Kerimhan üzerine üzerine gelirken Kübra seke seke gerileyerek lambayı hızla çekip eline aldı.
“Yaklaşma, beynini patlatırım bak!” diye bağırırken iki eliyle birden tuttuğu lambayı adama doğru fırlatmayı denedi.
Fişinin pirizde takılı olması nedeniyle atamayınca yatağın üzerine atıp yine balkon tarafına geçti.
Kapıyı açmaya çalıştığı sırada Kerimhan, “Sakın açayım deme!” diye uyarınca tüm korkusuna rağmen kapıyı açtı.
“Dışarı çıkarsan…” derken kendini bir kez daha iç çamaşırları ile balkona attı.
Adamın yavaş adımları bu hamlesiyle hızlanınca balkonun dışına bir bakış attı.
Çok yüksek değildi sanki. Düşerse en fazla bir iki yeri incinirdi.
Hızla kararını verdi.
Kerimhan balkona çıktığı sırada köşeye geçmiş, izleyenlere aldırış etmeden demire tutunarak dışarı çıkmaya çalışıyordu.
Kendine doğru atıldığında “Atlarım bak!” diye bağırıp kendine bakmayanların bile dikkatini çekti.
Şimdi bahçedeki herkes onları izliyordu.
Ertesi günün haber başlığı belli olmuştu:
YERALTI DÜNYASININ ÜNLÜ İSİMLERİNDEN KERİMHAN AKSOY’UN, TÜM KORUMALARI ÖLÜ BULUNDU!
Sebep: Herifler çirkin karısının götüne hayranlıkla bakakalmıştı!
Kerimhan kolunu yakalayıp aşağı düşmeden önce Kübra’yı içeri çekmeye çalışıyordu.
“Kübra, beni biraz daha rezil edersen seni cidden öldüreceğim!”
Kübra ise kendini geriye doğru çekip “Evlendiği gece metresine koştuğun için rezil olmuyorsun da benim yüzümden mi rezil olacaksın! Hah! Geriden bakan da modern aile masalınıza inanıyordur! Ben ömrü hayatımda sizden kırosunu görmedim ya!” dedi.
Kerimhan, kızın bağırışına karşılık alçak sesiyle “Ben sana göstereceğim kıro nasıl oluyor birazdan,” diye hırlayıp bir kez daha koluna asılarak içeri çekmeyi denedi.
Kübra kendini dışarı doğru atmaya çalışıyordu, o ise kız düşmesin diye bedenini balkona doğru çekiştirip duruyordu.
Bir ileri bir geri derken sonunda bu şekilde devam ederlerse kızın düşeceğini fark etti. Demiri sıkıca kavrayıp balkonun dışına tek hamleyle çıktı.
Kübra’nın arkasına geçip kızın bir anlık şaşkınlığından faydalanarak belinden sıkıca kavradı. Geri doğru çekerek parmaklıktan kurtardıktan sonra oyalanmadan içeri doğru patates çuvalı gibi attı.
Hemen ardından atik bir şekilde içeri zıplayıp, Kübra yerden kalkıp kendini yeniden maskara etmeden önce kızı kolunun altından sıkıca kavradı. Kolunun altında hapsetti.
Gücü karşısında çaresiz kalan Kübra’nın hırsla attığı çığlığı ya da çırpınmaları umursamadan içeri taşıyıp yatağa fırlattı.
“Kurşun yiyeceğini anlayınca beni önüne çekip öldürtemedin diye şimdi balkondan atıp öldürmeye niyetlendin sanırım!”
Bağırışı camları titretirken Kübra dağılan saçını ardına itip, bacaklarını kalçasının altına doğru bükerek oturur pozisyona geçti.
Kerimhan’ın ilk defa bu kadar kontrolünü kaybetmişken, ilk defa bağırırken görüyordu. O sakin, kendini beğenmiş havasından sonunda uzaklaşmış, insansı bir tepki vermişti.
Gözleri odayı aydınlatan beyaz ışık altında doğal olmayan bir şekilde parlıyordu. Beyaz tenine renk gelmişti. Sinirden kaskatı kesilmişti.
Kübra, bu ana kadar evlendiği adamın etten kemikten değil de kablolar ve metal parçalar oluştuğunu düşünüyordu.
“Ben seni önüme çekmedim bir kere!
Sen Bülent’i kıskanıp benim üzerime geldin.
Ben mi ayı gibi üzerime atla dedim sana!
Kendin atladın!
Millete hastanede şövalyelik yapmış gibi rol keserken iyiydi de şimdi mi kötü olduk!
Hem şimdi kim dedi balkona gel diye!
Gelme peşimden, ben de kaçmayayım!” diye bağırıp nefes almak için bir an duraksadı.
Gömleğini çıkarttığı için doğal olamayacak kadar şekilli görünen vücuduyla korkutucu bir şekilde üzerine doğru gelirken yine ondan kurtulmak için yatağın diğer tarafına sarkıp yataktan atlamaya çalıştı.
Kerimhan, genelde hakaret ederdi, aşağılardı. Bakışlarıyla, duruşuyla dile getirmesine bile gerek kalmadan bir mimiği ile onu paramparça ederdi. Onun tarzı buydu.
Şimdi, tarzının dışına çıktığı için Kübra ilk defa adamı kışkırttığına pişman olmuştu çünkü ne yapacağını kestiremiyordu. Bıçakla üzerine gelse bu kadar korkmazdı.
Kerimhan bu kez ayak bileğinden yakalandığı için, hem de az önce burktuğu bileğinden, inleyerek yatağın bir tarafından aşağı, başı ve üst gövdesi sarkmış bir şekilde kalakalmıştı.
Düğünden önce özenle bukleler haline getirilmiş saçları arbedede tokalarından kurtulmuş, yere kadar uzanıyor, görüşünü engelliyordu.
Nefes alış verişi, deli bir ritimle atıp duran kalbiyle yarışır bir hıza kavuşmuştu. Tüm bedeni kıpır kıpırdı.
Adamın elinden kurtulmak için atmaya çalıştığı tekme, yine onun sert tutuşuyla savuşturulmuştu.
Tabir-i caizse işlemden geçirilip şömine önüne serilmiş ayı postu gibi hareketsiz bir şekilde uzanıp kalmıştı.
Kalçası, çıplak sırtı adama açık bir şekilde uzanırken Kerimhan’ın insafına kalmıştı.
Kerimhan, “Hiç kadın dövmedim,” diye solurken bacağına asılıp kendine doğru çekince bir feryat kopardı ki, sesinin sokağa kadar taştığından emindi.
“Seninle başlayacağım, benim teşhirci, utanmaz, sınır tanımaz karım. Sana sınırları öğretmenin vakti geldi de geçiyor bile!”
Kübra, adam sonunda kendisine karım dediği için hiç istemese de etkilendiğini fark edince kendini azarlayarak hissettiği o küçük, rahatsız edici histen kurtulmak için kendini telkin etti.
Hemen ardından en az adam kadar kendine de duyduğu öfkeyi yine ona yönlendirdi.
“Hele bir vur! Hele bir fiske vur…” diye tehdit ederken ne yapacağını görebilmek için başını güç bela yana yatırıp saçlarını yüzünden uzaklaştırmıştı.
Kerimhan, Kübra’nın ona hala saf inatla bakan erimiş çikolata rengindeki gözlerine bakıp alayla gülümsedi.
Kızı kucağına çekip kalçasını avucuna hizaladı. Vurmak için havaya kaldırdı.
Kübra, inatla gözlerine bakıp “Yiyorsan vur pislik!” deyince bembeyaz dişlerini göstererek sırıttı.
Vurmanın onu hiçbir şeyden vaz geçirmeyeceğini, utandırmayacağını ya da sindirmeyeceğini biliyor, görebiliyordu. O yüzden kız ona kafa tutmaya devam ederken bir anda kararını değiştirdi.
Hiçbir kadına vurmamıştı, vurmayacaktı.
Derin, keyif dolu hatta arsız bir nefes alıp elini yavaşça kızın kalçasını indirdi. Elinin altındaki yuvarlak kalçasını çok çok yavaş bir şekilde okşadı.
Kızın pürüzsüz, ipek yumuşaklığındaki teninde dolaştırdığı parmaklarının baskısı istemsizce artarken andında gözlerini korkuyla aralayıp sus pus oluşuyla kime işkence etmeye çalıştığını anlık da olsa sorgulamaya başladı.
Temasıyla birlikte kımıldanışını izlerken sağ tarafını çıldırtıcı bir yavaşlıkla yoklayıp avuçladı.
Avucunda yoğururken inleyerek elinden çırpınmaya başlayan kızın “Bırak beni pislik! Çek elini kalçamdan!” diye çıkışmasına aldırış etmeden elini aşağı kaydırdı.
İç çamaşırının üzerinde bacaklarının arasına ulaşıp “Pislik! Adi!” diye kükreyen kızın bacaklarına kadar iniyor, sonra çıldırtıcı bir yavaşlıkla yukarı kayıyordu.
O dokundukça kız çıldırıp bağırıyor, o bağırdıkça Kerimhan kızın daha önce kimsenin dokunmasına izin vermediği bakir kısımları fethediyordu.
“Pis sapık!” diye bir çığlık daha attığı sırada elinin gerçekten olmasını istemediği yerlere doğru kaydığını fark ederek yavaşça kızdan uzaklaştırırken duraksadı.
“Sapık mı?” diye soran sesi pürüzsüz ve aşırı yumuşaktı.
Kübra, “Sapıksın işte! Nereye dokunuyorsun?” derken sesinin çoğunu yitirmişti.
Her zaman duru bir tonlamayla kullandığı harfler şimdi aşırı çatlak, tiz ve kararsızca dökülüyordu dudaklarından.
Kerimhan, eline bakıp aşırı rahat bir şekilde “Karıma dokunuyorum,” dedi.
“İmzayı attın güzelim. Sana dokunmam için büyük bir hevesle attın o imzayı.
Şimdi, bir yıldır benimle evlenmek için hevesle bekleyen, tüm itirazlarıma ve söylediklerime rağmen, hatta metresime rağmen benden vaz geçmeyen, evlenen karıma istediği gibi muamele ediyorum diye neden ben sapık oluyorum!
Az önce balkona çıkıp seni becermek isteyen olup olmadığını sormuyor muydun?
Lütfedip becereceğim işte. Daha ne?”
Kübra, nefes nefese itiraz edecek bir şey aranıp bulamayınca başını çevirip alnını yatağa bastırdı.
Kollarını başının etrafına dolayıp kendini eninde sonunda olacak şey bir an önce olup bitsin diye hazırlarken tüm bedeni korkuyla kasılmıştı.
Kerimhan, bir süre dada bacağında dolaştırdığı eli “Ölü balık gibi yatıyorsun… Kimse ölü bir balık becermek istemez… İstediğine ulaşmak istiyorsan biraz daha çabalaman lazım!” diyerek elini çekip bedenini yatağa iterek sakince ayaklandığında hala kaskatıydı.
Yüzü de bedeni de utançtan kıpkırmızı kesilmişti.
Adam çıkıp gittikten sonra bile dakikalarca yatakta uzanmaya devam etti. Kendi kendine o köpeğin söylediği gibi çirkin olmadığını tekrar edip dursa da söylediklerine aldırış etmeden duramıyordu.
Yüz üstü yatmaya devam ederken bu evliliğini neden istediğini, en başından beri amacının ne olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Kocası olan kasıntı pisliğin koynuna girmeye çalışmıyordu. Sadece evlenmek onun için yeterliydi…
O zaman istediğini yapabilecekti.
Artık, o zaman gelmişti…
Kerimhan, istese de istemese de onu korumak, yaptıklarının üzerini örtmek zorunda kalacaktı.
Yaptığı şey masada oturan bir pisliğin karısını, kaynanasını öldürmek olsa bile…