Küçük bir can. Aileye katılacak en küçük üye. Kardeş bildiği kızın şimdi anne olacağını bilmek içindeki hüzün bulutlarına güneş ışığı vurmasına neden oluyordu. Hep birlikte Berna’larda bir araya geldiklerinde genç çiftin mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Senem, yanına oturduğu arkadaşının karnına elini koymuş “Allah’ım şimdi burada bir bebek mi var?” diyordu. Ama esas olay akşama aile evinde yemek vardı ve hepsi Sare’nin gidip gitmeyeceğini merak ediyordu.
Kartal “Babam, annem ve özellikle dedem seni bekliyor Sare.” dediğinde alacağı cevabı biliyordu.
“Beni mazur görün Kartal. Biliyorsun o evden normal şekilde çıkmadım ben. Resmen atıldım. Hem de üzerime yapışan çok saçma bir suç yüzünden. Şimdi yüzsüz gibi eve girersem kendime saygım kalmaz.”
Senem ile Berna ısrar etmiyordu çünkü onun canının nasıl yandığını biliyorlardı. Üstelik o eve girmesini onlarda istemiyordu. Devrim ile karşı karşıya gelmek Sare için sağlıklı olmazdı.
Mücahit damardan girmek adına “Siz dördünüz kardeş değilmisiniz? Berna'nın en mutlu gününde karnında yavrucağı ile neden yalnız bırakıyorsun ki? Ben senin yerinde olsam gider o masada çatır çatır oturur sonra da evime geri dönerim.” dediğinde ona ciddimisin dercesine bakan genç kız “Yok midillicim, o pilavi ikinci kaz papaz yemiyor. Sami dedeyle Mustafa abi o yoldan geldi işe de yaradı hani ama ikinci defası olmaz. Siz gidersiniz. Benim kayan yıldızım da anlar içimi bilir ve alınmaz.” derken irislerini Berna’ya çevirmişti.
Başını olumlu anlamda sallayan kız “Haklısın canım benim. Orada benim yüzümden rahatsızlık duymanı ya da istemediğin kişilerle yüz göz olmanı istemiyorum.” dedi. Anlayış güzel şeydi ama Sare’nin bir yanı şimdiden sanki dostunu yarı yolda bırakıyormuş gibi hissetmesine neden olmuştu. Bu sözlerden sonra herkes heyecanla cinsiyetinden tutun giyeceği minnoş giysilere kadar konuşurken sessizleşen tek Sare’ydi. Acı ne kadar paylaşımak istense de sadece yaşayanı içine hapsediyor ve kalabalıkta dahi yanlızlaştırıyordu.
Saatler sonra dikildiği kapıya bakarken cesaret ilk defa yanında değildi. Oysa o tabiri caizse erkek Fatmaydı. Kimseyi tınlamaz herkesi mütemadiyen deli edebilirdi. Oysa şimdi sanki üzerine ona hiç uymayan bir giysi giydirilmiş gibiydi. Rahat edemiyordu ama çıkaramıyordu da. Bu kadar pasiflik ömründe yaşadığı bir durum değildi. Hep atak olmak zorundaydı. Buna ihtiyacı vardı ama şu an on dakikadır kapının önünde zile basıp basmamak arasında kalmış kafasına terlik yiyen tavuk gibi sersemlemişti.
O kötü hisseden yanı avazı çıktığı kadar bağırdı. ‘Berna için. Küçük yıldız için. En önemlisi yıkılmadığını göstermek için buradasın. Bas şu üreticisine selam söylediğin zile.’
Büyük nefesler aldı. Omuzlarını dikleştirdi ve elindeki küçük papatya buketini daha sıkı tutup zile uzandı. Parmağı değip içeriye ses gittiği anda ateşe değmiş gibi geri kaçarken artık dönüşün olmadığını biliyordu. Avucu terledi. Alt dudağının iç kısmını kemirmeye başladığı an ayak seslerini duydu. Ciğerleri göğsüne dokunurken soluğunu tuttuğunu anladı. Burnundan havayı içine çekip ağzından geri üfledi. Kapı koluna uzanıldı ve usulca açıldı.
Evin çalışanı Zeynep şaşkınlıkla bakarken bir yandan da sevinmeden edemiyordu. Ona iyi davranan bu kızın maruz kaldığı muamele yüzünden nasıl da acı çektiğini göz bebeklerinden tek bakışta anlayabiliyordu. Şaşkınlığı anında geçerken “Hoş geldiniz Sare Hanım” dedi şen sesiyle. Başını sallamakla yetinen kız içeri adımlarken üzerindeki montuna uzanan kızla sakince çıkardı ve telefonuyla çiçeğini eline alarak koridoru geçti. Salonun kapısında durduğunda eski Sare kıyı köşelerden ona el salladı. Madem gelmişti ona göre davranıp arkadaşı uğruna tahammül edecekti.
Ziya Bey “Zeynep, kim gelmiş kızım?” diye seslendiğinde daha masaya yeni geçiyorlardı. Sare yanından geçen kızın heyecanla “Sare Hanım geldi efendim” demesiyle tüm kafalar ona döndü. En çok da şaşkınlığını gizleyemeyen Devrim göze batıyordu bir de sevindiğini belli etmemeye çalışan Bera.
“Şey ben, davetsiz geldim ama Berna’yı yalnız bırakmak istemedim. Sonuçta o benim kardeşim.”
Ziya Bey ve eşi hemen yanına geldiğinde tıpkı Meyra’ya sarılır gibi özlemle ve şevkatle sarıldılar. Sami dede bastonunu yere vurarak yanına kadar adımladığında kaşları sahte bir kızgınlıkla çatılıp “Davette neymiş kızım. Sen bu evin bir ferdisin ve istediğin zaman gelip gidebilirsin. Hadi gel masaya geçiyorduk bizde.” dediğinde başını sallayan kız aslında bu eve ne kadar da yabancı olduğunu düşünüyordu. Elindeki papatya buketini ona anne şefkatini vermeyi hep iyi bilen kadına uzatırken yüzlerde rahatlama sandalyelere kuruldular.
Havadaki elektirik çatırdamaya başladığı esnada Meyra “Ay ne güzel oldu böyle hepimiz bir arada. Bir de küçük misafirimiz var. Ay ben onu yerim yerim. Ne tütüler ne pembiş pembiş elbiseler alacağım ben halasının bir tanesine” diyerek hemen karşısındaki Berna’ya öpücük atarken gözlerini büyüten Sare boş bulunup konuştu.
“Tütü? Bembiş elbise? Açıkçası kot ve spor tulumları daha çok sever benim yeğenim.”
Senem “Bence de. Ne o öyle çıt kırıldım kızlar gibi. Yani öyle giyinler de çıt kırıldım olmaz ama bize ters ya. Şöyle giyecek kotunu tişörtünü çekecek sporunu ayağına kafaya da bir şapka. Oh mis.”
Saliha “Dimi abla. Sonra alırsın çocuğu mahalle arasında Bağcılar oturuşu da gösterirsin tam olur.”
Mücahit yanındaki abisine eğilip “Bu gidişle çocuk teyzelerle hala elinde telef olacak. Erkek olursa sittin sene kimseye bırakmam onu ben eğiteceğim.” dediğinde diğer yanında oturan Mustafa kafasına küçük bir şaplak atıp “Lan oğlum bu evcil köpek mi? Neyi eğitiyorsun? İnsan lan o insan. Hem de şöyle amcası gibi tuttuğunu koparan bir erkek olacak.” dedi.
Masada herkes çocukla ilgili cümleler kuruyor hayallerini anlatıyordu ama sadece bir kişi sessizce öylece çaprazında oturan kızı izliyordu. Devrim. Özlemişti. Ara sıra gizli gizli izleyip hasret gideriyordu güya ama aynı ortamda bu kadar yakından görüp nefes almak çok başkaydı. Diğerlerinin atışmasına gülümseyen Sare bir an tenine batan o küçük iğneleri hissetti. Usulca başını çevirdiğinde bir çift mavi gözün duygu yoğunluğu içinde boğulduğunu hissetti. Aynı zamanda sinirleri ip gibi gerildi. Başını önüne çevirirken kaşları çatılmıştı.
Masadaki sohbet daha sonrasında oturma odasına taşındığında içilen kahveler sonrası Sare evine gitmek için ayaklandı. Mücahit ve Mustafa “Biz götürelim” dediğinde başını olumsuz yönde sallayan kız “Hayır, kendim geldim yine kendim gidebilirim. Taksi çağırmanız yeterli.” diyerek onların önünü kesti. Devrim ise gece boyu konuşmak istemiş ama fırsat yakalayamamıştı. Evden çıkan Sare kızlarla vedalaşıp taksiye bindiğinde hemen arkasından çıkan Devrim evine kadar takip edip sağ salim içeri girdiğinden emin oldu. Nasıl bir yol izleyeceğini hala tam kestirememişti. Yine de ondan vazgeçmediğini bir şekilde göstermeyi de ihmal etmiyordu.
Günler ardı ardına öyle bir geçti şirketteki odasında terör estiren Devrim avucunun içinde sıkıp parçaladığı kağıttan hırsını almaya çalışırken kimse içeri girmeye cesaret edemiyordu.
“Boşanacakmış. Dava açmış. Biliyorum aptalın en önde gideniyim ama sevdiğim kadını da bırakmayı düşünmüyorum. O mahkemede hiçbir kuvvet beni boşanmaya ikna edemez.”
Dişleri sinirden takırdıyor, yüzü kızarıp bozarıyordu. Sağ elini saçları arasından geçirirken resmen çekiştiriyordu. Avucuna gelebilecek tutamlar umurunda değildi. Bu esnada kapı çaldı ve açılıp içeri Mustafa girdi.
“Sesin koridorun sonundan geliyor Devrim, neler oluyor?”
Soruyu sorarken boğayı andıran kardeşine anlamak ister gibi bakıyordu. Devrim avucundaki kağıdı abisine gösterirken “Boşanma davası açmış. Benim yaptığım mallığa az mı de bana, değil ama ben onu sevdiğimi anladım. Hatamı telafi etmek istiyorum ama o boşanmak istiyor. Çok arkadaş havada bulut bu boşanmayı unut.” diyor sesi hem sinirden hem de korkudan titriyordu. Kaybetmek ruhuna öyle işlemişti ki iş resmiyete dökülürse kendine tahammül edemezdi.