Ozan, araca yerleştiğinde kalkıp anında aracın kapısını açarak direksiyona geçen kardeşinin yüzündeki sırıtmayı görünce kaşlarını çattı.
“Evdekilere bunu anlatırsan senin hayatını sikerim!” diye anında bir uyarı geçti.
Korkut, “İşim gücüm yok dedikodu mu yapacağım,” diyerek ilerlerken “Sadece kızlar ve annem mi, yoksa bizimkilere de mi söyleyemiyorum,” diyerek şansını denedi.
Ozan dik dik bakınca “Kız çok iyiydi…” diyerek sırıttı. “Ne bok yiyorsun de evde dururken kızlar koşa koşa ayağına geliyor anlamıyorum!”
Ozan, kardeşinin kızı tanımadığının farkındaydı. Emin olmadan kim olduğunu söylemeye de başta hiç niyeti yoktu. Gizli kalmayacağını da adı gibi biliyordu.
“Etrafı yokla, Etidal iti aranıyor mu, tutuşmuş mu bir bak, renk verme, gezindiğini de belli etme,” derken fikrini değiştirmişti.
Korkut, “Ne alaka,” derken parçaları birleştirip şaşkınlık ve neşeyle açılan ağzını yeniden kapattı. Enerjiyle dolup taşmış gibiydi.
“Onun kızı mı?” dedi yükselen sesiyle. “Lan nerede gördün de tavladın amına koyim!” deyip bir kahkaha attı.
Ozan, “Yaygara yapmadan onun kızı olup olmadığını öğren, benim elimde olduğunu anons geçmeden önce tongaya düşüp düşmediğimizden emin olalım!” dedi. Sigarasını evde unuttuğunu fark edip “Lan bir sigara ver,” diye sıkkın bir şekilde söylendi.
Korkut, sırıtarak yaka cebinden paketi çıkarıp abisine uzattı.
“Neden gelmiş ki,” diye sorarken pantolonun cebinde çakmak arıyordu.
Ozan, “Değişik şeyler zırvalıyor, pek inandırıcı gelmedi,” diyerek sigarasını yaktı. Arkasına yaslandı.
“Şu adamları bir yokla, kız evi yakarsa falan diye ayık olsunlar, çakmak da evde kalmış…”
Korkut, kaşlarını çatıp “Üzerini yokladın mı? Telefonu falan var mıydı?” diye sordu.
Ozan kızı yoklamıştı ama telefon aramamıştı. Kızın vücudunda birkaç iz görmüştü, nasıl olduğunu da tahmin edememişti. Hiçbir boktan emin değildi. Hiç kimseye güvenmiyordu.
Kıza da söylediklerine de inanmamıştı. Yine de bir kadına vuracak kadar delirmemişti.
Korutmak ayrı meseleydi, sindirmekle ilgili sorunu da yoktu ama el kaldırmak ona göre değildi.
“Yokladım,” demekle yetindi.
Ellemekle ilgili de bir sorunu yoktu… Özellikle kız her dokunuşuna anında tepki verdiği için fazlasıyla hevesliydi. Bu kadar hevesli olmasına da canı sıkılmıştı. Kafasında kızı farklı pozisyonlara sokmaktan vazgeçemiyordu…
Korkut, “Kız Etidal’in kızı mı, herifler kız yüzünden tutuşmuş mu? Bunları öğreniyorum, değil mi?” diye bir kez daha sorduğunda başını çevirmeden kardeşine bakmakla yetindi.
Bir yanı kızın o piç herifin kızı olmamasını diliyor, diğer yanı da yalancı çıkmamasını… Yalan söylüyorsa çekeceği vardı, doğru söylüyorsa da… Ne yapacağına karar veremediği için evden çıkmıştı. Verebileceğini de sanmıyordu.
Sigarasından bir nefes daha çekerken “Gerçekten tutuşmuş mu, sen bunu öğreneceksin…” dedi. Kardeşinin anladığından emin olmak için “Azıcık aklı varsa, tuzak kurmak için kendi kızını bana göndermez,” diye mırıldandı.
“Götlük peşinde olduğunu mu düşünüyorsun?” diyen Korkut ciddileşmişti.
“Biz bu herifi neden gebertmiyoruz ki?” diye söylendi. “Sıkıp geçsek ne yapabilirler ki… Neden sabrediyoruz!” Adamı öldürmek için en hevesli olan oydu.
Ozan, yorgunca “Lan oğlum, amcanlar öldür öldür bitiremedi şehirdeki lavukları, bir yıldır biz içimizdekileri ancak temizledik… Başımızdakilerle ancak uğraşıyoruz, haklıyken haksız konuma düşecek bir saçmalık yapmayın demekten yoruldum! Dediklerim bir kulağınızdan giriyor, diğerine ulaşmadan içeride bir yerlerde kalıyor… Nereye gittiği meçhul!” dedi sinirle. Sigarasını küllüğe atıp cama düşen damlalara bakındı.
“Seni eve mi götürüyorum?” diye soran kardeşi yine dediklerini duymazdan gelmiş gibiydi ama anladığından emindi Ozan.
“Ev,” dedi. Annesini de kızları da görmeliydi. Özellikle sabah duyduklarından sonra kızlarla biraz da olsa insan gibi konuşması gerektiğinin farkındaydı.
Eve gittiğinde Mısra, Karaca ve Alin’i yengesi Defne’nin kendisi için yaptırdığı odanın bahçesinde buldu. Kızlar, kendi arasında muhabbet çevirmek için son zamanlarda orayı mesken edinmişti. Yengesi, odanın anahtarını da kızlara vermiş, istedikleri gibi kullanmalarına izin vermişti ya kızlar ondan beri aşırı mutluydu.
Bahçede belirdiğinde “Abi!” diyen Karaca, elindeki kitabı bırakıp ona doğru gelirken eliyle yerinde kalmasını işaret etti. Yüzündeki ifade anında yumuşamıştı. Hava serindi ama kızlar elektrikli soba yakıp omuzlarına televizyon battaniyelerini çekmiş, yine de bahçede takılmaya devam ediyordu.
Yanlarına ulaştığında Alin kalkıp “Abi kahve yapayım mı sana da?” diye sordu.
Ozan içtikleri süslü bardaklara bir bakış atıp yüzünü ekşitirken “O şeyden getirmeyi düşünmüyorsun umarım!” diyerek çitin üzerinden atladı. Koltuklardan birini geriye çekip oturdu. Kız işi koltuk cüssesi için biraz küçük ve zarif olmasına rağmen ağırlığını kaldırmıştı.
“Sana sade türk kahvesi yapacağım abi,” diyen Alin gittiğinde Ozan, sessizce elindeki tığ işine devam eden Mısra’yı dürttü.
“Bir selam bile yok mu?” diye sordu.
Mısra, başını kaldırmadan “Şunu da bitireyim demiştim ama…” diyerek tuhaf bir şeye dönüşmüş olan örgüyü gösterdi. “Annem neden bunu yapmam için ısrar ediyor anlamıyorum! Evine dantel seren mi kaldı! Zaten beceremiyorum da…”
Ozan sırıtıp uzattığı şeyi parmağının arasına aldı. İncelerken “İçine elyaf basarsan geçen arabayla ezdiğin kirpiye benzeyebilir… Ezik haline…” deyip neşeli bir kahkaha attı.
Mısra, “Ya abi!” dese de gülerek elindekini masaya bıraktı. “Bana fabrikada bir iş falan versene… Evde durmaya devam edersem annem beni mahvedecek!”
Ozan bunu düşünüyordu ama ne iş vereceğini de bilemiyordu. Kız kardeşine bakarken “Bir düşüneyim, sana uygun bir şey bulmaya çalışacağım, yoksa da yaratırız artık…” dedi.
Mısra, “Sen var ya, en kral abimsin!” deyip yerinden kalktı, Ozan’ın boynuna sarıldı.
Ozan, gülerek kızın sırtına hafifçe vurduktan sonra Mısra yerine geçerken kitabını eline almış olan Karaca’ya döndü.
“Senin okul nasıl gidiyor? Var mı canını sıkan bir hoca, indirelim…” dedi şakayla.
Karaca, “Şu Almanya öğretmenini biraz şekle soksanız çok memnun olurum,” dedi. “Ben arabasını çizdim ama pek etkili olmadı, hala derste beni ayağa kaldırıp duruyor, konuşamıyorum işte ben Almanca! Kağıda yazdıklarımla yetinse ya!”
Ozan, “Birini ayarlayalım, eve gelsin, yardımcı olsun,” diye önerdi.
Karaca, “Olur da ben sordum, kimse ders almıyor… Ders aldığımı duyarlarsa salak muamelesi çekecekler… Zaten çekiyorlar da…” deyip elindeki kitabı çevirdi.
Kız Kafka’nın Dönüşüm kitabını orijinal dilde okuyordu.
“Okurken sorun yok. Ama konuşamıyorum işte,” deyip bir paragrafı okudu… Ozan yüzünü ekşiterek kitabı eline aldı. Bir de kendisi okudu. Ne dediğini okuyunca fark etti.
“Cidden biri ders verse iyi olur,” deyip kardeşine baktı.
Mısra, “Ben hayattan soğudum, bir haftadır işi gücü bıraktım onunla uğraşıyorum ama bir işe yaramıyor… Zaten öğretmeye hevesli olsam öğretmen olurdum. Saha sabırlı hatta azimli birilerini bulmak lazım. Ben çabuk sinirleniyorum!” dedi. Kız kardeşinin kolunu yakaladı. Abisine gösterdi.
“Kızı çimdikleyip durdum sinirle… Ona da yazık!”
Alin kahve ile geldiğinde biraz daha makara yaptılar. Sonra diğerleri de eve gelince ikizlerle iyi anlaşan Alin ve Karaca gidince Ozan ayaklanan Mısra’nın kolunu tutup kalmasını işaret etti.
Kız yerine çöküp kendine odaklanınca ciddileşti.
“Sabah Alin’in anlattığı şeyin bir kısmına şahit oldum. Nerede, ne zaman olmuş… Adam ne yapmış. Sen bana bir anlatsana…” dedi dişinin arasından.
Mısra, abisinin bakışlarından ürkse de onun kızlara ya da kendisine kızmayacağını bildiği için derin bir nefes aldı.
“Bunlarda uzun bir ara var. O arada okulun yanına para kazanmak için seyyar satıcılar geliyor. Okul yönetiminin yasakladığı yiyecekleri de incik boncukları da satıyorlar. Karaca karnı ağrıyor diye araya çıkmamış, Alin de bir süre yanında kalmış. Sonra akıllarına elmalı şeker düşmüş, Alin de ara bitmeden yetişmek için acele etmiş. Satıcının gittiğini görünce yetişmek için peşinden koşmuş, okuldan uzaklaşmış, korumalar da arada çıkmıyorlar diye yokmuş…” deyip abisine bakarken sıkkın bir nefes aldı.
“Satıcıya ulaşmadan önce bu şerefsiz gelip arabayla yanında durmuş, yabancı gibi adres sormuş. Alin de tarif etmiş ama anlamıyor ayağına kıza araca binip tarif etmesini rica etmiş. Alin, hangi akla hizmet bilmiyorum ama adam yaşlı diye acımış sanırım, araca binmiş,” dedi dişinin arasından.
“Vicdanlarına ayar geçmek lazım. Kızlar çok masum, çok izole abi… Onları da önüne alıp bazı şeyleri anlatman lazım. En azından düşmanlarımız olduğunu bilmeliler. Başlarına bir şey gelebileceğini hala idrak ettiklerini sanmıyorum.”
Ozan, kız kardeşinin gözlerine bakarak hafifçe başını sallarken “Ne demiş, dokunmuş mu?” diye sordu.
Mısra, “Bir şey dememiş ama bacağına dokunmuş. Nasıl dokundu bilmiyorum... Alin dünden beri kaç kez kustu sayamadım… Kötü hissettiği gerçek. Gece kabus görecek kadar…” deyip başını salladı. “Yanında yattım. Ateşi bile çıkmıştı.”
Ozan,sakin kalmaya çalışıp dişinin arasından “Araçtan nasıl inmiş?” diye sordu.
Mısra, “Almanca öğretmeni,” deyip burukça gülümsedi. “Kadın Alin’i aracın içinde, bir de adamla itişirken görünce kendi aracını önlerine sürmüş. Alin’i araçtan indirmiş. Şerefsize bağırıp çağırmış, tehdit etmiş… Alin’den şikayetçi olmasını da istemiş… Okuldan kızı da o getirdi zaten. Annemle konuştular… Annem sen delirip bir işe girersin diye sana söylemeyelim istedi ama bilmen lazımdı bence…”
Ozan, “Annemle konuşurum,” deyip soğumuş kahvesinden bir yudum aldı. "Öğretmene de çizilen arabasının yerine sağlam bir şey gönderirim," dedi.
Mısra, "Kızı rahat bırakmazlar abi, ona da bir koruma lazım..." dedi.
Ozan, "Sözleşmeli mi?" diye sordu.
Mısra, "Bilmem, belki," deyince kaşlarını çattı. "Kızın numarası varsa ara bir, yarın kahvaltıya çağır. Bir konuşayım. Karaca'ya özel derse ikna edelim. Sağlam birine benziyor, başka birini bulmaktansa onu ikna etmek daha kolay gibi..."
Mısra, "Bence de," deyip gülümsedi. "Hoş da... Bir görsen..." Abisi ters ters bakınca "Tamam, bir şey demedik!" diye söylendi.
O sırada Korkut geldi.
“Abi, doğruymuş,” demekle yetindi.
Ozan, kahveyi kardeşi yaptı diye sonuna kadar içerken ayaklandı.
“Anlattığın için sağ ol, ben gerekeni yapacağım, için rahat olsun!” diyerek kardeşinin saçını okşadı.
“Benim işi unutma bak!” deyince hafifçe başını sallayıp Korkut’la birlikte evden uzaklaştı.
Diğerlerinin duymayacağı bir mesafeye geldiklerinde Korkut, hevesle konuşmaya başladı.
“Şehri ayağa kaldırmış mallar! Yana yakıla kızı arıyorlar… Avni, nişanlımı kaçırdılar diye şikayet etmek için karakola bile gitmiş!” deyip keyifli bir kahkaha attı. “Jandarma her yerde kızı arıyor. Rol kesmiyorlar. Sende olduğundan haberleri bile yok.”
Ozan, tek kaşını havaya kaldırdı.
“Biraz arayıp rezil olsunlar,” diyerek kendine doğru gelen annesine sıkılmış bir bakış attı.
“Bu kez evlen derse bulduğu kızı sen alırsın. Araya gir,” diye geveledi.
Korkut, ürperip anında annesine döndü.
“Gülay Hanım, açlıktan ölüyoruz, önümüze yemek koyduğun yok. Bir evladın Ozan mı senin! O yoksa yemek yiyemeyecek miyiz!” diyerek annesine doğru yürüyüp kadını yarı yolda yakaladı. Abisine ulaşmadan önce eve sokmayı başarmıştı.
Ozan, Katre’nin bir yere kadar doğru söylediğini düşünüyordu. Araç kullanacak kadar kendine geldiği için aracına doğru yürürken koşturarak gelen Fikret’e kalmasını işaret etti.
“Açıldım, sana gerek yok,” dese de Fikret dinlememişti. Aracın yanına geçip “Anahtar,” diyerek avucunu uzattı. “Tek gezmen yasak!”
Ozan, “Kim yasakladı?” derken kapının önüne çıkmış olan annesiyle göz göze gelince anahtarı çıkarıp kardeşine verdi. “Ana kuzusuna çıkacak adımız…” diye söylenip diğer tarafa dolandı.
Araca geçtiğinde Fikret, “Haftada bir kurşunlanıyorsun, etrafında bomba patlayıp duruyor… Kadın haklı amına koyim, gebermek istemiyorsan yalnız gezme işte. Bu sefer atlatamaz bak…” dedi.
Ozan, yirmi beşini bitirmek üzereydi. Kardeşi de kendinden bir yaş küçüktü.
Arkasına yaslanırken “Geberirsem sen varsın,” diye söylendi.
Fikret, “İşte o yüzden gebermemen lazım Ozan Avan, biz senin kadar sabırlı da değiliz dayanıklı da… İşini yap, biz de kafamız rahat adam doğramaya devam edelim,” deyip abisine bir bakış attı.
“Yüzün yine bombok,” dedi. “Bir gül artık amına koyim. Annem aklını yedi senin yüzünden…”
Ozan, sahte bir gülümseme kuşandı. Kardeşine dişlerini gösterirken bir sigara yaktı.
“Sen yemek yemiş miydin lan?” diye sordu.
Fikret, “Benim kız bana elleriyle sarma sarmış,” dedi keyifle. “Tadı da yoktu ama kötü olduğunu söyleyince ağlayacak gibi oldu. Ben de ağlamasın diye hepsini yedim, sonra da midem sikildi amına koyim,” diye söylendi.
“Giderken ciğerciye uğrayalım,” diyen Ozan, sigarasından derin bir nefes çekti. “Korkut öttü mü sana?” diye sordu. Nereye gideceklerini ya da nedenini sormamış olmasından işkillenmişti.
Fikret, “Kız tam senin tipinmiş,” deyince sigarasını kardeşine doğru uzatıp koluna dokundurdu.
Fikret, “Lan ne yapıyorsun!” diyerek direksiyonu bırakıp kolunu ovaladı. Sigara izine bakıp “İşkence desen var!” diye söylendi ama yüzü gülüyordu. “O kadar güzel mi?” diye arsızca bir soru daha sordu.
Ozan, kaşlarını daha da çatınca sırıtmaya devam ederek “Ona da bir dürüm yaptıralım,” dedi.
Ozan, bunu düşünmüştü ama kıza anında gevşek çene vermeye niyeti yoktu.
“Sen işine bak, kızın lafını edeni anneme duyuranı sikerim ona göre,” dedi. Yemeklerini yemek için durduklarında kapatmaya hazırlanan adam “Ağam,” deyip hevesle karşılayınca masaya kuruldu. Adam mezeleri hevesle masaya doldurmaya başlamadan önce dolaptan çıkarttığı şişleri közün üzerine dizmişti.
Ozan, adam işi bitip de ocağın başına geçmek yerine dikilince “Söyle,” dedi.
“Sabah birileri dolanıyordu,” dedi anında adam. “Tanıdık değillerdi. Ama bir iş peşinde oldukları belliydi, bir süre gelmesen mi?”
Ozan, alayla gülerek kardeşine baktı.
“Gelmesek mi?”
Fikret, aynı alaycılıkla “Çok korktuk, gelmeyelim ağam,” deyip masadan bir parça limon kaptı. Yeşilliklerin üzerine sıkarken adama ocağı işaret etti. “Sen merak etme, işine bak. Ciğerler yanarsa sıkıntı olur, üç beş it yolumuzu gözlüyor diye olmaz,” dedi.
Adam gittiğinde kaşlarını çatmıştı. “Yarın yerim ben onları…”
Ozan, hafifçe başını sallayıp sesini alçalttı. Kardeşine yaklaşıp “Yelek giy, kafadan yeme,” diye uyardı kardeşini.
Fikret, “Ye diyorsun?” dedi net anlamak için.
Ozan, gülerek “Ye oğlum,” dedi. “Sıkanları alalım, sana sıktıranı söyletelim… Belki beklediğimiz fırsat budur… Herifler öterse diğerlerine duyurur, onların desteği ile yeriz.”
Fikret, “Kask takasım var,” diye mırıldandı. “Kaçtır göğse sıkıp indiremeyince yelekle gezdiğimize aydılar, bu sefer kafadan yiyecekmişim gibi bir his var!” dedi.
Ozan, “Yeme o zaman,” dedi. Kararsızdı. Duraksadığı saniyelerde “Başka bir fırsat buluruz, yeme oğlum. Durduk yere kafadan falan yersen annem delirir, beni de çenesiyle delirtir…” diye mırıldandı. “Bizimkiler adamları takip etsin, uzakta yesin, sağ yakalarlarsa köye atsın.”
Fikret, başını salladı.
“Canımdan korkuyorsam şerefsizim ama düğünden önce gebermek istemiyorum,” diye mırıldandı. “Kız hamile amına koyim, en azından nikahı kıyayım da öyle gebereyim.”
Ozan, “Annenle konuş, kızın ailesiyle görüşsün, düğün işini bir an önce halledelim,” dedi. “Bunlar akıllı durmayacak, özellikle kızı öğrendiklerinde…”
Eve gittiğinde kardeşi dışarıda takılırken kendisi içeri geçmişti. İçeri girmeden önce ışıkların yandığını fark etmişti, kapıdan girdiğinde ise zincirin boşta olduğunu…
Sinirle solurken yatak odasının kapısını açık görünce oraya doğru adımladı.
Kapıda dikilip kalmasının nedeni yastığına sarılmış, kıçını ona dönüp fosur fosur uyuyan Katre’ydi.
Gitmemişti.
Kıyafetlerini giymiş, yatağına girmişti.
Kaşlarını çatıp kızı bir süre süzdükten sonra uyanması için omzunu dürttü. Kız sıçrayıp korkuyla çığlık atmıştı. Ona doğru salladığı bıçak yüzünün birkaç milim ötesinden geçmiş, yanağını çizmişti.
Ozan, kızın bileğini yakalayıp sertçe kavrayarak bıçağın yatağa düşmesine neden olurken üzerine doğru eğildi.
Kız korkuyla yutkunurken “Sen olduğunu fark etmedim,” diyerek geri çekildi.
Ozan, “Benim evimde, bıçakla uyuyorsun,” deyip parmağını kızın kestiği yerden geçirdi. “Beni kesiyorsun… Ama amacın bu değil miydi?”
Katre adamın öldürecekmiş gibi bakan gözlerine bakarken bir cesaretle “Bıçak olmadan uyuyamıyorum…” diye itiraf etti.