Güneş doğdu. Şehir aydınlığı kucaklarken göğsünde gezen ağırlığın verdiği hisle kaşlarını çatan Sare gözlerini yavaşça araladı. Kar topu ona çipil çipil bakarken nefesini bırakan kız “Günaydın bilader. Hayırdır inşallah yerini mi dar geldi koçum. Ne arıyorsun benim üzerimde.” derken sesi uyku mahmuru olduğu için çatallı çıkmıştı. Sağ elinin baş ve işaret parmağı ile göz çapaklarını temizlerken kar topu incecik miyavladı. Küçük pembe dili ile yalanmaya başlayınca nefesini bırakan Sare eliyle yavruyu alıp yatakta oturur pozisyona geldi. Eğilip yere bırakarak ayağa kalktı ve gerindi. Çamur yutmuş gibi ağzının kuruluğunu gidermek adına birkaç şapırtı sesi çıkardı.
Odasından çıkıp banyoya girerek işlerini halletti. Ayna karşısına geçince bir an kendine bakıp besmele çekmekten kendini alamadı. Kıvırcık saçları öyle bir kabarmıştı ki gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Tarağı eline alıp taramaya çalıştı ama olmadı. Canı yanmaya başladığında biraz nemlendirip öyle şansını denese de kar etmedi. Nefesini birkaç kez sertçe alıp verdi. Ardından o haliyle tepesinde ev topuzu yapıp mutfağa geçti. Çay suyu koyup kahvaltılık bir şeyler istemediği için tost makinesinin fişini taktı. Ekmeği peyniri suçuğu ayarlayıp kendine göre ayarlayıp tostunu yaptı. Kar topu için veterinerden aldığı karışımı hazırlayıp küçük biberona doldurdu. Çayını demlediği gibi salona geçip yerinde dönüp duran kediyi eline alıp koltuğa oturdu.
“Gel bakalım Marko paşa. Sabah sabah beni iyi ezdin beyefendi. O yüzden önde seni doyurayım da içim rahat etsin.”
Biberonu kedinin ufak ağzına yerleştirdiğinde emmeye başlayan yavru ile yüzünde gülümseme belirdi.
“Ya marko paşa. Bu gidişle otuz kedisi olan bir teyze haline dönüşüp yaşayıp gideceğim. Sen de benimle yaşayıp gidersin.”
Mamasını emerken onu izleyen kedi mırıltılı sesler çıkarıyordu. İşi bittiğinde kediyi yerine bırakıp kendi karnını doyurdu. Üzerine mavi bir kot, siyah balıkçı yaka kazak ve montunu giyip sırt çantasını alarak evden ayrıldı. Sokağa çıktığında başına Senem’in hediye aldığı beresini geçirip yürümeye başladı. Gözleri öyle alelade etrafta dolanırken adımları kaybolmuş gibi ilerliyordu. Kendi sokağından çıkıp cadde boyunca devam etti ve büyük bir camın önünde durdu. Birkaç ünlünün fotoğrafları camekanı süslemiş en iyi saç modellerinin yapıldığına dair birkaç söz araya iliştirilmişti.
Yutkundu. Derin nefesler aldı. Bir. İki. Üç. Sonunda kapıyı aralayıp içeri girerken sağ eli başındaki bereye gitmişti. Hemen önünde biten bigudili, yayvan bir şekilde sakız çiğneyen ve abartılı kırmızı ruj süren kadın “Hoş geldin canım. Ne olacaktı sana? Kaş, bıyık, saç, ağda?” deyip büyümüş gözlerine baktı. Daha cevap veremeden beresindeki elini avuçlayan kadın ile neye uğradığını şaşırmıştı.
“Ay şekerim bu eller ne? Tırnaklara bak toynak olmuş bunlar ayol.”
Uzanıp koluna giren kadın ile kendini bir anda kuaför koltuklarından birinde buldu. Normal şartlarda kadına bir dur demişti ama sanki kukla gibi oradan oraya sürüklenmek kolayına gelmiş gibiydi. Dakikalar geçti. Sıkılan bakım yağı ile önce saçlarının düğümleri açıldı. Sonra kesim işlemi olurken her makas sesinde ruhu cız etti. Saç tellerinin ucu sızladı. Onun parmaklarının değdiği her şeyi yok etmek istediğini düşündü. Ya da tipik kadınlar gibi depresyondayken ilk iş saç şeklini ve rengini değiştirmeyi denemişti.
Yaklaşık iki saat sonra zombiye dönmüş gibi gözleri kararan Sare dışarı çıktığında elleri manikürlenmiş, saçları kesilmiş ve düzleştirilmiş beyni ise itina ile emcüklenmişti. Saçları bigudili kadın sürekli konuşmuş, kendi hayatından girmiş onun hayatından çıkmaya çalışmış Sare anlatmaya başladığında ise error vermiş halde yerini başka birine bırakmıştı.
Başında hafiflik hissediyordu. Saçları omuzlarından neredeyse dört parmak daha kısa olmuş verilen şekil hoşuna gitmişti. Ellerini montunun cebine sokarken aklına hiç olmadık bir anda abi gibi gördüğü Hamit ve Hanife teyzesi geldi. Kaldırımın ortasında öylece dikilmiş dururken yanından geçenlerin çarpması ile toparlandı. Telefonunu çıkarıp bir saniye kadar düşündü ve hatırladığı numarayı hemen tuşladı. Dördüncü çalışta açıldığında duyduğu sesi özlediğini hissetti.
“Sare? Allah'ım çok şükür. Kız sen nerelerdesin hayırsız?”
Yeniden yürümeye başladığında “Abi, nasılsın? Neler yapıyorsun? Hanife Teyze ne alemde?” diyerek sorularını tek tek sıraladı. Karşısındaki adamın iç çekmesi ile “Bir sorun mu var abi?” dediğinde “Annem felç geçirdi Sare. Şu an evde. Bende ona bakabilmek için işten ayrıldım. Şimdi de ilaçları için dışarı çıkmıştım.” diyen adam ile şoka girmişti. Konuşabildiğinde dudaklarından sözcükler aceleci çıkıyordu.
“Ne? Abi sen ne diyorsun? Durumu nasıl?”
Yoldan geçen taksiye el ettiğinde genç adamın cevap vermesini dinliyordu. Telefonu kapadığında adresi söyleyip geri yaslandı. Aslında hayatını yoluna koymaya başlıyordu bir şekilde ama yine en olmadık şeyler karşısına çıkıyordu. Hanife teyzeyi severdi. Az iyiliği dokunmamıştı. Bazen kendi annesinden bile fazla yararını görmüştü. Durumunu bu şekilde öğrenmek kendi kabahatiydi. O kadar sorunlarına boğulmuştu ki etrafında neler oluyor bilmiyordu. İçten içe kendine bir güzel söverken taksicinin “Abla geldik” demesiyle gözleri eski mahallesinde ve sokağında dolandı. Çantasından parayı çıkarırken kısa bir “Yuh” dese de adamın duymadığına emindi.
İnip evin kapısına doğru yürürken çalan telefonunu sırt çantasının içinden arıyordu. Sonunda bulduğunda Berna’nın sevimli yüz ifadesi arayan kimliğinden ona gülümsüyordu. Açıp kulağına götürdüğünde “Neredesin sen ya? Aklım çıktı benim burada!” diye bağıran kız hiçte sevimli durmuyordu.
“Kuzu içinden yemin ediyorum üç harfli çıkmış gibi ya az sakin ol. Dışarı çıktım. Şu an Halim abinin evinin önündeyim. Hanife Teyze felç geçirmiş. Onu bakmaya geldim.”
Sesindeki yüksek volim bir anda inen Berna kedi misali mırıldanır halde “Ay deme ya. Çok üzüldüm. Tontiş yanaklı hasta mı olmuş. Bende geleyim diyeceğim de Kartal ile hastaneye gideceğiz. Geçerken bir ihtiyacın var mı diye uğramıştık. Olmadı hastane dönüşü uğrarız bizde. Seni de alır eve döneriz sana uyarsa.” dediğinde kaşları çatılan Sare “Olur, sıkıntı yok hallederiz de hastane derken? Neler oluyor kayan yıldız.” dedi.
Berna, arabada yanındaki adama gülen gözlerle bakarken içi içine sığmayan şekilde “Sare’m, bir süredir mide bulantım vardı.” dedi. Genç kız “Eee?” dediğinde Berna devam etti.
“İşte iki gündür de ara ara baş dönmesi oldu. Kartal da hastaneye gidelim dedi.”
Nefesini sabırsızca bırakan Sare “Bak bana ufaktan geliyorlar kayan yıldız. Şunu insanı kanser eder gibi anlatmayı bırak da sadede gel” dedi. Kartal duyduğu sözlerden sonra kahkaha atarken “Sare, bebek geliyor olabilir. Onun için test yaptırmaya gidiyoruz” diyerek durumu özetledi.
Genç kız duyduklarından sonra nefesini dahi tutmuştu. Beyni işittiklerini anlama süzgecinden geçiriyor doğru duyup duymadığını algılamaya çalışıyordu. Sesini bulabildiğinde “Şimdi sen diyorsun ki kayan yıldızın küçük bir yıldızı olacak?” deyip kocaman bir nefes aldı. Berna gülerken Kartal “O yıldız aynı zaman da benim de Sare. Hadi şimdi kapatıyoruz güzelim hastane çıkışında yanına geliriz.” dedi.
Kapanan telefon ile safça birkaç dakika ekrana baktı. Omzuna dokunan el ile aniden korkunca “Ananı” diyerek tepki verip dokunan kişiye yumruğu indirmek döndüğünde Hamit yüzünü koruyarak “Kız dur benim ben” diye kendini tanıttı.
Yarım saat sonra Hanife Teyzenin yanındaki sedirde oturan Sare hala gülen Hamit’e ters ters bakıyordu. Genç adam annesine olan biteni anlatırken yüzüne gelen kırlenti tutuyordu. Yaşlı kadın hasta haline rağmen gülümsüyor genç kızı gördüğü için mutlu olduğunu belli ediyordu.
“Ya Hanife Teyze senin bu oğlun var ya beni unutmuş. Yeminle amele sümüğü gibi yere yapışacaktı. Bir de gülüyor bak. Ben şimdi bunu ne yapayım.”
Konuşmasında çok az hasar olan kadın anlaşılır biçimde “İyi ki geldin evladım. Çok özlemiştim seni. Bakma sen bizim haytaya.” diyor sağ eliyle avucundaki ılık eli sıktı.
O da özlemişti. Sıkıntılı zorlu ama en azından kendi haline olan hayatına özlem duymaya başlamıştı. Bulaştığı belalar –ki hiçbiri kendi suçu değildi- tüm yollarını karıştırmış yürek kırgınlığı avuçlarında kalan son şeyler olmuştu.
Birkaç saat orada kaldı. Yaşlı kadına yardım etmiş biraz yemek pişirmiş üzerine hasta kadının da duş almasına yardımcı olmuştu. Berna'lar geldiğinde ise yüzlerinde gülümseme gözlerindeki ışık küçük yıldızın varlığını belli ediyordu. Hanife teyze hasta yatağında ahir ömrünün en güzel günlerinden birini yaşarken evi izleyen bir çift göz tüm sorunları ve çözümleri avucunda tutuyor gibiydi.
Koyu kahve gözler çatılan kaşlar ve içsel savaş yüzünden siyaha dönerken adamlarından birinin “Abi ne yapalım?” sorusuna “Bekleyeceğiz. O elbette yalnız ve bana muhtaç şekilde karşımda dikilecek. İşte o zaman bu kadar beklememin meyvesini toplayacağım.” cevabını verdi. Açılan kapıdan çıkanlar bir bir arabaya geçerken koyu kahveleri sadece kendinde değişiklik yapmış Sare’yi mahkum ediyordu. İlk gördüğü zamandan bu yana hastalıklı zihni onu istiyor kırılması güç inadını avuçlarında ezmek için an kolluyordu. Eninde sonunda yanında olacağına yeminler ediyor gücünü tüm pisliğiyle ortaya sermekten çekinmiyordu.
Kartal aracı sürüp gözden kaybolduğunda bakışlarını yola çeviren Savaş adamlarına “Evinin yakınında beklemeye devam edin. Her şeyden haberdar olacağım. Bir şey atlarsanız sizi yakar külünüzü de ormana saçarım.” dedi. Omzuna dokunduğu adamı Kerem aracı çalıştırırken diğerleri yutkunmakla yetinmişti.
Bela Sare ve diğerlerinin başından bir gün eksik olsa kadı günah yazacakmış gibi ertesi gün fazlasıyla kapılarında bekliyordu.