Ertuğrul, Fırat ile adrese doğru ilerlerken ellerini sürekli yumruk yapıyor küçük Aysima gözlerinin önünden gitmiyordu. Öylesine masum öylesine günahsızdı ki, öyle bir cana nasıl kıyarlardı. Nasıl bir babaydı ki bir yurda başından atmak istercesine bırakabilirdi. Üstelik Aysima özel bir çocuktu. Engelli demek istemiyordu. Esas engel insanların zihinlerinde kalplerindeydi.
Yurt dışına dedesinin yanına gittiği dönem yazıldığı kick boks salonunda da bir arkadaşı vardı. Duymada sorun yaşıyor ama asla pes etmiyor ona "engelli" kelimesinin kullanılmasını istemiyordu. İyi dost olmuşlardı zira Ertuğrul annesinden ötürü bu tür özel çocuklarla fazlasıyla içli dışlı olmuştu. Çocuk yaşta merhameti, ince düşünmeyi ve onları kırmamayı öğrenmişti. Özellikle o kurumlarda görev alan eğitimcilere ayrı bir saygısı vardı çünkü bazı çocuklar ciddi anlamda zorluk yaşıyor ve yaşatıyordu ama yine de sabır azim ile sorun en aza indirilmeye çalışılıyordu.
Aynadan ona bakan Fırat "Abi kim bu şerefsiz. Yani peşine düştüğümüze göre önemli biri" dediğinde bal rengi gözlerin sert bakışları ile karşı karşıya kaldı. Aldığı cevapsa sessizce devam etmesine yetti.
"Ne zamandır şerefsizler önemli biri oldu da şimdi olsun Fırat. Anasının suçu yok piçin teki işte. Evladına babalık yapamayan onu en zor halinde bizim yurda terk edip en önemli zamanda ortadan kaybolan bir piç"
Şehrin gecekondu ile dolu semtlerinden birine geldiklerinde birkaç yere adres sormaları gerekti çünkü navigasyon bile yolları şaşırtıyordu. Her yerde tek katı ya da en fazla iki katlı eski evler, evlerin önlerinde birikmiş çekirdek yiyen dedikoducu teyzeler, sümükleri akmış ama yüzünde gülüş eksik olmayan çocuklar. Hepsi hayatın gerçeğiydi. Onları gördükçe kaşları çatılan adam aklına böyle yerleri tespit ettirip yardım yapma fikrini not etti. Yardımlaşmayı, mazluma düşküne el uzatmayı babasından öğrenen adamdı o.
Derme çatma bir gecekondunun önünde durduklarında Fırat "Geldik abi. Burası tarife göre" dediğinde "Tamam koçum. Bir inelim bakalım evde mi döl israfı" diyerek arabadan indi ikisi de.
Birkaç adımlık bahçe tarzı otlu yolu geçip eski kapıya ulaştıklarında Fırat kapıyı çaldı. Kapıdan elini çekerken "Az sert vursam ev yıkılacak" deyince Ertuğrul kızın buradan kurtulduğuna sevindi. Onlar açılması için beklerken içeriden cırtlak bir ses yüzlerini buruşturmalarına neden oldu.
"Kim o lan öyle?"
Bir kadına göre oldukça argo konuşması adamları hayrete düşürmüyordu çünkü son dönemde bu tür konuşma kadınların ağzına da bulaşmıştı.
Genç adam sesinin sertliğine aldırmadan "Kocan evde mi?" diye sorduğunda kapı açılmadı yine ama kapının arkasından gelen ses kadının orada olduğunun şahidiydi.
"Boyu devrilsin o itin. Kim bilir hangi cehennemde. Piçini başıma bıraktığı yetmiyordu kendi de defoldu gitti. Aç köpek hayır yok kimseye"
"Nerede buluruz sabit bir yeri ya da arkadaşı yok mu?"
"Ne bilim ben ya? O kumarbaz ayyaşın mekânı belli mi olur?"
İki adam birbirine baktığında sinirle gözlerini kapayan Ertuğrul dişleri arasından "Dua et kadınsın yoksa şu evi başına yıkardım" dediğinde "Abi sakin mi olsan he" diyen Fırat'a "Sakinim ben koçum. Gidip bu herifi bulalım daha da sakin olacağım. Adamlara haber ver. Mahallede sorup soruştursunlar. Şu içerideki kadından da adamın bir resmini falan iste. Benim migrenim tutmaya başladı ses çekemeyeceğim" dedi ve arabaya doğru ilerledi. Arka koltuğa geçip aracın iç lambasını kapadı ve her daim hazırda bulunan kuvvetli ağrı kesicilerden birini, koltuğun arkasında bulunan su şişesinden içerek yuttu. Gözlerini kapatıp geriye yaslandığında kafasının içinde sesleri susturmaya çalıştı. Pek başarılı olmasa da ilacın etkisi ile dalmayı başara bilmişti.
Eski çiftlikte ormanlık alana doğru ilerliyordu. Nereye veya neden gittiğini bilmiyordu ama içgüdüleri beynine yön veriyor beyni ayaklarını emirlendiriyordu. Her bir adım da gece çökmüş ormana yaklaşmış yaklaşmış ve nihayet iç kısımlara doğru girmişti.
Göğe doğru uzanan ağaçlar dallarda tüneyip öten baykuşlar ve esen rüzgârın ışık gibi sesi. Ayağının altında ezilen dallar ve yapraklar rüzgârın sesine karışarak tüm ormana yayılırken, onun ayak sesine güçlü sert ve ürkütücü bir kişneme sesi eşlik etti.
Kaşları çatılan Ertuğrul sesin geldiği yönü kestirmeye çalıştı. Zira at her kişnediğinde ses yankılanıyor dört bir yanını sarıyordu. Biraz daha ilerleyip sese tamamen odaklanmaya çalıştığında bu defa zihninde ondan bağımsız bir ses yankılandı. Kafasının içinde ince billur gibi bir ses "Yardım et" diye sanki feryat ediyor onu çağırıyordu. Ses susmadı devam etti.
"Kurtar beni korkuyorum"
"Çok karanlık"
"Bul beni"
"Yardım et"
"Ertuğrul bul beni kurtar"
"Kurtar"
"Kurtar"
En sonunda dayanamayan adam iri bedenine rağmen ellerini kulaklarına kapatıp yere çöktü ve "Yeter, sus artık. Neredesin? Kimsin?" diye bağırmaya başladı. Daha önce duyduğu ya da hatırladığı bir ses değildi. Olsa hatırlardı. Ama değil di işte. Bir süre sonra çöktüğü yerden kalkınca delicesine bir yağmur boşalıverdi bir anda. Sanki onun kalkmasını bekliyordu. Sığınacak yer ararken onu gördü. Karanlığın içinde beyaz elbise giymiş kızı. Arkası dönüktü ve yağmura çöken karanlığa delicesine çakan şimşeklere rağmen ıslanmıyor adım attığı yerler aydınlık oluyordu.
Gözden kaybolmaya başladığında arkasından bağıran Ertuğrul "Hey, kimsin sen? Burada ne arıyorsun? Gitme kaybolacaksın dur lütfen beni bekle" dese de kız çoktan kaybolmuştu. Arkasından gitse de hiçbir yerde yoktu. Derken o kişneme sesi yeniden duyuldu ama bu defa ses daha net yeri daha bir anlaşılırdı.
O yöne doğru ilerledi bu defa. Aynı zamanda da kızı arıyordu gözleri. Önüne çıkan çalıları sağa sola itip küçük bir açıklığa çıktığında gördükleri ile kanı damarında donup akmayı reddetti. Ağzını açıp kapadı ama ne diyeceğini kestiremedi. Sanki bedeninden kuvveti çekilip alınmış o öylece boş bir çuval gibi duruyordu. Karşısındaki manzara ise irislerine sanki silinmesini istemezcesine işleniyordu.
Büyük oldukça iri simsiyah bir at vardı. Kişniyor arada şaha kalkıyor hırsla burnundan dumanlar çıkarıyordu. Daha beteri önünde çökmüş ve ağaç dibine sinmiş az önce ki beyaz elbiseli kızın çaresizce yüzünü dizlerine gömmüş olmasıydı. Kızın tüm bedeni zelzeleye mahkûm kalmış bir yapı gibi titriyor, omuzlarının oynamasından hıçkırarak ağladığını anlayabiliyordu. Adım atmak istedi. Öne doğru adım atıp atı uzaklaştırmak ve kızı kurtarmak. Ama olmadı. Sanki ayakları ona ihanet ediyor gibiydi.
Daha biraz önce ormana onu yönlendiren ayaklar şimdi felçli birinin hissiz uzuvlarına dönüşmüştü. Ağzını açtıkça sesi çıkmıyor atı engellemek adına hiçbir şey yapamıyordu. Derken göğü delecek kadar kuvvetli bir şimşek çaktı ve at sert bir kişneyişle şaha kalktı. On ayakları kızın üzerine inerken bağırmak istedi. Elleri balyoz sertliğinde yumruk olmuş, hareket edebilse at ile baş edecek kadar güç biriktirmişti. Sert bir darbe aldı genç kız. Yığıldı yere. Sarı saçları giderek ışığını kaybederken kızıllık sızdı araya. Beyaz elbisesi sarı saçları soluk bir renge bürünürken koyu kızıllıkla karıştı toprağa."
Fırat resmi alıp diğer adamları ayarladıktan sonra bir sigara yaktı. Derin bir nefes çekerek açık gökyüzüne çevirdi başını. Yıldızlar şehrin ışıklarından onlara küsüp daha az parlasa da iyi gören göz için hala oradalardı. Yaslandığı arabanın birden sarsılması ile önce bir duraksadı. Etrafına bakındı. Her hangi bir saldırı olasılığı var mı diye ama kimse yoktu. En azından meraklı birkaç komşu dışında. Aracın camları filmli olduğu için içeriyi göremiyordu ama sesin abisinden geldiğini anladığı an sigaranın izmaritini atarak hemen arka kapıyı açtı. Abisi elleri sımsıkı yumruk olmuş, alnında boncuk boncuk terlerle hayvani hırıltılar çıkarıyor kilitlenen çenesi yanaklarının gerginliğinden belli oluyordu.
Temkinli bir şekilde konuna dokunup "Abi" diye seslendi. Adam sesini duyuramayınca daha sıkı kavradığı kaslı kolu sarsarak "Abi uyan, kendine gel" diyerek bu defa sesini yükseltti. O anda gözlerini hızlıca açan adam kolunu tutanın kim olduğuna bakmadan sağ elini boğazına geçirdi. Bal rengi gözlerinde kızıllık vardı. Kendini çok sıkmış o kızı kurtaramadığı için öfkeliydi. Bir an ona dokunan şeyin at olduğunu zannetmiş ve hiç düşünmeden pençe gibi kuvvetli parmaklarını gırtlağına sarmıştı.
Beklemediği hamle karşısında nefesi kesilen Fırat adamın elinden kurtulmaya çalışırken zorlukla "A-b-abi bı-r-ak" diyebildi. Çünkü biraz daha sıkarsa nefesi tamamen kesilecek ve adamın elinde kalacaktı. Şimdiden bile gözlerinin önünde küçük kırmızı havai fişekler patlamaya başlamıştı.
Ertuğrul elinin altında çırpınan bedeni ve o bedenden çıkan sesi fark edince transtan çıkmış gibi oldu ve anında elini çekti. Nefes nefeseydi. Kalbi göğsünü sanki çıkmak ister gibi dövüyor bal rengi gözleri olduğu yerin farkına varmaya çalışıyordu.
Araçtan uzaklaşıp öksürerek yere düşen Fırat ellerini boğazına götürmüş gömleğinin yakasını açarak rahat nefes alma derdine düşmüştü. Onun halini fark eden Ertuğrul kendine küfrederek adamın yanına çöküp "Koçum iyi misin?" diye sordu. Geri dönüp aracın kapısından bir şişe su alıp hemen kendine gelmeye çalışan adamı kaldırdı. Ön koltuğa oturup nefesinin düzene girdiğini anladığında mahcup gözlerle "Kusura bakma koçum. Bir an uyandığımı fark edemedim. Boynun nasıl? Kötüyse hemen kliniğe gidelim" dedi. Fırat elini boynundan çekince gördüğü manzara karşısında "Elimi sikeyim lan" diye kendine hırlasa da biraz pürüzlü sesle konuşmaya başlayan Fırat "Abi bir sakin ol. Bir şeyim yok. Bilirim ben seni bilerek isteyerek asla zarar vermezsin de ne gördün ki o hale geldin be abi" dediğinde sıkıntılı bir nefes alan genç adam konuyu değiştirmek için aklına gelen şeyi sordu.
"Boşver koçum Boşver. Siz ne yaptınız? Fotoğraf işi tamam mı?"
"Tamam abi. Adamlara gönderdim bile. Birkaç batakhane dolanacaklar, diğerleri de buradaki kıraathanelere, meyhanelere, küçük büfelere bakacaklar. İlla ki bulacağız o şeref yoksunu herifi"
"Sabaha ulaşmadan elimize geçirelim. Alacağımı alayım sonra siktirsin gitsin istediği cehenneme. Tabi bazı şeylerin hesabını da verdikten sonra"
"Anlaşıldı abi baya kızdırmış seni bu adam"
"Lan oğlum adam deyip durma şu kanı bozuğa, kendi adamlığıma hakaret olarak görüyorum"
"Doğru dedin abi"
Onlar konuşurken çalan telefon Fırat'a aitti. Hemen açan adam boğazını temizlemeye uğraşarak "Söyle" dedi sadece. Aldığı cevap ile yüzünde soğuk bir gülümseme beliren adam "Tamam, alın adamı biz geliyoruz" diyerek kapadı telefonu.
Ertuğrul çatık kaşlarla kendisine bakarken "Bulmuşlar abi" dediğinde bal rengi gözlerin an be an koyulaşıp nasıl da birer dipsiz kuyuya dönüştüğüne şahit oldu.
Genç adam ise kaşınan avuçlarını adam ile buluşturmak için sabırsızlanıyordu.
***
Yüzüne yediği yumruk ile yere savrulan adam "Ne olur abi yapma. Kulun köpeğin olayım dur" diye düşen dişlerinden sonra peltekçe yalvardığında tepesinde Azrail gibi dikilen iri adamla geri gitmeye çalıştı. Boş dükkânda sesi yankılanıyor, bu durumsa yüzlerin buruşmasına neden oluyordu. Ama Ertuğrul duracak gibi değildi. Adamı yakasından tutup ayağa kaldırdığında yüzüne karşı haykırdı. Üstelik nerede ve ne şekilde bulunduğunu öğrendikten sonra daha da delirmişti. Çünkü adam oturduğu kumar masasına kızını koymuş eğer kaybederse kızını piçin birine satacaktı. Kan beynine sıçrayan adam her bir tokadında daha da sinirleniyor hırsını bir türlü alamıyordu.
"Lan puşt, lan gavat. El kadar çocuk sizin elinizin altında böyle size yalvardı mı? He söyle bana. Sesi soluğu yok annesi yok diye sen küçücük kıza o karın olacak vicdansızla eziyet etmeye utanmadınız mı? Lan pezevenk insan çocuğunu nasıl kumar masasına koyar? Aklım afsalım almıyor. Seni öldürsem etlerini canlı canlı yüzsem sana hırsım geçmez. Ama yok, sana kolay ölüm yok. Önce gidip yurda bıraktığın kız için ameliyat evraklarını imzalayacaksın. Sonra dilekçe verip vasilik haklarından feragat edecek bir daha o çocuğun yanına benim de evladım var diye yüz metreden fazla yaklaşmayacaksın. Tüm bunlar olurken eğer bir yamukluk yaparsan seni ibreti âlem için parçalar her parçanı İstanbul'un yedi tepesine asarım. Duydun mu lan beni?"
Onu kafası ile onaylayan adam bayılmak üzereydi. Nasıl birine bulaşmıştı ya da bu adam kızından nasıl haberdar olmuştu bilmiyordu. Ertuğrul karşısındaki adama dayanamayıp bir Osmanlı tokadı daha attığında adamın feleği şaştı. Etrafında birkaç kez dönen adam bayılırken o adamlara işaret verip "Gün içine kadar ayıltın şöyle bir üzerini düzeltin de imza dilekçe işlerini halletsin. Bir an olsun yanından ayrılmak yok" dediğinde adamlar "Emrin olur abi" diyerek adamı sürükleyip dışarı çıkardılar.
Sabah çok az bir zaman varken çiftliğin yolunu tutan Ertuğrul bir yandan Aysima' yı diğer yandan rüyasına giren ama yüzünü hatırlayamadığı sarı saçlı düşünüyordu.
*******
Asya mezuniyetten sonra ona aile olan teyzesi eniştesi ve abisi ile küçük bir tatil yaptı. Gezdiler, bol bol fotoğraf çekindiler ve yenge konusunda uzun uzun konuştular.
Tarık sevdiği kızdan bahsederken gözlerinin ışıldadığına şahit olan Asya doğru kişi olduğunu anlamıştı. Abisi mutluydu. Ailesi mutluydu. Kendisi buruk ama yine de "Çok şükür" diye içinde geçirip gülümsüyordu.
Diğer yandan çalışacağı kurumları araştırıyor ciddi anlamda faydalı olabilmek için ince eleyip sık dokuyordu. Derken İstanbul'da birçok kolu olan büyük bir kurum karşısına çıktı.
"GÜLEN YÜZLER ÖZEL EĞİTİM REHABİLİTASYON VE İŞARET DİLİ KURUMLARI"
Birçok açıdan çok iyi ve kapsamlı kurum başvuru için ilk sırada yer almış internet üzerinden başvuru yapıp üç hafta sonrası için görüşme randevusu bilgisi gelmişti. Gözleri masasında bulunan resme takılınca yıllar sonra anne babasının hayatlarının sonlandığı ve kabirlerinin olduğu şehre gideceği için hüzünlüydü. Kahveleri dolarken derin bir nefes aldı. Yapabilirdi. Onların topraklarına yıllar sonra yüz sürebilir, nasıl başarılı olduğunu yıkılmadığını gösterebilirdi. Zaten bir süredir babası giriyordu rüyalarına. "Özledim" diyordu sesindeki özlem dalga dalga kızının yüreğine saplanırken. "Çok özledim kızım"
Görüşme tarihi belliyken sıra bunu ev ahalisine söylemek kalıyordu. Bu işi hemen halletmek istediği için sabah olup kahvaltı ederlerken elindeki çatalı tabağına bırakan kız birkaç küçük tıkırtı ile dikkatlerini çekmeyi başardı.
Hepsi ona bakarken "Ben bir karar aldım. Ailem olarak da sizinle paylaşmak istiyorum. İstanbul'da büyük bir kuruma internet üzerinden başvuru yaptım ve onlar da üç hafta sonrasına mülakat için görüşme ayarladılar. Biliyorum belki bana kızacaksınız ama artık oraya geri dönmemin zamanı geldi. Anne babamı yıllardır cesaret edip ziyaret edemiyorum ama bir süredir babamı görüyorum. Bu bir işaret. Başaracağım şeyler için, atacağım yeni adımlar için bana yön gösteriyor. Sizleri bırakmak ya da yok saymak istemiyorum ama ben gitmek istiyorum" deyip ellerini indirdiğinde gözleri dolan teyzesi seslice burnunu çekip "Ah gün yüzlü kızım. Elbette istiyorsan gidersin. Zorla seni tutamaz baskı uygulayamayız. Ama istersen bizde seninle geliriz. İstanbul büyük şehir sorun yaşa başına bir şey gelsin istemiyorum evladım" dediğinde eniştesi de duruma onay verdi.
"Teyzen haklı kızım. Zorluk yaşamanı istemiyoruz. Orada da bir düzen kurabilir buraya git gel yaparız. Sen sakın bizi zora sokacağını düşünme"
Tam elini kaldırıp cevap verecekti ki bu defa abisi söze girdi.
"Bence Asya kocaman bir yetişkin oldu. Elbette zorluklar yaşayacak hayatı içine girerek öğrenecek. Düzen kurma işinde bende hem fikir olsam da bu yolda emin adımları kendi atmalı. Ben kardeşime güveniyorum. Ondaki azim zekâ ve istek benim diyen kendini ondan üstün görmeye çalışıp normalim diye sevinen birçok kişiden daha fazla. O yüzden kararın konusunda bende destekçiyim güzelim. Hatta gidişi biraz daha erteleyip seninle İstanbul'a geldikten sonra oradan dönüş yapabilirim Almanya'ya. Ne dersin"
Gözleri dolan Asya sevgi ile hepsine bakıp gülmeye çalışarak "Siz bana aile oldunuz. Kaybettiğim ailem. Şimdi bile benim için şehir değiştirmekten geri durmuyorsunuz. Esas eviniz Trabzon'da iken Samsun'a geldiniz. Buradan da İstanbul'a sizi sürükleyemem. Düzenimi kendim kurabilirim. Abim ile önden gidersek ev işini ayarlarız" diye parmaklarını oynatmaya devam ederken araya giren teyzesi "Ya çiftlik kızım. Oraya gidecek misin?" diye ağzını aramak istedi.
Gözleri keskinleşen Asya "Hayır, o yere bir daha gitmem. Hatırladığım insanların iyiliğini unutamam çocuk yaşta onlardan ayrılsam da ama olmaz teyze. Babamın o hali hala gözlerimdeyken olmaz" dediğinde karı koca birbirlerine baktı.
Asya ise abisi ile göz göze gelip ondan da onay alınca artık İstanbul için eşyalarını toplamaya başlaması gerekiyordu.
Kader çizdiği yolda yürekleri bir araya getirmek için zamanı kum taneleri gibi dökmeye başlamıştı. Bu yolculuk hem geçmişe hem şimdiye hem de geleceğe yapılacak bir yolculuktu. Gelecek ise delicesine bir aşkın tohumlarını avucunda tutmuş zamanın gelmesini bekliyordu.