Gün geceye kavuştuğunda parti için hazır olan Asya aynada üzerindeki elbiseye dikkatle bakıyordu. Çok hoş sade ama şık olmuştu. Yaşına uygun ve içine sinen.
Açık bordo renkteki elbise dizlerinin hemen üzerindeydi. Kolları aynı renk dantelli ve göğsü kısmı kalp şekilli olan elbise Asya'nın naifliğini ve sadeliğini yansıtıyordu. Saçları dalga dalga maşalanmış teyzesi sayesinde hafif ama tam da kararında makyajıyla artık hazırdı.
Yanına aldığı siyah küçük çantasına küçük tüp biber gazını telefonunu ve cüzdanını koydu mu artık evden çıkabilirdi. Diğer kızların aksine o birkaç saat önce Almanya'dan gelen kuzeni ile gidecekti. Birçok teklif gelse de nazikçe reddetmiş ondan üç yaş büyük kuzeninin kendisine eşlik edeceğini dile getirmişti. Eğer kabul etmiş olsaydı birini, yanlış anlayıp işi gönül ilişkisine çevirmeyi isteyebilirdi ama Asya şimdilik hayatında bir erkek arkadaş istemiyordu.
Sonunda odadan çıkacakken alt kattan ona seslenen kuzeni Tarık ile adımlarını hızlandırdı. Merdivenleri inerken onu bekleyen teyzesi eniştesi ve Tarık abisi yüzlerinde kocaman bir gülümseme ile onu karşıladıklarına genç kız gözlerindeki mutluluk ile her bir basamağı. Sona geldiğinde önce abisine sarıldı. Geri çekildiğinde çantasını hemen yanındaki sehpaya bırakıp ellerini oynatarak konuşmaya başladı.
"Hoş geldin abi. Çok özlemişim seni"
"Hoş buldum güzelim. Ben de çok özledim sizi"
"Ayrıca çok da yakışıklı görünüyorsun abi. Acaba bu gece bir yenge adayı olur mu dersin"
"Deli kız, yenge adayı var zaten. Neyse geç kalıyoruz ayrıca bir ay daha buradayım o nedenle konuşmak için zamanımız olacak"
"Ya tamam, illa merak ettireceksin. Ama doğru diyorsun hem geç kaldık hem de zamanımız var. Çıkalım abi"
" Çıkalım güzelim"
Anne babasına döndü Tarık bu defa.
Hadi anne biz çıkıyoruz çok gecikmeyiz ama duruma göre sizi haberdar ederim ben"
Kadın gururla evlatlarına bakıp "Tamam çocuğum. Dikkat edin birbirinize" diyerek öptü ikisini de. Kızın kulağına ise "Maşallah benim kuzuma, ay parçası gibisin" demeyi de ihmal etmedi.
Eniştesini de öpen kız abisi ile evden çıkıp arabaya bindiklerinde partinin yapılacağı mekâna doğru yola çıktılar. Tarık araç kullanırken müzik dinlemeyi sevdiği için radyoya uzanıp birkaç kanal dolaştı. Bir kanalda epey eskilerde kalan ama oldukça güzel olan "Zu spat" şarkısına denk gelince biraz ses verip şarkıya eşlik etmeye başladı. Yanındaki kuzeninin ona bakıp güldüğünü fark edince söylemeyi bırakıp tek kaşı havada oyunbaz bir tonla " Neden gülüyorsun küçük hanım, çok mu komik?" dediğinde daha fazla gülen kız ellerini oynatıp "Evet oldukça komik. Abi sesin çok kötü ne olur bırak söyleyen devam etsin sen eşlik etme" diye söylendiğinde bile gülüyordu.
Genç adam gülünce güneş açtıran ve yıllarca kardeş olup büyüdüğü sessiz kızın yüzüne bakarken içinde koca bir şefkat dalgası vardı. O da gülmeye başladığında "Doğru dedin söylemiyorum. O zaman bırakalım şarkıcı söylesin" diyerek yola bakmaya devam etti. Hatırına yanındaki altın saçlı kardeşinin eve ilk gelişi doluverdi. Annesini tanıyamamış, babası gözleri önünde ölmüştü. Üstelik sesini de kaybetmişti. Öyle ürkek öyle içine kapanıktı ki bir yıl boyunca onunla iletişime geçmek için ailecek işaret dili öğrenmiş, onunda daha fazlasını öğrenmesi için kursa gitmesi sağlanmıştı. Genç adam onunla ilk temas kurup iletişime geçtiği günü unutamıyordu. Anne babası küçük bir trafik kazası geçirmiş hastanede tedavi edilirken oturup ağlamış, Asya yanına gelip ona sarılmış geri çekildiğinde de "Ağlama abi. Ben çok dua ettim. Teyzem eniştem iyi olacak. Sen de dua et" demişti elleriyle.
O günden sonra gerçekten de anne babası sağ salim eve dönmüş Tarık Asya'nın abisi Asya Tarık'ın küçük kız kardeşi olmuştu. Çalıştığı şirket onu Almanya'ya gönderene kadar da çok iyi anlaşmışlardı. Gidince çok üzülen Asya için mesaj yoluyla sürekli kızı yoklamış hep uzakta da olsa destek olmuştu.
Şimdi mekânın otoparkına girerken o küçük içine kapanık kızın parlayan gözlerle etrafını izlemesine gülen yüzüyle baktı. Emindi ki sapasağlam ayakta duracak tüm hayallerini gerçekleştirecekti.
İkisi de park ettikleri araçtan çıkıp kol kola özel hazırlanan yoldan geçip müziğin ve eğlencenin ayyuka çıktığı partiye adım attı.
****
Ertuğrul restorana girdiklerinde özel misafirleri için düzenlenen ve her yıl bu gün daha bir ayrı hazırlanan kısma baktığında oldukça memnundu. Annesinin tekerlekli sandalyesini itip masanın onun için hazırlanan kısmına yerleştirdiğinde önünde diz çöküp ellerini öpüp "Ben şimdi mutfağa geçiyorum. Siz sohbete devam ederken ben yemeği halledeyim" dediğinde de Meryem hanım oğlunun yüzünü avuçlayıp "Ne gerek var oğlum. Aşçılar hazırlar işte neden yoruyorsun kendini" dese de adamın kalkan tek kaşı "Aman tamam demedim bir şey oğlum. Hadi git hallet işini de bakalım sürpriz yemeğin ne" diyebildi. Oğlu inatlaşmayı pek sevmezdi. O yüzden ısrar etmeyecekti.
Genç adam onları bırakıp mutfak kısmına ilerleyip gözden kaybolurken ona ciddiyetle bakan kızı ile dikkatini ona verdi. Bir şey söyleyeceğini biliyor ama gözlerinde kararsızlık vardı.
Meryem Hanım "Kızım, bir şey diyeceksin belli ki. Hadi söyle annene neler oluyor?" dediğinde kızı söze girdi.
"Anne ben dün eski çiftliğe gittim. Boşalttık öylece duruyor. Üstelik çocukluğumuzun geçtiği yerden neden başka bir çiftliğe taşındık anlamış değilim. Üstelik şehre uzak ve saatlerimiz yolda geçiyor. Şehir içinde bir eve taşınsak belki bir ihtimal anlayacağım ama iki çiftlik arasında sadece yirmi dakikalık yol var. Neden anne, neden madem yine çiftlikte yaşayacaktık geçmişimiz olan yeri terk ettik?"
Kızının haklı sorusuna karşılık derince soluyan kadın buğulanan gözlerinin nemini peçete ile alıp "O çiftlik bana bize çok şey verse de bir o kadar şeyi de aldı kızım. Bir insan öldü bizim hatamız yüzünden. Küçük bir çocuk babasının ölümüne şahitlik etti. Bu bile oradan soğumama yeter de artar. Üstelik baban ile de çok anımız vardı o çiftlikte ve ben orada oldukça onu daha çok özlüyorum. O anılara sığınayım derken derinlere batıyorum. Abin bunu fark etti. Sordu ben de onay verdim. Hepsi bu kızım. O çiftlik hala bizim. Orası için bir kurum ve yurt binası düşüncem var. En azından arazinin büyük bir kısmı değerlendirilmiş olacak." Diye anlattı kısaca olanı.
Gözleri kısılan Yeşim "Anne yıllar önce biri öldü diye çiftlik mi değiştirilir. Üstelik dediğin gibi orada tonla anı varken kurum ne yurt binası ne Allah aşkına" diye sitem etti.
Sesi bir tık daha sertleşen Meryem Hanım kızının gözlerine bakıp "Biri dediğin öksüz bir çocuğun babasıydı. Abini ve seni doğacak evladı gibi sevmedi mi? O küçük kız benim çatımın altında hasta oldu ve sesini kaybetti. Babanda o zamanlar bunu istedi ama yapamadı. Şimdi ben yapıyorum. Çiftlikse koca çiftlikte yaşıyorsun. Anıysa hatırladıkların elinde olanlar yeterli. Gerisini çok rica ediyorum kurcalama. Ben ahirete göçtükten sonra da o çiftlik arazisi yapılan yurt ve kuruma bağışlanacak. Bu konuda abine bile söz hakkı tanımıyorum" dedi.
Annesinin tavrından ötürü gözlerini kaçıran Yeşim geçmişe gidince o geceyi anımsadı. Yıllardır içine yara vicdanına yük olan o lanet gece. Kıskançlığının en sonunda verdiği büyük hasar. Tam unuttum derken ya bir rüya ya da eskiden açılan konular ile tap taze karşısındaydı.
Onların nahoş sohbetini bölün masaya getirilmeye başlanan yemeklerdi. Ertuğrul annesine Trabzon mutfağından çok güzel yemekler yapmıştı. Birçoğu hazırken son dokunuşlar için beklenmişti. Zira kimse onun yaptığı yemeğe el süremez servisine dahi izin vermezse karışamazlardı.
İlk çorbalar geldi. Mis gibi Karalahana çorbasının kokusu ile acıktığını hissetmişti kadın. Yeşim ise şaşkındı. Abisinin kafasına ne düşmüştü böyle.
KARALAHANA ÇORBASI (PANCAR ÇORBASI)
HAMSİLİ PİLAV
GULİYA
KARA LAHANA SARMASI (PANCAR)
LAZ HELVASI
Ana yemek hamsili pilav ve guliya'ydı. Karalahana sarması da unutulmamıştı. Tatlı olarak Laz helvası ile birlikte midesinin bayram edeceğini gören Meryem hanımın keyfi yerine gelmişti. Oğlu yine yapmıştı yapacağını.
En son masaya gelen Ertuğrul'a bakan Yeşim "Abi sen şaka mısın ya? Ben bunları yiyemem" dediğinde adamın bal rengi gözlerinde gördüğü o kararma yutkunmasına neden oldu. Ertuğrul kardeşine bakıp "Yeşim güzelim mutfağın yerini biliyorsun. İstersen iki yumurta kırdırabilirim sana" dediğinde "Yok abi yerim. O kadar zahmete girmiş uğraşmışsın eline sağlık şimdiden" dedi ve oturmasını bekledi.
Annesinin yanına oturan adam şakağına bir öpücük kondurup "Bir süredir canının istediğini biliyordum sultanım" deyip "Hadi afiyet olsun" diyerek çorbasından bir kaşık alıp keyifle yedi.
Keyifle yenen yemekler sonunda gelen pasta ile kahkaha atan kadın "Ay çocuklar bir de konfeti patlatsaydınız" dediğinde kapıdan giren bir sürü çocuk etraflarını sarmış iki garson konfeti patlatmıştı. Meryem Hanım ona sarılan kucağına çiçekler hediye paketleri bırakan çocuklara gözleri yaşlı sarıldı. Hem müdavini olduğu yetimhaneden hem de kurumdaki çocuklardan oluşan gurup özellikle kapatılan restoranda dilediğince oturup pasta yemeye başladı. Biraz geri çekilip annesini izleyen iki kardeş annelerinin mutluluğu ile gülümsedi. Sert adamdı Ertuğrul. Adının geçtiği yerlerde saygı ve korku kol gezerdi. Ama yüreği sevdiği kadınlara yumuşak şefkat doluydu.
Çocuklar içinde küçük bir kız dikkatini çekti. Mavi gözlü sarı saçlı kız diğerlerine göre daha pasif ve geride kalıyor köşelerde olmayı tercih ediyordu. Son iki haftadır uğramadığı yetimhaneye yeni gelmişti belli ki. Temkinli adımlarla çocuğa yaklaşıp karşısına sandalyeye oturduğunda ona şaşkınca bakan kıza elini uzatıp tebessüm ile "Merhaba küçük hanım. Ben Ertuğrul, senin adın nedir?" dedi. Ama sadece kızın geri doğru çekilişine ve eline korku ile bakıp sessiz kalışına şahit oldu. Mavi gözleri dalgalanıyor küçük dudakları titriyordu. Bariz titreyen kız daha da sandalyeye sindiğinde daha büyük çocuklardan olan Halil "Abi" dediği adamın yanına yaklaşıp kızın bildiği kadarıyla durumunu anlattı.
"O konuşamıyor abi. Annesi ölmüş bir kazada. Babası da yeniden evlenmiş. Aldığı kadın da çok dövmüş. Son dayağında kulak zarlarının ikisi de patlamış. Zaten doğuştan konuşamıyormuş. Babası gelip bıraktı yurda. Hep korkuyor kimse ile iletişimi yok. Çok ağlıyor ama ne sesi çıkıyor ne de duyuyor"
Dişlerini sıkan Ertuğrul yutkunmaya çalıştı. El kadar çocuk üstelik sesi soluğu olmayan anasız sabiye el kaldıran insan olamazdı. Üstelik ona bu denli kalıcı hasar bırakanlar nefes almayı bile hak etmiyordu.
Halil'e dönen adam "Sen nereden biliyorsun aslanım bunları" değince çocuk başını öne eğdi ama söylemeden de edemedi.
"Müdire hanım ve Umut hocamız konuşurken duydum abi. Kardeşime çok benziyor Aysima. Çok merak ettim halini o yüzden"
"Anladım koçum. Ama sen yine de bir daha büyükleri dinleme. Hiç hoş bir davranış değil"
Küçük kıza dönüp onun etrafa anlamaz bakışlar atmasına iç geçirerek bakarken "Demek ki bu meleğin adı Aysima. Ne de yakışmış ay gibi parlayan yüzüne" diye mırıldandı kendi kendine.
Çocuğa bakıp "Halil sen Aysima' ya dikkat et aslanım tamam mı? Hadi siz pastanızı yiyin ben hocanızla konuşayım" dediğinde kalktığı yere çocuğu oturtup başlarında olan Umut hocanın yanına doğru ilerledi.
Genç kadın çocuklarla ilgilenirken "Hocam bir bakar mısınız?" diye seslendi. Hoca seslenen kişiye baktığında minnetle gülümseyip "Ah Ertuğrul bey siz miydiniz? Bende teşekkür etmek için size bakınacaktım." Dedi.
"Teşekkür edilecek bir durum yok Umut hocam. Çocuklar mutlu annem mutlu bu da bana yeter de artar"
"Öyle mutlu oldular ki baksanıza hepsinin yüzünde kocaman gülümseme"
"Evet, hepsi çok güzeller. Hocam ben size şu masada Halil ile oturan kızı soracaktım. Adı Aysima galiba"
"Doğru adı Aysima. Yavrucağı iki hafta kadar önce babası getirip resmen yurda attı. Sağır dilsiz bakamıyorum dedi. Annesi ölmüş evlendiği kadında istememiş."
"Hepsi bu kadar mı hocam?"
"Şey, aslında devamı da var ama ben bilemedim"
"Siz anlatın hocam. Aramızda kalacak. Sadece bir çocuğu baba neden bırakmak ister anlamak istiyorum"
"Aslında kızın duymasında bir sorun yokmuş. Çalışan hademelerimizden biri aynı sokakta oturduklarını kızı tanıdığını söyledi. Meğer kız annesi vefat edene kadar duyar ama konuşamazmış. Hırçınmış o yüzden. Babası yeniden evlenince gelen kadın istememiş. Adam işe diye çıkar kadın hop ardından çocuğu kapıya atarmış kar kış yağmur çamur dinlemeden üstelik. Amacı da soranlara evde çok yaramazlık yapıyor ceza veriyorum diyormuş. İşte bir ay kadar önce çocuğu ciddi anlamda dövmüş. Sokakta oturanlar görse de müdahale etmemişler. Vicdan lazım işte insana merhamet lazım Ertuğrul Bey. O dayaktan sonra iki kulağının da zarında ciddi yırtılma meydana gelmiş. Şuan biz öğrendikten sonra doktor tedavisine başladık ama ameliyat şart dediler bize de. Birkaç gündür ameliyat için babadan imza almak istiyoruz ama bir türlü ulaşamıyoruz. Evine gittik ama şimdi ki eşi bizi kovdu resmen. Sanki suçlu o değilmiş gibi"
"Yani anladığım ameliyat ile duyma oranı yükselebilir hatta düzelebilir"
"Çok doğru"
"Tek engel babanın imzasının olmaması yani"
"Maalesef. Hala vasi olarak o görünüyor"
"Umut hocam sizden rica etsem şu adresi bir de bana verebilir misiniz? Belki ben bulabilirim adamı"
"Yapamam Ertuğrul Bey aslında bu kadar bilgi vermem bile yasak"
"Siz merak etmeyin. Şuan hiçbir yasak Aysima 'nın sağlığından daha kıymetli ve önemli değil"
Umut hoca çekinerek de olsa verdi adresi. Sonra da artık çocukların gitme zamanı geldiği için restorandan ayrıldılar. Akşam karanlığı çökerken kardeşine "Yeşim sen anne mi al koruma aracı ile çiftliğe geçin. Benim biraz işlerim var geç geleceğim." Dediğinde iyice yorulan Meryem Hanım "Çok gecikme oğlum aklım sende kalmasın" dedi. Eğilip annesini saçlarını öperek "Merak etme annem. Sen ilaçlarını al ve uyu. Beklediğini görürsem bozuşuruz sultanım tamam mı?" diyerek kadının gözlerine baktı. Kendi gibi ela gözlerin yorgunca açılıp kapanması "Tamam" demekti. Doğrulup kardeşinin de saçlarına bir öpücük kondurup "Dikkatli olun güzelim. Çiftliğe varınca haberim olsun" diyerek onları yolcu etti.
Yakın koruması Fırat ile aracına bindiğinde genç adam "Mekâna mı abi?" dediğinde "Yok kardeşim, şerefsiz aramaya" deyip adresin yazılı olduğu kâğıdı uzattı. O baba müsveddesini eline geçirdiğinde yapacaklarını düşünmek istemiyordu.