8. HER YERDE O

4143 Words
Burcu, onu odadan kovan adama söylenirken salonda oturmuş saatine bakan kişiye “Kendileri yine sol taraflarından kalktılar. Ahırdaki öküz modundan çıkarlarsa gelecekler.” dediğinde şaşkın bakışlarına göz devirmek istedi. “Anlamadım?” “Yani ayımız ininden çıkarsa gelecek birazdan.” “Ayı?” “Boşver.” Zehra adama çay ikram ederken Burcu masayı kurmasına yardım ediyordu. Yapılan poğaçalardan Burcu tabağa birkaç tane koyup adamın önüne koyarken sıcak bir “Teşekkür ederim” e gülümseyerek cevap verdi. Tam salondan çıkacaktı ki geri dönüp “Sen ne işle meşgulsün?” değince içtiği çay genzine kaçan adam öksürmeye başladı. Hemen su yetiştiren Burcu “Sadece mesleğini sordum arkadaş ölecektin az daha.” diye homurdanırken kendine gelen adam “Benim hatam. Size kendimi tanıtmadım. Ben Avukat Burak Yılgın. Acar Beyin veteriner kliniğinin yeni avukatı.” derken elini uzattı. Burcu, uzanan ele baktı ve o da elini uzatıp sıktı. “Ben Burcu.” Tam bu anda salona giren Acar anlık duraksama yaşasa da sert sesiyle “Neler oluyor burada?” diyerek kendini belli etti. Elini çeken Burcu eğilip sır verir gibi “Bak ahırından çıktı. Dikkat et” dedikten sonra sanki bunu söyleyen kendi değilmiş gibi yandan yandan kıyın kıyın mutfağa kaçtı. Burak kızın ardından kaşlarını kaldırıp bakarken Acar “Sen de kimsin?” dediğinde elini uzatan genç adam “Avukat Burak Yılgın. Veteriner kliniği için size artık ben yardımcı olacağım.” deyip ciddiyetle mavilere baktı. Kaşları çatılan Acar sert sesiyle sorularına devam etti. Az önceki görüntü sinirlerini daha da bozmuştu. “Haldun Beye ne olduğunu öğrenebilir miyim?” “Kendisi geçirdiği kalp krizi sonucu bir süre mesleğini yapmayacağı için yerine beni görevlendirdi. Kendini aynı zaman da benim hocam olur. Mesleği ondan öğrendim. Size en iyi şekilde yardımcı olacağım.” Burnundan sıkıntılı bir soluk alan Acar “Peki seni işe kim aldı? Bu durumla ilgili Haldun abiyle konuşmadan sana görev vermeyi düşünmüyorum.” dedi. Başını anladığını belli edercesine sallayan Burak “Haklısınız. Ben biraz da durumu size haber vermek için bizzat gelmek istemiştim. Haldun hocadan sert ve kuralcı olduğunuzu çok dinlerdim.” deyip çantasını aldı ve “Hocam şu an da Alman Hastanesinde. Sizi bekliyor. İyi günler” dedikten sonra salondan çıktı. Koridorda Burcu ile karşılaştıklarında gülümseyen adam “İyi günler tanıştığıma memnun oldum Burcu Hanım. Görüşmek üzere.” dedi ve gitti. Elindeki tabağı masaya bırakan Burcu Acar’ı unutmuş yanındaki Zehra’ya “Ne kadar efendi gördün mü? Kibar kibar konuşuyor. Maruz kaldığım muameleden sonra böylesine denk gelmek şaşırttı beni. Ne dim ya böyle insanlar da varmış. Eh, bizim mağara adamının gelişmiş hali. Telefon markaları öyle yapıyor ya hani eski özelliği olanların yerine yenisi çıkıyor. Bu kibarcık da yeni sürüm herhalde.” derken kıkırdıyordu. Ellerini cebine sokmuş yüzünde kaskatı bir ifade ile ona bakan Acar’ı ise fark eden Zehra “Kızım sussana adam burada” diye mırıldandı. Göz deviren genç kız “Yalan mı ama?” derken bakışlarını adamdan kaçırıyordu. Acar dudaklarını aralayıp “Bu eve gelen adamları ayartmaya uğraşacağına işine bak. Çık benim odayı temizle her yeri bok götürüyor.” dediğinde bariton sesi ürkütücüydü. Kaşları çatılan Burcu “Ayartmak mı? Bana bak bey amca benim şalterlerimi arttırma. Kimseyi ayarttığım yok. Doğruları söyledim. Bir kendine bak bir gidene. Adam kibar bir kere. İnsanla insan gibi konuşuyor, ona göre muamele ediyor. Sen? Höt zöt. Eee o zaman neden laf yapıyorsun ki? Ayrıca ayartırım ayartmam. Bekar biriyim sonuçta. Sana hesap mı verecem.” dediği an masanın dibine kadar gelen Acar büyük sürahiye sertçe vurdu ve ara kolunu çarpıp düşmesine neden oldu. “Sen diline hakim olmazsan kimse seni insan yerine koymaz. İnsan gibi de konuşmaz. Sokaktan aldık adam ettik diye benim ayarlarımla oynama. Sikerim lan senin hesabını da kibarını da.” Burcu, pek laflarına aldırış etmese de eve almasıyla ilgili sözlerine karşı “Almasaydın. Çıkarın için burada tuttuğun birine karışma ihtiyar.” der demez salondan çıkıp üst kata adamın odasına çıktı. Arkasından gitmek isteyen Acar sinirden köpürüyordu. Zehra durumu kurtarmak adına “Abi önemli bir bilgi var elimde.” dediğinde eli yumruk olmuş adam dişleri arasından “Konuş” dedi. “Burcu’ya çocukluğunda kötülük eden adamın adı Necati’ymiş. Dediğine göre hala onların kaldığı kulübenin olduğu mevkide yaşıyormuş.” “Emin misin?” Aslında Burcu’ya o kadar sinirliydi ki umursamadan çıkıp gitmeyi düşünüyordu ama kendini durdurmuştu. Gözlerini kapayıp burnundan soluk alırken “Kemal nerede?” dedi. Zehra hemen mutfak kapısından çıkıp evin arkasında olan adama seslendi. Koşarak eve girdiklerinde sert duruşlu Acar Kemal’e sordu. “Kokarcayı bulduğunu kulübenin yerini biliyorsun değil mi?” “Biliyorum abi.” “Oraya yanına birkaç adam al git. Etrafta olanlara Necati adında yaşlı bir adam aradığınızı söyle. Bulunca da direkt eski mandıraya getir.” “Tamam abi. Sormam da mahsur yoksa abi kim bu Necati?” “Mahsur var koçum oldu mu? Delirtmeyin lan beni. Bir sorgu sual tutturmuşsunuz gidiyorsunuz. Alayınızın çarkına sıçarım akıllı olun!” Aslında haklıydı çünkü belli bir süreye kadar önce herkes ne derse yapar sorgulamaz hatta düşünmezdi. Hayatlarına Burcu girdiğinden bu yana adamları ona karşı emir sorgular olmuştu. Sinirden migreni yine kendini belli ederken tek lokma yemeden evden hırsla çıktı. Zaten çıkmasa üst kata çıkıp genç kızı omuzladığı gibi camdan atabilirdi. Yatağın çarşaflarını değiştiren Burcu kendi kendine söyleniyordu. “Sokaktan aldık diyor bir de. Sanırsın köpek kedi aldı. Ruh hastası, manyak mağara adamı. Elin adamına kibar değince deliriyor haksızmıyım şimdi. Gelmiş elinde bir odunu eksik hunga bunga dedi böğürdü böğürdü. Sonuç; beni delirtti. Hem evinde istemiyor ha bire laf sokuyor hem de gitmek isteyince kendi gibi sıfatı olan köpekleri adamları karşıma diker. Şu bellekte ne var çok merak ediyorum.” Yatağın örtüsünü yaptıktan sonra oturdu. Bir süre düşüncü. Dün geceden beri içinde bir şeyler değişmişti. Farklı hissediyordu. Sanki buz gibi mavilere bakarken küçük karıncaların istilasına uğruyor teninin altında gezmelerini hissediyordu. Esnedi. Boynunu kütletirken bir kez daha esnedi. Altındaki yatak öyle yumuşak ve davetkardı ki evden gittiğine emin olduğu Acar’ın gelmeyeceğini bildiğinden uzandı. Hoş bir histi. Adamın yatak örtülerinin yüzeyi kadifeydi. Geneli siyah ağırlıklı olsa da zevkli bir oda yerleşimi vardı. Yan döndüğünde yastıktan burnuna inceden erkeksi bir kolu yayıldı. İsim veremiyordu ama yağmur yağınca temiz topak ve çam var gibiydi. Uzun uzun soluklar aldı. Her nefeste uykusunun daha da geldiğini hissediyordu. Rahatlıyordu. Bu hissi öyle her zaman yaşamazdı. O hiç rahatlayamamıştı. Şimdi bir kuşun yuvasında güvenle uyuması gibi kapıyordu gözlerini. Zehra, masayı topladıktan sonra sesi soluğu çıkmayan genç kıza bakmak adına yukarı çıktığında girdiği odada yastığa sarılmış yüzünde rahat bir ifade ile uyuyan Burcu duraksamasına neden oldu. Şefkat vicdan ve merhamet hemen yanı başındaydı. Uyandırmak istedi ama kıyamadı. Oda haricinde olan tüm işleri kendini zorlasa da yaptı. Yemek işine giriştiğinde aklı peşine düştükleri adamda kalmıştı. Burcu ise iyice yastıklara sarılmış yatağın örtüsünü üzerine almış uyku namına bir şey kalmaya kadar uyumuştu. Gözlerini araladığında camdan dışarısı görünüyordu. Kar yağıyordu. Yıl başı geliyordu ve bir yılı daha geride bırakıyorlardı. Nerede yattığını anlaması ile soluk alıp vermesi yetmişti. Anlık duraksama sonrası hemen kalktı ve “Sıktık. Bu manyak acaba yatağında uyuduğumu anlar mı? Anlamaz bence ya nereden anlayacak, şöyle güzelce düzettik mi tamam olur. Ama yalan yok bizim ihtiyar sırtının rahatını iyi düşünmüş. Yatak yatak değil yün tarlası gibi.” derken önce yüzünü yıkadı sonra da yatağı düzeltti. Kapının yanında duran makineyi Zehra’nın gösterdiği gibi açarak süpürme işine girerken alt kattaki kız Kemal ile görüşüyordu. “Kemal, ne yaptınız adamı bulabildiniz mi?” “Bulduk bulduk. Acar abi itina ile geçmişini belliyor. Ondan önce direniyor diye az buçuk ben girişmiş olabilirim. Pezevenk bir de demez mi o kadar çoktu ki hangisini soruyorsun diye. Sinirden kanım çekildi. Hele Acar abiye tutup şu kızıl olanı diyorsun. En çok ondan keyif almıştım bayıldığı için karşı koyamamıştı demez mi? Kemiklerini kırdı. Sonradan konan enjeksiyon makinesi yok mu ona atacak-” Zehra heyecanla dinlerken aniden duraksayan Kemal “Ulan iyice her boku kankasına yetiştiren tikilere döndün iyi mi? Ne soruyorsun sen de kızım işimiz var. Hallettik biz o işi karışma sen Burcu’ya da çaktırma.” Telefonu kapatan Kemal ile ekrana bakıp “Normal yok çevremde” demeyi ihmal etmedi. E normaldi. Mafya babasının evinde çalışıyordu. Üst katta patronuna moruk ihtiyar mağara adamı diyen bir kız vardı. Adamın koruması önce her şeyi anlatıyor sonra atar yapıp kapatıyordu. Giyinme odasına girip sağa sola baktı. Asılı duran takım elbiselere göz gezdirdi. Hepsi besbelli çok pahalıydı. Beyaz gömlekler üzerine elini gezdirirken anlık nefesi kesildi. Yine tüm bedenine karıncalar hücum etti. Yutkundu. Gözlerini kapatıp soluğunu bırakırken aklına gelen düşünceler yabancıydı. Gece üzerine düştüğü beden hissettiği sertlik adamın kokusu nedeninin ne olduğunu bilmediği kıpırdanmalar. Elini çabucak çekti. Hiçbir şeye dokunmadan önce giyinme odasından sonra da yatak odasından çıktı. Merdivenleri hızlıca inerken boğazı kurumuş en önemlisi korkmuştu. Bir de onun her hareketini kaydeden kameralar vardı. Kendi odasında bile. Bunun farkında değildi. Çok sıcak olduğu için kendini odasına attığı an yatağın kıyısına oturdu ve üzerindeki kazağı çıkardı. Sadece ince askılı atletle kalırken telaşlı görünüyordu. Sonra kalkıp üzerindeki pantolonu da çıkardı ve iç çamaşırları ile sağa sola volta atmaya başladı. O sırada evin kameralarına bakan Mehmet kızın odasına sıra geldiğinde ilk görüntü ile bilgisayarın ekranını kapadı. Kendi kendine homurdanırken “Kızım manyakmısın lan sen niye ortalık yerden soyunuyorsun?” dediğinde hemen arkasında olan ve elinin kanını yıkayıp havluya kurulayan Acar “Nr diyorsun Mehmet?” dedi. “Şey abi, evin kameralarına bak dedin ya. Bu, Burcu’nun odası biraz sakat abi ben bakmasam.” “Ne demek sakat? Neler oluyor koçum?” “Abi, kız nasıl desem ortalık yerde soyunuyor. İzleyemem ben.” Gözleri keskinleşen Acar “Soyunuyor derken? Lan siz çıplakken kızı mı izliyorsunuz?” dediği gibi kalkan adamın yerine oturdu ve bilgisayarın ekranını kaldırdı. Sağa sola yürüyen kızın bedenindeki mor çamaşırı görür görmez “Siktir” değip ekranı indirdi. Diğer adamlara dönüp “Evin kameralarını kızın odası hariç siz izleyeceksiniz. Sadece o odanın kayıtları bana ulaşacak. Anladınız mı lan?” derken Kemal ile Asım birbirine bakıyordu. Daha bir saat kadar önce bu adam tecavüzcü bir sapığı hammadde makinasında eritmişti. SAATLER ÖNCESİ ... Kemal, yanındaki adamlarla hisar altına geldiğinde önce Burcu’nun kaldığı kulübeye gitti. Aklına gelen fikirle içeri giren adam sağı solu aradılar ama bellekten iz yoktu. Sonradan dışarı çıkıp etrafa olan çocuklara ve büyüklere Necati’yi sordular. Daha önce ona Burcu’nun kulübesini gösteren çocuk “Abi sen o adamı neden arıyon?” derken cebinden para çıkartan Kemal “Onunla işimiz var ufaklık. Hem merak etme Burcu ablan iyi size selam gönderdi.” dediğinde çocuk gülümsedi. “O iyiyse tamam. Ben sana gösteririm yerini ama alıp gideceksiniz değil mi?” “Alıp gideceğiz.” Çocuk büyük bir hevesle koşmaya başladığında adamlar da onu takip etti. Daha izbe ve kuytu bir köşedeki yıkıntı yeri gösterirken adamın bağırışlarını duyuyorlardı. Çok geçmeden on yaşlarında bir kız çocuğu eli kanlı üzeri hırpani biçimde yıkıntıdan koşarak kaçtı. Kemal hemen belindeki silahı çıkardığında yeri gösteren çocuklar da koşarak uzaklaşıyordu. Yıkıntının içine girdiklerinde idrar ve bok kokusuna çöp kokusu karışıyor iğrenç bir havaya neden oluyordu. Yüzü buruşan Kemal ve yıkık bir kapıyı iterken “Siktiğimin orospusu gel buraya” diye boğukça söylenen adamla karşı karşıya kaldı. Neredeyse seksenine merdiven dayamış saçları kırlaşmış ve keçelenmiş, yüzü sakaldan seçilmeyen, kolundan kanlar akan, içki göbeği olduğu belli olan göbekle eski çekyata oturmuş adam elindeki içki şişesini kafasına dayamıştı. Yırtık olan gömleğinin önü tamamen açıktı. Bu nedenle kıllı göğsü ve iğrenç göbeği açıkça görünüyordu. Şişeği ağzından alan adam “Siz de kimsiniz lan?” derken yaşına rağmen iyiydi. Hayret edilecek konu da buydu. Adam çok kötü haldeydi ama hem ölmemiş hem de hala pis işlerine devam ediyordu. “Necati mi lan senin adın?” “Sanane yarrağam.” Bahtiyar “Abi biz bunu bir silkeleyelim mi? Çok toz olmuş Acar abi kirlenmesin boşa.” dedi. Kemal baş işareti verdiğinde bir posta dayan yiyen Necati bayıldığında kollarından tutup sürükleyerek arabaya kadar götürdüler. Bagaja atıp yola çıktıklarında Kemal Acar’ı aradı. Haber verdiği an Asım ile Mehmet ile o da klinikten çıktı. Mandıraya geldiklerinde eski ahşap sandalyeye oturtulan adam kafasından soğuk su dökülerek kendine getirildiğinde kollarını bağlama ihtiyacı bile duymamışlardı. Mavilere bakan adam “Sen de kimsin? Ne sikim dönüyor lan burada?” dediğinde yüzü sertleşen Acar “Şimdi o leş ağzını kapa önce de çenenin bağını sikmeyeyim.” dedikten sonra bir yumruk attı. “O çocuklara el süren pezevenk sen misin?” “Niye sen de mi yapacan yoksa?” “Lan!” Acar peş peşe yumruklarını indirmeye başladı. “Kim gönderdi lan seni?” “Kim mi gönderdi?” dediğinde gözlerini hırs bürüyen Acar dişlerini sıkmıştı. “Nenesi ile tek yaşayan kızıl saçlı bir kız vardı hatırladın mı lan it?” Necati düşündü. Bakışları donuklaşırken yorgun ve yılgın gözleri an be an parlamaya başladı. Yaşamıştı. Kah kötü kah ona göre iyiydi. İçindeki lanetli nefsi ona en kötü günahları işletmişti. Cehennem onun gibiler için vardı. “Hatırladım. Kızıl şıllığı nasıl unuturum. Dayaktan geberttiğim zamanları dün gibi hatırlarım. En zorlu çocuk oydu.” Bu Acar için son damlaydı. Konuşturmadı. Silahı çekip on dört kez ateş etti. Hepsinde tam da karşısındaki duvar dibinde küçük bir kız çocuğu onu izliyordu. Eski püskü giysileri, çıplak ayakları, kirli de olsa kızıl saçlarıyla yaşlı gözlerle bakan minnet dolu yüzüyle öylece duran. Sonrasında daha sonra oraya yerleştirilen enjeksiyon makinasına önce ham madde koydurdu. Kazanı ısınmaya madde erimeye başladığında “Atın şunu içine” dediği an adamlar tuttu ve hazneye attı. Yanık et kokusu etrafa dağılırken hepsi Acar’ın nefret dolu bakışlarına şahitlik ediyordu. ŞİMDİ... İşlerini halledip yola çıkan Acar bu defa Alman Hastanesine doğru gidiyordu. Avukat Haldun ile konuşması şarttı. Adamlarına çoktan Burak’ı araştırmalarını söylemişti. Hastaneye gelip kaldığı kata çıktığında sert adımları yeri dövüyordu. Adamın kaldığı odanın önüne geldiğinde bir kez tıklatıp içeri girdi. Elinde kumanda televizyon izleyen adam gelen kişi ile tebessüm etti. “Acar, hoş geldin.” “Hoş buldum demek isterdim ama ne oldu sana Haldun abi neden haberim olmadı bu durumdan.” “Ah be evlat. Her şeyi bilemezsin. Hastalık bu bir anda geliyor yaşlılık işte.” “Durumun en peki? Doktorlar ne diyor?” “Dinleneceksin diyorlar. Yaşlılık kapımızı zorlamamış kırmış adeta. Bende durma kararı aldım. Senin işler için de çok sevdiğim güvendiğim bir öğrencimi görevlendirdim. Bizim büroda çalışıyordu. Kıvrak zekalı, iş bitirici, attığı adımı bilen biridir. Sen buraya geldiğine göre sana uğramış anlaşılan doğru mu tahmin ettim.” Başını sallayan Acar “Doğru, sabah geldi tanıştık da çok genç abi. İşleri benim istediğim yönde ilerletebilecek mi?” değince kahkaha atan adam “Merak etme. Genç olması iyidir. Benim anam ağlıyordu senin işlerine yetişeceğim derken. Burak çeviktir. Hızlı ilerletir işleri merak etme.” deyip gözlerine baktı. “Evlat, seni bugün bir garip gördüm. Hayır olsun diyeceğim de bizim de hayırla işimiz olmaz. Bir sıkıntı mı var?” İç çeken Acar sohbet ettiği nadir insanlardan birine denk geldiği için rahatlamış görünüyordu. Şöyle bir soluk alıp “Bir kız var abi. Kokarca. Geçenlerde ıssız bir sokakta işim varken çığlığını duyduk. Herifin birinden kurtardık falan ama bildiğin sokak kedisi leş gibi. İşte öyle böyle yolumuz yine kesişti. Savaş iti yok mu? O önde kızı kaçırıyor, böbreğini alıyor sonra da satacakken kız bundan bir bellek çalıyor. Onun için de Savaş buna saldırmış. Bellek benim de işime yarayacağı için kızı yanıma aldım evde çalışsın kalacak yeri olsun diye. Ama...” derken o amadan sonrasının ne olacağını bilemiyor gibiydi. Haldun “Ama?” değip devamını beklerken Acar devam etti. “Ama abi kız bir tuhaf. Sırf çeneden var olmuş resmen. Bana dediklerini duysan öldürmeyeyim diye Fizan’a kaçırırsın o denli. Bunak, moruk, ihtiyar, bey amca, mağara adamı.” Kızın dilinden duydukları kulağına yeniden dolarken göz devirip dirseklerini dizlerine dayadı ve alnını eliyle ovalarken “Bak ya aklıma geldi yine sinirlendim. Kokarca, baş belası bacaksız” diye devam etti. “Bu kız sana dediklerini yüzüne karşı söylüyor doğru anladım değil mi?” Dişlerini sıkan Acar “Aynen abi doğru anladın.” derken eli yumruk olmuştu. “Ve hala yaşıyor.” “Yaşıyor.” “Acar, evladım sen baya ilerleme kaydetmişsin. Normal zaman da o kızı kırk kez ortadan kaldırmıştın biliyorsun değil mi?” “Valla birkaç kez denemedim değil. Her defasında şu bellek işi engel oldu.” Haldun imalı imalı bakarken “Sadece bellek mi?” dediğinde kaşları çatılan adam “Başka ne olacaktı? Çenesi boyundan büyük, aldığı nefes safi israf, manyağın teki bellek olmasa neden yaşasın ki?” deyip alaylı bir yüz ifadesi takındı. Omuz silken yaşlı adam “Sen öyle diyorsan” demekle yetindi ama karşısındaki adamın gözlerindeki çatışmayı fark edebiliyordu. Burcu, odada sağa sola dönme işini bitirdiğinde gerçekten de terlemiş ve yüzü kıpkırmızıydı. Ne istediğini ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. O sırada kapı çaldı. Üzerini hızlıca giyindi. Eli ayağına dolandığında hızlıca odadan çıktı. Salona geldiğinde Zehra’nın karşısında sarı saçlı, uzun boylu, oldukça güzel ve alımlı bir kadın duruyordu. Üzerindeki elbise dizlerinin bir karış altındaydı. Siyah tenine çok yakışmıştı. Yırtmacından görünen bacakta ise dantel detayı vardı. Ayağındaki topuklu ayakkabı ile gerçekten de yanından geçtiği herkesi geri döndürüp baktırabilirdi. Zehra “Müge Hanım hoş geldiniz” dediğinde sıcak bir gülümseme ile “Hoş bulduk tatlım. Acar yok değil mi?” dedi. “Yok çıktı kendileri.” “Anladım. Sabah bana gelecekti ama sonra planları değişti demek ki. Bende ona sürpriz yapmak için eve geleyim dedim.” Burcu, bir an sol yanında acıma hissetti. Sanki kaburgaları kalbini sıkıştırıyordu. Müge'nin gözleri Zehra’nın arkasında kapı ağzında kalan Burcu’ya döndüğünde hafifçe tek kaşı kalktı. “Bu hanım kim? Yeni hizmetçi mi?” Zehra lafa girmeden atılan genç kız “Burcu ben. Geçici olarak temizlik görevlisiyim.” dedi. Müge inceden gülümseyip “Hizmetçi yani.” dediğinde gözlerini kısan Burcu sinirle soludu. “Hizmetçi takıntın varsa bilemem ama ben hizmetçi değilim. Kısa süreliğine buradayım. Misafir gibi düşün ama ev işlerine de yardım ediyorum. Yeterince açık mı?” Müge kahkaha atarken birkaç adımda Burcu’nun önüne geldi ve ona tepeden bakıp -ki gerçekten boyu uzun olduğu için tepeden bakıyordu- “Yeterince açık. Peki kısa süreli misafir ama ev işlerine yardım eden Burcu senin elinden bir kahve içebilir miyim Acar gelene kadar” dediğinde burnundan soluyan genç kız “Elbette. Bol köpüklü bir kahve yaparım hemen.” dedi. Ağzının içinden de “Bol zehirli” derken Zehra’nın gözleri büyüdü. Hemen araya girip “Siz oturun Müge Hanım biz hemen kahve işini halledelim. Orta şekerli içiyordunuz değil mi?” derken gülümseyen kadın “Evet canım lütfen.” dedi. Kapıdan çıkıp mutfağa geçerken Burcu ağzını yaya yaya “ivit cinim litfin” diye Müge’yi taklit ediyor ağız eğiyordu. Zehra “Kızım sen ne yapıyorsun? O kadın kim haberin var mı?” derken kahve fincanını ayarlıyordu. Tezgaha yaslanan kız “Kim?” dediği an kapı yeniden çaldı. Zehra “Açsana” derken soluğunu bırakan kız baş sallayıp gitti. Kapıyı açtığı an karşısında Acar vardı. Maviler kendi gözleri ile çarpışırken kaşları çatılan Acar önemsiz bir detaymış gibi kızı eliyle kenara itip içeri girdi. “Öküz, yemin ederim yaşlanmış çamış.” diye söylenirken kapıyı kapatıyordu. Ensesindeki solukla kaskatı kalırken “O dilini keser elin veririm bacaksız.” diye hırlayan adamın sesi tüm bedenini sıtma nöbeti geçirir gibi titretti. Sertçe yutkunup öne bir adım atmak istediğinde kapıya daha çok yanaşmıştı ama sırtına neredeyse tamamen yaslanan beden ayrılmamıştı. “Diline ayar vereceksin kokarca. Çok fazla uyarıyorum seni bir dahakine direkt uygularım.” Cevap yoktu. Dili bağlanmış gibiydi Burcu çünkü dilinden önce bedeni çok değişik tepkiler veriyordu. Nabız gibi atan kadınlığı kasılıp duran bacakları, giydiği ev terliğinin içinde içe bükülen parmakları sıklaşan nefesi hiçbiri ona yardımcı olmuyordu. “Ne o dilini mi yuttun? Hoş bu işime gelir ama sorduğum ya da söylediğim şeylere cevap verilecek. Anladın mı?” “Anladım.” Kekelememişti. Buna şükretti. Lakin sesi boğuktu. “Güzel. Şimdi kaybol ayağımın altından.” Sıcak beden çekildi. Üşüyordu şimdi. Arkasını döndüğünde salona giren adamı son anda gördü. Kaşları çatıldı. Dişlerini sıkarken “Moruk, öküz, mağara adamı ne olacak” diye yine de söylendi. Ama sesini az da olsa kısmıştı. Acar, Müge’yi görünce şaşırsa ve kızsa da az önce yine kontrolünü kaybetme noktasına getiren kıza daha fazla öfkeliydi. “Sen gelmeyince belki evde ihtiyacın olabilir diye gelmiştim. Kızdın mı?” “Kızdım.” “Cezam nedir peki?” “Odaya çık. Diğerine.” “Emrin olur kralım.” Müge, birkaç yıldır Acar’ın cinsel konuda doyumunu sağlıyordu. Kendi de muhteşem bir adamla sevişme fırsatını asla kaçırmıyordu elbette. Herhangi bir beklentisi yoktu. Olursa ona en başında söylenen olur ve kendini izbe bir çöplükte ölü hale bulurdu. Üstelik böyle bir amacı da hiç olmadı. O zevklerinin peşinden koşan aile ya da aşk hayatına adım atmak isteyen bir kadın değildi. Salondan çıkıp merdivenlere yöneldiğinde mutfaktan çıkan Zehra “Müge Hanım kahveniz?” demişti ki “Sen iç bebeğim benim işim var” deyip göz kırpan kadın basamakları heyecanla çıktı. Burcu Zehra’nın omuzundan giden kadına bakarken Acar da salondan çıkıp merdivenlere yöneldi. Zehra durumu anlamış olacak ki yanakları kızarırken Burcu saf saf “Neden yukarı çıkıyorlar ki?” dediğinde mutfağa geri giren genç kız kızıl saçlı dostunun kulağına neden yukarı çıktıklarını fısıldadı. Duyduklarından sonra gözleri büyüyen ve “Oha” diyen Burcu içinin burkulduğunu hissetse de yüzünü buruşturdu. “Nenem kırkından sonra azanı teneşir paklar derdi. Bu moruğu da teneşirin paklaması yakındır. Ee biz şimdi onlar yukarıda şey yaparken napacaz.” “Hiçbir şey. İşimize bakacağız.” Yutkundu. İşlerine bakacaklardı. O yukarıda başka kadını becerirken kendisi aşağıda öylece duracaktı. Bedenine sinir yüklenirken Zehra “Film izleyelim mi? Animasyon.” diyerek dikkatini dağıttı. Kendini toparlayan Burcu ile “Olur.” demekle yetindi. Yarım saat sonra televizyon karşısında kahkaha atan Burcu Sid’in dişi sandığı ve sağmaya çalıştığı bufalodan kaçışını izliyordu. Bilmeden benzer bir şeyi adamın kasıklarına darbe indirdiğinde söylemişti. Zehra “Kızım yavaş ol. Sesimiz yukarı çıkarsa Acar abi kızar.” “Banane ya. Gülerken de o bet suratlıdan izin mi alacağız. Hem onun işi uzundur şimdi bizi mi duyacak.” Aslında içi içini yiyordu ama belli etmiyordu. Üst katta ise kendi odasına değil tavan arasındaki sadece bu iş için kullandığı odaya geçtiklerinde Müge çoktan üzerini çıkarmış çıplak biçimde yatağa eğilmişti. Arkası adama dönüktü. Elleri yatağın çarşafını kavrarken fermuar sesi duydu. Bu darbeden hemen geleceğine işaretti. Kendini hazırladı ve kadınlığını serbest bıraktı. Saniyeler sonra girişine dayanan alet tek hamlede içine girdiğinde çığlık attı. Belinden tutan adamın hareketleri sertti. Etin ete çarpma sesi odaya dağılıyordu ama dışarı ses çıkmıyordu. Özel izole edilmişti. Acar her şeyi düşünmüştü. Müge adamın sert darbeleri karşısında bacaklarını kasıp fazla kımıldamamaya çalışıyordu. Çarşafa can simidi gibi tutunurken kalçasında oldukça güçlü bir şaplak darbesi hissetti. Eti cayır cayır yanarken “Ben sana çağırırsam geleceksin, ararsam hazır olacaksın demedim mii?” diyen adamla alt dudağını ısırdı. Canı yanıyordu ama aldığı zevk bambaşkaydı. “Sabah gelmedin merak ettim.” “Gelmiyorsam işim var demektir. Belki de seni becermek istememişimdir. Kuralları çiğnemen için sebep değil.” “Özür dilerim. Affet beni.” Daha da sertleşti. İçine girdiği bedende sanki daha da büyüyordu. Gözlerini kapatan Acar dişlerini sıkıp hırsla bedene daha fazla yüklenirken yine konuşmaya başladı ama Müge bunun kendi ile olmadığını anlayacak kadar onu iyi tanıyordu. “Sana diline hakim ol demiştim.” “Sana sınırlarımı zorlama demiştim.” “Siktiğimin yerinde gözüme gözükme demiştim.” “Lanet olsun rüyama girme demiştim lan.” Müge dayanamayacağı kıvama geldiğinde kasılıyordu ama Acar hala yüklendikçe yükleniyordu. Belini tutan ellerin parmakları etine gömülmüştü. Erkekliğinin ucu rahmini yarmak ister gibiydi. Nefesi kesilmeye başlayan Müge “Acar lütfen, dayanamıyorum çok sertsin” diye yalvarmaya başladığında gözlerini açmayan adam “Baş belası, lanet bacaksız.” diye hırıldamaya başladığında tek bir darbe ile kadının içine akmaya başladı. Müge bittiği için rahatlamıştı. En azından kendi zevkini yaşamış istediğini almıştı. Acar gözlerini araladığında belinden tuttuğu ve içine aktığı bedenin, çarşafın üzerine serilen sarı saçların Burcu olmadığını fark etti. Öyle bir transa girmişti lanet ettiği aşağıladığı kızı gözleri kapalı hayal ederek becermişti. Sinirliydi çünkü bacak kadar bir kıza yenildiğini hissediyordu. O kraldı. Yenilemezdi. Hele kim olduğu belirsiz sokaktan gelme paspal ve geveze bir kıza asla. Onu arzulayamazdı. Yıllardır cinsel doyum sağladığı kadını o gibi düşünüp beceremezdi. Küfürler ettiği kız için şu an vicdan azabı çekemezdi. Omuzlarına dünya binmiş gibi canı yanamazdı. Müge'nin içinden çıkıp ayaklarının dibine indirdiği şort ve pantolonunu yukarı çekerken mavileri ateş gibiydi. “Ben çağırmadan bir daha gelme. Aramadan arama. Hazır ol demeden hazır olma. Bir daha uyarmam Müge.” “Anladım. Ben anladım da sen bu sinir ve öfkenle yanlış yollar çekme Acar. Yoksa sana da ona da yazık olur.” “Ne diyorsun sen?” “Diyorum ki, kızgın olduğun altında olmasını arzuladığın kimse ona karşı kör sağır ve dilsiz olma. Bu kaybetmene neden olur.” “Siktir git Müge. Güzin abla kesilme başıma çekemem.” Odadan çıkarken alnını ovdu. Kendi odasına girdiğinde duşa girip ılık suyun tadını çıkardı. Sonra da giyinip yatağa uzandı. Kolunu gözünün üzerine siper ederken iğne yaptırması gerektiğini hissediyordu. Migreni resmen can çekişmesine neden olacak gibiydi. Yan döndüğünde burnuna dolan Çikolata kokusu ile kaşları çatıldı. Elini yüzünden çekip önce örtüyü sonra da yastığı kokladı. Burnundan deli gibi soluk alıp verirken tüm bedeni geriliyordu. Rüyasında onu görüyordu. Seks yaparken onu hayal edip geliyordu. Yatağında bile onun kokusunu duyumsuyordu. Kapıyı o açıyor bedenine yanaştığında daha dokunmadan ereksiyonunu o canlandırıyordu. Bunu sevmemişti. O kızıl saçlı, beyaz tenli, küçük göğüslü, ince bedenli kızın etkisinden nefret etmişti. Ayağa kalkıp cam kıyısına geçtiğinde bir dal sigara yaktı ve içine uzun uzun çekerken bellek işini bir an önce halletmeyi planladı. Burcu ile daha fazla aynı evde kalmayı istemiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD