Dudağındaki Ben - 3. Bölüm

2213 Words
TOPRAK’TAN.. Toprak adını hatırlayamadığı kadın ile ateşli bir seksin ardından sırt üstü yatmış düşünüyordu. Yeni bir yazılım ile TSK’ya verilecek yapay zekalı tank savunma sisteminin tamamlanmasını bekliyorlardı. Bunun için Silikon vadisinde birkaç projeyi hacklemesi gerekecekti. Zaman zaman seksten daha fazla zevk alıyordu deniz aşırı yerleri hacklediğinde. Son olarak “Türker” adıyla imzasını atıp ardında iz bırakmadan kayboluyordu. Yanındaki kadın sağ elinin içi ile yanağını okşadı. “Ne kadar muazzam bir adam olduğunun farkında değilsin galiba?” Kafasını çevirmeden göz ucu ile baktı. Kendinde olanlara anlam veremiyordu. Simya gelmeden önce rüyaları gelmişti. Şimdi de kendisi. Ancak o kadar dik başlıydı ki. Alışık değildi Toprak. Kadınların peşinden koşmasını bilirdi. Şimdiye kadar isteyip te alamadığı bir kadın olmamıştı. Zaten arzusu geçince de bırakırdı. İstanbul’un yarısı ile yatmıştı belki ama iki defa yattığı kadın sayısı bile azdı. Birde Bilecik mevzuu vardı tabi. Derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattığı anda menekşe gözlerin iri kirpikler arasından kendine kızgınlıkla bakışını görüyordu. Hayatında gördüğü en kalın dudaklar ve sağ alt dudak kenarındaki ben. Birde o saçlar vardı. Beline kadar mı geliyordu? Güneşte siyahlığı mavinin kuzguni bir tonunu alıyordu parlarken. Ama en fazla kokusundan etkilenmişti. Bildiği bir kokuya benzemiyordu. Başka bir kadında da duymamıştı. Neticede bilirdi dimi o kadar tende dolaşmıştı. Neden bu kadar Simya’ dan etkileniyordu anlam veremiyordu kendine. Zaten o da işini kolaylaştırmamıştı. Asistanlığını yapmaya başlayalı 2 hafta oldu neredeyse ancak ders dışında göremedi bile. Onu kendi şirketlerinden birinde çalışmaya zorladı bunda da bir başarı sağlayamadı. Sanki 180 IQ gitmiş yerine ergen zekalı bir adam gelmişti.10 basamaklı algoritmaları bir bakışta çözüyordu. O zaman şimdi ne oldu ki böyle? Daha Simyanın kendisi görmeden bedensel varlığını hissedip heyecanlanıyordu. Yüzünden mimiklerinden anlıyordu kızgın mı, kırgın mı, yoksa üzgün mü olduğunu. Hele o gözler duygu durumları değiştikçe renk değiştiriyordu sanki. Bazen mor bazen lila. Bazen safir mavi. Heyecanlanınca mor oluyordu mesela. Öfkeliyse safir maviye dönüyor. Neşeliyse lila oluyordu. Ve Toprak gün geçtikçe bu kıza tutuluyordu. Oysa kadın demek onun açısından erkekliğini tatmin edip uzaklaştığı bir varlık demekti. Doğa böyle işliyordu. Sinirlendi kendine. Dayanamadı. Yanındaki kadın ikinci sevişmenin yolunu yapıyordu. Çıktı üstüne. Sabaha karşı villasına gelip uyumuştu. Ve şimdi mutfaktan gelen sesler daha uyuyalı 2 saat olmamışken sinirini zıplattı. Hışımla kalktı. Firdevs yine mutfakta terör estiriyordu. “Firdevs ya şu velveleye bir son ver ya da seni Gürcistan’a yollarım” dedi sinirle. “Pok yollarsun”. 65 yaşında Toprağa direk lafını esirgemeden söyleyen tam bir Karadeniz kadınıydı. Levent’in köyünden gelmişti. Yaklaşık 20 yıldır Toprağın hizmetindeydi. Kocası oğlu iki yaşındayken Gürcistanlı bir güzelle kaçıp Firdevs’i terk edince oğlunu kendi başına büyümüştü. Oğlu ve gelini bir trafik kazasında ölünce de torunu Esra’nın bakımını üstlendi. Mustafa’ları ve Gürcistan’ı sevmezdi. Gürcistan üzerinden yapılan imaları da. “Hanci sürtüğün üzerundan kalktunda celdun? Sağa yıllardır deyirum bu eve bi kadun ilazum.” Gözlerini devirdi Toprak. O sırada elinde sebze poşetleriyle Rıza’yı fark etti. “Olay ne”? “Manavın adının Mustafa olduğunu öğrenmiş Toprak Bey”. “Ateşin üzerine benzin mi döktüm?” Rıza bıkkınlıkla anlatıyordu. “Başka yerden alınca taze değil diye kızıyor, manavdan alınca adı Mustafa diye.” “Semtte dolaştığım yedi manavın üçü Mustafa ben ne yapayım?”. Rıza ile Toprak yollarının kesişmesini bir sır gibi saklasalar da Toprağın hayatında güvendiği nadir insanlardandı. Evin işlerini yapardı. Fatura, alışveriş, bahçe şoförlük de dahil bir sürü işle ilgilenirdi. Toprak özel alanlarında fazla insan istemezdi. Dolayısıyla Firdevs ve Rıza dışında birde Esra vardı. Toprağa canı gönülden bağlıydı. “Esra nerde?” “Starusbok mu ne haltsa oradan sana yatte alacakmış. Mis gibi Rize çayı demledim oysa. Saçma sapan icatlar”. Rıza sordu. “Şimdi ben bu Mustafa’dan aldıklarımı ne yapacağım?” “Pok yiyene bakun hele. Bu evde Mıstafa demak yasak diye kaç kere diyeceğum.” Toprak söylendi. “Firdevs bağırmaya devam edersen seni işten atacağım”. “Pok atarsun götüni kim toplayacak”? Zaten uykusuzdu birde Firdevs’le dalaşmaya gücü yetmedi. “Sessiz olun. Uyuyacağım “dedi. Odasına çıktı. Ancak Menekşe gözler rahat vermeyince sağa sola dönmeyi bırakıp hışımla kalktı. SİMYA’DAN… Simya söz verdiği gibi ikinci haftanın sonunda soluğu nenesinin yanında aldı. Çok özlemişti ikisini de. Sabah erken geldiği için geç bir kahvaltıya yetişti. Bahçede semaver eşliğinde yeni hayatını anlattı. Toprak detaylarını atlayarak. Sonra dedesi ile Anadolu Bilgeliği ile ilgili derin bir sohbete başladılar. “Doğa enteresan bir bilgelik değil mi dedeciğim? Yedi çakra, yedi nota, yedi renk, haftanın yedi günü, İslam da yedi mertebe, Fatiha suresi yedi ayet, yedi büyük kıta, insan yüzünde yedi delik var daha bir sürü şey”. “Yedi tamlık sayısıdır da ondan Güzel Kızım. Bir şeyi tamamlar, bütünler.” Dedesini saatlerce dinlerdi Simya. Mu kıtasından tuttun da Tur kişilere, Tibet Türklerinden kadim bilgeliğin kökenine kadar birçok konuda bilgi sahibiydi. “Çörek oyunu kendin koyuyorsun değil mi güzel kızım?” dedi Mehmet. Soru Simya’yı güldürdü. “Merak etme dedeciğim koyuyorum”. Bu aralarında gizli bir dil sayılabilirdi. Zahide Ebe’ de kaymak ya da peynir yapsa üzerine çörek otu koyardı. Nazar değmesin diye. “Bak ben aşırıya gittim beyaza gittim ama senin de farkındayım siyah” deme şekliydi. “Biraz numeroloji çalışalım seninle dedeciğim” dedi. Telefonuna gelen mesaja bakmak gelmedi içinden Simyanın. Ancak susmak bilmiyordu. “Saat 1’de okulda ol”. ….. “Sana saat 1 de okulda ol dedim. Asistanlığın gerek”. …. “?” ….. “Cevap verecek misin?” “Hocam şehir dışındayım. Pazartesi sabahı görüşmek üzere”. Toprak uykusundan uyandırılmanın ve yeniden uyuyamamanın sinirini Simya’ dan çıkarmak istedi ancak daha fazla sinirlendi. “Şehir dışında. Hem de haber vermeden”. Aramasına gelen “Aradığınız kişiye şu anda ulaşıl…” cevabı daha çok sinirlendirdi. Telefonu hışımla yatağa fırlattı. Hafta sonuydu ama görmek istemişti işte. Bütün hafta sonunu yeni yazılım için harcadı. Simya ise gergin geçen iki haftanın ardından yuvasında dedesinin ve nenesinin kanatları altında yenilendi. Enerjisi yükseldi. Nenesinin yemekleri dedesinin sohbeti derken İstanbul’a daha keyifle döndü. TOPRAK’TAN… Toprak pazartesi sabahı Teşkilat-ı Mahsusa da ki toplantısının sunumunu yaptı. Hafta sonu Silikon Vadisinden hacklediği yeni yazılımlara kendi imzasını katarak işini tamamladı. İTÜ ye geldi. Simya o sırada sabah derslerini bitirmiş koridorda bir sınıf arkadaşıyla sohbet ediyordu. Hafta sonu görmeyince büyüleyici geldi Toprağa. Dar kot pantolonu üzerinde beyaz boncuklarla işli “JOY” yazan tişörtü beyaz spor ayakkabılarıyla nefes kesiyordu. Tam yanına gidecekken Ömer geldi. Simya’nın Ömer’i görünce yüzündeki gülümseme Toprağın canını yaktı. Sert adımlarla odasına gitti. Az sonra Simya kapıyı vurarak içeri girdi. Toprak tam kızmaya hazırlanıyordu ki masasına bir kavanoz içinde bir şey bıraktı. “Kozalak Şurubu”. Dedem yapar. “Sizin için de ayırdı bir parça”. Böyle bir ikram beklemiyordu. Zaten Ömer’in nasiplendiği gülümsemeyi hazmedememişti. “Kocakarı ilaçlarına inanmam ben”. “Önyargılı olduğunuzu unutuyorum. Peki verecek başka birini bulurum.” Uzandı kavanozu alacakken Toprak önce davrandı. “Bana getirdinse ne yapacağıma ben karar veririm. Şimdi hafta sonu kaçamakların ve etrafa dağıttığım gülücüklerin bittiyse işimize bakalım. Matematik dersine girmeni istiyorum.” Simya itiraz edecek oldu sonra bu adama laf anlatmanın zorluğu aklına geldi. “Tamam “dedi çıktı. O sırada kapıda yeniden Ömer ile konuşmalarına şahit oldu. Tam odasının önünde Ömer’in Simya’ ya kur yapmasına ve Simyanın da o menekşe gözlerle hülyalı hülyalı bakmasına dayanamadı. Konuşmaları akşam iş çıkışı bir yemek davetine evrildi. “Bak geleli ne kadar oldu sana daha şehri gezdirmedim. Akşama benimle bir yemeğe ne dersin?” “Olur tabi”. “Hem eskileri yad eder hem de geleceği konuşuruz.” Toprak aleni kur yapan Ömer’in asıl amacının onunla olan husumeti olduğunu biliyordu. Peki Simya ile eskileri yad etmek? Ömer bir şekilde Simya ile önceden tanışıyordu ve bu daha da sinir bozucuydu. “Şimdi derse yetişmeliyim müsaadenle”. O sırada arkadan Toprak göründü. “Hadi bende geliyorum seninle”. Sonra Simyayı sürükler gibi çekiştirmeye başladı. Ömer hareketin yapılış amacının tamamen kendine olduğunun bilincindeydi. Derste bir dakika bile Simyadan gözlerini ayırmadı Toprak. 180 IQ Ömer’den uzak tutmak üzere planlar yapmaya başladı. Ancak 180 IQ kapının önünde ders bitiminde Simyayı almak için bekleyen Ömer’e engel olmadı. “İyi akşamlar Hocam. Yarın görüşmek üzere” dedi Simya Ömer’e doğru yürürken. Ömer Toprağı biraz tanıyorsa ellerini yumruk yapmış tek kaşını kaldırmış arkalarından bakıyordu. Toprak arkalarından bakarken telefonuna Levent’ten bir mesaj geldi. “İşler karıştı Holdinge gel.” ÖMER’DEN… Ömer karşısında oturan kıza baktı. Bilecik’te olduğu yıllarda sadece yurt girişinde dedesinin yanında gördüğü bir kızdı. Şimdi karşısında bir afet oturuyordu. Üstelik Toprak Aladağ yerine kendi ile oturmayı tercih etmişti. Buraya gelmek için uzun yollardan geçmişti ve sırf IQ su 180 diye yıllardır Toprak Aladağ hayranlığı ile uğraşıyordu. Bu kız onun Toprağa gol atması için muhteşem bir fırsat olacaktı. Hem kendine aşık hem güzel hem de akıllı. Birkaç ay takılmanın sakıncası olmazdı ve hatta “Ateşli gecelerin vereceği hazdan neden mahrum kalayım?” diye düşündü. Bilecik gibi taşradan gelmiş bir kız alacağını aldıktan sonra başından savmak kolay olacaktı. Bakire olduğunu tahmin ediyordu. Tadına ilk o baktıktan sonra Toprak istiyorsa onun artıkları ile yoluna devam edebilirdi. Yeniden keyiflendi. “Başka bir şey ister misin?” Simya Ömer’i altı yıldır görmüyordu. Ancak çocukluğundan beri hayranıydı. Şimdi Platonik olarak özlem duyduğu bu adam ile yemek yeme hayali gerçek oluyordu. Ömer Bilecik’e mezun olduktan sonra bile zaman zaman gelirdi. Simya onu uzaktan izler okula gelişini ya da eşraf ile sohbetlerini takip ederdi. İTÜ’de doçent olduktan sonra Şeyh Edebali Üniversitesi Kimya Programından dikey geçiş yapıp İTÜ’ye geçmenin havasını herkese atmak ister gibi Bilecik ziyaretlerini eksik etmezdi. İTÜ’de göremediği itibarı bu Anadolu’nun küçük Üniversitesinde alıyor olmak göğsünü kabartırdı. Simya önce sınav hazırlıkları sonra Ankara derken uzun zaman görememişti Ömer Aslan’ı. Ancak içinde bir yerlerde bir şeyler yanlış hissi ile baş edemiyordu. Sanki çocukken tanıdığı Ömer Aslan enerjisi gitmiş bambaşka bir adam gelmişti. Ya da belki toprak Aladağ günlerdir o kadar yordu ki belki de kafası karışıyordu. “Kalkalım mı uzun bir gün oldu. Yarın Toprak Hoca ile Aladağ eczacılıkta bir sunuma davetliyim. Sanırım bir staj programına katılıyorum. Sonra yeniden geliriz.” Ömer ilk günden avını korkutmak istemedi. Hem Simya bu kadar Toprak ile çatışırken kedinin fare ile oynadığı gibi oynamak hoşuna gitti. “Olur tabi. Ancak söz ver ilk fırsatta tekrarlayacağız. Seni evine bırakayım.” “Aracım var Hocam. Yine de teşekkürler.” “Bana artık Hocam demeyi bırak Simya. En azından baş başa iken.” Gülümsedi. Simya içinde çalan kaçma hissine engel olamıyordu. LEVENT’TEN… Levent için son birkaç haftayı oldukça garip geçiyordu. Aladağ imparatorluğunun ikinci adamıydı. Toprak ile sınıf arkadaşı. Firdevs ile aynı köydendiler. Garip bir şekilde karısı Emel ile Toprak arasında kalıyordu. Emel Toprak Aladağ’a olan hislerinin tek gecelik yatak macerasının ötesine gitmeyeceğini bildiği için hislerini kalbine gömüp ikinci adamla idare etmeye karar vermişti. İki yaşında bir kızları vardı ve Levent’i kontrol etmek için iyi bir araçtı. Firdevs, Emel için yılan gözlü yelloz derdi. Birbirlerinden haz etmezler mümkün olmadıkça bir araya gelmezlerdi. Toprak Firdevs’i biraz da bu yüzden seviyordu. Lafını esirgeme gibi bir derdi yoktu. Emel’in Aladağ imparatorluğunda ki tek başına iktidar olma hırslarının kendine olan duygularının da farkındaydı. Levent hatırına katlandığı bu kadın varlığı ile yokluğu arasında bir fark gözetmeksizin bir önem arz etmiyordu. Holdinge geldiğinde Emel ile kapıda karşılaşmışlar ve görmezden gelmişti. Ve gecenin geç saatlerine kadar Levent ile çıkan problemi çözme gayret ettiler. TOPRAK’TAN… Toprak, Rıza’ya Simyanın bütün teknolojik sistemlerine yerleşme talimatı vermişti. Aracına, telefonuna, evine de kamera sistemi döşetilmesini istemişti. İki gün sonra Simyanın evi kapalı devre yapay zekâ sistemi doğrudan Teşkilat-ı Mahsusa güvenlik protokollerine bağlı kamera düzeneği ile, aracı araç takip sistemi ile takibe alındı. Telefonuna da yerleşti Toprak. Ve Simya Selçuklu Toprak Aladağ yazılım sitemi ile avucunun içindeydi. Aladağ eczacılıktaki sunumun ardından imkanlarını ve laboratuvar sistemini gördükten sonra Simya Toprağa direnmenin manasızlığını anladı. Burada bir staj, tez master ya da adına ne denirse kariyeri ve kurmayı planladığı şifa köyü için iyi bir adım olacaktı. Sentetik ilaçlara güvenmezdi Kimya. Burada Homeopati ile ilgilenebilirdi. Ayrıca Eczacılık ile kozmetik laboratuvarları yan yana idi. Ve kendine tanınan sınırsız erişim hakkıyla kendi doğal kozmetik ürünlerini yapabilirdi. İstanbul’a geleli yaklaşık altı hafta kadar oldu. Bir şekilde Toprak ile anlaşmanın yolunu buldu Simya. Okuldan artakalan zamanlarında Laboratuvarda çalışıyordu. Zaman zaman İstanbul’u dolaşıyordu. Bu gezmelere Ömer’de dahil oluyordu. Kozmetik laboratuvarında nenesinden öğrendiği enteresan bir karışıma yeni bir ilave yapmakla meşguldü. Toprak kapıda kollarını bağlamış izliyordu Simyayı. Yaptığı ilaveden sonra içeri mis gibi bir koku yayıldı. Aladağ imparatorluğunun sahibi Toprak Aladağ okul dışındaki zamanının çoğunu Aladağ Eczacılıkta geçirmeye başlamıştı. Daha önce böyle bir koku duymadığına yemin edebilirdi. Simya kendinden emin gülümsedi. Döndü Toprağı gördü yeniden gülümsedi. Sağ alt dudağındaki ben gerildi. Toprak erkekliğindeki gerilimle baş etmeye çalışırken Simya söyledi. “Fena olmadı sanki. Birde siz fikrinizi söylerseniz?” Toprak kokuyu daha önce duymamıştı. Çiçek kokusu alt notalarda deniz kenarında deniz kokusunu çağrıştırıyordu. “Kendi kokum. Biraz daha üzerinde oynadım.” “Fena değil. Ben senin konunu tercih ederim”. Simya cevabı böyle beklemiyordu. “Beğenmenizi beklemiyordum zaten.” “Beğenmedim demedim. Fena değil dedim.” “Aynı şey değil mi?” “Değil üzerinde biraz daha çalışmanı ve özel bir seri üretmeni istiyorum. Parfüm, krem, pudra, nemlendirici ve diğer kozmetik ürünler. Sadece 100 tane üretilecek ve üretim durdurulacak. Formül sadece senin ve benim tarafımdan bilinecek. Masrafları ben karşılayacağım. Sende emeğinle kar ortağı olacaksın. Kendi kokuna gelince o üretilmeyecek. Ancak onun formülünü de bilmek istiyorum.” Simya çok şaşırmıştı “Ben şey bilmiyorum düşünmeliyim.” O sırada içeri giren Ömer’in sesi duyuldu. “Prenses neyi düşünecekmiş acaba?”  Sonra Toprağın gözünün içine baka baka gitti. Simyanın sağ dudağının altındaki benden öptü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD