sonra gülümseyerek gözlerini açıp pastamın üzerindeki tüm mumları söndürmek için hevesle üfledi. Bir mumun yanmaya devam edeceğini anladığımda çaktırmadan üfleyerek yardımcı oldum.
"E, ne diledin?" dediğimde yüzünde çocuksu bir masumiyetle yayılan mutluluğu izlemek oldukça keyifliydi.
"Hatırlamasam bile en çok istediğim şeyin gerçek olmasını.” dediğinde zeki dileğine hayran olmadan geçemedim. Ben neden böyle bir şey dilememiştim ki... Neyse, gerçek olacağı yok zaten, ne diye canım sıkılıyorsa... Umursasam daha dikkatli olur ve kesin ben akıl ederdim.
Müziğin başlaması ile Katie'e bir göz attım. Slow bir parçaydı ve herkes dans etmemizi bekliyordu. Bu dansa onunla çıkmazsam diğerleri akbabalar gibi etrafıma doluşacaktı. Kızların ilgisini her zaman sevsem de birkaç gündür beni boğmaya başlamışlardı artık. Benim nasıl bir insan olduğumdan çok, param ve yakışıklılığım ile ilgilenen kızlardan tiksiniyor, bana aşkını itiraf eden dans bölümünde okuyan kız aklıma geldikçe daha da sinir oluyordum. Kız ismimi bile bilmiyordu arkadaş. Gülümsememe âşık olmuş! Ya evet sordum. Merak ediyordum ne yapabilirim ki?
"Katie, sadece banim yaptıklarıma uyum sağla.” dediğimde başını sallasa da hala dikkati dağınık ve dalgındı.
Ayaklarımı ezmemesini dileyerek kollarımı beline doladım. Kısa bir süre etrafına bakınan Kat, olayı çabucak kavrayıp bana uyarak hafif hafif sallanmaya başlayınca, dudaklarıma rahat bir ifade yerleştirip her zamanki Cihan Sönmez tavrımı takındım.
Küçük dağları ben yarattım, hatta büyükleri de. Dünya mı? Babamın çiftliğinin ufak bir bölümü...
İşte her zamanki Cihan Sönmez buydu. Bir kızla uğraşıp rezil olan, bütün bir günü aç geçiren Cihan'ın benimle bir ilgisi yok. Müziğin bitmesi ile şakağına elini götüren Katie hafifçe sallanınca düşmeden hemen önce onu kucakladım. Meraklı bir kalabalık bize doğru yaklaşırken onları umursamadan kenardaki koltuklardan birine yerleşip onu da kucağıma yatırdım. Kız henüz tam iyileşmemişti ve ben onu partilere sürüklüyordum. Düşüncesizce davranmıştım galiba.
"Katie, iyi misin? Gözlerini açabiliyor musun?" dediğimde gözlerini birkaç kez kırpıp yavaşça araladı. Tepemizde parlayan ışıklara baktı.
"Ben, ben...” dedi sonlara doğru sesi öyle kısılmıştı ki etrafın uğultusu ile duymak imkansızdı.
"Sen ne Katie?" dedim merakla üzerine eğilerek. Diğerlerinin duyamayacağı ama benim çok net bir şekilde duyup anlayacağım şekilde yaklaşıp tüm dikkatimi ona yönlendirdim.
"Bana bir araba çarptı.” dediğinde kaşımı çatıp ona döndüm.
"İki saniye baygınlık geçirdin ve hemen kâbus mu gördün?" dedim.
Kızın kafasında kesin bir hasar kalmıştı ya da o kedi otu yüzünden hala kafası çok kıyaktı. İkinci seçenek olmasını dileyerek artık ateş gibi parıltılar saçarak; bakanın sadece gözünü değil, gönlünü de alevlerle kaplayacak yakıcı güzelliğe baktım. Deli bir güzelle uğraşmak istemezdim bir de.
"Ben hatırlıyorum!" dediğinde ona sarılıp doğrulmasına yardım ettim. Bir an önce şuradan kurtulup kızın anlatacaklarını dinlemek için sabırsızlanıyordum.
Cenk'i yakalayıp Kat'in rahatsız olduğunu erken ayrılmamız gerektiğini söyleyerek arkamı döndüğüm zaman Kat'i bıraktığım yerde bulamayınca hızla etrafta göz gezdirmeye başladım.
Nereye kayboldu bu kız yine?
Başıma bir iş çıkartmasa bari derken çıkış kapılarından birinden çıkmakta olan Kat ve uzun, zayıf erkeği gördüğümde kaşımı çattım. Kızlar böyleydi işte; arkanızı dönmeye gelmiyordu! Hemen tekmeyi yiyordunuz. Güvenilmez yaratıklardı. Tam arkamı döndüğüm sırada seslendiğini duyduğum için geri döndüm hızla.
"Cihan!" O buğulu yayvan sesiyle adımı söylemişti. Gücünün yettiği kadar bağırmış, sanki yardım dilenmişti. Hızla çıkışa koştururken yanındaki adamın ellerinden sıyrılıp benim kollarıma atılınca, tepki olarak sarıldım ve gözlerimi bize bakan adama çevirdim.
"Senin ile hiçbir yere gelmiyorum! O; benim hayatımı kurtardı. İzin verene kadar ona hizmet edeceğim artık!"
Kat, bir hışımla adama bunları söylediğinde adamın gözlerinde hırslı parıltılar ve düşmanlık dumanları savrulup havaya karışırken gözlerini bana dikti. Kahverengi gözleri olup da bu şekilde soğuk bakabilen insan azdır doğrusu.
Hem ne demişti o öyle? Bana hizmet mi edecekti? Peki etsin hiç sıkıntı değil de o cümledeki 'artık' kelimesi neyin nesi? Daha öncesinde ona mı hizmet ediyordu yoksa? Bu hizmetler neyi kapsıyordu, mesela ayaklarını yıkayan, yemeğini yatağına servis eden bir özel hizmetçi mi Katie! Ya da sadece evini temizleyip çayını hazırlıyordu. Her ne yapıyor olursa olsun, Katie şu an suratında 'benim adım bela' yazan bu adamla gitmek istemiyordu. İlk defa benim adımı söylemişti ve onun sesiyle adımı duymak bile özel hissettirmişti.
"Doğru mu?" dedi karşımdaki sadece. Konuyu uzatmayıp da kısa kesmesine hem sevinmiş hem de üzülmüştüm. Kapıda konuşup rezil olmaktan kurtulduğum için sevinmiş, o iğrenç yüzüne bir tane çakamadığım için ve aklımda dolanan sorulara cevap alamayacağım için de üzülmüştüm. Olumsuz bir yanıt bekliyordum hevesle. Damarına basmayı dileyerek ters bir şekilde cevap verdim o yüzden.
"Evet öyle, bir sakıncası mı var?" dediğimde hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp yürümeye başladı. Gözlerini kısıp gidişini izledikten sonra Katie'e dönüp arabayı işaret ettim.
"Buyurun hanımefendi.” dediğimde gülümseyerek ön koltuğa kendisini attı. Ben de direksiyonun başına geçip yerimi aldığımda duyacaklarıma hazırlamıştım kulaklarımı.
"Sizi dinliyorum.” dediğimde çoktan bacak bacak üstüne atmıştı. Zarif bir şekilde bana dönüp konuşmaya başladığında sesi minnet, kibir ve gurur doluydu.
"Ben Katie, ailemin en küçük çocuğumun. 17 yaşındayım. Ailemin geri kalanı dünyanın farklı bölgelerine dağılmış durumda; görevlerini yerine getirmek için.” diyerek soluklandı.
"17 yaşında bir kızın okulda okuyor olması gerekir bence. Birilerine hizmet etmesi değil. O adam ile ne işin vardı?" diye sorduğumda buruk bir şekilde gülümsedi.
"İşte ne geldiyse başıma o yüzden geldi. Okula gidip normal bir genç kız gibi yaşamak istediğim için!"
Kafam karışmıştı doğrusu. Normal bur genç kız olmadığını mı söylemeye çalışıyordu bana?