TOPRAK’TAN…
Toprak arabayı kullanırken Simya dışarıyı izliyordu. Sonra derin bir nefes aldı. Kendi tarafındaki camı biraz araladı derin derin soludu. O sırada Ferrari’nin içi Simya koktu.
“İyi misin? Durabilirim istersen.”
“İyiyim. Hayır değilim çok sinirliyim. Bu kadar ucuz numaraların adamı olmasına hala inanamıyorum. Sadece size olan garezi için kullanıyor beni. Üstelik uyardınız. Dinlemedim.”
“Aşıktın.”
Esefle gülümsedi Simya.
“Aşk mı? Bilecik’te bir dağ köyünde dede ve nenesiyle yaşayan bir kızın keçiyi Abdurrahman Çelebi sanması. Bütün olay bundan ibaret.”
Laf gülümsetti Toprağı. Ancak emin olmalıydı devam etti.
“Aşık değil miydin”?
“Aşk böyle bir şey değil Hocam. Hayranlık belki. Ya da ne bileyim platonik olarak beğenmenin konforu. Karşı taraf bilmiyor, beklenti yok, sorumluluk yok. Dolayısıyla gözünde büyütüyorsun olmayan meziyetler ekliyorsun. Sonra o hayalindekine bağlanıyorsun. Gerçekte olan sadece balon gibi şişirilmiş hayranlığın ilk darbede sönmesi.”
Simya Toprağa döndü. İlk defa içini görmek ister gibi bakıyordu. Yan profilde siyah sakalları beyaz teni ile güven verdi.
“Teşekkür ederim.”
“Ne için?”
“Beni Ömer Aslan asistanlığından korumak için yaptığınız zorbalığa.”
Gülümsedi. Menekşe rengi gözler ilk defa Toprak için bu kadar içten gülümsüyordu.
“Zorbalık demeseydin iyiydi.”
“Vallahi kusura bakmayın Hocam tanıdığım en mert zorba sizdiniz.”
Kahkaha ile güldü Toprak.
“Nasıl olacak aynı okulda”?
“Sana yanaşmasına müsaade etmem”.
“Konu o değil bana zaten yanaşamaz. Ben aynı ortamda çalışmaktan bahsediyorum.”
“Sen benim asistanımsın ben nerde istersem orada çalışırsın.”
Toprak Çengel köye evin önüne geldiğinde Simya yine aynı içtenlikte teşekkür etti.
“Arabam. Neyse yarı..”
“Ben aldırırım. Anahtarları ver.”
Anahtarları uzattı Simya sonra yeniden gözlerinin içine bakarak konuştu.
“Teşekkür ederim. İyi akşamlar Hocam”. İndi.
Toprak villasına vardığında içindeki neşenin tarifi yoktu. Kapı açılıp araba içeri girince bahçe kapısından mutfağa gitti.
Masa da oturmuş Esra ile pirinç ayıklayan Firdevs’e bir kahve siparişi verdi. Esra’nın yanağından bir makas aldı.
“Pok yiyene bak hele bu neşenin nedeni Simya kizum değilse bağada Firdevs demayun.”
SİMYA’DAN…
Ertesi sabah Simya Ecza şirketine gitmek için hazırlanmış evden çıkıyordu. Toprak 10 dk sonra aracının geleceğini mesaj atmıştı.
O sırada Ömer Aslan’ın sesi duyuldu. Toprağın yerleştirdiği korumalar teyakkuza geçtiler.
“Simya”.
Simya sese döndü ancak Ömer ile bir tartışmaya niyeti yoktu. Sakince,
“Git buradan Ömer.”
Ömer belli ki sabaha kadar içmişti. İçerken de dün akşam yaşananları sindirememiş hesap sormaya gelmişti.
“Basit bir köylü kızıydın. Sana benimle evlenme şerefi verdim. İnsanların içinde beni rezil ettin. Şerefimi ayaklar altına aldın.”
“Birine evlenme teklif edecekseniz önce ona sorarsınız artık. Emri vaki yapmazsınız. Üstelik sizin derdiniz benimle evlenmek değil Hocam. Siz Toprak Aladağ kıskançlığının benim üzerimden golünün peşindesiniz.”
Toprak lafı Ömer’i iyice gerdi.
“Onu görünce daha iyi bir av olduğuna mı karar verdin”?
Laf Simya’ nın çileden çıkmasına yetti.
“Laflarınıza dikkat edin ne dediğinizi bilmiyorsunuz.”
“Haklı olduğum için mi sinirlendin güzelim. Bekaretini verdinse Toprak Aladağ iyi fiyat biçmiştir. Bana fark etmez ikinci de olurum.”
Ömer, Simya ’ya yanaştı. “Bir eksik bir fazla fark etmez”.
O sırada önde Ferrari’si ile Toprak arkada Golf’u bırakmak için gelen Rıza peş peşe girdi sokağa. Toprak sinirle indi arabadan. Rıza’da geldi yanına. Korumalar kendilerini belli etmemeleri emri aldıkları için kararsız kalmışlardı. Müdahale edip etmemek konusunda. Ömer Aslan bu sefer çizmeyi aşmıştı ve bedel ödeyecekti. Simya’ ya yanaşınca Toprak fırladı. Ancak olanlara bakakaldı.
Daha lafı bitmeden Simya’ nın yumruğu Ömer’in sağ çenesinde patladı. Sonra adını bilmediği birkaç hareket dizinine maruz kaldı. Öyle zannediyordu ki sanırım önce ikinci yumrukta sol gözü morarmıştı. Neye uğradığını şaşırdığı için o da yumruk atmak için hamle yaptı ancak Simya bambaşka birkaç hareket dizini ile önce sağ kolunu kırdı sonra bacak arasına tekme attı. Can havli ile yerde kıvranıyordu Ömer. Belki Simyanın Ankara’ da Tai Chi Qigong öğrendiğini bilse çenesini tutardı.
Toprak ve Rıza olanları şaşkınlıkla izliyordu. Simya işi bittiğinde kendisini izleyen iki adama döndü.
“Ne? Birinin bu hadsize her kuşun etinin yenmeyeceğini anlatması gerekliydi.”
Toprak ve Rıza aynı anda teslim olmuş gibi ellerini kaldırdı. Toprak Rıza’ya baktı. Başını salladı Rıza. Simya Polisi aramak için telefonun çıkarınca elinden tuttu.
“Gel biz gidelim. Rıza halletsin.”
“Olmaz bu hadsizi Polise vereceğim.”
“Hayır sen uğraşmayacaksın. Gerisini ben halledeceğim.”
Sonra Elinden tutup kendi arabasına sürükledi.
Az önce yaşananlar kafasını karıştırmıştı Toprağın. Deniz kenarından Anadolu Kavağına doğru yol almaya başladı. Simya’ nın yüzünden ne düşündüğünü anlamasa da hayranlığını ve gülümsemesini saklayamıyordu.
Simya göz ucu ile sırıtan Toprağa baktı.
“Daha ne kadar sırıtacaksınız Hocam”.
“Bu anın keyfini yaşamak istedikçe.”
Boğazdan yol boyunca ilerlemeye devam etti Toprak. “İlginç bir kızsın Simya”.
“Neden? Hocasının hayalarına tekme atan ilk master öğrencisi olduğum için mi?”
Kahkaha attı Toprak.Bütün cevapları Toprağın hayranlığını artırıyordu.
“Hayır karakterinden ödün vermediğin için.”
“Bildiğim kadınlara benzemiyorsun.”
“Bildiğiniz kadınlar nasıl bilemem Hocam. Ancak Anadolu’da bir kadın namusuna dil uzatılırsa benim yaptığımı yapar.”
“Adamın kolunu kırdın” dedi sırıtarak.
“Az bile yaptım kafasını kırmalıydım.” Yeniden sinirlendi. Bu hali ile Toprağı ne kadar kendine hayran bıraktığından haberi yoktu.
“Bana kendini anlatsana biraz.”
Oysaki zaten Teşkilat-ı Mahsusa’dan detaylı bir araştırma yapmasını istemişti. Onu koruması için iki koruma bile koymuştu evinin etrafına. Acaba Simya kendisini tanısa ne düşünür diye geçti zihninden. Düşünceleri kafasını sallayarak uzaklaştırdı.
“Ömer Aslan ile Toprak Aladağ arasındaki husumete malzeme olmayacak biriyim. Bu kadarını bilmeniz yeterli.”
Toprak an ve an hayran oluyordu.
“Siz anlatın Hocam. Aranızdaki mevzu ne?” O sırada Anadolu Kavağına gelmişlerdi bile.
Arabasını Anadolu kavağında bir parka bıraktı. Sabahın erken saatlerinin verdiği sessizlik hoşuna gitmişti. Deniz kenarında bir mekâna oturdular ve kahvaltı siparişi verdi Toprak. Anlatmaya başladı.
“Benim açımdan bir mevzu yok. Hem Holding sahibi olup hem ders vermememden rahatsız ve yarış halinde. Bir iki defa rektörden azlimi istemiş. Ancak başaramayınca hırslandı.”
“Benimle ilgisi ne?” diye sordu Simya.
“Benim seni asistan olarak istememi hazmedemedi.”
“Peki bir Kimyacı olarak haksız mı? Adam Kimyacı. Bende öyle. Bir matematikçi öğrencisini alıyor. Bir gariplik yok mu?”
Toprak yeniden hayran oldu. Az önce kolunu kırdı ancak sorgularken bile hakkını veriyordu.
“Haklı tabi ancak daha önce ona asistan olmuş kız öğrencilerin akıbetine uğramaman için yaptım” diyerek yalan söyledi.
Evet Ömer Aslan sicili temiz değildi ancak tek neden bu değildi.
“Peki daha önce asistan almadığınız söylendi. Niye ben diğer kızların bana davrandığınız gibi davranılmaya hakkı yok muydu?”
Sağlı sollu geçiriyordu Simya. Toprak burada ne diyeceğini bilmiyordu. İlk defa 180 IQ işine yaramıyordu. O sırada gelen kahvaltılıklar nefes alıp cümlelerini toparlamasına neden oldu.
“Sana olan ilgisinin daha önce yaptıklarını körüklemesini ve ortaya çıkmasını istedim” diyerek yalan söyledi.
“Seni asistan olarak ben alırsam sineye çekmezdi. Öylede oldu.”
Cevap Simya’ yı tatmin etti.
“Ne olacak şimdi”? dedi yeniden dün akşam ki soruyu yineleyerek.
“Adamın kolunu kırdım”.
Yüzünde ki hüzün içine dokundu Toprağın.
“Bir şey olmayacak. İki şahidin var sana saldırdığına ve senin kendini koruduğuna dair. O kadar yürekli bir adam değil. Bir kadından saldırdığı için dayak yediğini söylemeye cesaret edemez. Kaza yaptım ya da saldırıya uğradım diyecektir”.
Tabi kafasının içinde sadece konuşmanın metni dönmüyordu. Teşkilat tamamen Simya Selçukluyu koruma altına alacaktı. Koruma sayısı artacak ve Ömer Aslan mevzuyu birde Toprak Aladağ ile konuşacaktı. Geç kalınmış bir hesaplaşma, zamanı gelmiş bir ödeşme olacaktı. Şimdiye kadar Ömer Aslan çok bir şey ifade etmiyordu ancak artık Simya vardı. Ve ona yapılan saldırı. Bedel ödeyecekti Ömer Aslan. Toprak Aladağ’a ait olana el uzatmanın bedelini.
TOPRAK’TAN…
Simya ’yı ecza laboratuvarına bıraktıktan sonra Rıza’yı aradı Toprak. Derme çatma depoda bir sargı ile kolu sarılmıştı. İçeri girdiğinde burnundan soluyordu. Sandalyede oturan Ömer’e yanaştı ve kırık kolunu avuçladı. Ömer çığlık attı.
“Bu sana ilk ve son uyarım. Bir daha değil Simya’ ya yanaşmak ki zaten yanaşamayacağını gördün. Onun adını bile aklından geçirirsen olacaklardan sorumlu olmam”.
Ömer pes etmemişti.,
“Bunun bir bedeli olacak Aladağ. Bu sefer seni 180 IQ da kurtaramayacak. Şerefim üzerine yemin ediyorum bir bedeli olacak. Sen ve o küçük orospun bunu ödeyeceksiniz”.
Toprak Ömer’in suratına bir tane çarptı. Sol azısını tükürdü Ömer. Sonra kırık kolundan tuttu.
“Bir daha karşıma çıkarsan yemin ediyorum acımam”.
Rıza’ya baktı çıktı.
Simya İTÜ de Ömer ile karşılaşmadı. Rahatsız olduğu için raporlu diye duyum aldı bu kadar.
Ecza Laboratuvarında sentetik ilaçlarla uğraşmak canını sıkıyordu. Daha doğal tedavilerden yanaydı. Ancak üretim hattına engel olmak ta istemiyordu dolayısıyla daha ziyade kozmetik Laboratuvarında çalışıyordu. Kendine kekik çayı demlemişti. Toprak içeri girdiğinde yeni kokusunun refraktometre ile kırılma indisini ölçüyordu.
Toprağı görünce gülümsedi. “Hocam bu hafta sonu nenem ve dedemi ziyarete gideceğim. Ancak müsaadeniz olursa iki gün daha kalmak isterim. Nenem biraz üşütmüş”.
“Bende maden şirketi için Kütahya’da olacağım. Seni götürebilirim.”
“Zahmet etmeyin Hocam. Nenem gelirken muhtemel erzak dolduracak. Araçla gitsem iyi olur.”
Toprak Kütahya’da işlerini hallederken Simya’ da Zahide Ebenin kanatları altında dört gün geçirdi. İyi gelmişti yeniden yuvasında olmak.
Mehmet Dedeye “Yanık tepenin sahibine nasıl ulaşabilirim“diye sordu. Konunun açılmasının ikisini de gerdiğini biliyordu. Sonra tutamadı kendini yeniden sordu.
“Yanık Tepede ne oldu dede?”
“Hatırlamanın kimseye faydası olmaya acı şeyler. Bilmen bir işe yaramaz kızım. Muhtardan sahibine nasıl ulaşırsın soralım.”
Anlamıyordu Simya ne vardı da orada bu kadar saklanıyordu.
Ertesi gün nüfus müdürlüğünden alınmış bilgilerle hak sahibinin sadece vekaletli avukatının numarasına ulaşabildi Simya. Adam sır gibiydi. Sadece avukatı. İstanbul’a döndüğünde halletmeye karar verdi.
Çarşamba sabahı ders iptal olunca Simya önce Kozmetik şirketinde bir iki deneme yaptı sonra yaklaşan sınavları için evine geldi.
Ertesi gün yerine derse girmesi için Simya’ya bir not bıraktı Toprak. Kendisi de yeni nesil bir yapay zekâ yazılımının denemesi için ASELSAN’a gidecekti. Ancak ders notlarını evde bırakınca Simya’ ya villaya uğramasını ve notları oradan almasını söyledi. Simya notları almak için geldiğinde eli boş gelmemişti. Firdevs’e Kuşburnu marmelatı getirdi.
“Sadece notları almaya geldim Firdevs teyze kalmasam”?
Vaktim yok dese de kendini taze demlenmiş çay ve yanında fırından yeni çıkmış susamlı simitlerle bir masada sohbet ederken buldu. Seviyordu bu kadını. Nenesine benzetiyordu Tabi biraz da ha küfürbazdı. Bir de adının Esra olduğunu öğrendiği torunu ile tanıştı.
Güzelce biz kızdı. Belli ki Firdevs’ in tedrisatında oldukça iyi yetişiyordu. Simya ile anında arkadaş oldular. Sonra birde Rıza vardı. Simya arabasını getirdiği için teşekkür etmişti. Sessiz sakin bir gençti. Simya’ ya hürmette kusur etmekten korkarmış gibi saygılıydı.
O sırada bavulunu almak için villasına gelen Toprak bu garip gruba ama en çok Simya’ ya içlerinde konuşurken ki neşesine bakakaldı.
Toprağı fark eden Rıza yanına gitti. Bir iki direktif aldı. Toprak telefonuna avukatından gelen mesajı gösterdi ve Rıza ortadan kayboldu. O sırada Simya’ da kalkmak için hamle yaptı ancak Firdevs’in “Akşam yemeği yemeden gidersen ölümü öp” demesiyle mecburen yemeğe de kaldı.
Esra ve Simya’ nın dost olmasından memnundu Firdevs. Toprağa sokuldu.
“Ha bu kizi gelun almazsan sağa hakkımi helal etmem.”
Toprak’ta istiyordu elbette Simya’yı. Son zamanlarda başka bir kadına dokunduğunda sanki aldatıyormuş gibi hissediyordu. Simya hayatına girdiğinden beri Toprak neredeyse bir kadına dokunmamıştı.
Sonra mutfakta Esra’ya ilişki yaşamak istemediği söyleyen Simyayı duydu. Sofrayı kaldırmasına yardım ediyordu Simya.
“Benim hayallerim bambaşka. Önce yurt dışı belki halamın yanı İsviçre. Sonra Şifa Köyü. Ve orada bir erkeğe yer yok.” Cümle çok canını yaktı.
Toprak kendini ASELSAN’a zor attı. Yapay zekâ için odaklanması gerekiyordu ancak laf dönüyordu zihninde.
” Hayallerim bambaşka. Orada bir erkeğe yer yok”.
“Tamam” dedi kendi kendine “Sen beni istemezsen ben seni zaten istemem”. Bunu sonra düşünecekti. Odaklandı işine.
Dört gün sonra İstanbul’a döndüğünde soluğu laboratuvarda aldı. Menekşe gözlerin prangasından çıkamıyordu işte.
Simya o sırada bilgisayarı açık başka bir numune ile uğraşıyordu. Toprağı gördü “Hoş geldiniz Hocam” dedi. Ancak Distilasyon cihazı ötünce ayağa kalktı. O sırada Toprak telefonuna gelen Teşkilat-ı Mahsusa mesajına baktı. Son zamanlarda hacklediği bir projenin kalan kısmı için iki dakikalık bir işlem yapmalıydı. Bilgisayarı arabasındaydı.
“Bilgisayarını kullanabilir miyim?”
“Elbette Hocam.”
IP adresini girdi bir sürü veriyi saniyeler içinde aramam motoruna yazdı ve bir tarama ekranı açıldı. Simya alelade bir şeyden bahsediyor gibi Yanık tepenin sahibinden ve ulaşamadığı için kendisine sürekli başka programlama yapan avukattan ve hayalindeki Şifa köyünden bahsediyordu. Sonra Simyanın belki de bir süre İsviçre’ye gitmeliyim lafı ile kafası karıştı. Gitmek lafı dönüyordu beyninde. Okulu masteri daha da önemlisi kendisini bırakmak. Aradığı şey sinyal verdi ve Toprak Aladağ’a yakışmayacak bir hata yaptı. Kullandığı bilgisayarın IP izlerini silmeyi unuttu.
Sinirle çıktı. Simya’ ya sinirinin zamanla kaybetme korkusuna döndüğünü o an anlıyordu. Daha sonra da izlerini silmediği için IP adresinin Silikon Vadisinin takibine takıldığını anlayacaktı.
FBI önce Simyayı takibe aldı. Sonra da korumaların müdahalelerine rağmen hatta Simyanın direnip iki ajandan birinin burnunu diğerinin kolunu kırmasına rağmen kaçırıldı.