Adamın dediği şey yüzünden kaskatı kesilip kalmıştım. Az da olsa yendiğim korku, eğlenen boğuk sesiyle birlikte yeniden rahatsız edici hatta nefesimi kesen bir seviyeye yükselirken ondan uzaklaşmak için biraz daha geriye kaydım.
Ölüyor gibi hissediyordum ama aylardır, soğuk ve yağmur olmadan da böyle hissediyordum zaten.
Sessizlik uzadıkça zihnim beni korkutacak ne varsa derinlerden çıkarıp duruyordu. Görüntüleri uzaklaştırmak, korkumu yatıştırmak için başımı tekrar kaldırdım. Gözlerim yine bedeninde dolaştı. Bu kez ereksiyonunu net bir şekilde görebilmiştim.
Neyi böldüğümü hatırlarken endişeyle dudaklarımı ısırıp serbest bıraktım. Bakışlarımı yüzüne çıkarıp “Yanlış bir zamanda geldim,” diye fısıldadım. Gözlerim ağlamaktan hala yanıyordu. Sesim de kendine gelememişti.
Günlerdir babamın beni tıktığı odada, çaresizlikle ağlayıp durmuştum. Birilerine muhtaç olmaktan nefret ediyordum. Bu yaşıma kadar anneme muhtaçtım, onun için hiçbir şey yapamamıştım ama o benim için çok şey yapmıştı. Şimdi, onu öldüren adamı alt etmek, yılların intikamını almak için elime bir fırsat geçmişti. Ve bu fırsatı ne olursa olsun değerlendirmeye kararlıydım.
Annemin yardımıyla okurken, dışarıyla tanışmış, diğer insanların yaşantılarına tanık olmuş; katlandığımız şeye mecbur olmadığımızı fark etmiştim.
O zamana kadar beni rahatsız etmeyen, normalleşmiş olan davranışların, hakaretlerin aslında normal olmadığını, buna katlanmak zorunda olmadığımızı idrak etmiştim.
Biz de saygıyı hak ediyorduk. Biz de insan gibi yaşamayı hak ediyorduk. Bizim de fikirlerimiz, hayallerimiz vardı. Biz de konuşabilirdik.
Ozan Avan’ın kapısına gelirken aklımda sadece babamdan kurtulmak yoktu. İntikam hırsıyla da hareket ediyordum. Zihnimde dönüp duran ama haykıramadığım ne varsa benim yerime haykırsın, ama öyle bir haykırsın ki, sonrasında insanların beni duymasına yetecek kadar büyük bir sessizlik olsun istiyordum.
Ama adam çığlıklar demişti. İşte o an, büyük bir hata yaptığımı fark etmiştim.
İntikam almak istiyordu. Ben de benimle evlenirse bunu sağlayabileceğini düşünmüştüm. Hedefim onunla evlenmek değildi. Adam babamla o şerefsizi ortadan kaldırana kadar bana bir sığınak sunar, yardım eder diye ummuştum.
Çünkü annesini görmüştüm. Kız kardeşlerini. Babasının cenazesinde onlara nasıl davrandığını, kızları nasıl bağrına bastığını, annesine nasıl saygılı davrandığını…
Onun, bir kadına zorla bir şey yapacağını sanmıyordum. Onun hakkında duyduklarım içinde babam gibi, Avni gibi bir sapkınlık, pislik yoktu.
Her erkeğin ihtiyaçları vardı. Ya da her kadının… İnsanlar sevişirdi, diğer insanların, kimin kiminle seviştiği ise kimseyi ilgilendirmezdi.
Ve ben bir sevişmeyi bölmüştüm.
Bakışlarım göğsündeki Nihal yazısına kaydı. Kıvrımlı, okunması güç bir font seçilmiş olsa da isim kendini belli edecek kadar büyüktü. Demek ki, kalbinde bir kız vardı. Giden kız olmadığını nedense biliyordum. Sevdiği varken biriyle birlikte olabiliyor olması beni biraz rahatsız etse de bu da benim meselem değildi… Yargılamak için değil, yalvarmak için gelmiştim.
Beni onlara verme, beni koru, bana benden çalınmış olan hayatı geri ver!
“Soyun,” dediğini duyunca bakışlarım gözlerine doğru hızla kaydı.
Ciddi olduğunu fark edince kaşlarım çatıldı. Titremeleri de soğuğu da hissedemeyecek kadar uyuşmuştum.
“Anlamadım?” diye fısıldadım.
Aynı rahat ve buyurgan sesiyle yeni bir sigara yakarken “Soyun dedim,” diye tekrarladı.
Kaşlarım çatılırken “Yanlış anladın sanırım,” diyerek hırkama biraz daha sarındım.
“Ben, evlenmekten bahsederken sözde bir şey demek istemiştim,” diye kendimi açıklamaya çalıştım. Yüzündeki ifade değişmediği için kalbim burkuldu ve olduğundan çok daha şiddetli bir şekilde atmaya başladı.
“Sözde de olsa evlenmek istemediğini biliyorum.”
Gülerek “İstemiyorum,” dedi.
Hantal vücudunu, ondan beklemediğim bir çeviklikle koltuktan kaldırdı. Tepemde dikilirken “İstemeyeceğimi bile bile neden geldin? Neden sana yardım edeyim? O şerefsiz babanı da ortağını da zaten geberteceğim!” dedi.
Ona bakmamak için gözlerimi kapattığımda “Ozan salaktır, bir kız ağlayıp kapısına dayanırsa anında düşer diye düşündüğünüzü biliyorum. Seni buraya gönderen o babanı da seni de yaptığınıza pişman edeceğim,” diyerek eğildi.
Yakamı tutup beni ayağa kaldırdı. Hareketiyle birlikte sendelerken “Hayır, hayır,” diye karşı çıktım. “Öyle bir şey düşünmedim. Onunla da hareket etmedim. Bu bir tuzak değil. Ben, merhametine güvenip geldim sana!”
Öyle bir kahkaha attı ki, kaskatı kesildim. Elinden sıyrılmak için yaptığım hamleler bile bıçakla kesilmiş gibi aniden son bulmuştu.
“Ben mi merhametliymişim!” deyip bir kahkaha daha attı.
Gülüşü zalimdi. Ama güzeldi.
“Bende merhametin zerresi yok. Büyük bir hata yaptın Katre.”
Elini üzerimden çekti. Sendeleyerek bir adım geriye gittim ve arkamdaki koltuğa takılıp düştüm. Kendimi koltukta otururken buldum. Orada bir koltuk olduğunun bile farkında değildim.
“Madem yardım etmeyeceksin, madem bana inanmıyorsun… O halde gidip kendime başka bir çıkış yolu bulacağım. Bu ziyaret de aramızda kalacak…” diyerek yerimden güç bela kalktım.
Buraya kadar iki saat yürümüştüm. Ve şimdi yola çıkarsam evdekilere çaktırmadan odama geri dönebilirdim. Onlardan kurtulmak için başka bir yol düşünmeye başlayacaktım.
Gülüşü kesildi.
“Nereye gideceksin?” diye sordu.
“Eve, odama…” dedim aptalca.
Gülerek “Gelip beni kandırmayı denedin, olmadı, gideceksin, ben de izin mi vereceğim?” diye fısıldadı. Elleri boğazımı buldu. Beni koltuğun içine gömmek ister gibi bastırırken üzerime çöktü.
“Seni buraya geldiğine pişman edeceğim,” dedi. “Babanı da seni bana gönderdiğine pişman edeceğim!”
Ellerim boğazımı saran parmakları buldu. Nefes almaya çalışırken “Babamla alakası yok!” dedim güçlükle. Gözlerim yanıyordu ama ağlamıyordum.
“Kes lan, ben sizin, o babanın ciğerini bilirim. Git, koynuna gir, kandır, evlen… O da bizi gebertmekten vazgeçsin dedi, değil mi?” diye sordu.
Ne desem inanmayacağını biliyordum. Yine de ısrarla “Hayır,” dedim. “Onu öldürebilirsin. Hapse de attırabilirsin. Umurumda değil!”
İnanmadığını görebiliyordum.
“Bunu bu kadar çok mu istiyorsun? Seni istemediğin birine veriyor diye babandan mı vazgeçiyorsun?” dedi alayla.
Ellerini ittirmek için hamle yapmaya devam ederken ne desem inanmayacağını anladığım için “İnanmıyorsun! Neden soruyorsun ki!” dedim.
Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığı için kendi kendimi azarlarken parmaklarını biraz gevşettiği için ellerimi hırsla yüzümden geçirip gözlerine baktım.
Korkudan ölebilirdim ama boyun eğmekten yorulmuştum.
“Beni inandır,” deyip parmaklarını gevşetti.
İnanmaya niyeti olmadığını, benimle oynadığını görebiliyordum. Çaresiz bir nefes aldım. Kalbimi yavaşlatmaya çalıştım. Görüş alanımda sadece bedeni vardı. Ürkütücü görünüyordu. Öyle olduğunu da ispatlamıştı.
“Nasıl?” diye sorduğumda geri çekildi.
“Seni geri göndermeyeceğim, henüz!” dedi. Henüz kelimesi midemi bulandırmıştı. Koltuğa oturdu.
“Ayağınla geldin. Senden de ailenden de nefret eden adamın evine girdin. Aptal olmadığını görebiliyorum. Bu da bizi başa döndürüyor. Neden geldin!”
Çaresizce sağa sola bakındım. Sonra gözlerine…
“İnanmak için ne istiyorsun? İstediğin her şeyi yapacağım!” dedim. Ve yapacaktım da…
Alayla güldü.
“Soyun!”