Giriş
"Bakireysen canın yanar, değilsen o kadar yanmaz." dedikten sonra sertçe kızın belini kavradı. "Şimdi sikilmek istemiyorsan zoru oynama! Zoru oynadıkça daha çok sertleşiyor."
****
“Dediklerini araştıracağım. O zamana kadar burada kalıyorsun…”
Katre, “Nesini araştıracaksın! Nereden öğrenebilirsin ki?” diyerek başını sağa sola salladı. Kolunu çekiştirip “Bırak beni,” diye çırpındı. Nefes nefeseydi. Yüzü daha da kızarmıştı. Adamın dokunduğu yer acıyordu ama dokunmadığı kısımlar da acıyordu.
Ozan, “Ben öğrenirim…” diyerek kızın kaymış yakasını çekiştirerek düzeltti. Titreyen bedenini süzerken “Bakire misin?” diye sordu.
Katre, sinirle “Geri zekalı mısın?” diyerek kolunu bir kez daha çekti. “Söylediklerimle bunu nasıl bağdaştırabildin? Bakire değilsem tacize uğramam sorun değil mi?” diyerek kolunu bir kez daha kuvvetle çekti. Başaramayınca sinirle “Bıraksana be!” diye bağırdı.
Ozan gülerek “Bakireysen canın yanar, değilsen o kadar yanmaz… anlattıkların sikimde değil. Sikerken ne kadar canının yanacağını anlamak istiyorum…” deyip kızın belini kavradı. “Şimdi sikilmek istemiyorsan daha fazla çırpınma,” dedi. Sesi boğuklaşmıştı. “Zoru oynadıkça daha çok sertleşiyor,” diyerek aletini işaret etti.
***
Kapıyı bir kez daha çaldım. Ve paranoyakça etrafı kolaçan ettim. Peşimde kimsenin olmadığından emin oldum. Vazgeçmemek için kapıya yeniden vurmaya başladığım sırada yavaşça aralandı.
Karşımda dikilen adama bakarken korkuyla yutkundum. Gözlerini kısarak beni incelerken kaşları çatılmıştı.
Tuhaf ela gözleri vardı. Uzun boyluydu. Ve yüzündeki yumuşak ifadenin ardında korkunç bir şeyler gizlediğini bağıran bir gülümsemesi vardı. Dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı. Buna bir gülümseme demek yanlıştı.
“Kimsin?” diye sorarken sesini ilk defa duydum.
“Katre,” dedim kekeleyerek. Şimdiden yaptığım şeyden pişman olmuştum ama geri de dönemezdim.
Biçimli kaşları birbirine yaklaşırken yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade belirdi.
“Katre ne?” diye sorduğunda boğuk sesi kulaklarıma “Ardına bakmadan kaç!” olarak gelmişti. Ama güç de olsa duymazdan gelmiştim.
“Katre Başaran!”
Soy ismimi duyunca ifadesi daha sert bir şeyle değişiverdi. Öylesine hızlı olmuştu ki, yarım adım kadar geriye çekilivermiştim. Bu yaptığım hareket saçmaydı.
Adam kapıyı araladığından beri eşikte dikilmekten öte gitmemişti. Konuşurken dudakları kımıldamıyor gibiydi, nefes alırken göğsü bile inip kalkmıyordu sanki. Ama üzerinde sadece boxerı vardı. Heybetli vücudu ve vücudunu sarıp sarmalamış olan çelik gibi kaslarıyla dalga dalga güç yayıyordu.
Acımasız.
Tehlikeli.
Öfkeli.
Gözleri zifiri bir kuyu gibiydi. Beni bakışlarıyla yutarken “Gecenin bir yarısı kapımda ne işin var Katre?” diye sordu.
Sorusu, boğazıma bir bıçak dayamış gibi hissetmeme neden olmuştu.
Dudaklarımı ıslatıp sırılsıklam olmuş hırkama sarılarak omuzlarımı kaldırdım.
İki gündür bu anı kafamda defalarca kez canlandırmış, birçok kez ne diyeceğimi, ne teklif edeceğimi prova etmiştim. Ama şimdi zihnim bomboştu.
“Sen,” diye kekeledim.
Bu söz onda bir şey ifade etmemişti. Boğucu enerjisi altında kendi içime bükülüp yok olma isteğimi bastırarak “Ben,” diye kekeledim. Ve bundan anında nefret ettim.
O ise sonsuz bir boşluğu andıran siyah gözlerini bedenimde dolaştırdı.
Karanlık bir sır verir gibi çıkan sesiyle tane tane “Sen ve Ben…” diye mırıldandı.
Gözleri yeniden gözlerimi bulduğunda iç güdüsel olarak tekrar yarım adım kadar geriye çekildim.
Fazla sabırlıydı. Dudaklarımdan bir türlü çıkmayan kelimeler için neden bu kadar sabır gösterdiğini bile bilemedim.
“Ben, beni kabul edersen, sen…” dediğimde pes bir nefes verdi. Sabrının sonuna geldiğini anladığım için derin nefesler alarak “Bir bardak su alabilir miyim?” diye inledim. Dudaklarım da boğazım gibi kupkuru olmuştu.
“Alamazsın,” dediğinde afalladım. “Ne söyleyeceksen söyle, sonra da defolup git.”
Kapının kenarını tutan parmaklarına bakarken daha da panikledim.
“Babam, beni evlendirmek istiyor,” dedim. Sonunda dedim.
“Bundan bana ne?” dediğinde ağlamanın eşiğine gelmiştim.
“Onu sevmediğini biliyorum. Nefret ettiğini. En az Avni’den nefret ettiğini bildiğim kadar…”
Avni’nin ismini duyunca gözleri içinde ara sıra kendini belli eden o minik ışıltıyı da kaybetti. Mat, karanlık bir bataklığa dönüştü. Eli kapıdan ayrıldı, hırkamı kavrayıp zahmetsizce bedenimi önüne çekiverdi.
“Neyin peşindesin sen?” diye sorarken sesi de kat ve kat sertleşmişti. Bağırışı ile birlikte yerimde sıçrarken “Ozan, ne oluyor ya,” diyerek arkasında beliren kıza bir bakış attım.
Üzerinde sadece bir külot ve sütyen vardı.
Yanlış zamanda gelmiştim. Ama lanet olsun ki sahip olduğum tek zaman buydu.
Kıza dönmekle zaman kaybetmedi. Yakamı yukarı, kendi göğsüne doğru çekip aramızdaki boşluğu bir göz kırpmalık zamanda kapattı.
“Ne istiyorsun? Derdin ne? Seni buraya kim gönderdi?” diye sormaya başladı. Her cümlenin sonunda irkilmeden duramıyordum. Sesi yağmur sesine karışırken benden umudunu kesmiş gibi kapının kenarında dikilen iki adamına baktı.
“Bunu ne diye aldınız lan içeriye?” diye sorarken bana bağırmadığını fark ettim. Çünkü sesi şimdi, az öncekinin sevgi fısıltısı olduğunu düşmeme yetecek kadar yükselmiş, sertleşmiş ve patronun kim olduğunu hatırlatan bir tona bürünmüştü.
“Abi, önemliymiş, çok ısrar etti, üzerinde de silah falan olmayınca…”
Adamı benim aksime korkudan sesini kaybetmemişti. Gayet rahattı.
Ozan Avan, gözlerini yeniden bana diktiğinde ayak parmaklarımın ucunda yükselmiş, dengemi korumak, ayaklarının önüne düşüvermemek için parmaklarımı bileklerine sıkı sıkıya dolamıştım.
Soğuk iliklerime işlerken arkasında dikilen kız “Ozan, bu kız kim, ne oluyor gece gece,” diye sorunca arkasını dönmeden “Kes, giyin, defol git,” diyerek beni evin içine doğru sürüklemeye başladı. Ağırlığım onun için hiçbir şey değildi.
Kız, şaşkınca “Ozan,” dediği sırada duraksamadan “Hemen!” diye bağırınca ben bir kez daha sıçrarken kız ayaklarını yere vurarak içeride dolaşmaya başladı. Etraftan kıyafetlerini topladığını duyuyor ama göremiyordum.
Kız kapıdan yarı giyinmiş olarak fırlayıp gittiğinde, kapıyı çarparak kapatıp ikimizi karanlık dairede yalnız bırakınca elini serbest bıraktı.
Ellerim ve dizlerim üzerine düştüm. Parmaklarım halıya gömülürken ıslak saçlarım yüzüme doğru savrulup boynuma, yüzüme yapışmıştı. Başımı kaldırıp yüzüne bakmaya çalışırken “Anlat,” deyince geriye doğru kayıp kalçamın üzerine oturdum. Aramızda belli bir mesafe olmadan yüzüne bile bakamıyordum.
“Babam, beni evlendirmek istiyor… Ben istemiyorum,” diye sonunda meramımı dillendirdim.
Koltuğa oturmak üzereyken “Bundan bana ne?” diye sordu.
Hala çıplaktı.
Hala beni öldürmek ister gibi bakıyordu.
Ve hala korkudan ölmek üzereydim.
“Sen, ben…”
Kekeliyordum. Kelimelerim güçlükle seçiliyordu. Donuyordum. Çenem, bedenimle birlikte zangır zangır titriyordu.
Sıkılmış bir şekilde “Katre,” diyerek öne doğru eğildi. “Bu kısmı aşmıştık.”
Gözlerine bakarak konuşamadığım için başımı eğdim.
“Sen, benimle evlenirsen…” dediğimde evi inleten bir kahkaha attı.
Giden kızın kim olduğunu bilmiyordum. Onun için önemli olmadığını biliyordum. Buraya sürekli birileriyle gelip gittiğini duymuştum. Ve birkaç yere sorup adresini öğrenmiştim.
“Bunu neden yapayım ki…”
“Babam beni Avni ile evlendirmek istiyor…”
Düşünceli bir şekilde beni süzerken yavaşça geriye doğru çekildi. Arkasına yaslandı. Koltuğun üzerinde buruşmuş bir şekilde duran gömleğine uzanıp sigara paketini buldu. Uzun parmaklarıyla paketten bir sigara çekti. Dudaklarının arasına sıkıştırıp metal çakmağı yardımıyla yaktı.
Pencereden içeri vuran yıldırımların ışığı altında görüntüsüne bakmaya çekindiğim için bakışlarımı yere çevirdim. Kollarımı halıya bastırmış, yıkılıp kalmamak için tüm bedenimi kasmıştım.
“İşi bozarım,” dedi bir ömür sonunda. “Seninle evlenmem.”
Benim istediğim de tam olarak buydu zaten. Yüzümde günler sonunda ilk kez bir gülümseme oluştu. Başımı kaldırıp gözlerine baktım.
“Tamam,” dedim. Sesim dakikalar öncesine göre çok daha net, kelimelerim anlaşılırdı. “Ben de seninle evlenmek istemiyordum.”
Tek kaşı havalandı.
Nedeni anlamadım. Umursamadım da. İhtiyacım olan şeyi duymuştum ya… Gerisi önemli değildi. Ardını önünü düşünecek halim kalmamıştı.
Yıllardır babama, saçmalıklarına, eziyetlerine katlanmıştım. Sonunda annemi öldürmeyi başarmıştı.
Annem öleli bir ay bile olmamıştı, artık beni ondan koruyacak kimse kalmamıştı. Annem, onun yaptığı her şeye kocamdır diyerek katlanmışsa da beni elinden geldiğince kollamıştı. Şimdi kendimi kollamam gerekiyordu.
Ozan Avan, pek çok şey olabilirdi. Ama babamdan ya da beni sattığı Avni’den binlerce kat daha iyi bir seçenekti. Onlara kafa tutacak kadar güçlü olan birkaç kişiden biriydi.
Onu seçmiştim. Gece gece evden kaçıp adamın kızları becermek için kullandığı eve gelmiştim. Çünkü babasını öldüren adamlardan intikam alma fırsatını kaçırmak istemeyeceğini biliyordum.
Babam, sürekli bundan bahsediyordu. Onu da babası gibi öldürmek için kaçtır plan yapıyordu. Ve planları her seferinde boşa çıkıyordu.
Sigarasından derin bir nefes alırken yüzü yeniden aydınlandı. Dudağında ürkütücü bir gülümseme, gözlerinde alaycı bir gülüş vardı.
“Sesin güzelmiş,” dediğinde yüzümdeki gülümseme siliniverdi. “Çığlıkların da güzeldir.”