SİMYA'DAN...
Simya İTÜ ye Master için gereken bütün şartladı sağlamıştı. Dedesinin İstanbul’da yaşaması için aldığı iki katlı cumbalı bahçeli evi, az öz eşyaları ve yine gidip gelmesi için gerekli Golf Marka kırmızı arabasıyla yeni hayatına hazırdı.
İki gün sonra Zahide Ebe ve Mehmet Dedenin dualarıyla yola çıktı. Arabasında kışlık yiyecekleri, tarhanası, peyniri, eriştesi, bulguru, turşusu, salçasıyla elbette. Menekşe zemin üzerinde dedesinin yeni evine asması için yaptığı kırmızı laleyi de dikkatlice koydu aracına. Zahide bir güğüm su dökerken torununun ardından Mehmet Dede’de Fatihalar okuyordu. Yemenisinin ucu ile gözlerini silen Zahide Ebe hayr dualarını eksik etmedi torununun ardından.
Simya evine daha ilk görüşte âşık olmuştu. İki katlı cumbalı, boğazı tepeden gören bu ev yeni hayatının kilit taşıydı. Büyük bir özenle ve niyet ederek yerleşti evine. Niyet etmeyi babaannesinden öğrenmişti. Zahide Ebe hamur yoğuracaksa, tarhana karacaksa hatta süt sağacaksa bile niyet ederdi.
Bir kâğıda yazdı niyetini sonra okumaktan en fazla hoşlandığı kitabın içine koydu Simya. İstanbul’un ona neler vaat ettiğinden habersizdi. Ara ara niyetlerine yeniden bakardı gerçekleşmiş mi ya da değiştirmeli mi diye. Gerçekleşmişlerse şükür eder, bir fakirin karnını doyurur bir hayvana su verir, olmamışsa vardır bir hikmeti der tevekkül ederdi.
TOPRAK'TAN...
Toprak Beykoz’da insanlardan uzakta bir villada yaşamayı seviyordu. Bu mahremiyet ona zihninde IQ sunun hakkını verecek işler yapması için fırsat veriyordu. Özeline çok kişi girmezdi. Yaklaşık 20 yıldır ev işlerini gören Firdevs ve torunu Esra, evin kahyalığını yapan Rıza ve sınıf arkadaşı aynı zamanda imparatorluğunu kurarken desteğini esirgemeyen Levent ve karısı Emel.
Bu gruptan da uzaklaşmak isterse Maslakta bir rezidansın 32. Katına saklanıyor İstanbul’u oradan kontrol ediyordu. Kelimenin tam anlamıyla kontrol ediyordu denilebilirdi. Para piyasalarında söz sahibiydi. Maden şirketleri, eczacılık, dokuma, Bitcoin, Tekstil, Gıda, boya derken bir sürü alanda söz sahibiydi. Bu buzdağının görünen yüzüydü elbette.
Aynı zamanda Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi. Toplumun orta kesimine göre MİT zannedilse de daha derinlerdeki farkı sadece bu işe gönül verenler biliyordu. Girişi de enteresan olmuştu. Bu kadar IQ ile yükselince bazı kesimlerin dikkatini çekmiş haraç istemeye başlamışlardı. Sonrasında ise yolu önce Derin Devlet’e düştü. Belki de varlığını ülkede bir avuç insanın bildiği Teşkilat-ı Mahsusa da buldu kendini.
IQ yüksek olunca matematik dehası bir beyinin yapacağı yazılımlar robotik sistemler, yapay zekalar derken Toprak Silikon vadisinin Türkiye’deki en büyük kozu oluverdi. TÜBİTAK, ASELSAN, UME derken hem teşkilatın hem de çevrelerin saygısını kazandı. İTÜ onun için dikkatleri üzerinden çekmesi açısından güzel bir paravandı. Normal insanlar IQ dan dolayı ders verdiğini zannetseler de Toprak Aladağ İTÜ çatısı altında Silikon vadisinin çanına ot tıkıyordu.
Mahlas olarak yaptığı işlerin ardında “Türker” imzası kullandığı içinde gerçek kimliği ifşa olmuyordu. İTÜ’de ki dersine yetişmek için Ferrari’sine yüklendi. Ders başlamak üzereydi ve bugün uzun zamandır ihmal ettiği bir konuyu anlatmak üzere hazırlamıştı kendini.
Sırf Toprak’ tan ders almak için Master yapan tipler vardı. Hızlı adımlarla anfiye girdi. Sesler kesildi. Kafasını kaldırdı ve menekşe gözleri gördü. Kafası karışmış bir şekilde etrafına baktı. O sırada Fakülte sekreteri açıklama yapmak için koşarak geldi.
“Toprak Hocam kusura bakmayın sizin sınıfınız olduğu arkadaşlara söylenmemiş. Şimdi hallediyorum”.
“Bu sınıf hangisi?”
“Kimya Masteri için gelen grup.”
Sekreter sonra sınıfa dönüp yandaki anfiye geçmeleri için öğrencileri bilgilendirdi.
Toprak ifadesiz bir biçimde Simya’ yı izliyordu. Fakülte sekreterine Simya’ yı işaret ederek adını sordu.
“Adını bilmiyorum Hocam. Dekan Feyzi yardımcı olabilir belki”. Selam verdi çıktı.
Toprak kapıda dersine girmek için bekleyen çoğunluğu kız öğrencileri içeri davet etti.
Ders bittiğinde odasına geçerken Simya’yı yeniden gördü. Telefonda konuşuyordu ve karşısındaki her kim ise ona Ömer’i fakültede görmek için sabırsızlandığını, altı yılda doçent olduğunu söylediğini duydu. Toprak Fakültede tek Ömer tanıyordu ve Simya’ nın onu görmek için heveslenmesine sinir oldu.
Soluğu dekanın odasında aldı. Aynı zamanda arkadaşıydı da.
"Kimya sınıfında Master öğrencileri isimlerini bilmek istiyorum."
“Neden?”
“Nedenini sorma göster hadi.”
“Sen KVKK diye bir şey duymadın mı?”
“Duydum aslında yazılımın bir kısmını ben yaptım. Yani kendim girersem anında bulurum. Tabi senin verilerini bir kısmı da Yozgat’ta kaçakçılık masasına düşüverir. Şimdi canımı sıkmada göster?”
Feyzi nefes aldı. Toprak ile tartışmamayı yıllar içinde öğrenmişti.
Öğrenciler birer birer ekrandan geçerken Simya ’ya gelince Toprak’tan bariz baskın dur sesi ile baktı Toprağa.
“Kim?”
“Simya Selçuklu. 25 yaşında Hacettepe Kimya Öğretmenliği Mezunu.”
“Başka ne var? Öyle alık alık bakma anlat hadi.”
“İlk defa bir öğrenciyi merak ediyorsun Toprak neler oluyor?”
“Devam et” dedi sorusunu duymazdan gelerek.
“Bilecik merkeze bağlı Gülümbe Köyünde görünüyor nüfusu”.
Bilecik deyince kaşı kalktı Toprağın.
“Kızı asistanım olarak istiyorum.”
“Kızın branşı Kimya. Hem sen asistan almazsın ki?”
“Bir yolunu bul”
“Nasıl yapacağım?”
“O zaman dersimi ona zorunlu yap. Ve kızı asistan olarak istiyorum”.
Dekan Feyzi, Toprak’ın istediği zaman çok inatçı olabildiğini biliyordu. Üstelik Rektör Toprak’ın Üniversitede ders vermesi konusunda ısrarcıydı ve itiraz ederse Rektöre nedenlerini kendisi anlatması gerekecekti. İyide nasıl olacaktı ki?
Toprak odadan çıktığında Simya Toprağın hem asistanı olmuştu hem de dersini almak zorunda bırakılmıştı.
Toprak olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Seneler önce köy meyanında gördüğü kız buradaydı. Üstelik Ömer’in asistanı olmak için çaba sarf ediyordu. İki saat sonra kapı çaldı Simya girdi içeri.
SİMYA'DAN...
“Af edersiniz Hocam bir yanlışlık oldu sanırım. Beni size asistan yapmışlar ancak ben aslında Ömer Ho-”
“Yanlışlık yok küçük hanım. Ben istedim.”
“Ama branşım ba..”
“Benim asistanım olacaksınız başka konuşulacak bir şey yok şimdi müsaadenizle”.
Simya adama sinir olmuştu konuşturmuyordu ki.
Derim bir nefes aldı Toprağın yanına yanaştı. O kadar zarif hareket ediyordu ki Toprak bir an kendini rüyada hissetti.
“Ben Ömer Hoca’ya asis-”
“Bana bak kızım ya benim asistanım olup Masterını adam gibi yaparsın ya da değil Türkiye’de dünyanın herhangi bir noktasında Master yapma şansı tanımam.”
“Şimdi çık. Yarın sabah sekizde Aladağ Eczacılık Laboratuvarında ol.”
Simya Menekşe gözleriyle karşısında duran bu ne idüğü belirsiz adama baktı.
“Olmuyorum, burası Muz Cumhuriyeti değil”.
Toprak ayağa kalktı. Yavaş yavaş Simyanın yanına geldi. Aralarındaki boy farkı bariz belli oluyordu. Tane tane konuşmaya başladı.
“Kim olduğumu biliyor musun?”
“Toprak Aladağ” dediler.
O kadar alelade söylemişti ki belli ki tanımıyordu ya da umursamıyordu. Oysa Toprak kadınlar tarafından kovalanmaya alışıktı.
“Toprak Aladağ kim biliyor musun?”
“Evet biyolojik zekâsı 180 insani zekâsı 10 olan biri”.
Laf beklediği bir cevap değildi Toprağın. Kadınların yalakalıklarına alışmış biri olarak gururu incindi.
“Benim asistanım olmak için bir sürü insan sırada bekliyor biliyor musun?”
“Yani?”
“Bu şansı neden çeviriyorsun?”
“Şans kısmete çevirilince şanstır hocam. Sizi kendime kısmet olarak göremedim kusura bakmayın. Açıkçası size asistanlık yapmanın kendime hakaret olduğunu düşünüyorum. Ve cevabım hayır”.
Çıktı odadan. Toprak Aladağ hayatında ilk defa bir kadından hayır cevabı alıyordu.
Simya tam bir haftadır Toprak Aladağ’ın asistanı olmak üzere dayatılan sistemden kurtulma mücadelesi veriyordu.
Önce Ömer’e gitti. Ömer Aslan dedesinin kız yurdunda bekçilik yaptığı zamanların başında Anadolu Üniversitesi olduğu zamanlarda Kimya Programında okuyordu. Sonra Dikey geçişle İTÜ’ye girdi ve orada doçentliğe kadar yükseldi. Simya’ yı gördüğünde hatırlamamıştı bile.
Dedesinin yurtta yeni bekçilik yaptığı zamanlardı ve üzerinden neredeyse 15 yıl geçmişti. Menekşe gözlerin kendine olan ilgisi ve Toprak Aladağ’a olan direnci egosunu kabarttı. Aslında Toprak ile birbirlerinden zerre haz etmezlerdi. Toprak Ömer’i kaypak güvenmezdi bulur Ömer’de Toprağın ukalalıklarından hoşlanmazdı. Simyanın gelmesiyle aralarındaki olay bir it dalaşına dönmeye başlamıştı.
Ömer’de bir neticeye varamadığı için daha doğrusu Üniversite ikisi arasında Toprağı seçtiği için, Simyanın elinde iki yol kalıyordu ya bu ukala herife asistan olacak ya da pılısını pırtısını toplayıp köyüne dönecekti. O kadar emekten sonra Zahide Ebe ile Mehmet Dedenin gururuydu. Bir kendini bilmez yüzünden hayallerinden vaz geçmek kanına dokunuyordu.
TOPRAK'TAN...
Toprak ise Simyayı ikna etmek için bambaşka bir planın içindeydi. Oldukça sağanak yağışlı bir İstanbul trafiğinden feyz alarak Simyanın eve dönüş yolunda peşine düşmüştü ve bir anlık dalgınlığın verdiği büyük bir gürültü ile Simyanın kırmızı Golf aracı Siyah Ferrari’ye çarptı. Golf’ ün önü tamamen dağılırken Ferrari’nin de tamponu düştü.
Panikle aracından inen Simya çarptığı arabanın Ferrari olmasına mı yoksa içinden Toprak Aladağ’ın çıkmasına mı şaşırsın bilemedi.
“Ben, şey özür dilerim.”
“Takip mesafesi diye bir şey duymadın herhalde”.
“Önümde aniden durdunuz ama.”
Bir yanda da söyleniyordu. Ferrari’yi ödemesi için bir ömür çalışması gerekecekti.
“Ben ödeyeceğim masrafı.” Nasıl yapacağını bilmeden.
Toprak Simya’yı kayıtsız gözlerle izliyordu.
“Merak etmeyin mutlaka bir yolunu bulacağım”.
“Bir yolu var. Asistanım olacaksın.”
“Olmazsam”.
“Önce geceyi nezarette geçireceksin sonra da masraflar için elindeki tüm birikimini alacağım. Seçim senin”. Konuşmaya devam etti.
“Şimdi görevli birilerini çağıracağım. Hem senin hem de benim aracım tamire gidecek. Ben de bu arada seni evine bırakacağım.”
Yağmurun şiddeti arttıkça Simyanın mor ile lila arasındaki gözlerinin kenarındaki siyah kirpiklerden damlalar süzülüyordu. Toprak o kadar etkilenmişti ki görüntüden.
Simya sinirle söylendi. Ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Dudağını ısırdı. Hareket Toprağın canını yaktı. Ama başka yol bırakmamıştı kendisine.
“Kendim giderim”.
Sonra bir taksi çevirdi evinin yolunu tuttu.
Nasıl olduğunu bilmeden Toprak Aladağ’ın asistanı olmuştu. Hafta sonu evden çıkmadı. Olanları anlama gayreti devam ediyordu. Pazartesi sabah Golf aracının tamir edilmiş bir halde kapının önünde buldu. Bir görevli anahtarlarını eline verip “Toprak Bey sizi Aladağ Kozmetik’te bekliyor” diyerek gitti.
Ancak Simya Kozmetik şirketine gitmek yerine önce İTÜ’ye gidince Toprak Aladağ çığırından çıktı. Tam gaz soluğu İTÜ’de aldı.
Elinde Aşure kavanozları ile koridorda bir sınıf arkadaşı ile sohbet ediyordu. “Aşure yaptım. Bizim oralarda adettir. Al bir tane. Kalan son iki kavanozu da Ömer Hoca’ya ikram edecektim.”
Simyanın Ömer için aşure yaptım demesi bardağı taşırdı Toprak’ta.
“O kadar kolay değil dedi kendi kendine".
Önce bir anons duyuldu “Simya Selçuklu danışmadan bekleniyorsunuz” diye.
Sonra Danışma masasına koyduğu Aşure kavanozları kayboldu.
O sırada Toprak Ofisinde oturmuş hışımla Aşure yerken bir yandan da söyleniyordu.
“Öğreneceksin Simya Selçuklu. Toprak Aladağ’ın zekasıyla dalga geçmemeyi öğreneceksin.”