H.K.3

3128 Words
KEYİFLİ OKUMALAR  Derindir benim çığlıklarım. Öyle her babayiğidin harcı değildir duymak. Ben babası dedesi amcası tarafından her öğün dövülen, hayvan gibi tarlada sabana koşulan eziyetin binini bir yaşayan Hüma. Kocam değip güvendiği adamın kapatması metresi olduğunu satılırken öğrenen aptal kadın. Karnında bebeği daha saatler önce tanıştığı ve gözlerinin önünde cinayet işleyen, karanlık adamların arabasında yeni hayatıma doğru gidiyordum. Gözlerim yaşlara misafir olurken şehir içinde konuma göre ilerliyorduk. Caddeleri geçtik, sokakları gerimizde bıraktık. Biraz tekinsiz gibi görünen mahallenin sokaklarından birine girdik. Ortalarda bir yerlerde üç katlı dışı biraz eski ama yine de iyi haldeki evin önünde durduğumuzda Gediz soğuk sesiyle "Geldik" dedi. O an etrafıma bakınmadan acaba neden bu kadar soğuk olduğunu düşündüm. Alparslan abi de soğuktu ama o adamına göre davranıyordu galiba. Bir de bana acımıştı. Ondan sesi kırıcı değildi. Ama Gediz sanki başına bela ayağına yapışan sakız gibi davranıyordu bana. Yardım etmişti amenna ama davranışları soğukluğu hem dikkatimi çekiyor hem de deli gibi uzak durma arzumu tetikliyordu. Ben kapıya uzanamadan Alparslan abi aracın torpidosuna uzandı içinden bir paket çıkardı. Koltuğundan yan dönüp bana bakarak "Bunu al bakalım Hüma. Bir de" değip cebinden kart çıkardı. "Bunu. Bir sıkıntı ya da sorun olduğunda beni ya da bu soğuk nevaleyi ara" "Şey, abi gerek yok. Çok yardım ettiniz teşekkür ederim ama sizi daha fazla rahatsız etmem ben" Alparslan abi bir şey diyemeden söze girdi Gediz. "Bize ota boka korkup ara diye değil Remzi ve adamları karşına çıkarsa ya da onları görürsen ararsın diye veriliyor o telefon ve numaralar" dedi sertçe. Olduğum yerde büzüşmüştüm. "Gediz, bir ayarını bil kardeşim" diye uyardı onu mavi gözlü adam. Galiba Alparslan abi benim için hep mavi gözlü adam olarak kalacaktı. "Abi, çocuk bakıcılığını bıraksak da işimize baksak. Mekana gitmemiz gerekiyor" dediğinde giydiği siyah ceketin iç cebinden sigara paketi çıkarıp bir dal yaktı. Bense ondan gözlerimi olabildiğinde kaçırıp bana merhametle bakan mavilere tutunmuştum. "Bakma sen bu soğuğun sözlerine. Başın sıkıştı mı bir telefon kadar uzağındayız. Kafanda neden diye soru işareti kalmasın. Hep bir kız kardeşim olsun isterim. Senin gibi masum güzel ve güçlü. Şimdi ve sonra hep elim üzerinde bacım. Allah'a emanet ol ve dikkat et. Dünya da kötüler ve soğuk kalpler çok" Onun son sözleri ile yeşillerim direkt hala açık camdan dışarı sigarasının dumanını üfleyen adama kaydı. Hissetmiş gibi yan aynaya gözlerini çevirdiği an koyu kahveler ile çarpışınca hızla kaçırdım gözlerimi. Resmen buz dağı gibi adam. Başımı salladım. Buruk minnet dolu bir gülümseme ile mavilere bakıp "Ben de bir abi istedim hep. Koruyan kollayan kimsenin bana zarar vermesine müsaade etmeyen. Sende Allah'a emanet ol abi. Her şey için ikinize de teşekkür ederim" deyip arabadan indim. Üzerimi düzeltip bir adım atmıştım ki şoför kapısı açılıp mavi gözlü adam büyük bir heybetle indi. Gözlerim ona dikilmişken gelip karşımda durdu ve "Madem sen abi ben de kız kardeş istedik e birbirimizi de bulduk" dedi ve kollarını açtı. Bir kartal gibi iki yana açılan koca kanatlar gibiydi. Gözlerim dolarken bana bu yaşıma kadar güven duygusunu korkudan çok tattıran adamın beline sarmaya çalıştım kollarımı. Küçücük kalmıştım yanında ama bu umurumda değildi. Onda abi şefkati merhameti vardı. Sardı bana kartal kanatlarına benzettiğim kollarını. Saçlarımı öpüp "Kendine gerçekten dikkat et çilek kız" dedi.  Anlamaz bakışlarımı alttan ona sunarken "Bakma öyle çilek kokuyorsun" deyip güldü. Doğruydu. Çok severdim çilek kokusunu. Şampuanım deodorantım bile çilek aromalıydı. Onun bu tabirine güldüm. Çilek kız. Mavi gözlü adamın çilek kokulu kız kardeşi. Geri çekildi. Etrafa bakıp yüzünü buruşturdu. "Git hadi. Laf söz olmasın canını sıkmasınlar" Gönlü güzel adam. Doğru diyordu. Çoktan birkaç cama yaşlı kadınlar çıkmış fısır fısır konuşuyorlardı. Geri çekilip gülümsedim. "Sen de kendine dikkat et Alparslan abi" deyip giriş katın kapısını açan Hale ablanın sesi ile yolu geçip onun yanına ilerledim. Ben Hale ablaya sarılıp içeri girene kadar konvoy araçlar bekledi. Ne zaman ki içeri girip perdeyi aralayarak baktım o zaman gittiler. Sonrası Hale ablamın sorgusu suali ve şaşkınlık korku nidaları oldu. YAZARDAN... Gediz, Alparslan kızla ilgilenirken bir köşede sigarasını içiyordu. Sinirleri çok gerilmiş koyu kahve gözleri siyah birer kuyu gibi kararmıştı. Yıllardır tanıdığı çocukluğu geçen adamın piçin teki olduğunu görmek hamile bir kadına bu denli ırz düşmanlığı ile yaklaşması tüm ipleri koparmıştı. Uyuşturucu kumar derken her işe bulaşan adamı son kez uyarmak için geldiklerinde olanlar aslında belki de en başta olması gereken şeydi. Kafasını kaldırıp baktığında kahve saçlı yeşil gözlü zavallı kadını kusarken gözünde dişlerini sıktı. Onu kandıran şerefsizi tek kurşunla değil işkence ederek öldürmek isterdi ama o an duramamıştı. Son nefesini çekip başını kaldırdığı an yeşiller kan kızılına bürünmüş ona bakarken duraksadı. Ta ki göz bebekleri kayıp küçük beden yere düşmek üzere devrilene kadar. Son anda yakalamış son anda koyu kahveleri yeşille buluşmuştu. Göz kapakları kapanan kız ile iki adam kızı dikkatlice arka koltuğa yatırıp yola çıkarken Gediz direksiyonda Alparslan yan koltukta gözleri sürekli arkada yatan soluk kızda ilerledi araç. Önemli durumlar için hazır olan klinikten bir doktoru arayan Alparslan eve geçmesini yolda olduklarını dile getirip telefonu kapatınca Gediz dikiz aynasından arkaya bakıp araladığı camdan gelen hava ile derince soludu. Aracın içinde garip bir koku vardı. Bir meyve kokusu. Çıkaramamıştı bunu ama tatlı damak sulandıran bir şey. Yine de bu kadın ve yaşananlar canını sıkmıştı. "Abi bir hastaneye bırakıp gidebilirdik. Neden eve doktor çağırdın" Alparslan durdu düşündü. Mavileri arkadaki genç acı içinde yıkılmış kadını bulunca mırıldandı. "Bilmiyorum. Bilmiyorum ama ona yardım edeceğim. Kimi kimsesi var mı yok mu ya da ölen şerefsizden başka başında bela var mı bilmediğim için ev en iyisi. Kendine gelince öğreniriz ne olduğunu" Başını salladı Gediz. Yetimhaneden bu yana hep yanında olan abisiydi bu mavi gözlü adam. İçini dışını bilen ne hissettiğini dile getirmesine gerek kalmadan anlayan tek adam. Baba bilmişti onu. Ne dese zorlasa bile "Tamam" diyor saygısını hep koruyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Ama yine de içinden geçenleri söylemekten geri durmadı. "Abi bu kadın başımıza kalacakmış gibi hissediyorum" "Gediz bırak oğlum şu soğuk ve hep olumsuz düşünceleri" "Sensin abi tamam. Bir şey demiyorum ama yanımızda çok dikkat çekmeden uzaklaştırmamız şart biliyorsun" Derince soludu Alparslan. İşte bildiği bir şey varsa yanındaki buz dolabı gibi olan adamın bu sözlerinin doğruluğuydu. Kızın hayatı kendileri yüzünden tehlikeye girebilirdi. Düşmanları kızı onlara karşı koz niyetine kullanabilir dahası acımadan kafasına sıkıp bir çukura atabilirdi. Eve geldiklerinde telefonu çalan Alparslan arayan kişiye bakıp Gediz'e "İçeri sen götür" dedi ve bahçeye doğru ilerledi. Geride kalan adam gözlerini devirip sertçe bir soluk üfleyerek arka kapıyı açıp ne kadar sinir olsa da dikkatle kadını kucağına alıp korumaların açtığı evin kapısından içeri girdi. Merdivenleri çıkıp nereye bırakması gerektiğine baktı. Odalar vardı ama müsait değildi. Bazılarında silah dolapları bazılarında evraklar vardı. Genelde eve kimse gelmediği için iki oda harici kullanılır konumda değildi. El mahkum kendi odasına ilerledi. Kapısı zorla açıp içeri girince bir kadınla burada olma fikri hoşuna gitmedi. Ara sıra ortağı oldukları otel odasında biri ile birlikte olsa da asla bu evin sınırlarına nefes alan bir dişi girememişti. Yatağına yatırıp dizinden yukarı sıyrılan elbisesinin eteğini kadının tenine dokunmamaya özen göstererek parmak uçları ile aşağıya çekti. Geri çekilip yüzüne bakınca ona acıdı bir yanı. Solgun yüzündeki ince kaşları hafif çatık olmasından bile huzursuz olduğu belliydi. "Yazık" dedi içinden. "Bir şerefsizin oyunu ile nasıl da perişan oldu" O odadan çıkmadan içeri Alparslan ve doktor girdi. Genel bir kontrol yapan adam "Tansiyonu düşmüş. Oldukça da ruhsal açıdan yıpranmış anlattığınıza göre. Bu gece dinlensin ama dikkat etmekte fayda var. Hamile dediniz ve bebek ne durumda bilmiyoruz. Düşük riskine karşılık kendine gelene kadar ara ara gözlemlenmeli" deyip çantasını eline aldı. Gediz "Bir bu eksikti zaten" diye homurdansa da ona tersçe bakan Alparslan "Ben kontrol ederim koçum" dedi ve doktorla dışarı çıktı. Gediz de çıkıp direkt mutfağa girdiğinde bu gece kendini salondaki koltuklardan birine atmadan önce küçük demlikle çay demledi. Onlar temizlik dışında yemek işlerini pek kadınlara bırakmayan adamlardı. Çayı beklerken cebinden paketini çıkarıp Birdal sigara yaktı. Mutfak masasının sandalyelerinden birine çöküp ayaklarını diğer sandalyenin üzerine uzattı. Her nefes de içine çektiği duman ciğerlerine ulaşıyor burun deliklerinden geri dışarı sızıyordu. Derin bir nefes daha çekmişti ki genzine dolan koku ile durdu. Arabada gelen kokunun aynısıydı. Belki biraz çok az daha tazesi. Bir nefes daha soludu kaçları çatılırken. Bu kokunun kaynağı masanın ortasında duran meyve kasesinin içindeki iri büyük sulu çileklerdi. Düşündü ve yüzü istemsiz buruştu. Genç kadın resmen çilek kokuyordu. Yüzünü eğip kendi yakasını kokladı. Kadının saçının değdiği yeri ve oradan da çok ince bir çilek kokusu aldı. Dişlerini sıktı. Çene kemikleri oynarken bitmek üzere olan sigarasından bir nefes tana çekip küllüğe söndürdü. Ayaklanıp demlenen çaydan bir bardak kendine doldurmuştu ki mutfağa giren Alparslan "Bana da çay doldursana kardeşim" dedi düşünceli bir tonla. Sadece kafasını salladı Gediz. Aklı hala göğsüne sinen kokudaydı. Sessizce karşılıklı içilen çaylardan sonra Alparslan "Sen benim odaya geç istersen koçum. Ben salonda uzanırım. Zaten ara ara kontrol etmem gerekiyor kadını" değince kaşları çatılan adam "Yok abi ben salona geçerim. Biliyorsun başka yatakta uyuyamıyorum" diye karşılık verdi. Mavi gözlü adam onun koyu kahvelerine bakıp "Bırakamadın şu alışkanlığı senelerdir. Artık bazı şeyleri geçmişe göm be oğlum" deyince soğukça gülümsedi Gediz. "Eğer o geçmiş fena geçirmişse pek geride kalmıyor be abi. Neyse sen onu bunu boş ver de saat kaç oldu git biraz uyu" "Yatsam da yine kalkacağım koçum ben sen yat hadi" "Abi dellendirme beni de git uyu biraz. Biliyorsun uyuyamayacağım. Ben bakarım kadına" Alparslan koyu kahve gözlere bakarken ciddi olup olmadığını düşündü ama ciddiydi. Zaten saat gecenin ikisiyken Alparslan odasına çekildi ve genç adam da bardakları makinaya koyup salona geçti. Üçlü büyük koltuğa uzanıp bir elini karnının üzerine diğer kolunu gözlerinin üzerine kapatıp sadece gözlerini dinlendirdi. Düşündü. Ara ara kalkıp kadını kontrol etti. Sabaha karşı doğan güneşle uyandığında yatalı beş saat olmasına rağmen yarım saatlik uyuduğu uykusu yoktu. Kalkıp yeniden kadının yanına çıktı. Ses yapmadan odadan birkaç parça giysi alıp alt kattaki banyoya girerek önce duş aldı sonra da giyindi. Mutfağa geçip kahvaltı için hazırlığa başladığında Alparslan'da içeri girmiş boynunu esnetiyordu. Onlar konuşurken uyanan genç kadın önce kaldığı odayı incelemiş sonra da merdivenleri inerek nerede olduğunu anlamaya çalışmıştı. Ve sonunda mutfak kısmını fark ettiğini duyduğu konuşmalar oldukça üzmüştü. Menemeni bitiren Gediz konuşmaları duyup ağlayan kadına su verince Alparslan mutfaktaki masanın bir sandalyesine oturttu onu. Yeşilleri solgun ama yine de telaşlıydı. Korkuyordu büyük ihtimalle. Ama genç adamın anladığı bir şey varsa yaptığı menemene attığı aç bakışlar ve yutkunuşlarıydı. Yemeğini yiyen kadına sorular soran abisi ile cevapları dinlerken kaşları çatılıyor o herifi geberttiği için kendini tebrik ediyordu. Pek oralı gibi görünmese de kulağı genç kadındaydı. Hüma. Evet, adı Hüma'ydı. Cennet kuşu diye bilinen bir kuşa verilen isim. Gediz içinden "Bu kadın kanatlarından yaralı bir kuş. Hüma kuşu yara almış" diye düşündü. En son kadının yeşil gözlerinin ara ara tezgaha konan meyve kasesindeki eriklere kaydığını görünce tepki vermedi. Ama bunu fark eden Alparslan hemen kalkıp ona başka bir kasede verince soluksuz yemesi dudağının ucunu hafif hareketlendirse de eski soğuk duygusuz ruhsuz haline geri döndü. Her şey bitip gideceği yere bırakmak için yola koyulduklarında bile aracın yan aynasından yolları izleyen bir ara dolan ama yaş akıtmayan yeşilleri izledi. Yemek yiyince rengi de kendine gelmişti ve yanaklarında sinir bozucu bir pembelik kendini belli etmişti. Şimdiyse abisinin o kadına sarılıp bir şeyler konuşması sinirine dokunuyordu. Kim bilir belki de baba gibi gördüğü abisini kıskanıyordu. Alparslan arabaya bindiğinde kızın eve girişini izledi. Kendi kendine gülerken "Kız resmen çilek kokuyor" diyen abisi ile içinden "Biliyorum" dese de "Artık gidelim abi" dedi. Yola çıktıklarında istikamet belliydi. Ama Alparslan Hüma ve yanında kalmak istediği kadın ile ilgili derin bir araştırma istemiş gelen sonuçlara göre kafasında bir şeyler kuracağı belliydi. Dün gece Remzi'nin olayından sonra iş yaptıkları birkaç kişi görüşmek istemiş ya tamamen bağları koparacaklar ya da işlerine devam edeceklerdi. Bar işletimi, küçük ya da büyük çaplarda silah kaçakçılığı yaptıkları işlerdi. Ama asla beyaz toz işine girmemiş girenlerle iş yapmamışlardı. Bir de kumarhane işleri onlara tersti. İstanbul genelinde birçok bara ya koruma sağlıyor ya da işletimini yapıyorlardı. Sıkça toplantı amaçlı kullanılan büyük dışarıdan depo görünümlü mekana giriş yaptıklarında ikisinin de yüzü buz dağından farksızdı. Daha dakikalar önce kollarına küçük bir kadını alıp saran ona güven veren adam değil de önüne çıkan ve beyaz işine bulaşanın boynunu kıracak biri gibiydi Alparslan. Gediz zaten yer altında genel olarak buz dolabı ya da buz adam diye anılıyordu. Acıması yoktu. Onun sinirine dokunan ya da hata yapan tek bir kurşunla ölmek için dua ederdi. Çünkü işkence yaparsa bin kez ölüp yeniden dirilirdi o kişi. Büyük masanın etrafında oturan herkes selam verip yerlerine geçmelerini beklerken korumalar yerlerini almıştı. Kısa bir sessizliğin ardından konuşmaya başlayan Alparslan oldu. "Beyler, acil toplanalım istediniz. Sizi dinliyoruz. Sorun ne?" İri göbekli takım elbisesi değişik bir yeşil tonda olan adam konuştu. "Daha ne olsun. Remzi kumar işinden vazgeçecekken siz gece mekanı dağıtıyorsunuz. Yetmiyor adamı komalık ediyorsunuz. O mekanda az da olsa bizim de yatırımımız varken alacağımız paradan da ediyorsunuz. Bu nasıl iş atmaca?" Evet. Alpaslan yer altında "atmaca" diye anılıyordu. Tek kaşı kalkan Alparslan adama karşılık verirken Gediz çoktan yumruklarını sıkmaya başlamıştı. "Hayırdır. Remzi'nin komalık olması mı sorun mekanın bize geçip kapanması mı?" "O mekanda bizim de payımız var" Gediz dişleri arasından adamın yüzüne karşı "Siktir lan pezevenk. Demedik mi bu masayı kurarken kumar ve toz yasak diye şimdi neyin tatavası lan bu" derken adamın gerildiğini hissedebiliyordu. Başka bir adam "Doğru diyorsun ama kumarhanelerin getirisi ortadayken uzak durmak ne kadar mantıklı tartışılır. Polisler gümrükleri daha sıkı hale getirdi. Toz işi tamam olmasın ama kumara izin olmalı. Silah işinde bile bu sene maliyet düştü. Kimse hakkını alamıyor" deyip bir kaç kişinin katıldığını belli eden baş sallamaları ile geri yaslandı. Gediz sinirle ayağa kalktı. Dişlerini sıka sıka hırlar vaziyette "Sikerim lan paranızı da hakkınızı da. Sanki alın teri döküyorlar da para az diye dert yanıyorlar. Kumarhanenin getirisi bol diyorsunuz öyle mi? Dün gece kumar borcuna karşılık hamile karısını peşkeş çeken bir iti geberttim ben. Bu iş silaha benzemez. Kafes dövüşüne benzemez. Eline üç kuruş geçen gelir soluğu kumarhane de alır. Sonra ne olur? Kaybeder. Bir daha ve bir daha. Para kalmayınca satacak canını kurtaracak ne varsa onu öne sürer. O zaman da dedim şimdi de diyorum. Bu masa da kumar olursa ben bir gece hepinizi gebertir o kumar masalarına sererim" deyip mekândan çıktı. Alparslan hepsine bakıp "Aynı fikirdeyim. Kumar olursa masa dağılır. Biz masayı dağıtırsak kimse sağ kalmaz. Son söz kumar YOK" dedi ve o da masadan kalktı. Bir kaç adım atmıştı ki masadaki en söz dinlemez adam "Yanlış yapıyorsun atmaca. Eğer çoğunluğun isteği olmazsa azınlık ortadan kaldırılır" dediğinde ona dönen Alparslan hızla masaya yaklaşıp belinden çıkardığı silah ile az önce onu tehdit eden adamın iki kaşının ortasına bir delik açtı. Diğerlerine bakıp "Benzer şeyler söyleyecek varsa beni yormasın. Arkamdan değil yüzüme karşı sıralasın tehditlerini" deyip laciverte dönen mavilerini adamların üzerinde dolandırdı. Kimseden ses çıkmamıştı. Herkes şokla masaya serilmiş dağılan beyinli adama bakıyordu. "Tamam, sorun kalmadığına göre kumar mevzusu bitmiştir. Bir daha bu masaya konu edeceklerin sonu budur" diyen Alparslan hızla mekândan çıktı. Gediz ikinci sigarasını içerken gelen adamın gözlerini görünce koyu kahveleri karardı. İçeriden gelen silah sesine göre biri haddini aşmıştı. Son nefesini alıp izmariti yerde ezerken konuştu. Dudaklarından incecik dumanlar sızıyor katı yüzü insanı ürpertiyordu. Arabaya bindiklerinde genç adam abisine "Sence bu işte duracaklar mı? "Diye sordu. Çatık kaşları sert maviler ile yolu izleyen adam başını olumsuz yönde salladı. "Bir süre beklerler ama sonrasında birebir olmasa da el altından girecekler kumar işine. İşleri sıkı tutup hepsini takip ettirmeliyiz" "Doğru diyorsun abi. Bu pezevenkler para için anasını satacak cinsteler" Derin bir sessizlik oldu. İki adam da çatık kaşar sert gözlerle aracın tekerleri altında ezilen yola bakıyor kafalarında belli planlar kuruyorlardı. İkili mekândan sonra işlettikleri barlardan büyüğüne geçtiler. Daha gece karanlığı çökmediği için mekânda garsonlar temizlik yapıyor, barmenler bardakları parlatıyordu. İki katlı geniş ve oldukça iş yapan bir yerdi bu mekan. Uzun koridor boyunca kadife kırmızı döşemeler yer alıyordu. Duvarlar siyah beyaz karo taşlarla çevrilmişti. Belli aralıklarla boydan aynalar insanlara içeri girmeden son kez kendine bakmaları için şans veriyordu. Koridor bitip büyük kapıdan girince büyük bir pist misafirlerini karşılıyor pistin çevresinde küçük kalın boru üzerine konulmuş cam masalar yer alıyordu. Masaların gerisinde bar tezgâhı konuşmuş geniş alan oluşturulmuştu. Bar kısmında oturanlar etrafı saran aynalardan geride dans eden ve eğlenen herkesi görebiliyordu. Masalar haricinde birkaç koltuklu kısım vardı. Siyah kadife kumaş ile çevrelenmiş koltukları siyah sehpalar tamamlıyordu. Üst kat için merdivenler metal ve iki kişinin geçebileceği kadar genişti. Üst katta geniş koridorun bir tarafı vip bölümü diğer taraf Gediz ve Alparslan'ın odaları vardı. Odada büyük bölünmüş ekranlardan girişten lavabo koridoruna kadar bütün noktaların kamera görüntüleri vardı. Oradan izliyor çıkacak sorunda direkt müdahale ediyorlardı. İki adam iri bedenleri ile arabadan inip onları bekleyen korumaya anahtarı verip içeri girerken kapıdaki korumalar başları ile selam verdiler. Aynalı koridordan geçip mekanın ilk katına ulaştıklarında herkes işini bırakmış onlara bakıyordu. İstiflerini bozmadan üst kata odalarına çıkarken küçük mutfaktan onları gören yaşlı kadın hemen yeni demediği ve mis gibi kokan çayından büyük iki bardağa doldurup tepsiye yerleştirdi. Yüzündeki teri silip gözlerinin yaşını kurularken merdivenleri aksak ayağı ile dikkatlice çıkıp odaların olduğu yöne doğru ilerledi. Büyük siyah kapıyı tıklayıp içeriden "Gel" komutunu duyunca kolu indirip içeri girdi. Gediz nadir zamanlarda gülümsedi ve bu yaşlı kadını görünce istemsiz gülümsemişti. Bir de dumanı üstünde mis gibi çay kokusu içini ferahlatmıştı. Ama kadın adım attıkça koyu kahveleri kömür karasına dönerken yüzündeki morluk dişlerini sıkmasın neden oluyordu. Alparslan da onun halini görmüş ve mavileri koyulaşmıştı. Kadın çayları masaya önlerine bırakıp mırıltı ile "Afiyet olsun" derken ayağa kalkan Gediz kadına yaklaşıp biraz eğildi. Yüzünü görmek için yaptığı bu eylem ile yaşlı kadın gözlerini kaçırdı. Soğuk ama ilgili bir tonla "Bu halin de ne Nurten abla?" diye sorunca kadın iç çekip "Oğlum" dedi. "Kriz geçirdi yine. Para vermeyince de beni hırpaladı" Alparslan hırlar gibi "Siktiğimin beyazı" derken Gediz "Şimdi nerede abla? "diye ikinci sorusunu sordu. "Bilmiyorum evladım. Çıkıp gitti yine. Melek'in okul için biriktiği parasını alarak üstelik. İkisi de evladım ikisine de yanıyorum ama daha on altısında çalışıp okul parası biriktiren kızıma kıyamıyorum. Sürekli ya benim şiddete maruz kaldığımı görüyor ya da kendisi abisinin elinden kurtulmaya çalışıyor. Ocağınıza düştüm. Klinik midir nedir var ya tedavi yeri. Heh oraya yatırsak. Kurtulsa. Yoksa ya bana ya da kız kardeşine sebep olacak korkuyorum" Ayağa kalkan Alparslan kadına bakmadan telefonla aşağıdaki korumalardan birini aradı. "Necdet, Nurten abla ile kızı Melek'i bizim boş evlerden birine yerleştiriyorsunuz. Oğlu içinde bakımın sağa sola. Bulunduğu an bana getirin" Aldığı cevap "Tamam patron" oldu. Yaşlı kadın "Yok evladım biz yük olmayalım" dese de çayını yudumlayan adam kadına bakıp "Abla sen şimdi çıkıyorsun. Necdet seni eve götürüyor ve kızınla birlikte yeni eve geçiyorsunuz. Oğlun artık bizde. Ya adam olacak başınıza geçecek ya da" dedi ve sustu. On dakika sonra kadın ve koruma gitmiş ikili odasında oturup diğer mekanların resmi evraklarını inceliyordu. Saatler geçip mekân dolup taşarken ikilinin gözü kameralardaydı. Her bir kareyi inceliyor sorun olduğu an korumaları yönlendiriyorlardı. Sessizliği bozan bir telefon melodisi oldu. Gediz masadaki telefonu alıp ekrana bakınca kaşları çatıldı. Başta cevap vermese de ikinci arayışa sorun olduğunu anlayıp açtı ve "Söyle" dedi sadece. Duyduğu bağırış çağırmış arasında "Yardım et" diyen genç kadının sesini tanıdı. Sırtı dikleşti. Daha net duymak için tüm dikkatini sese verdi. "Neler oluyor?" Aldığı cevap yerinden fırlamasına yetiyordu. "Öldürecek yardım et" BÖLÜM NASILDI?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD