H.K.5

2417 Words
SİZİ SEVİYORUM EY AHALİ ❤❤❤❤❤❤❤❤ Bedeller yaptıklarımız sonunda katlanmamız gereken durumlardır. Ama ya yapmadığımız halde ödetilen o can yakıcı bedeller? Gediz telefonda duydukları ile kaşları çatılırken arkadan gelen sesler kızın fersiz fısıltısı yerinden kalkmasına neden oldu. Hızla "Abi bir şeyler olmuş. Arayan senin yeşil göz" demesi Alparslan'ın yerinden fırlamasına yetmişti. Kulüpten çıkıp iki koruma aracı ile yola çıktıklarında defalarca kez Gediz'in telefonundan kızı arasa da ulaşamıyor sinirlendikçe ellerini yumruk yapıyor damarları geriliyordu. Gediz sakin gibi görünse de kulaklarında hala o fısıltı yer alıyordu. "Yardım et" Neler oluyor bilmese de kızın zorda olduğu belliydi. Hatta acı çekiyordu. Kaşları istemsiz bu düşünce ile biraz daha çatıldı. Ayağı gaza ondan emir almaksızın yükleniyor araç asfalt yolu ezip geçiyordu. Sonunda kızı bıraktıkları yere geldiklerinde kalabalığı gördüler. Araçtan iner inmez eve yaklaşıp ikisi de aynı anda "Neler oluyor burada?" diye bağırdığında etkisiz eleman gibi duran insanlar bir bir yol verdi. O an iki adam da kapının önüne çökmüş büzüşüp kalmış kızı fark etti. Hızla kıza yaklaşıp önünde diz çöktüklerinde gördükleri manzara sinirlerini daha da zorlamaya başlamıştı. Laciverte dönen gözlerle kızın yüzüne bakan Alparslan ağzını açamadan içeriden bir çığlık daha duyuldu. Ve Hüma zorla "İçeride abi. O-onu öldürecek" diyebildi sadece. Gediz adamın kolunu tutup "Sen git" derken iri cüsseli adam çoktan sıktığı çenesi yumruk olmuş elleri ile kapıya yüklenip içeri girmişti. Gediz kollarına yığılıp kalan ve son anda ağlamaktan kan oturmuş yeşilleri koyu kahvelere çıkarıp hemen ardından göz kapaklarının ardına saklayan kadın ile kalakaldı. Yanına gelen adamlara içeriyi işaret ederken kollarına kuş gibi hafif bedeni almıştı bile. Hızla arabaya götürürken sarsmamaya çalışıyordu. Ama göğsüne düşen başa bakınca yüzündeki boynundaki izler kollarının sıkılaşmasına neden oluyordu. Sonunda arabaya geldiğinde arka koltuğa dikkatle uzandırdı. Geri çekildiğinde ise bir kolunda oluşan kızıl kan ile duraksadı. Koyu kahveleri kızı bulurken nefesi anlık sekteye uğramıştı. Alparslan eve girip seslerin geldiği salona girdiğinde ortalık savaş alanı gibiydi. İrice bir adam yere düşmüş birinin üzerindeydi ve boğazlamaya çalışıyordu. Artık çırpınmaya dahi gücü kalmayan Hale ise son kez nefes almaya çalışsa da üzerindeki adam boynundaki pis pençeler yüzünde bilinci kapanıyordu. Gözleri onlara doğru gelen iri adamı son anda görmüş ve tamamen karanlığa gömülmüştü. Deliye dönen adam kadın olduğunu anladığı kişinin gözlerinin kapanması ile atılıp iri yarmayı kenara savurdu. Arkasından içeri gelen adamlara "Şu pezevengi alın ve depoya götürün. Ben gelene kadar kimse kılına dokunmayacak. Onun ağzına itina ile ben sıçacağım. Geçmişini siktiğimin piçi" deyip hemen yerdeki kadına eğildi. Yüzü gözü kan içinde kalmış bir kolunda kırık olmalıydı ki mosmor olup şişmişti. Dikkatle kucağına aldı. Nefes kesilen Hale hareket etmesi ile az da olsa soluğu ciğerlerine gönderse de ağrısı çok fazlaydı. Dışarı çıkıp arabaya yönelen adam kolundaki kana bakan Gediz'e bağırdı. "Ne oldu?" "Abi, bebek" O an adam dişleri arasından hırlarcasına bağırdı. "Çabuk çık yola. Bizim kliniğe gidiyoruz. Hadi aslanım. Bende arkadan geliyorum" İki adam da arabalarının arka koltuğunda şiddete maruz kalmış ve kimsenin el uzatıp yardım etmediği iki kadını kliniğe yetiştirmek için yola çıkarken korumalar Hale'nin eski kocası Mert'i arabaya tıkmıştı. Kıdemli olan koruma Nazım ise kalabalığa girip bağırdı. "Burada olanlar kimsenin kulağına gitmeyecek" Aralardan biri "Ama o adamı alıp götürdünüz. Kadınlar desen heriflerle gitti. Polis çağırmak gerek. Siz kimsiniz de adam alıp gidiyorsunuz?" demesiyle Nazım sinirle kalabalığa dönüp kükredi. "Lan az önce iki kadını o aldınız dediğiniz orospu çocuğu öldürüyordu. Biriniz de yardım edip kurtarmadınız. Öldürmesini mi beklediniz ha. Size olay çıksın seyirlik malzemem mi çıksın diye hemen polisi aramadınız. Açıkça diyorum o herif büyük ihtimalle geberip gidecek. Kadınları da merak etmeyin. Sanki güle oynaya gitmişler gibi de dedikodu yapıp arkalarından laf etmeyin yakarım bu sokağı. Sizin gibi çöpler anca yakılarak temizlenir. Şimdi siktir olup gidin evlerinize. Sokağı izlemeye alacağım. Tek bir yanlışta acımam hiçbirinize" değip silahını çıkardı. "Sıkar bir bok çukuruna gömerim" Herkes korkmuş gibiydi. Evlerine dağılırken geride göz korkutmak için bir adam bırakan Nazım arka koltukta debelenen adamın yanına binip hala elinde olan silahın kabzası ile başına vurdu. Bayılan adam başına geleceklerden habersizken Nazım iki patronunun da ona yapacaklarını düşününce soğukça gülmüştü. İki adam da müşahede odasının önünde bekliyordu. İlk çıkan Hale'nin doktoru oldu. İki adama bakıp "Çok fazla darbe almış. Kolunda ilk muayenede fark ettiğim kırık var. Yani bunu yapan hemcinsim olsa da utanç verici. Röntgen çekilecek bir de tomografi. Başına darbe almış ama ne boyutta bilemiyorum. Kan tahlili yaptıracağım. Bu gece yoğun bakıma alalım. Yarın duruma ve sonuçlara göre daha net bir şey söyleyebilirim" dedi ve odadan sedye ile çıkarılan kadının dağılmış yüzü kendini gösterdi. Hale röntgen ve tomografi için bir alt kata asansörle inerken diğer odadan çıkan doktor sıkıntılı nefesler veriyordu. Alparslan "Durumu nasıl?" dediğinde kadın doğum uzmanı olan Neşe Hanım "Hasta şu an düşük riskiyle karşı karşıya. Bebek küçük ve dayana bilir mi emin değilim. İlaç verilecek. Kanamayı durdurmaya çalışıyoruz. Üstelik anladığım kadarıyla hırpalanmış ve tek böbrekli bir hasta. Bekleyeceğiz. Uyanıp kendini yıpratmaması için ilaç verilecek hariçten. Ama yine de her şeye hazırlıklı olmak lazım. Bebeği kaybedebiliriz" dediğinde gözleri alev alan Alparslan ve gözlerini kapatıp yumruğunu sıkan Gediz buna neden olanı yok etmek için ant içiyordu içten içe. Hale yoğun bakımda Hüma normal bir odada güle söyleye ettikleri akşamı yaşam mücadelesi ile bitiriyorlardı. Kadın olmak zor zanaattı doğrusu. Gülme konuşma sesini duyurma. Dayak mı yedin geçer abartma. Hamile mi kaldın illaki erkek doğurmalısın çünkü kızsa senin suçun. Boşanırsın, boşadığın hazmedemez. Başına bela ömrüne Azrail oluverir. Sen bir kanı bozuğun elinde ölüme sürüklenirsin, senin çığlıklarını duyanlar sadece konuşur. "Acaba adama ne yaptı da dellendi böyle" diye. Kimse demez ki kanı bozuktu. İçkici kumarcı madde bağımlısıydı. Hep üstün olmaya çalıştığı bir dünya da kadın onun krallığından kurtuldu diye zevk için öldürdü demez. Demez de demez. Ama kadın öyle mi? Canıyla cebelleşse arkasından elin adamlarıyla gitti olur. Alın teri ile açtığı bu kadından ölüsü çıktı demez. Kliniğin bahçesine çıkan iki adam banka oturup öylece karşılarına baktılar. Gediz cebinden sigarasını çıkardı ve yerleştirdi dudakları arasına. Yakıp derince çekti içine zehirli dumanı. Alparslan da elini uzattı. "Ver koçum bir dal" "Al abi" İki adam derin derin zehir soludular içlerine. Sessizliğin sürüp gittiği o dakikalar boyunca. Derken çaldı Alparslan'ın telefonu. Arayan Nazım'ı. "Patron kadın ve şu adam hakkında bilgi topladım. Hale Kurt. 26 yaşında. Daha on sekizinde Mert Yılmaz ismindeki adam ile abilerinin zoruyla evlendirilmiş. Adam içkici ve hapçı. Memleketi Kütahya'dan İstanbul'a taşındıktan birkaç yıl sonra kadın adamı boşuyor. Çalışmaya başlıyor. Ailesinden de eski kocasından da kaçıyor. Bir otelde işe başlıyor sonra da taciz iddiaları ortaya çıkınca işinden oluyor. Evinden birkaç mahalle ötede bir meyhanenin mutfak bölümünde iş bulmuş. Mezeleri yapıyor bulaşıkları yıkıyor sonra da evine geliyormuş. Ev iş ara da Pazar market dışında bir hayatı yokmuş. Birkaç kez polisten eski kocası için uzaklaştırma kararı çıkarttırmış ama anlaşılan o ki pek işe yaramamış" Adam dinledi. Dinledikçe bir iki nefeslik kalan sigarası avuçlarında yok oldu. Yanığı hissetmedi bile. Kapanan telefondan sonra ayağa kalkan adam avuçlarında sönmüş parçalanmış izmariti yere atıp geri kliniğe döndü. Gediz adamı takip ederken tüm bedeni gerilmişti. Sabahın ilk ışıkları ile deponun eski duvarları bir adamın "Ben neredeyim lan?" bağırtıları ile çınlıyordu. Dışarıda olan korumaların yüzü buruşuyor bir an evvel sesini kesmek için sabırsızlanıyorlardı. Onların isteğini duymuş gibi gelen ve tekerlekleri bağırtacak kadar sert bir fren yapan patronları ile hepsinin yüzünde aynı ifade vardı. 'Birazdan eğlence var' Araçtan inen ikili tüm heybeti ile adım adım ilerlerken ellerini önde kavuşturan adamlar büyük bir gürültü ile depo kapısının açılmasını sağladı. Nazım içeride onları bekliyordu. Adamı metal bir sandalyeye bağlamış bir köşede kullanılması muhtemel aletleri dizmişti. Alparslan sert laciverte çalan gözleri ile "Bu mu?" dediğinde Nazım "Bu patron. Bir de karısı hamileyken odunla dövdüğü için bebeğin ölmesine neden olmuş. Kütahya'dan bilgi geldi." Değince dayanamayan genç adam onlara çatık kaşlarla bakan Mert'in yüzünün ortasına balyoz misali yumruğunu indirdi. Kırılan kemik sesi burnunun yamulduğuna işaretti. Geri devrilen adamı kaldıran Nazım ile adamın yakasına yapışan Alparslan öfke ama en çok da tehlike yüklü sesle bağırdı. "Ulan pezevenk, lan döl israfı. Ne istedin o kadınlardan?" Yüzü kırılan burun kemiğinden ötürü buruşan Mert "Karı benim değil mi lan. İster döverim ister s*kerim istersem de satarım. Sen kimsin a*na koyim" diye tersçe cevap verirken bu defa ikinci yumruk Gediz'den geldi. Geri düşen adamı Nazım yine kaldırırken eğilip acıdan kısılan gözlerine bakarak "Bana bak piç. Önce o dilini toplayacaksın. Karın değil eski kadın. Dövemezsin, kullanamazsın, başkasına peşkeş çekemezsin. Bunlardan birini bile yapıp benim karşıma çıkarsan ben adamı s*kerim. Kaç işetirim kan" diye hırladı. Sesi az sonra avına atılıp parçalayacak bir kurt gibiydi. Mert yeniden ikiliye bakıp "Ne o lan? Benim artık sizlere mi yamadı kendini. Bir de evine küçük orospu aldı. Genel ev mi işletiyordu bana para vermek istemeyen sürtük" dedi. Mert böyleydi. Ölse bile dilindeki irini akıtırdı. Eski karısını da bankamatik gibi görüyordu. Kadınlar onun için önemsizdi. Annesine bile el kaldırmış adam el kızına hiç acımazdı. Acımıyordu da. İlerideki masaya gidip demir sopayı alan Alparslan adamın karşısına geçip üzerindeki gömleği çıkarmaya başladı. Altındaki atlet ile kalınca Gediz'e dönüp "İzle aslanım. Dünya üzerinden bir döl israfı nasıl temizlenir iyi izle" dedi ve Nazım'a bakıp "Çöz şunu" diye emir verdi. Mert elleri çözülünce sersemlemiş olsa da karşısındaki adamı alt edebileceğini düşündü. Ayağa kalkıp o da üzerini çıkararak atletle aklınca karşı karşıya kaldılar. Elindeki demir sopayı gösterip "Bak dil israfı piç. Bu bazen içinde su taşır bazen bok. Bazen senin gibilerin tozunu almaya yarar ne hikmetse bazen de canını. Seni ellerimle gebertebilirdim ama o pis kanınla kirletmeyeceğim tenimi. Çok can alan bu eller bile senin kanına maruz kalamayacak kadar temiz. O yüzden senin her bir kemiği kırmak o sopaya hak" der demez ilk darbe seri bir şekilde dizlerine indi. Mert acı içinde yere çökerken ikinci darbe yere koyduğu elinin üzerine indi. Alparslan her darbede gelen kemik sesi ile yeterli değil dedi. Her darbede yaralı bir domuz gibi sesler çıkaran adamın sesi kulaklarını tırmaladı. Sonunda tüm kemikleri kırılmış bir halde yerde yatıyordu. Alnındaki teri silen adam baş ucuna gelip kısık kısık nefes alan adamın kulağına doğru eğildi. "Eeee genç. Şimdi benim elimdesin. İster döverim ister s*kerim istersem de satarım değil mi? Ama benim dördüncü bir şıkkım daha var. Şu içinde beyin yerine bok taşıdığın yeri ezip seni lağım çukuruna gömmek. Bence en hak ettiğin yer orası. Çünkü sen karısına doğmamış bebeğine acımayan bir pezevenk olunca sana da acınmıyor. Bekletip sonra da öldürebilirim ama şu an hasta yatağında bebeği için savaş veren kardeşim, yoğun balkım da hayatı için mücadele veren bir döl israfının mağduru var. O yüzden bu sikik yüzü bir daha görmek istemiyorum" Ayağa kalktı. Demir boruyu defalarca adamın başına geçirdi. Artık etrafa dağılan beyin parçaları ile Gediz gidip adamı durdurdu. "Tamam abi, layığını buldu" "Buldu değil mi? Şerefsiz bir de ister onu yaparım ister bunu diyor göt lalesi" "Üstün başın battı. Sen onu hallet Nazım da sağlam bir bok çukuru bulsun. Bu leş burada kalırsa kıyma makinesinden geçirip ibret için yedi tepeye gömdüreceğim" Gün öğlene varırken ikili kliniğe gelmiş doktorlarla görüşmüştü. Doktorun dediği gibi Hale'nin kolu ve iki kaburgası kırıktı. Bir kulağında işitme kaybı tespit edilmişti. En az iki gün daha yoğun bakımda kalacaktı. Hüma ise öylece yatıyor kendinden haberi olmadan rüyasında küçük bir kız çocuğu ile vakit geçiriyordu. "Hadi anne çok yavaşsın" "Geliyorum kızım dur. Nefes nefese kaldım zaten" "Of anne çabuk ne olur yoksa babam bizi yakalayacak" "Ay evladım sadece ebe oluruz işte ne demeye kıçına arı konmuş sıpa gibi koşuyoruz bahçede" "Olmaz anne. Hep babam yakalıyor. Dayım ne güzel hiç beni yakalamıyor hep ebe oluyor ama babam öyle değil" Genç adamın sesi duyuldu. "Bak sen anası kılıklıya. Demek dayı hep ebe olunca iyi ama baba yakalayınca kötü. Öyle mi küçük hanım" "Ya baba tamam al durdum gel yakala beni de ebe olayım. Baksana annemden hayır yok" Genç adam kıza gülüp "Anka, güzelim. Annen kardeşine hamile ama biliyorsun değil mi? Yorulmaması koşmaması lazım" dediğinde çimlerdeki örtüye oturmuş soluklanan kadına bakan küçük kız yeşil gözleri kahve saçları ile birden suçlulukla dolmuştu. Babasını es geçip annesine koşarak yanına oturan kız ona sarılıp hep yaptığı gibi çenesini öperken "Özür dilerim anne. Seni de kardeşimi de yordum. Söz bir daha koş diye ısrar etmeyeceğim" dedi titrek bir tonda. Annesi ona bakıp saçlarına öpücükler kondururken kızına "Sabret annem. Kardeşin doğsun o uyurken söz bol bol koşarız seninle. Hem büyüyünce ona da nasıl hızlı koşulur gösterirsin. Olmaz mı?" dediğinde yüzü kocaman gülen kız "Olur hem de koccaman güzel olur" diye bağırdı. Kızı ayaklanıp koşarak kulübesindeki yavru köpeği ile oynarken huzurun en koyu konuna bulanmıştı. Bir de arkasına oturup onun kollarına alan adamın sert göğsüne sığınarak kapadı gözlerini. Adamın yüzü boyun girintisine girerken sesi ilahi bir müzik gibiydi. "Bazen seni kızımızdan ve doğacak oğlumuzdan kıskanıyor olmam suç mu cennet kuşum" "Bilmem. Bende seni ve Anka'yı kıskanıyorum mesela. Ya da abimle seni ama elden tahammül etmekten başkası gelmiyor" "Bak sen" diyen adam aldığı koku ile nefeslendi. "Sen cennet kuşum, kokun cennet bahçesi. Bana bu hayatta bahşedilen en büyük armağansın kadın. Hem de tüm karanlığıma tüm soğukluğuma rağmen" "Sen bana soğuk dağların ardının sahra çölleri olabileceğini gösterdin adam. Ben sende önce dondum. Buz kesti iliklerim. Sonra yandım. Yüreğimle duygularımla ve bedenimle. Sen ki her izimi öpecek geçirmek isteyecek kadar aşık, kol kanat gerecek kadar yüce gönüllü benden olanı evlat bilecek kadar adilsin" İkisi de az ileride yavru köpeği ile oynayan kızlarına bakarken yağmursuz bir gök kuşağı doğdu evlerinin üzerine. Her bir rengi canlı her bir dizisi ışıl ışıl. Kapadı kadın gözlerini. Adamın kokusu sıcaklığı verdiği güven ile daldı en güzel uykulara yüzünde gülümseme ile. Hüma'nın başında bekleyen adam genç kadının yaralı yüzündeki tebessümü fark etmişti. Yaralı dudağının titrekçe kıvrılması. Huzura bulanmış yüzü. O an rüya gördüğünü anladı. Merak etti. "Umursamıyorum" dediği kadının rüyasında ne görüp de gülümsediğini deli gibi merak etti. Dakikalar geçerken o tebessüm söndü. Kayboldu. İnce kaşlar kavislendi. Yüzü gölgelendi. Nefesleri sıklaştı. İlaçların etkisi ile kendine gelemiyordu ama kâbus gördüğü aşikardı. Alnında boncuk boncuk terler birikmiş göz kenarlarından sızan damlalar şakaklarından yastığa dağılmış saçlarına ulaşıyor orada kayboluyordu. Bir eli gayri ihtiyari kanını bulduğunda koyu kahveler onun her bir hareketine kilitlenmiş gibiydi. Durduğu cam kıyısından yatağın yanına doğru geldi. Solgun beyaz tendeki morarmalar huzursuz yüz serildi tamamen gözleri önüne. Soğuk adamdı Gediz. Buz dolabı gibiydi ama. İşte bir aması vardı ki yüreği sahra gibiydi. Kuru kupkuru hem de. Hiç düşünmedi. O an istediğini yapıp dudaklarını önce alnına sonra da yeni bir yaşın yol ettiği şakağa bastırdı. İri eli onun karnındaki elinin üzerini bulurken kulağına doğru fısıldadı. "Sakin ol cennet kuşu. Ben buradayım. Yanında. Seni koruyacağım. Sizi koruyacağım" Saniyeler sonra kavisli kaşlar düzeldi. Gölgelenmiş yüz aydınlandı bir anda. Nefesi normale döndü. Rahatladı kasılan bedeni. Hemen yanındaki komodinin üzerinden kâğıt peçete alan adam alnındaki teri ve şakaklarında iz yapmaya yüz tutmuş yaşları sildi. Soğukça bakarken "Böyle daha iyi" değip peçeteleri çöpe attı. Odadan çıkarken yüreğinin kurak topraklarına sürgün ettiği cennet kuşunun çilek kokusu bir kez daha ciğerlerindeki yeri almıştı.  BÖLÜM NASILDI GÜZELLER
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD