SEN SEÇ

3061 Words
Annem hayatta olduğu dönemde evlenme kararı alan yan komşumuzun kızının da bulunduğu bir ortamda tüm yılların deneyimleri ile bir konuşma yapmıştı. Kız çok az tanıdığı bir adamla, sırf âşık olduğu için evleniyordu. Ailesi onun evlenmesinden ziyade okumasını, hayatını kendi kazandığı ile devam ettirmesini, ayaklarının üzerinde onu tutabilecek eğitimi almasını istiyordu. Elbet bir gün evlenmesini istiyorlardı. Fakat bu önemli kararı doğru bir zamanda almasını istiyorlardı. Kızlarına sundukları bu şansı aslında ne kadar çok kız çocuğu istiyordu fakat o kız bu şansın farkında bile değildi. Annemin kızın gözlerinin içine bakarak, “Aşk seni kör ettiğinde yapacakların için kimseye danışmazsın. Senin göremediklerini görenlere kulak asmazsın. Şimdi sana senin mutluluğunu istemiyorlar diye düşündüklerinin zaman geldiğinde keşke dinlediklerim olsaydı dememek için iyi düşünmelisin. Aşk seni kör eder. Âşık olduğun adamın gözlerine yerleşen körlükle hiçbir eksisini görmezsin. Hatta çoğu eksisini umursamazsın. Gülüşü, bakış ve yaptığı her şey seni mutlu eder. Sen evlenmek istediğin adamı tanıdığını söylüyorsun. Şimdi bana onun nesini tanıdığını söyle?” diye sormuştu. Kız birçok aşk olayı barındıran özellik sıraladı. Her birini de yüzünde gülücük atarak anlatıyordu. Ama annem başını olumsuz anlamda sağa sola salladı ve kızın gözlerine baktı. Annem bunu aldığı cevaptan memnun olmadığı zaman yapardı. Bu onun o anı onaylamadığını gösterirdi. Ardından daha sakin ses tonu belirler ve konuşmaya başlardı. Öyle de olmuştu. Annem kadife gibi açıklayıcı ton yüklediği sesi ile “Bu adam seninle hiç kavga etmedi mi? Mesela senden hiçbir şey istemedi mi? Hiç öfkesini merak etmedin mi? Öfkesi başarısızlıkları karşısında nasıl baş ediyor izledin mi? İstediği bir şey olmadığında ne tepki veriyor? Bunları hiç gözlemledin mi? Çünkü aşk dediğin geçici bir insanın kendi başarısızlıklarına, öfkesine ve isteklerine karşı kontrollü bir sabrı yoksa onun sonu hep zarardır.” diye söyledi. Kız annemin o gün iki saatlik konuşmasından hiçbir şey anlamamıştı. Hatta hiç kimsenin onu düşündüğü anlardan hiç bir şey anlamamıştı. Evlenmişti. 3 ay sonra ailesi apar topar hastaneye koşmuştu. Pislik herif kızı öyle dövmüştü ki kız neredeyse 3 gün kendine gelmeden uyumuştu. O anlamamıştı. Ama ben anlamıştım. Şimdi ise düşünüyordum. Serkan, benimle hiç kavga etmemişti ama benden o kadar çok şey istemişti ki her isteği bir bir aklıma geldi. Çalışan bir kadın olmamı, iyi bir ev kadını da olmamı, ailesine hürmet etmemi, ona eşlikten çok hizmetçilik yapmamı, onun psikolojisini anlamamı, onun hayatına saygı duymamı, söylediği hiçbir şeyi sorgulamamı, onu baba etmemi, güzel olmamı, bakımlı olmamı… Daha şu anda aklıma gelmeyen sürüsüne isteği olmuştu. Her isteğinin altında bencillik yatıyordu ama bende görmedim. Bunun nedeni aşk mıydı? Yani ben ona âşık oldum diye mi yaşadım bunca körlüğü? Ona aşık olduğum için mi bunca hakaret, bunca zayıflık? Onu sevdiğim için, hayatında birçok şeye ortak olduğum için mi bu akşam beni tokatlamak pahasına istediğini almak için uğraştı? Peki, o bakışlarla mı beni seviyordu? Beni parçalamak istercesine bedenime duyduğu hazmı bana olan aşkının kanıtıydı? Bu aşk olamazdı… Aşk bu kadar acı verici, zarar verici olamazdı? Babamın anneme olan bakışları, ses tonu geliyordu aklıma aşk oydu. Aşk dediğin sevdiğine yükselttiğin sesin bile ona zarar vereceğinden korkmaktı. Aşk hatalı olsan da olmasa da saygı duymaktı. Aşk sana istediğini vermiyor diye ona verebileceğin en ağır zararı vermek değildi. Aslında aşık olmak gerekmiyordu. Sana istediğini vermiyor diye kimseye zarar veremezdin. Vermemen gerekiyordu. Hastanenin sessiz odasında yatağımın üzerinde oturuyordum. Üzerimde Dağhan Bey’in deri ceketi vardı çünkü üzerimdeki tişörtün ön kısmı tamamıyla yırtılmıştı. Tabi bir de kalbimi paramparça eden bir acı… Darmadağınık olan saçımı yüzümdeki kanı temizlemek için pamukla dudağımın kenarına pansuman yapan hemşireden rica ettiğim toka ile toplamıştım. Dudağımın şiştiğini hissediyordum ve yüzümdeki sızıdan yanağımın da morarmış olduğunu düşünüyorum. Hala aynada kendimi görmemiştim ama yüzümdeki hasarı temizleyen hemşirenin bakışlarındaki hüzünden ne kadar kötü olduğumu tahmin etmekte zorlanmıyordum. Gözlerimi sıkıca yumdum ve içimi boşaltmasını, beni bu kasvetli ruh halimden kurtarmasını umduğum bir nefes aldım. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki artık uyumak ve mümkünse hiç ama hiç uyanmamak istiyordum. Kalbim içimde ‘bana bulaşma hiçbir şey hissetmek istemiyorum sadece görevimi yapıp kirli kanını temizliyorum’ diyordu. Beynim ise kaşlarını çatıp ‘en başına işinin sadece bu olduğunu anlamış olsaydın bu duruma gelmezdik’ diyerek atışıyordu. Buraya geleli ne kadar olduğunu bilmiyorum ama Demir Bey henüz gelmediğine göre Serkan’ın durumu da iyi değildi. Adamın başını da belaya sokmuştum. Eminim o pisliği de adamdan sayıp yaptığı canavarlığa bakmadan mağdur sayacaklardı. Odamın kapısı açıldı ve kimin geldiğine bakmak için başımı çevirdiğimde içeriye giren Dağhan Bey bana buruk bir tebessüm ile gülümsedi. Biraz tereddütlü ve çekingen ifade ile yanıma kadar yürüyüp, yatağımın yanında duran sandalyeye oturduğunda içini dolduran bir nefes alıp bunu sesli bir şekilde verdi ve gözlerime aynı tebessüm ile gülümseyerek baktı. Eminim nereden aldım başıma bu belayı diye düşünüyordu. Sonuçta diğer müvekkilleri ile bu şekilde uğraşmıyordu. Abisinin başı da benim yüzümden belaya girmişti. Kendime geldiğimden beridir sadece birkaç kelime söylemiştim. Fakat şimdi daha fazlasına kendimi zorlayarak “Avukatım olmak ve bu olaylarla uğraşmak istemezseniz anlayabilirim. Gerçekten özür dilerim” dediğimde kaşlarını çattı ve daha fazla konuşmama izin vermeden “Bu olaylar benim rutinim. Senden önce kaç boşanma davasında bu sorunlar ile karşılaştım. Tamam, inan bana bu en kötüsüydü. Fakat bu senin değil kendine adam diyen o şerefsizin suçu” dediğinde gözlerim yine doldu ve “O nerde?” diye sordum. Dağhan Bey öfkeli bir ses tonu ile “Acilde” diyerek cevapladı ve ardından “Sanırım Demir kolunu kırmış. Çıkarmışta olabilir. En son baktığımda it gibi canının acısından bağırıyordu.” diye de ekledi. Bir anda gözlerim kocaman oldu. Duyduklarımın içimde yarattığı panikle “O burada mı? Yani bu hastanede mi?” diye sorduğumda Dağhan Bey “Buraya gelemeyecek kadar meşgul şu anda” dedi ve ben “Peki, Demir Bey?” diye sordum. Dağhan Bey bir sıkıntılı nefes daha aldı ve “Onun karakolda tutuyorlar ama üzülme bu tamamen acildeki iti parçalayarak öldürmemesi için” dediğinde ise gözlerimi sıkıca yumdum. Evet, adamın başı benim yüzümden derde girmişti. Lanet olsun benim hayatımı kurtarmış birinin hayatımla başını derde soktum resmen diye içimden söylendim ve Dağhan Bey bana gülümsedi.  “Onun adı Demir Sert. Sağ olsun sorunları çözmek adına hiç konuşmayı denediğini görmedim. Genelde yumrukları konuşur ve karşısındaki de dinler. Gerçi o pislik ile benim de yumruklarım konuşurdu” dediğinde başımı yere eğdim. Bu gerçekten utanç vericiydi. Sahiden tüm bu olaylar benim başıma mı geldi ve yüklü bir dram dizi sahnesinden mi bilemedim. Dağhan Bey parmaklarını çeneme yerleştirdi ve başımı kaldırıp benimle göz göze gelerek, “O pislik aşağılık bir adam ve yaptığı her pislik kendi suçu. Onun yaptığı hiçbir şey için utanmamalısın. Bizim yerimizde kim olsa aynısını yapardı. Demir bu konuda sessiz kalabilecek en son kişi bile değil. Bende öyle” dediğinde bugün öğlenden sonraki saatlerde şirketin önünde yaşananları izleyen mesai arkadaşlarım ve etraftaki insanlar aklıma geldi. Kolumu çekiştirmiş, bana sert davranmış ve tehdit etmişti. Etrafımdaki herkes ise izlemek ile yetinmişti. Dağhan ve Demir Bey ise bir saniye bile düşünmeden benim için atılmışlardı. Hayat ne kadar garip insanlarla doluydu. Bir yanda bir kadın dayak yerken kulaklarını tıkayıp, beğeni ve izlenme skorları adına video çekme derdine düşenler, bir yanda sonunda alacağı cezayı umursamayan insanlar vardı. Bundan birkaç ay öncesinde eşi başka biri ile evlenmek istediği için boşandığı kadının boğazını kendi evladının önünde kesen adamın yaptıklarını haber bültenlerine satmak için çeken insanlar vardı. Üstelik kadın yardım çığlıkları atarken… Böylesi zavallı insanlarda vardı etrafımızda… Doktor gelip son muayenesini yaptıktan sonra yüzümde ağır darp ve sırtımda kas zedelenmesi olduğunu 1 hafta rapor yazdığını ve işlemlerimizi yapıp çıkabileceğimizi söylediğinde toparlanmıştım. Aslına bakarsanız toparlanacak pek bir durum yoktu. Üzerimde bana ait olmayan bir ceket ve çıplak ayaklarla oturduğum yataktan tamamen bir enkaz halinde kalktım. Saatlerdir açtım ve bu yaşananlar fazlasıyla ağır gelmişti. Onun için gözlerim saliselik karardı ve hemen kendimi toparladım. Ayaklarımın çıplak olduğunu gören Dağhan Bey dudaklarını öfkeyle ısırdı ve hastane terliklerini ayaklarımın dibine bırakarak, “Şimdilik bunları giy, hastane polisini emniyetten arattırdım. Sana burada bir şey sormayacaklar. Ben senin yerine şikâyetçi olduğunu bildirdim. Tedavisi bitene kadar burada kalacak ama inan bana alması gereken cezayı almadan kurtulmasına izin vermeyeceğim” dediğinde sırttım. Serkan’ın amcası Ali Tahsin Bey’in hatırı her yerde sayılırdı. Eminim bu konuda ona yardımcı olabilecek birçok tanıdığı vardı ve yine eminim ki Serkan onu çoktan aramıştı. Onun için “Serkan’ın çevresi geniştir ve gerçekten fazlasıyla yardım eden olacaktır.” Diyerek söylediğimde sırıtan Dağhan Bey “Sen Demir’in kim olduğunu bilmiyorsun anlaşılan” diye sordu. Ben biraz şaşkın bakışlarla ona baktığımda kahkaha attı ve “Demir yıllarca özel kuvvetlerde görev aldı. Sonra yaşadığı bazı olaylardan sonra polis özel harekâttan ayrıldı. Ardından kendine bir güvenlik şirketi kurdu. Türkiye’nin her yerinde çeşitli büyük firmalar, ünlü iş adamları, hatta bunlara milletvekilleri de dâhil olmak üzere birçok alanda güvenlik sağlıyor. Bu arada koruduğu hâkim ve savcıları saymaya kalkmıyorum bile karakolda da bu yüzden Demir için değil acilde yatan itin can güvenliği için tutuluyordu ama bırakmışlar. Birkaç dakikaya burada olacak. O içeriye girmeden biz dışarı çıkalım bizi kapıdan alsın. Yani bu akşam o itin ikinci raundu kaldırabileceğini sanmıyorum” dediğinde odadan çıkmıştık. Ağrıyan bacağımla yavaş yavaş asansöre yürüdüm. Biraz kalabalık olan asansöre bindik ve iki kat indik. Açılan asansörden çıktık ve yine yavaş adımlarla çıkışa doğru yürüyorduk ki kulaklarıma dolan “Size canımın yandığını söylüyorum siz beni anlamıyor musunuz?” diye haykırılan kelimeler ile bir anda durdum. Bu ses Serkan’a aitti. Duraksadığımı gören Dağhan Bey elini sırtıma yerleştirdi ve “Zorlanıyorsan tekerlekli sandalye isteyelim.” Diyerek teklifte bulundu fakat ben sadece başımı sağa sola hayır anlamında sallayıp, “Hayır “dedim. Ardından sesin geldiği odaya gözlerimi dikip baktım. Kolunun kırıldığı söylenmişti. Yaşamıyor olmasını ne çok dilerdim. Hatta onu o hale kendi ellerim ile getirmiş olmayı. İçime dolan öfke ile ayaklarım hareketlendi ve kendimi bir anda acil servisin kapısından girerken buldum. Dağhan Bey ardımdan “Hazal Hanım!” diye seslense de umurumda olmadı. Hızla girdiğim acil serviste perdenin arkasında olduğunu inleme sesleri netleştiriyordu. Perdeyi öfkeyle açtım ve hayatımda beklide gördüğüm en pislik insan ile göz göze geldim. Bir kolunu alçıya almışlardı. Yüzünün her yani şiş ve morluklarla doluydu. Cehennemden çıkmışa benziyordu ama o cehennemde ebediyete kadar kalmasını istiyordum. Bakışları beni bulduğunda bir an sessizlik oldu. Onu öldürmek istiyordum. Onun gibi bir adama o nikâh masasında evet dediğim için kendimi de öldürmek istiyordum. Bu adamın 4 yıl boyunca karısı olduğum için, ona koşulsuz inandığım ve ona bunca pisliği yapabilmesi için olanak tanıdığım için kendimden utanıyordum. Bakışlarımda nasıl bir görüntü vardı bilmiyorum ama her ne görüyorsa ondan korktuğu kesindi. Onun için bana “Hayatım gerçekten üzgünüm.” diye sanki karşımda bana küfredercesine, sanki ben çok aptalmışım, onun yalanlarına kanacakmışım gibi konuştuğunda elimde gerçekten silah olsaydı onu vurabileceğimi hissettim. Hayatım, bir insanın bir insana hayatım kelimesini kullanması onu ne kadar çok sevdiğinin göstergesi olurdu. Değerli bir kelimeydi. Serkan’ın ağzına yakışmayan, onun sevgi bağlılık adına kullanmaya hakkı olmayan bir kelimeydi. Bir adam nasıl oluyordu da bu kadar karaktersiz, bu kadar şerefsiz olabiliyordu? Tamam, hatalar yapılırdı elbette ama hangi hatanın telafisi böylesi hayvanlıktı. İçimde öylesi büyük bir öfke vardı ki kendimi tutmakta zorlanıyordum. Zaten bu durumu çok fazla engelleyemedim ve birden üzerine atıldım. Beni engellemek için tutmaya çalışan hemşire olmasaydı ona birkaç tane yapıştırmayı kesinlikle başarabilirdim. Hatta kollarını oynatamıyor olmasının verdiği kolaylıkla ona zarar bile verebilirdim. Fakat ikimizin arasında duran hemşire buna mâni oluyordu. Öfkemin sesime yansıyan kısmı kulakları sağır edecek sesimdi. “Seni gebertirim pislik herif! Bana hayatım diyen o dilini kesmek lazım senin! Senden nefret ediyorum adi şerefsiz! Senden nefret ediyorum!” diye bağırıyordum. Evet, bir zamanlar gözlerime bakıp onu sevdiğimi söylediğim günlere gerçekten lanet okuyordum. Ona inandığım için, onun bu yalancı aşkına kandığım için, bana bu kadar zarar vermesine izin verdiğim için kendimden de nefret ediyordum. Serkan ise karşımda rol yapmaya devam edip fazlasıyla üzgün çıkarmaya çalıştığı sesi eşliğinde “Bak sarhoştum. Haklısın pislik herifin tekiyim ben ama seni seviyorum ve kaybetmek istemiyorum. Bak buradan çıkalım oturup konuşalı…” daha lafını bitirmeden hemen yan tarafta bulunan sağlık malzemelerinin kutusunu onun kafasına fırlattım ve “Senin yaşamaman gerekiyor. Senin gibi bir pisliğin yaşamaması gerekiyor.” Diye boğazımı yırtarcasına yüzüne haykırdım. Hemşire ona ulaşmamı zorlukla engellemeye çalışıyordu. Bedenim yorgundu ve azıcık kalan enerjimi bu pislik için harcamayacaktım. Daha fazla bana zarar vermesine izin vermeyecektim. Beni tutan hemşire ile göz göze gelip sakinleşmeye çalıştım. Birkaç derin nefes aldım ve hemşireye, “Tamam, sakinim bırakın” dedim. Hemşire beni bıraktı ama karşımda hala temkinli duruyordu. Çünkü her an ona saldıracakmışım izlenimi vermeye devam ediyordum. Azıcık daha gücüm olsa kesinlikle yapardım da… Birkaç saniye derin derin aldığım nefes ile sessiz kaldım ve sonrasında daha sakin çıkarmaya çalıştığım sesimle “Bak bana” dedim. Serkan gözlerime korku, pişmanlık, tedirginlik yüklü bakışları ile bakarken ona gayet net bir sesle “Seninle o eve gelmemi ve kaldığımız yerden devam etmemizi istiyorsun öyle mi? Bunun için benim hayatımdan çıkmayacaksın yani?” diye sordum. Serkan evet demekten ziyade başını salladı. Onun üzerine gür bir kahkaha attım. Hangi erkek bunca yaşanandan sonra eşinin onun yanında onun için çarpan bir kalple kalacağına inanırdı? Yani bu kadar şeyi yaşamışız, kalbim, gururum yerle bir olmuş, hakaretin dibine vurmuşuz ama aynı evin içinde, her akşam aynı yatakta uyuyabilecektik. Bu erkekler neden kadınları anlamazdı? Neden onlara mantıklı gelen şeylerde üstelerler yaptıkları hatayı umursamazlardı? Yani şöyle bir düşünüyordum ve düşündüğümü dile getirmekten de çekinmedim? Kahkahamın ardından alaycı bir sesle, “Benim yerimde sen olsaydın? Mesela sırf psikolojim bozuk diye sana yalanlar söyleyip, psikolojimi başka erkeklerin sevgisinde ilgisinde düzeltmeye çalışsaydım? Mesela beni senden başka bir erkek öpseydi? Başka bir erkeğin kollarında zevkten dört köşe olsaydım? Sonra sana ‘seni seviyorum ve kaybetmek istemiyorum beni affet” deseydim, ne tepki verirdin?” Diye sordum. Bakışlarındaki karanlık çukurlar, sıkılı olan dişleri her şeyi açıklıyordu. Daha fazla konuşmaya gerek bile yoktu. Onun için   “Ben senden nefret ediyorum” dedim. Ardından sertleşen ifadem ile gözlerine baktım. Canı yanıyor olmasına rağmen sabırla beni dinliyordu. Serkan’dan beklenecek hareketler değildi. Aslında bu davranışın nedeni şu anda kolunun alçıda ve hastanede oluşumuzdu. Fakat umursamadım. Sert çıkan sesimle “Evet, senden nefret ediyorum. Seni öldürmek pahasına nefret ediyorum. Hayatımdan çıkıp gitmez ve bu şekilde beni rahatsız etmeye devam edersen seni öldürmenin bir yolunu bulurum. Bunu gerçekten yaparım.” Dediğimde gözlerinde beliren korku daha da cesaretlenmemi sağlarken, “Beni zorla hayatında tutamazsın. Yaptığını affetmiyorum, seninle hayatıma devam etmek istemiyorum, seni artık sevmiyorum. Eğer beni istemediğim bir hayata mahkûm edersen senden kurtulmak için seni hiç düşünmeden öldürürüm.” Dedim. Bunu yapardım. Eğer onun yanında her zaman işkence göreceğim bir hapis yaşayacaksam, onu gerçekten öldürür ve girer içerde yaşardım. Gözlerine içimde oluşan öfke ile baktım ve “Hazırlanan boşanma protokolünü imzalayacaksın. Yoksa şikâyetimi mahkeme bizi boşayana kadar geri çekmiyorum. Şimdi iki seçeneğin var. Ya benden boşanacak hayatına devam edecek hayatımdan defolup gideceksin, ya da hapse girecek birkaç sene senden kurtulacağım. Biliyor musun? Sen hapse girdiğinde evimi, arabamı takılarımı satacağım ve yurt dışına çıkacağım. Sen içeride dört duvar arasında delirirken ben dünyayı gezecek ve hoşuma neresi giderse yerleşeceğim. Sen içeride çıktığında beni bulma hayali kurarken ben kendime senden uzakta bir hayat kuracağım. Benden boşanmaman ben yurt dışındayken sorun falan teşkil etmiyor. Seçim senin?” dedikten sonra cevabını beklemeden acil servisten çıkmak için ona arkamı döndüm ve karşılaştığım bakışlarla duraksadım. Bakışlarındaki öfke, duruşundaki sertlik ile Demir Bey bana bakıyordu. Hala kendini kontrol etmekte zorlanıyor gibi görünüyordu. Beni yine süzdü ve bu sefer dişlerini gözle görülür bir şekilde sıktığında kendini kontrol etmek için fazlasıyla çaba harcadığını anlamak zor olmamıştı. Başına yeterince bela açmıştım ve daha fazlasına gerek yoktu. Ben çıkmak için adım atarken Serkan’ın arkamdan “Benden bu adam için mi kurtulmak istiyorsun? Seni aldattığımı söylerken, sen aslında kendine bir sevgili yapıp beni şutlamaya mı çalışıyordun? Buda bahanesi mi oldu? “Diye sorunca resmen azım açık kalmıştı. Tam bir hayal kırıklığıydı. Bunca senemi verdiğim, kendimi hayatımı sevgimi sunduğum adam bu muydu? Bu adam için mi gecelerce gözyaşı dökmüştüm ben? Bu adamın kaprislerine mi dayanmıştım ben? Ben bu adama kalbimi vermiştim. Koşulsuz sevmiştim. Hiç kimse yanında yokken ben yanında durmuştum. Bunca yaptığından sonra bana bu yakıştırmayı yapmasına, karşımdaki hayal kırıklığıma birkaç saniye ağzım açık baktım. Fakat şaşkınlığımı atmaya fırsat kalmadan öfke bedenime saldırmıştı. Bir anda üzerine fırladım ve ona gelişi güzel vurmaya başlayarak “Şerefsiz! Adi! Seni öldüreceğim!” diye bağırmaya başladım. O kadar çok bağırıyordum ki sanki ellerimle onu dövmek yetmiyormuş ve sesimin de dövmesini istiyormuşum gibi hissediyordum. Bunca öfke ile görüş alanım kararmaya başlamıştı. Bu aksiyona bedenimin dayanmadığı kesindi. Nefesimin daraldığı anda kasığıma giren ağrı ile iki büklüm kaldım. Canım öyle çok yanıyordu ki bağıramıyordum bile… Bir an bana ne olduğunu anlayamamıştım. Bacaklarımın arasından sıcak bir sıvının aktığını hissettim. Tüm bedenim soğuk tere teslim olurken tansiyonum düşmüşçesine güçsüzleştim. Neler olduğunu anlamakta zorlanırken karanlık öyle sert geldi ki ayaklarım beni taşıyamadı. Gelen karanlıktan Demir Bey’in “Doktor!” diye bağrışı kaldı kulağımda…          ………………………. “Kız kedicik sen uyanmadın mı hala?” diye seslenen abime biraz daha uyumak adına mırıldanarak “Daha saat sabahın yedisi bile değil abi başımdan gider misin?” diye sordum. Abim ise başımın altındaki yastığı hızla çekti ve “Saat 9 da harp akademisinin sınavları var ve yanımda olacağına dair söz vermiştin” dediğinde hızla gözlerimi açtım. Yattığım yataktan hızla kalktım ve çevreme bakındım. Depremde yıkılan evdeki odamdaydım. Ayağa kalkınca dolabımın kapısındaki aynada kendimi gördüm ve aynadaki halim ile kaşlarımı çattım. 14 yaşında değildim. Şu anki halimdeydim ve abim hala konuşuyordu. Bir an onun o çakır yeşili bakışlarında durdum ve “Deprem olmuştu? “Diye sordum. Bu ev yıkılmıştı. Hepimiz altında kalmıştık. Burada olmam imkânsızdı. Abim gayet rahat bir ses tonu ile “Evet” diye sorumu onayladı. Kaşlarımı iyice çattım. Bu durumun nasıl gerçekleştiğini algılamaya çalıştım. Zihnim bana oyun oynuyordu. Şaşkın ifadem eşliğinde “Sen ölmüştün” diye söyledim. Bu sefer abim kaşlarını çattı ve bana birkaç adım yaklaşıp tam önümde durdu. Abim benden uzun ve yapılıydı. Bana dip dibe geldiğimizde hem birkaç santim tepeden bakardı. Yine öyle bir pozisyonda bana baktı ve  “Hayır, siz öldünüz? Hepinizin ismini gördüm, mezarını gördüm” dediğinde ise panikle “O ben değildim. Serap’tı o” diye bağırdım. Defalarca bağırdım ama abim beni duymadı. Camdan dışarıya baktı ve bir anda ev o günkü gibi sallanmaya başladı. Ayaklarımın altındaki duvar yıkıldı ve tam enkazın dibine doğru çekileceğim esnada elimden tutan abimin çakır yeşili bakışlarına baktım. Bana şaşkın ve anlam veremez bir şekilde bakıyordu. Sanki bir şeye inanamıyormuş gibi bakıyordu. Sonra bir anda o bakışlar yerini bal rengi kahvelere bıraktı ve bana gülümseyen Demir Bey “Gel bakalım güçlü kız Hazal” dediğinde tam bir şey söylüyordum ki gözlerimi panikle açtım. Fısıldadığım tek şey “Abi” diye seslenmekti. Fakat başımda duran hemşire seruma bir şeyler katıyordu ve bana gülümseyerek “Biraz daha uyumanız gerekiyor Hazal Hanım” dediğinde abimin olduğu o rüyaya geri dönmek istedim. Tam 14 yıl olmuştu onu görmeyeli, annemi babamı kardeşimi rüyamda hep görürdüm ama abimi ilk defa görmüştüm…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD