UMUT

4327 Words
Hayatta insana sunulan tüm acıları kalbin içindeki dayanma gücü ile karşılıyordu. Dayanamam ölürüm dediğin ne varsa daha fazlasını yaşıyor ve üstelik buna dayanıyorsun. Kalbin nefesini kesen ve acı dolu saplanmış olan tüm hançerleri çıkarıyordu. Geriye sadece kanayan yara izleri kalıyordu. Önce bırakmak gerekir o yaraları, kanayabildikleri kadar kanasınlar. Tüm pisli kanı akıtsınlar. Nasıl olsa zamanla duracak o kan ve her bir yara kabuk bağlayacaktı. Tam yaran kabuk bağladı artık eskisi kadar acımıyor diyorsun, bu sefer daha fazlası daha büyük acı ile geliyor. Gelen acıyla nasıl baş edebileceğini düşünürken artık neden diye sormaya başlıyordun. Gerçi artık “Neden” sorusunu sormaya da gücün kalmıyordu da. Gözlerimi sessiz bir hasta odasında açtığımda tüm bedenimin ağrıdığını hissediyordum. Öylesi büyük bir yorgunluğum vardı ki uyumak ve bir daha asla uyanmamak istiyordum. Gözlerimi etrafta dolaştırdığımda, uyanmamı bekleyen gözlerden anlıyordum yine bir yara alacaktım. Kalbim artık ölmek üzereydi. Ama beni bir acı daha bekliyordu. Bakışlarım bal rengi kahvelerde takılı kaldı. O bakışlarda öfke yoktu, yalan yoktu. Sadece hüzün ve keder vardı. Serkan’a yaptıklarımdan bu kadar üzgün olduğunu düşünmüyordum. Muhtemelen bana acıyordu. Odada doktor ve tanımadığım bir kadın vardı. Oda doktor önlüğü giymişti ve tamamen kendime geldiğimde Bayan Doktor Demir Bey ve Dağhan Bey’e “Sizleri dışarıya almamız mahremiyet açısından daha iyi olacaktır.” Dediğinde içime yerleşen korku ile yutkundum. Acilde Serkan’a makas falan atıp ölümüne sebep olmuş olma ihtimalini düşündüm. Fakat bu acı değil huzur verici bir durum olurdu. Yaptıklarından sonra onca şahidim vardı. Ağır tahrikle birkaç yılla yırtardım. Sonuçta karılarını öldüren adamlar “Namusumu temizledim” diyerek bir de takım elbise giyip mahkemede suspus durup tahrik vardı savunmasıyla birkaç yılla yırtmıyorlar mıydı? Kocam beni birçok kadınla aldattı, şiddet uyguladı, kendime ait mülküme zorla girdi ve iznim olmadan bana sahip olmak istedi. Şu şartlarda bende namusumu temizlemiş sayılmıyor muydum? Sonuçta adalet dediğimiz yargı tüm erkekleri bu kurallar var diye birkaç yıla salmıyor muydu? Kadın olduğum için ömrümü hapiste geçirmeyecektim ya… Demir Bey ve Dağhan Bey yavaş adımlarla dışarı çıkarken tam yatağımın ucunda duran Demir Bey benimle göz göze geldi. Tek kelime etmeden bana birkaç saniye öylece durup baktı. Güçlü kal der gibi, üzülme der gibi anlam veremesem de ben yanındayım dercesine baktı ve içinde tuttuğu nefesi acı çekercesine bıraktı. Sanki bu odada kalırsa içine daha büyük bir acı yüklenecekmiş gibi hızlıca odadan çıktı. Ardından kapanan kapıya baktım ve bu kadar kötü ne olabilir? Diye düşündüm. Bana bir açıklama yapmak için sıralarını bekleyen doktorlara baktım ve ne söyleyeceklerini merakla beklemeye başladım. Bana bakıyorlardı. Bu durum gerçekten saçmaydı. Zorla çıkardığım sesimle, “Hadi ama eşim tarafından aldatıldım şiddete maruz kaldım neredeyse eşim tarafından tecavüze uğrayacaktım. Tüm bu saçmalığı bitirmek adına attığı iffetsizlik iftirasını saymıyorum bile… Daha ne olabilir ki?” dedim ve bayan doktora bakıp, “Hiç düşünmeden dümdüz söyleyin gitsin” dediğimde derin bir nefes aldı ve “Hazal Hanım ben kadın doğum uzmanı Aycan Çetin. Üzülerek söylüyorum.” Dedi ve gözlerini benden çekerek “6 haftalık hamileymişsiniz, fakat yaşadıklarınızın etkisiyle hamilelinizin sonlandı. Yani düşük yaptınız. Bu gece tedbir amaçlı sizi burada tutacağız.” Kelimeler kulaklarımda uğuldadı ve ben tek kelime edemedim. Yutkundum ve gözlerime dolan yaşlarımın yanaklarımdan akmasına izin verdim. Ne diyebilirdim? Ya da ne yapabilirdim? Herkes gibi içimdeki canda beni terk etmişti. İçine düştüğüm yalnızlığı hiç kimse benimle sırtlanmak istemiyordu. İçimde daha altı haftalıkken anlamıştı benimle yaşarsa hayatının berbat bir yalnızlıkla sürüp gideceğini. Oda istememişti benle yaşamayı, benim çocuğum olmayı… Daha 6 haftalık olmasını rağmen ona mutsuzluk ve yalnızlıktan başka hiçbir şey veremeyeceğimi oda hissetmişti. Gözlerimi kapadım ve kulaklarımdaki uğultunun bitmesini diledim. Ailemi deprem almıştı benden, tüm hayatımı sevdiğim dediğim pislik herif geriye ne kalmıştı ki? Yani bu dünyanın benim için bir anlamı dahi yoktu. Onun için kapattığım gözlerimi açtım ve bana acıyan gözlerle bakan, benim için üzülen doktorlar ile sırayla göz göze geldim. Sonra daha sert olduğuna inandığım bayan doktor ile bakışmama devam ettim. Sonuçta alışmıştır. Meslek hayatı boyunca kaç anne adayına bu üzücü haberi vermiştir. Kaç kadını gözlerine bakarak, “Üzgünüm şimdilik anne olamıyorsunuz” demiştir. Onun için neredeyse fısıltı gibi çıkan sesimle “Sizden bir şey rica edebilir miyim?” diye sordum. Doktor kaşlarını çattı ve merakla “Tabi ki?” diye sorduğunda yutkundum ve net bir şekilde “Bir şey yapın ve öldürün beni. Yüksek dozda ilaç verin, yanlış iğne yapın falan işte yeter ki öldürün” dediğimde gözleri öyle bir büyümüştü ki neredeyse yuvalarından çıkacaktı. Sonra birbirlerine baktılar ki bakışlarındaki korku gözle görülür bir netlikteydi. Biraz yüksek çıkarmayı başardığım sesimle “Neden birbirinize bakıyorsunuz? Ben artık yaşamak falan istemiyorum. Daha fazla gücüm yok anladınız mı? Burada hemen şimdi yapın şunu!” diye bağırdım ve Aycan Hanım titrek çıkan sesi ile “Ağır bir travma geçiriyorsunuz. Hastanemizin psikoloğu ile bir görüşme ayarlayalım. Eminim size iyi gelecektir.” Dediğinde sesim sandığımdan da sert bir şekilde “İyi olmak istemiyorum! Ben artık ölmek istiyorum! Ailemin yanına beni gerçekten sevenlerin yanına gitmek istiyorum!” diye bağırdım ve yerimden kalkmaya çalışıp kolumdaki serumu hızla çıkardım. Kolum kanamaya başlamıştı ama bu hiç umurumda değildi. Ölmemi bu durum sağlayacaksa benim için güzeldi bile… Doktorların ikisi de hızla beni durdurmaya çalışırken onlara “Bırakın siz yapmıyorsanız ben yaparım!” diye bağırmaya devam ettim. Bu kadar zor olmamalı. Kendimi bir yerden atmak, merdivenlerden düşmek veya kan kaybından ölmek. Yaşamanın ne anlamı vardı ki? Bir insan daha ne tür bir acı ile sınanabilirdi. 14 yaşındaydım ailem gitti. 28 yaşındayım ailem dediğim insan tarafından bana yaşatılanlar ölmekten beter. Şimdi ise içimde haberim olmadan büyümeye başlayan bir bebeğim olacakmış o bile senle olmaz deyip gitmiş. Daha ne için yaşayacak,, ne için bu hayatta savaş edecektim. Doktorlardan erkek olanı “Hazal Hanım yatmanız gerekiyor” diye söyleniyordu. Ben ise onlardan kurtulmaya çalışıyordum. İkisi birden her iki yanımdan da tutup beni yatırmaya çalıştığında artık öfkeyle “Bırakın beni!” diye avazım çıktığı kadar bağırdım ve o an kapı sert bir şekilde açıldı. İçeriye girenlere bakmadım tek amacım o kollardan kurtulmaktı. Ölmek ve bu dünyadaki her pislikten, herkesten kurtulmaktı. Öldüğümde annem, babam, kardeşim ve abim yanımda olacaktı. Beni gerçekten sevenler yanımda olacaktı. Hem onlar beni özlemiştir artık. Bende onları özledim. Buna bir son vermem gerekiyordu. Bir anda görüş alanıma giren bal rengi bakışlarla duraksadım. Bakışlarındaki şefkat tüm bedenimi sarıp sakinleştirirken bir an olsun gözlerimi çekmedim. Bugüne kadar hiçbir bakış bana bu denli şefkat ile bakmamıştı. Art niyet olmadan, kötülük sezmeden bana bakan tek bakışlardı diyebilirdim. Demir Bey beni yatıştıran bir ses tonunda “Bak zor farkınayım ama geçecek” diye fısıldadığına gözümden süzülen yaşla beraber “Canım çok yanıyor artık. Benim gücüm kalmadı. Lütfen “diye fısıldadığımda doktorların ellerini çekmesi için kollarını uzattı ve o güven verici elleri ile beni nasıl altı katlı enkazın dibinden çıkardıysa yine aynı güvenle omuzlarıma yerleştirdi ve bana biraz daha yaklaşarak, “Bundan sonra canını kimsenin yakmasını izin vermeyeceğim.” Dedi ve omuzlarıma yerleştirdiği ellerini hissedebileceğim şekilde sıktı ve “Sana söz veriyorum” dediğinde bakışındaki güven ile bir anda yanağımı ıslatan gözyaşlarım bile akmaya çekinmişti. Kalbim aldığı yaralar ile umutla baktı. İşte tamda o anda geri gelen karanlık beni yavaş yavaş içine çekti. Anladığım kadarıyla elimde olan serum girişinden bir ilaç vermişlerdi. Bu hiç adıl değildi. Ben uyumak falan istemiyordum. Sakinleşmekte istemiyordum. Burada kalmakta istemiyordum fakat uyumaya başlamıştım bile gözlerim netliğini kaybetmeden ve hala sesim çıkarken, “Abimi bulabilir misin?” diye sordum. Karanlık beni tamamen esir aldığında gördüğüm tek şey çatılmış kaşlarıydı. Abim o enkazların içinden çıkmış mıydı? Bilmiyorum ama ölü olanların isimlerinin yazıldığı hiçbir yerde yoktu. Bu rüyanın bir anlamı olmalıydı? Onca zaman görmediğim abimin tamda böylesi zor bir zamanda rüyama girmesinin bir anlamı olmalıydı. Hiçbir yerde onu bulamamanın bir anlamı olmalıydı. Depremden 10 gün sonra bile enkazlardan cesetler çıkmıştı. Kimlere ait oldukları bulunmuş ve yazılmıştı. Neden hiçbir yerde abim yoktu.. ……………………..   Kış mevsimi en sevdiğim mevsimlerdendi. Kar yağarken de ayrı bir güzel olurdu. Karın pamuk misali yeryüzünü sarıp sarmalaması tarifi imkânsız bir görsellik oluştururdu. Aralık ayının 20’si ve dışarıda mükemmel bir kar yağıyordu. Saatlerce altında durabilir bu güzelliğin tadını çıkarabilirdim. Her ne kadar büyüleyici bulsam da bazı durumlarda kar güzel olmuyordu. Bazen hayatı güzelleştirdiği gibi fazlasıyla da zorlaştırıyordu. Bu akşamda o zor günlerden biriydi. Arabam trafikte fena takılmıştı ve Serkan ile gideceğimiz filmin seansını neredeyse kaçıracaktım. Yakın mesafelerdeki sinemalar dururken bulunduğumuz yere 1 saat uzaklıktaki sinemaya gitme fikrini hala anlamış olamasam da onu kırmak istememiştim. Yaklaşık 2 yıldır çok seviyeli giden bir birlikteliğimiz vardı. Yalnızlığımı, sevincimi, özlemlerimi paylaştığım tek kişiydi. Her ikimizde birçok aşamayı geçmiş ayaklarımızın üzerinde duruyorduk. Hayatımda olmasından, yalnız günlerimi onunla paylaşmaktan ve bazen beni benden fazla düşünmesinden öylesine mutluydum ki bazı küçük düşüncesizliklerini görmezden gelmek zor olmuyordu. Mesela 10 dakikalık uzaklıkta olan sinema yerine 1 saatlik uzaklıktaki yere gitmenin üstelik beni bu trafiğe sokma girişimini hoş gördüğüm gibi… Sinemanın bulunduğu alışveriş merkezinin otoparkına aracımı park edip sinema katına çıkmam neredeyse 10 dakikamı almıştı. Dışarısı soğuktu, araba ile gelmiş olmama rağmen üşümüştüm. Otoparkta arabamı bırakıp sinema katına çıkana kadarki zaman diliminde parmaklarımın uyuştuğunu hissediyordum. Kata geldiğimde Serkan elinde starbuks’tan almış olduğu iki kahve ile beni bekliyordu. Ben Türk kahvesine bayılırdım. Starbuks ve benzeri yerlerden alınan karışım ve aromalı veya sade kahveler pek hoşuma gitmezdi. Fakat o severdi. Buda onun için görmezden geldiğim bir ekiydi. Filmin başlamasına neredeyse 10 dakika vardı ve yetişmiş olmama bile şaşkındım. Bana gülümseyerek bakan Serkan hemen elindekileri bir masanın üzerine bıraktı ve elimdeki çantayı alıp, “Paltonu çıkar hayatım” diyerek bekledi. Bu nazik hareketine gülümsedim. Aslında sıcacık bir sarılma daha hoş olabilirdi. Belki yanağıma bırakacağı bir öpücük daha hızlı ısınmama yardımcı olacaktı. Fakat onu tanıdığımdan beridir kendi tabiri ile vıcıklık olarak gördüğü bu hareketler karşı tepkiliydi. Benim için sıcak olan bu karşılama şekli onun kriterleri içerisinde yoktu. Hatta bir keresinde “Hafta içi birkaç akşamı ve hafta sonu plan yaptığım kız arkadaşımı sanki uzun yıllar sonra görmüşüm gibi rol yapmak bana göre değil” demişti. O gün her ne kadar garipsemiş olsam da sonuçta onun prensibiydi. Yargılamak bana düşmezdi. Fakat kalbim her zaman bunun mahzunluğunu yaşardı. Beni sevdiğine inanıyor ve bende onu seviyordum. Her iki kişide birbirini seviyorsa biraz sıcaklığın hiçbir şey kaybettirmeyeceğini düşünüyordum. Paltomu çıkardım, elindeki çantamı koluma taktım ve bana uzattığı sıcak kahveden bir yudum aldığımda gözlerimi kapatmaktan kendimi alamamıştım. O kadar hoşuma gitmemişti fakat gerçekten çok ama çok sıcaktı. İçimin ısınmasına fazlasıyla yardımcı olacaktı. Ardından kolumdaki saatime bakıp panikle “Salona geçsek iyi olacak film başlamak üzere” dediğimde Serkan yüzündeki tatlı gülümseme ile bana baktı ve “Geçelim o zaman” dediğinde hızlıca salona geçtik. Perdede reklamlar dönüyordu. Koltuk numaramızı sordum ve eli ile salonun tam ortasındaki koltukları işaret ettiğinde aradan yürümeye başladım. Kötü bir filme gelmiş olma ihtimalimize karşıda kaşlarımı çattım. Çünkü salonda bizden başka kimse yoktu. Tüm salon boştu. Hemen arkamdan gelen Serkan’a baktım ve kaşlarımı çatarak, “Doğru salon olduğuna emin misin?” diye sordum. Serkan evet anlamında başını salladığında konu üzerinde fazla durmamaya karar verdim. Oturduk ve film başladı. Filmin sonuna kadar soluksuz izledim, çoğu yerde ağladım, bolca kahkaha attım ve finaldeki sinema salonunda yapılan evlenme teklifine bayılmıştım. Filmin sonu gelmiş ve tam kalkacağımız esnada Serkan’ın cebinden çıkardığı küçük kadife kutu ile donup kalmıştım. Kalbim güm güm atmaya başlamıştı. Gerçekten aklımda canlandırdığım olacak mı diye bakınıyordum ki Serkan  “Hazal’ım. Biliyor musun? Seni tanıdığım günden bu yana şu yaşıma kadar düşünmediğim ne varsa düşünmemi sağladın. Ben artık sensiz yaşamak istemiyorum. Seninle aynı evi, aynı hayatı aynı kalbi paylaşmak istiyorum. Seni hayatımın sonuna kadar seveceğime, sana sadık kalacağıma ve seni hayatımın sonuna kadar mutlu edeceğime söz veriyorum. Benimle evlenir misin?” diyerek hayatımın belki de en güzel teklifine gözlerim yaşlı “Evet” diyerek cevap vermiştim. Hayatımın en büyük yalanına önünü ardını düşünmeden balıklama atlamıştım. O yüzüğü kutusundan çıkarıp parmağıma takmış ve hızla düğün hazırlıklarına başlamıştık. Mutluluğun en sonunda beni bulduğuna inanmış gözlerimi aşka açmıştım. Gelinliğimi çok güzel bir moda evinde diktirmiş, elimde tutacağım çiçek için günlerce araştırma yapmıştım. Daha birçok hazırlık için günlerce uykusuz kaldığımı hatırlıyordum. Meğerse hayatımı mahvetmeye ne kadar da hevesliymişim. Gözlerimi sessiz ve karanlık bir odada açıldığımda gördüğüm rüyanın etkisi ile yutkundum. O gün nereden bilecektim ki bana onca sözü veren adamın verdiği hiçbir sözü tutamayacağını. ………………….. Yalnız uyandığım ve iki gündür neredeyse beni zorla tuttukları bu yatakta düşünüyorum da parmağına tek taş takılması veya beyaz gelinliği giyip bir adamın soyadını taşımak değildir evlilik. O yüzüğün parmağına takılan bir kelepçe, o beyaz gelinliğin de kefenin olup olmayacağını düşüneceksin. Düğününde elinde taşıdığın o çiçeklerin, günü geldiğinde mezarının üzerine koyulabilme riskini de unutmamak gerekir. Bir adamın soyadını isminin sonunda taşımaktan kolay ne var ki önemli olan o soyadını aşkla taşıdığın adamın seni, kalbinde taşıyıp taşıyamamasıdır. Nefes almanın bile zor geldiği zamanlar vardır. Aldığın nefesi almamayı dilediğin zamanlar. Yaşamak için her ne kadar nefes almaya ihtiyacımız olsa da almamayı dilediğimiz zamanlar. Hani bazen keşke hiç bu dünyaya gelmemiş olsaydım dediğimiz zamanlar, işte tam da o zamanların içinde kaybolmaktan öylesine yorulmuştum ki gözlerimi kapatmak ve bir daha hiç ama hiç uyanmak istemiyordum. Artık konuşmak, kendimi anlatmaya çalışmak veya birilerinin beni anlamasını ummak işkenceden farklı değildi. Doktorlara göre çok ağır travma geçiriyordum. Yaşadıklarımın ağırlığı ile kendime zarar verebilirmişim. Kendimi kontrol etme ve mantıklı düşünme kabiliyetimi kaybetmişim. Kesinlikle yardım almam gerekiyormuş. Bunları ben uyurken duymadığımı düşündüklerinde konuşuyorlardı. Doktorun kendinden emin ve profesyonelce terimler kullanarak söylediği travma belirtilerini duydukça kahkaha atmak istiyordum. Bir insan kendine daha nasıl büyük bir zarar verebilirdi? Bu yapa yalnız hayatta tutundum tek dal tarafından yaşadıklarımı düşününce kendime tek bir dal bıraktığım için ölesiye kızgındım ki. Benim hayatta ailemi kaybettiğimden bu yana tüm hayatımı anlattığım bir arkadaşım olmamıştı. Akrabalarımdan uzak kalmış, on dört yıl boyunca tek kişilik bir hayatta yaşamıştım. Serkan hayatıma girdiğinde tüm dünyam olarak onu görmüştüm. Sanmıştım ki benim annem, babam, abim, kardeşim tüm ailem olacaktı ise tüm bu dünyamı yaptıkları ile neredeyse yıkmıştı. Karanlık ve sessiz kalmak uzun sürmemişti. Odamın kapısı açılmış ve içeriye giren güzel bayan ile yattığım yerde doğruldum. Üzerinde beyaz doktor önlüğü yoktu. Fakat kiminle konuşması gerektiğinden emin bir tavırla bana bakıyordu. Parlak mavi göz rengi, altın sarısı saçları, güzel yüzü ve biçimli vücudu ile fazlasıyla çekiciydi. Yüzüne takındığı sevimli gülücüğün herkese sunulmadığından emindim. Giymiş olduğu topuklu ayakkabıların rahatsız edici sesi eşliğinde hemen yanımdaki sandalyeye oturdu ve bana gülümseyerek, “Hazal Hanım” diye adımla seslendi. Ardından o sevimli gülümsemesi eşliğinde “Nilüfer Sert. Psikoloğum beni buraya Demir Bey gönderdi ve nasıl olduğunuzu sormam gerektiğini düşünüyormuş” dediğinde bakışları bir an olsun gözlerimden ayrılmamıştı. Bu bakış sen iyi olduğunu söyleyecek olursan buna kesinlikle inanmayacağım bilgin olsun tarzındaydı. Ses tonunu biraz daha kısık olarak çıkarmaya çalışarak, “Kendisi abim olur. İlk defa birisi ile görüşmemi istedi ve bu gerçekten önemsediği biri olmalı diye düşünüyorum.” Dediğinde bundan keyif aldığını anlamamak imkânsızdı. İçimdeki şaşkınlıktan asıl hissettiğimi yansıtamamanın verdiği rahatsızlıktan bahsetmeden sadece ona baktım. Neden birileri beni bu kadar düşünüyor ve kendince benim için görüşmeler ayarlıyor. Neden tanımadığım birçok kişi benim hakkımda benim izin vermediğim bilgileri biliyordu? Fakat bu hissimi şimdilik içimde tutmam gerekiyordu. Çünkü bu adama her ne kadar şu anda kızıyor olsam da hayatımı ikinci kez borçlanmıştım. Onun için yüzümde beliren ikna edici bir sırıtma eşliğinde “Abinizi deprem bölgesinden tanıyorum. Beni enkazdan o çıkarmıştı.” Dediğimde o parlak mavi bakışlarının kocaman olduğunu gördüm. Bu bilginin kendisine verilmemiş olduğunu fark etmem zaman almamıştı ve fark ettiğim bu durum karşısında verdiği tepkiye kahkaha atmak istedim. Nilüfer Hanım ise “1999 gölcük depremi” diye sorarak doğru anladığını teyit etmek istediğinde sadece evet dercesine başımı sallayarak onay vermiştim. Nilüfer hanım, “Dünya küçük dedikleri şey bu olsa gerek.” Dedi. Oturduğu sandalyede dirseklerini bacaklarının üzerine koyarak ellerini birleştirdi ve parlak mavi o güzel gözlerini bakışlarıma sabitleyerek “Yaşadıklarını doktorlardan dinledim. Kayıpların ve karşılaştıkların için üzgünüm. Bunlar fazlasıyla ağır ve sana yardım etmek için buradayım. Bana nasıl hissettiğin söyle” diye sorduğunda yutkundum. Boğazım düğümlendi ve nasıl hissettiğimi kelimelere dökmenin nasıl bir şey olduğunu çözmeye çalıştım. Yaşadıklarımı anlatabilecek kelimeler var mıydı? Bu yaşadıklarımın verdiği acıyı hangi kelime üstlenebilirdi? Kelimeler bile yaşadıklarımın ağırlığıyla zihnimde saklanacak yer ararken ben onları nasıl dilime getirip anlatacaktım ki? Birkaç saniye bekledim ve “16 Ağustos 1999 tarihinde bir annem, babam, kardeşim ve abim vardı. Arkadaşlarım, komşularım vardı. Uyumak için yatağa gittim ve gözlerimi açtığımda altı katlı bir binanın altındaydım. Karanlık, havasız, sıcak bir çukurda tek başınaydım. Sesim beni terk edene kadar bağırdığımı hatırlıyorum. Çok çığlık vardı. Herkes bağırıyordu. Saatler geçtikçe o çığlıklar kesilmeye başladı. Sonra bir baktım ki o karanlıkta tek ses yoktu. Sadece nefesimin çıkardığı hırıltı vardı. Bazen birkaç fısıltı duyuyordum. Sanki beni almaya gelen birileri olduğunu hissediyordum. Ama sonra gözlerimi bir açıyordum karanlık, sessizlik içinde bir başıma olduğumu anlardım. Sonra bir ses duydum. Duvarın kırılma sesi ve abinin sesi kulaklarıma doldu. O gün o karanlıktan abin sayesinde çıktım. Çıktığımda bana söylenen 48 saattir orada olduğumdu. Tek bir gecede deprem beni bu hayatta bir başıma bıraktı. Yıllar geçti. Üniversiteye gittim, çalıştım, hayatımı kurdum. Sonra karşıma biri çıktı ve kaybettiğim ailem olmak istediğini söyledi. Ona inandım. O benim tüm sevinçlerimi anlattığım annem, beni her türlü tehlikeden koruyan babam, her anını düşündüğüm kardeşim, tüm hatalarımda bana yardımcı olan abim olmuştu. Sonra bir gün geldi ve 1999 yılındaki depremden daha sert bir şekilde hayatımı salladı. Yine tek bir gecede ihanet enkazının altında kaldım. Yine o enkazdan tek başıma sağ çıktım ve ailemi o enkazın dibinde bıraktım. Fakat bu deprem yerkabuğu tarafından değil, ailem sandığım kişi tarafından oluşturuldu. Şimdi bana nasıl hissettiğimi mi soruyorsunuz? 6 katlı binanın enkazında canım yanmıyordu bile, ama şu anda ki enkazda nefes dahi alamıyorum.” Dediğimde tek kelime edemeden bana bakan Nilüfer Hanımın sadece yutkunduğunu fark ettim. Yaşadıklarımın verdiği his öyle kötüydü ki onun oturduğu yerde ben otursam ve bana bir başkası böyle bir hikâye anlatsa bende acıyla yutkunurdum. Hissetmenin bile acı verdiği olayları yaşamanın ağırlığı beni de yakardı. Söyleyecek kelimelerimin her biri acıdan dilime dökülmezdi. Nilüfer Hanım boğazını temizledi ve “Tamam, sandığımdan da kötü durumdasın. Fakat şunu unutma pislik bir herif tarafından zarar verilmiş bir ruha sahip olsan da sen, aslında seni öldürecek tek yer olan o 6 katlı enkazın altından 48 saat gibi mucizevî bir sürede çıktın. Ailende tek sen kalmış olmanın bir anlamı olmalı, hayatta kalmanın, yaşamanın bir nedeni olmalı. Bunu aklından çıkarma… Annenin senden istediği ne vardı?” diye sordu ve annemin yıllar önce bana “Hayatını kendin kazanmadığın ve kimseye ihtiyacının olmadığı zaman seni kimsenin yıkamayacağını bil. Hep güçlü bir kadın ol. O zaman mükemmel bir annede olabilirsin. Şunu unutma kızım biz her zaman yanında olamayız” demişti. Bende gülümseyerek, “Güçlü bir kadın olmamı isterdi. Kendi ayaklarımın üzerinde durmamı” dedim ve Nilüfer Hanım gülümseyerek “Bunu fazlasıyla başarmış olmalısın.” Dedi ve tekrar gözlerime odaklanarak “Bu hayat senin Hazal, bir pisliğin senden almasına ve ziyan etmesine izin mi vereceksin? Bizler insanız. Her zaman doğru kararlar veremeyiz. Bazen karşımıza bu tarz pislik insanlar çıkabilir. Yaşadıklarımızdan daha fazlasını yaşatmaya kalkabilirler. Onun için o enkazdan çıkman, yoluna devam etmen gerekiyor” dedikten sonra birçok şey sordu. Birçok hikâyemi, başarımı dinledi. 1 saatlik zamanın ardından notlarını yazdığı defteri kapattı ve oturduğu sandalyeden kalkarak, “Bu günlük bu kadar yeter. “ Diyerek bana bir kart uzattı. Fazlasıyla klas görünen kartın üzerinde bilgileri vardı. “Bu benim telefon numaram. İstediğin zaman arayabilir ve tüm içini dökebilirsin. Evet, kötü durumdasın ama o durumdan çıkmak için kimseye ihtiyacın yok. Sen fazlasıyla güçlü bir kadınsın. Bu seni gerçekten önemseyen birileri olduğunu bilmeni isterim.” Dediğinde kaçlarımı çatıp, “Anlayamadım?” diye sordum. Nilüfer Hanım, “Demir ve Dağhan Abilerim hatta annem ve ben” Dediğinde hala kaşlarım çatılı bir şekilde ona bakmaya devam ederken “Hala ne dediğini anlamamış olmam benim suçum mu bilmiyorum ama seni gerçekten anlamıyorum?” dediğimde elini bana uzattı ve “Hani dedin ya deprem bir gecede benden tüm ailemi, arkadaşlarımı tanıdıklarımı, beni önemseyen kim varsa aldı” diye işte, bizler senin hayatına yeni girmiş olabiliriz ama inan seni ve hayatında olanları önemsiyoruz. bir aile olabilir miyiz bilmiyorum ama seninle çok iyi arkadaş olacağımızı düşünüyorum. “dediğinde içimde oluşan merakı sorguladım. Beni daha tanıyalı ne kadar olmuştu ki? Bir ya da iki saat. Bir insanı önemsemen için sadece bu kadarı yeterli olur muydu? Kontrolsüz bir şekilde “Neden? Beni tanımıyorsun bile, hatta tanımıyorsunuz bile” diye sorduğumda Nilüfer Hanım, “Ben insanları yaşayarak tanımayı severim. Sende bir şey var onu biliyorum. Bundan sonra beni fazlasıyla görmeye hazır olsan iyi edersin. Tabi ağabeylerimi de” dedikten sonra kapıya yöneldi ve bir şey söylemeyi unutmuş gibi hızla dönüp o berrak deniz mavisi gözlerini meraklı bakışlarıma sabitleyerek, “O pislik herif içinde endişelenmene gerek yok. Senin 100 metre yakınına yaklaşacak olursa hayatta kalamayacağını fazlasıyla anlamış. Son bir kez mahkemede karşılaşacaksınız. Ondan sonrasında Hazal dedi ve kaşlarını çatarak “Kızlık soy ismin neydi?” diye sordu. Şaşkın bakışlarım ile ona bakıyordum. Garip bir ruh hali vardı. Fazla cesur ve fazla öz güvenli bir tavrı vardı. Gözlerindeki o parlaklık ben her şeye kafa tutarım bakışının parlaklığıydı. Beni hiç tanımıyor olmasına rağmen hayatına davet ediyor, ailesinden biriymişim gibi hissetmemi istiyordu. Bu gerçekten saçmaydı. Karşındaki insan kim olursa olsun yaşadıkları veya 2 saatlik konuşma sonrası onu hayatına davet edemezdin. Fakat üzerinde durmaktansa fısıltı şeklinde çıkan sesim ile  “Kahraman” diye soy ismimi söyledim. Bakışlarından geçen memnuniyet gülümsemesi ile bana baktı ve sesine de yansıyan beğeni eşliğinde “Hazal Kahraman olacak, o pisliği de bir daha görmeyeceksin” demişti. Sonrasında ise tekrar görüşmek üzere dileklerini iletip odadan çıktı. Kapanan kapıya ardından birkaç saniye baktım. Kaşlarımı çattım ve beynimi şu iki saat içinde neler olduğunu düşünmeye zorladım. Sonra bundan da vazgeçip odadaki televizyonu açtım ve seyretmeye başladım… ………………… Hastaneden iki sıkıcı, gereksiz ve yorucu günün ardından sonunda çıkmıştım. Hastanede kaldığım süre boyunca Demir Bey’i hiç ama hiç görmemiştim. Çıkış işlemlerimi yaptıracağım gün odamda beliren Dağhan Bey’e iyi olup olmadığını sorduğumda ise “Abini bulmasını istemişsin. Onunla ilgili araştırmalar yapıyor.” Diyerek cevaplamıştı. Verdiği cevaba karşılık şaşkınlığımı saklayamayarak, “Yaşıyor mu?” diye sordum. İçimde öyle büyük bir sıkışma oldu ki neredeyse bayılacaktım. Bu beklediğim bir durum değildi. Bu ona sadece o anlık psikoloji ile mırıldandığım bir şeydi. Abimden iyi ya da kötü yıllardır tek haber almamıştım. Yaşıyor olduğu gerçeği yıllardır sadece benim içimde yeşeren ve soldurmak istemediğim bir umuttu. Bunu dikkate alıp, araştırma yapacağı aklıma bile gelmezdi. Dağhan Bey sıkıntılı bir nefes vererek, “Bundan emin değiliz. Sadece bildiğim kimsesizler ve isimsiz mezarlar dâhil abinin kaydı hiçbir yerde yok. “diye söylediğinde kalbimin pır pır attığını hissettim. Hayattaydı. Başka bir açıklaması yoktu. O rüyanın bir anlamı olmalıydı? Depremden bu yana hiç ama hiç görmemiştim abimi rüyamda. Bunca zamanın ardından belki hurafe işidir bilmiyorum ama bir anlamı olmalıydı? Bu bir işaret olmalıydı? Dağhan Bey gözlerimdeki heyecanı fark etmiş olacak ki hemen karşımdaki tekli koltuğa oturarak, “Hazal, Demir’in bulduğu bilgilerden yola çıkarsak ismi olmayan ve kim olduğu bilinmeyen mezarlardakilerin çıkarıldıkları enkazların isimleri ya da sokak isimlerinin kayıtlarına baktık. Seni ümitlendirmek istemiyorum. Kesinlikle emin değiliz ama Demir sonuna kadar gitmekte kararlı” dedikten sonra titreyen sesimle “Evet” dedim. Dağhan Bey içimde parlayan ve beni yakıp kavuran heyecanı fark etmişti zaten saklamayı başarabileceğim düzeyde bir olay değildi. Resmen içimde nasıl var olduğunu bilmediğim bir heyecan patlaması vardı. Umut fidanım büyüdükçe büyüyor ve neredeyse bir umut ağacına dönüşmüştü. Bunun oda farkında oluyordu. Onun için derin bir nefes alıp “Bak bu çok ümit verici olabilir ama hiçbir şey belli değil fakat tuhaf olan ve ümitlenmemizi sağlayan bulunan o mezarlardaki hiçbir kişi abinin gittiği kafe ve sizin evin bölgesinden değil. Buda tek bir şeyi işaret ediyor eğer abini enkazlardan birinin altında bırakmadılar ise yaşıyor olma ihtimali yüksek.” Dediğinde titrediğimi hissettim. Hem de tüm bedenimi kontrol edemeyecek bir şekilde titriyordum. Bu ihtimal benim için çok önemliydi. Abim yaşıyor olabilirdi ve hissettiğim bu duyguya göre de yaşıyordu. Gözlerimden benim kontrolüm dışında süzülen yaşlarımı sildim ve Dağhan Bey daha net bir sesle “Anlayamadığımız tek şey, yaşıyorsa neden seni bulamadı?” diye sorarken fısıldayarak “Çünkü beni öldüm sanıyordur. Depremin olduğu gece benim bir arkadaşım yatıya kalmıştı. Benim odamda benim yatağımdaydı. Ben sanılmış ve benim adım ölüler listesine alınmıştı. Onun ailesi de öldüğü için kimse onu aramamış ve ismini değiştirmemiş. Ben hastaneden çıktım ve amcamın yanına geldim. Beni karşılarında gördüklerinde küçük çaplı bir kalp krizi bile geçirmişlerdi. Arkadaşımın yüz bölgesine kolon düşmüştü. Saç tarzımız aynı olduğundan yüzü tanınmasa bile ben olarak teşhis edilmiş. Amcam saatlerce seni ben gömdüm. Nasıl olur diye sayıklamıştı” dedikten sonra nehir misali akan gözyaşlarımı silip, “ Yıllar sonra mezardaki ismi değiştirdim ama kayıtlardakiler için dilekçe yazmıştım. Abim o zamanlarda gördüyse” dedim ve yutkundum. Tüm ailenin öldüğünü düşünebilirdi. Mezardaki ismi tam 5 yıl sonra değiştirebilmiştim. Bu konuda amcamlara yük olmak istememiştim ve tüm gerekli olan masraflar için işe başlama sürecimi beklemiştim. Yazları çalışmış, okulda partime çalışıp para biriktirmiştim. Abim o sırada mezarlığa gitmiş ise kesinlikle hepimizin öldüğüne inanmış olacaktı. Çünkü meydandaki ismimi sildirmem bile neredeyse 2 yılımı almıştı. İçimde öyle büyük bir sevinç vardı ki? Fakat Dağhan Bey başını sağa sola sallayarak, “Yıllardır bir kere bile mezarınızı ziyarete gelmedi mi? Yani gelmiş olsa görür ve araştırmak istemez miydi?” diye sorunca tutunduğum ümidin kaybolmaması için hızla “Gelmemiştir. Belki de gelememiştir” dediğimde Dağhan Bey sıkıntılı bir nefes verdi ve “Tamam, bu iş Demir’de o sonuna kadar gitmeden ve sonucu bulmadan bırakmaz” dedi ve beni oturduğum yataktan kaldırarak “Hadi artık bu hastaneden çıkalım” diyerek odanın kapısına yürüttü. Hastaneden çıkış işlemlerimin ardından ayrıldık ve Dağhan Bey beni evime götürmek için arabasına bindirdi. Yaklaşık 20 dakikanın ardından evimin önündeydim. Arabadan indim ve Dağhan Bey’in endişeli bakışları içinde sorun olmadığını söyleyerek arabadan indim. Merdivenlerden çıkarken derin bir nefes aldım ve evimin kapısına geldiğimde titreyen ellerimi durdurmak için iki kez derin derin nefes aldım. Bunu yapabilirdim. Burası benim evimdi. Onun için hızlıca kapıyı açtım ve yine aynı hızla içeriye girip kapıyı ardımdan kilitledim. Üst kilidi de kapattım. Gözlerimi kapadım ve birkaç saniye nefesimin düzene girmesi için kendime izin verdim. Bunları yaşamış olabildiğime gerçekten inanmakta zorlanıyordum. Gözlerimi açtım ve salona doğru yürüdüm. Her yer dağınık savaştan çıkmış gibiydi. O gecenin izleri hala buradaydı. Nefesimin daraldığını hissettim ve bir anda gözlerimin önünde beliren o sahnelerle bedenimin titrediğini hissettim. Çığlıklarım, bağırmalarım, çırpınışlarım gözlerimin önünde tekrar canlandı ve bir anda kapıya yönelip buradan kaçmak istedim. Burada yaşayamazdım. Burada kalamazdım. Kilitlediğim kapının kilitlerini aceleyle açtım ve sert bir şekilde kapıyı açar açmaz karşılaştığım kişi ile donup kaldım. Aldığım panik nefesimin konuşmamı engellemesine istemesem de izin vermek zorunda kaldım ve sadece karşımda bana bakan endişeli bakışlara baka kaldım… 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD