SİZLERİ SEVİYORUM UĞUR BÖCEKLERİM
KEYİFLİ OKUMALAR
İnsan en derin uykularını kendini en güvende hissettiği yerde uyur güne ümitle başlarmış. Bunu yıllarca hep diken üzerinde uyuyan ve asla derin uyku tabirine bedenini kaptıramayan biri olarak söylüyorum.
Şimdi Hale ablamın zoru ile küçük odasında tek kişilik yatakta tavanı izlerken zihnim hem onlarca düşünceye ev sahipliği yapıyor hem de hiçbir düşünceyi barındırmıyordu. Ne ironi ama.
Sağa dönüp cenin pozisyonu alıp ellerimi karnıma sardığımda o sahneleri boyası eskimiş duvarda tekrar oynadığını hayal ettim. Az daha bir herife satılmak üzere oluşum, duyduğum doğru diye sığındığım gerçeklerin sahte olmasını duymam, yaşadığım yıkım ve beni gözünü kırpmadan kurtaran o iki adam. Mavi gözlü abisi ve koyu kahve gözlü buz dolabı. Yeniden sırtımın üzerine döndüğümde bu defa tavanda beliren sert bakışlar. Hem de sadece bakışları ile bile insan öldürebileceğini bildiği o hareler.
Başımı sallayıp düşüncelerimden kurtulmak istediğimde kapım tıklandı. Kapım. Bana ait olmayan şimdilik misafir edildiğim evdeki odanın kapısı. Çok saçma ama bu yaşıma gelmeme rağmen bir kapım bile yoktu. Başımın üzerinde çatım ya da evladıma korkma diyebileceğim o güven.
Kapıyı aralayıp başını içeri uzattığında uyumadığımı görünce kaşlarını çattı. Yanıma gelip yatağın boşluk yerine oturduğunda bir anne edasıyla konuşmaya başladı. O an annemi ne kadar da özlediğimi anladım. Yanımda olması saçlarımı okşayıp geçti demesi için neler vermezdim ki.
"Bak güzelim, yüklüsün ve moral bozukluğu sana bu aylarda yaramaz. Aslında doğuma kadar hiç yaramaz. Ben seni uyu dinlen diye odaya yolluyorum sen tavanı izliyorsun. Biliyorum çok zor bir dönemdesin ama inan bana küçük hanım biz ikimiz, hatta şu karnındaki küçücük eşantiyon ile iki çeyreğimiz sapasağlam çıkacağız düzlüğe. Gerisi teferruat. Hem sen bana baksana da dört abiye manyak bir eski kocaya rağmen yaşıyorum ayaktayım ekmeğimi kazanıyorum. Kimseye muhtaç değilim. Çok şükür. Sende önüne bakacaksın. Birlikte o umut ışığında ilerleyeceğiz. Anlaşıldı mı Hüma kuşum benim. Şimdi sen dinleniyorsun ben bir pazara çıkayım sonra da işe gideyim. Aslında erken ama mezeleri erkenden yaparsam usta beni erken gönderir. Sende evde sabaha kadar tek kalmazsın"
Derince iç çektim. Ona hayrandım. Geldiğimden bu yana bir ondan bir benden konuştuk ve anladım ki ona kötü Kadın yaftası yapıştıranlar bir avuç acizden başkası değilmiş. Meyhanede çalışıyor diye ardından edilmeyen laf kalmasa da umursamayıp Allah beni ben kendimi biliyorum diyerek ayakta duruyor yaşamaya çalışıyordu. Gülümsedim. Tıpkı anacığım karşımdaymış gibi içtenlikle gülümseyip ellerine uzandım. O daha anlamadan öpüp yanağımı yasladım.
"Allah razı olsun abla. Sorgusuz sualsiz açtın kapını. Onca şey anlattım gebe kadını çekemem demedin annem gibi üzerime titrer oldun. Hakkın nasıl ödenir bilmiyorum"
Gözleri buğulandı. Bir an yutkunamadı. Gördüm. Çünkü bende yutkunamadım. Yüzümü elinden kaldırıp mavilerine bakmamı sağladı. Şefkatin eli ucu bucağı var mı deseler var derim. Bir bu mavi gözlü kadın bana şefkatin her tonu ile dokundu bir de mavi gözlü adam.
Kızar gibi kaşlarını çatıp burnunu çekerken "Bana bak kız, vallahi o kanatlarını yolar tüyünden yastık yaparım kendime. Ne hakkı ne hukuku. Sen bana yoldaş evimde ses olmaya gelmişsin. Senin bir eve benim ise kardeşe ihtiyacım vardı. Hepsi bu" deyip parmak salladı.
Bende gözlerimi sildim. Oldukça sulu göz olmuştum. Eğilip saçlarımı öptü. Üzerime rahat edeyim diye verdiği geceliği süzüp gülmemek için kendini sıktı. Hoş benim de gülesim geliyordu ya neyse.
Kim kocaman pandaların olduğu kırmızı bir pijama takımını dolabında tutar ki. Hoş ben tutarım da Hale ablayı bunların içinde düşününce gülmeden edemedim.
"Gülme kız, pazardan ucuz diye aldıydım birkaç takım. Olur misafir gelir bana lazım olur diye. Ama bak sana çok yakıştı. Bana küçüktü zaten kalıp olarak"
O da ben gibi gülüyordu. Üzerine keten sütlü kahve tonlarda pantolon giymiş kalçalarına kadar inen gri düz tişörtle salaş bir tarz yakalamıştı. Rahatlığı seviyordu.
Ayaklanıp odadan çıkmadan önce bana bakıp "Bir şey istiyor musun güzelim? Canın bir şeyler çekiyor mu?" dediğinde gözlerimi kaçırdım. Burnuma dolan çilek ve erik kokusu ağzımın içini sulandırmış sadece yutkunmakla kalmıştım.
Tek kaşı havalanınca bende döktüm içimdekini.
"Abla benim canım erik ve çilek çekiyor. Böyle kokuları burnuma doluyor ki sorma gitsin"
"Deli kız öyle bir anlattın ki benim de canım çekti. Ben bolca alayım da karşılıklı yeriz"
Göz kırpıp odadan sonra da evden çıktı. Bense yanındaki komodinin üzerinde duran telefonumu elime alıp öylece biraz ekrana bakakaldım. İnterneti var mı emin olmak için mobil veriyi açınca gelen paket mesajları ile sevindim çünkü yüksek internet vardı. Ama yüzüm hemen düştü çünkü o buz dolabının dedikleri aklıma doluştu.
"Ota boka bizi aramayacaksın. Sorun olduğunda tehlikede olduğunda" demişti. Bir an telefonu komodine sanki yakıcı bir şeymiş gibi bıraktım.
Kendimi zorlayıp uyumaya çalıştığımda gördüğüm sadece havada uçuşan çilekler ve eriklerdi.
Ama bebeğim benimler aynı fikirde değil ki derin bir uykuya daldık.
Uykumun en tatlı yerinde aldığım çilek kokusu ile ağzım sulanırken istemsiz yutkunuyordum. Sanki dudaklarımı aralasam tadına varacak o çok az ekşimsi bolca tatlı tadı damağımda hissedecektim. Ben o an çilek kokusu ile savaşırken birinin kıkırdaması ile gözlerim aralandı. Hale abla elinde tuttuğu çileği burnuma yanaştırmış ileri geri sallıyor kokunun yayılmasını sağlıyordu.
Benim uyandığımı görünce sesli bir kahkaha atıp "Allah affetsin kız ama inan çok komiktin. Yavrum nasıl da canın çekmiş ki ağzının suyu aktı. Hadi kalk koca bir tabak dolusu yıkayıp hazırladım. Yiyeyim de bende işe gideyim" dediğinde ona küskünce bakmak istesem de becerememiş sadece ben de onun gibi gülüp yataktan doğrularak yanağına bir öpücük bıraktım.
O da benim saçımı öpüp odadan çıkarken hala şen kahkahası duyuluyordu. Kendi kendime gülmeye devam ederken havanın kararmaya başladığını fark ettim. Odanın küçük camından sızan akşam güneşi kendini belli ediyor bize saatler sonra geri gelmek üzere veda ediyordu.
Odadan çıkıp küçük banyoya girerek elimi yüzümü yıkadım. Alparslan abilerin evine göre burada kutu gibiydi ama hayat vardı. O koca ev sanki sadece taş bir yapıydı. Bu küçücük evde ise öyle bir sıcaklık vardı ki insan her daim gülümsemek için neden buluyordu.
Salona geçip koltuğa Hale ablamın yanına kurulup büyük meyve kasesini aramıza koymasını bekledim. Çünkü elimi uzatınca tersçe bakmıştı. Yorulma diyordu bana. Ben evdeyken yorma kendini.
Nasıl yedik nasıl bitti anlamadım ama karınlarımız yemekle değil erik ve çilekle dolmuştu. Şişmiş karnını ovan Hale abla "Kız ben çok fena şiştim. İşe giderken dolmuşla falan uğraşmasam mı?" dediğinde gözlerim camdan dışarı kaydı. Artık güneşin o son ışıkları da yoktu ve onun için korkmuştum.
"Şey, abla dolmuşla git yine de. Karanlıkta yürüme tek başına"
"Korkma gülüm korkma. Senin bu ablan el sallaya kol sallaya çıkar mı dışarı. Çanta da biber gazım, cebimde sustalı bıçağım elimde de fener gibi görünen şok cihazım var"
"Ay abla resmen tek kişilik ordu gibisin"
"Eeee gülüm etrafta orospu çocuğu çok olunca biz de ordu gibi gezmek zorunda kalıyoruz"
"Haklısın abla"
"Neyse gülüm sen beni düşünme. Bak ev senin. İster otur televizyon izle istersen uyu. Sana kalmış. Şu köşede benim yeni aldığım kitaplar var kitapta okuyabilirsin"
"Tamam abla ben bakarım başımın çaresine sen dikkat et de"
"Hadi gülüm ben kaçar. Gece geç gelirim. Anahtarı alıyorum yedek anahtarı da sana vereyim kapıyı kilitle. Uyuyacağını anladığında üzerinden anahtarı al ki seni uyandırmayayım bir daha"
"Olur abla. Hem ben uyumam artık çok uyudum bugün"
Gülümsedi. Kalkıp gri tişörtünü krem rengi başka biriyle değiştirip çantasını aldı. Elime anahtarları tutuşturup bir dizi tembihte bulunarak evden çıktı. O gidince başta korktum yalan yok ama sonradan televizyonun sesini açıp kir de kitap okumaya dalınca o korku da gitti. Rahattım.
Saatler geçti. Saat gece yarısını vururken gözlerim ağırlaşmış oturduğum koltuğa uzanmıştım. Televizyon açık olsa da sesini kısıp sadece ışığından faydalanıyordum. İçim geçmiş derin uykuya dalacakken kapıda büyük bir gürültü işittim. Korku ile yerimden sıçrarken neler olduğunu anlamaya çalışsam da yapabildiğim sadece ayağa kalktığım yerde öylece durup salonun kapısına bakmak olmuştu.
İkinci büyük gürültü ile dışa kapının sertçe duvara vurma sesi ile korku beni ele geçirmiş zangır zangır titriyordum. Aklıma ilk gelen Gediz'in dövdüğü o adam oldu. Ya beni almaya geldiyse ya zorla sahip olmaya çalışırsa. Başıma neler gelecek bilmiyordum ve deli gibi korkuyordum.
Derken salonun tahta kapısı da duvar ile sertçe buluşunca karşımda iri yarı at hırsızı gibi bir adam kızarmış gözleri ile belirdi. Yüreğim ağzıma çıkmış bebeğime ve bana kötü şeyler olmaması için dua ediyordum.
"Sen kimsin lan?" diye bağırdı. O bağırınca yerimden sıçrayıp bir adım geri gitmeye çalıştım. Devam etti.
"O Hale orospusu nerede?"
Tek kelime edemedim. Dilim tutulmuş sanki öylece donup kalmış gibiydim. Üzerime yürüyüp kollarımı tutarak sarsınca acıyan kolumla çığlık attım. İri bedeni karşısında küçük bir çocuk gibi kalıyordum.
En sonunda dilim çözüldü ve bağırdım yüzüne karşılık.
"Bı-bırak beni, bırak dedim sana"
"Kes lan sesini küçük orospu. Nerede o Hale kaltağı nerede dedim sana"
Bir tokat attı. Öyle bir tokat ki sağ yanağım uyuştu. Beynim sanki kafa tasımı delip duvara sıçramış gibiydi. Başım dönüyor bedenim bir çuval gibi yere serilmek ister gibiydi.
Yere düşmeme izin vermeden bir tokat daha atıp boğazıma yapıştığında ondan yayılan koku midemin bulanmasına neden oluyordu. Kimdi bu adam? Neden arıyordu Hale ablayı? Allah'ım sen yardım et.
Nefesim kesiliyordu. Gözlerim kararıyor hayvani bağırtısı uzaktan geliyordu. Galiba ben böyle can verecektim. Tıpkı şiddete maruz kalıp öldürülen diğer kadınlar gibi.
Ama ne olduysa bir anda boğazımdaki eller gevşedi. Üzerime çullanmış iri adam kapana kısılmış bir domuz gibi acı içinde bağırırken üzerimden itildiğini hissettim. Gözlerimi zorlukla aralayıp nefes almaya kendime gelmeye çalışırken beni kaldırmaya çalışan birinin sesini duymaya başladım.
Hale abla sürekli adımı haykırıyor beni sarsıyor doğrultmaya çalışıyordu. Sonunda ayağa kalkabildim. Tüm bedenim ağrıyor karnımdan kasıklarıma ince sızılar iniyordu.
Koluma giren Hale abla yerde kendine gelmeye çalışan adama bakmadan "Hadi Hüma çık evden hadi güzelim hadi kardeşim. Allah onun belasını versin. Allah'ın belası, Allah'ın belası" diye ağlıyordu. Tam kırılan kapıdan çıkmak üzereydik ki yanımdaki Hale abla çığlık atarak geriye doğru çekildi. Geriye bakmama fırsat vermeden bağırdı.
"Git bacım kaç. Git."
Ben ileri doğru savrulurken arkamdaki kapı kapandı ve içeriden sesler gelmeye başladı. Dışarıda bir sürü insan vardı ama kimse yardım etmiyordu. Sendelerken yardım istiyordum.
"Allah aşkına yardım edin. Öldürecek kurtarın onu"
Ama kimseden ses yoktu. Herkes ahlanıp vahlanıyor ama kimse kılını dahi kıpırdatmıyordu. Bedenim beni taşıyamazken yere düşerken cebimdeki telefon dikkatimi çekti. Tabi ya sabah beni kardeşi gibi kabul eden adamı arayabilirdim.
Titreyen ellerimle zorla telefonu çıkarıp rehbere girdim. Önce birkaç kez Alparslan abiyi aradım. Açmıyordu. Ağlıyordum. Boğazım tahriş olmuş olmalı ki nefes aldıkça canım yanıyor yutkunmakta zorlanıyordum.
Ulaşılamıyordu. Lanet bir mesaj sesi sürekli aynı şeyi söyleyip duruyordu.
Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor.
İçeriden acı bir çığlık daha koparken bu defa onu aradım. Gediz'i. Ağrım şiddetlenmişti. Sanki karnımı ve kasıklarımı oyuyorlardı.
Telefon önce açılmadı. Sonra bir kez daha aradığımda o soğuk sesi yankılandı uğuldayan kulaklarımda.
"Söyle"
Zorla nefes alıp "Yardım et" dedim.
Birkaç saniye kadar durup "Neler oluyor?" diye sorduğunda acı sesime işlemiş korku ve hırpalanmışlık tüm benliğimi sarmıştı.
"Öldürecek yardım et"
O an hat kesildi. Ne olduğunu anlamaya çalıştım ama mümkün değildi. Gözlerimin önü acıyor tüm bedenim yerdeki taşlara serilmemek için kendini zorluyordu. İçeriden o pisliğin sesi yankılanıyor bir Allah'ın kulu yetişmiyordu. Yerden emekleyerek canımın acısını umursamadan kapalı kapıya ulaştım. Çöktüğüm yerden yumruklarımı acizce kapıya indirirken duyuyordum. Sağır olmak isterken o irin dolu ağızdan dökülenleri işitiyordum.
"Orospu, kaltak seni. Meyhanede çalışıyorsun he. Ne o önce midelerini sonra da s*klerini mi doyuracaktın. Fahişe seni. Abilerin seni bana verdiğinde biliyorlardı nasıl bir orospu olduğunu. İstanbul'a gelince götün kalktı. Önce beni boşadın. Lanet karı. Geber. Madem beş kuruş para vermiyorsun geber"
Ve daha nicesi. İnleme sesi geliyordu ablamdan. Allah'ım bu nasıl bir imtihandı? Bu nasıl bir çıkmazdı?
Ben Hüma. Bugün burada insan oğlunun vicdan denen olgudan nasılda yoksun olduğunu anladım. Bir kadının nasıl bir erkek tarafından vahşice katledildiğini ve onun çirkin iftiralarını duydu bu kulaklarım.
Karnımda bebeğim gözümde yaşım dilimde mazluma yapılan zulmün ahı vardı.
Ne kadar orada öylece durdum bilmiyorum ama gür iki erkek sesi kalabalığı yarıp bana kadar ulaştı. Kendimden geçmek üzereydim. Yanıma ulaşan iki adam da önümde diz çöktü. Abi dediğim mavi gözlüm kıyamaz gibi baktı bana. Dişlerini sıkıyor gözleri lacivert olmuştu. Zorla "İçeride abi. O-onu öldürecek yetiş" dedim. Abim kalkıp kapıya yüklenmesi ile içeri girerken ben dayanamıyordum. Geriye doğru düşerken bir çift kol beni yakaladı. Ben bir kez daha düştüm. O bir kez daha beni düşmekten kurtardı. Gözleri karanlıkta birer boncuk gibiydi. İrisleri o karanlıkta bile yüzümde dolaşıyor çene kasları sürekli hareket ediyordu.
Gözlerim kapandı. Karanlığa bir uçurumdan düşer gibi bıraktım kendimi. Buz gibiydi ama bana hissettirdiği tek şey güvendi. Yüreğim yanıyordu. Hale abla için. Bebeğim için. Kendim için. Bir kansızın elinde solup giden son nefeslerini veren kadınlar için.
BÖLÜM NASILDI?