Ne zor insan olmak. Merhameti vicdanı şefkati bir bedende toplamak. Bir garibin başını okşamak, yetime kol kanat germek ya da yardıma ihtiyacı olana el uzatmak. İnsan için şimdilerde ne zor davranışlar duygular değil mi? Bencillik nankörlük ben merkezcilik para hırsı kazanma arzusu, güzel duyguları asırlarca öncesine iterken hala bu duyguları taşıyan insanlar tıpkı zorla çıkarılan kıymetli bir maden gibi.
Göz kapaklarım sanki üzerinde ağırlık varmışçasına açılmayı reddederken bedenim üzerinden tır geçmiş gibiydi. Tüm kemiklerinde ağrı vardı. İçine düştüğüm karanlıktan bir süredir çıkmış ama gözlerimi açıp nerede olduğumu çözemiyordum. Düşündüm. Genzime ilaç ve antiseptik kokusunun yanı sıra değişik bir koku daha doluyordu. Sanki okyanustan sızan o köpüklü dalga kokusu gibi. Kendimi ilaç kokuları olmasa deniz kenarındaymış gibi düşünebilirdim. Ama değildim. Biliyordum. Ben şu an bir hastane odasındaydım ama iyi de neden? Bana ne olmuştu ki?
Saniyeler bana yılları anımsatırken zihnime dolan onlarca görüntü yüzüme atılan sert bir tokat gibi bana nedenleri sıraladı. Hale ablanın evindeydim. O adam saldırmıştı. Sonra, sonra kasıklarımdaki ağrı ve sonrasında bir kez daha kendimden geçerken gördüğüm koyu kahve gözler.
İşte şimdi göz kapaklarıma binen o ağırlık hızla yok oldu. Açılan gözlerim bulunduğum alandaki ışıktan ötürü acırken tekrar kanamak için dirense de müsaade etmedim. Ellerim bağlı olan seruma rağmen karnımı bulduğunda boğukça "Bebeğim" dedim.
"Bebeğim"
Acıyan boğazım ya da yanan gözlerim umurumda değildi. Tüm kemiklerim kırılmış gibi ağrısa da şu an tek odak noktam oydu. Beni hayata bağlayan bebeğim.
Sakin bir ses duydum kan akışımı bile netçe hissettiğim kulaklarımda.
"Sakin ol bebek iyi"
Başımı acıyan boynumla yavaşça sesin geldiği yöne çevirdim başımı. Odanın tüm aydınlığına rağmen orada o tekli koltukta tüm karanlığı ve soğukluğu ile oturan adam ile gözlerim buluşunca onun koyu kahvelerinde üşüdüğümü hissettim. Yeşillerim sulanırken elim karnıma birazcık daha baskı yaptı.
Titrek bir sesle "O gerçekten iyi mi?" diye sordum. İyi olduğuna inanmak istiyordum.
Kaşlarını mümkünmüş gibi daha da çatarken sesi katılaştı.
"Anlamakta güçlük mü çekiyorsun. Sana o iyi dedim. Kendini boşa telaşa kaptırma da iyi olmaya devam etsin"
Şakağıma süzülen damla ile gözlerimi ondan kaçırdım. Krem renge boyanmış klasik hastane odalarından değildi burası. Deniz mavisi duvarlar birkaç hastane bilgisinin olduğu çerçeve ile süslüydü. Yatak örtüleri bile deniz mavisiydi. Sağ elimin üzerinde damar yolu açılmıştı. Bakışlarım biraz daha üzerimde oyalandığında hastane kıyafeti içinde olduğumu gördüm.
Gözlerim bir dakika kadar etrafta dolanmışken aklıma gelen detay ile gözlerim irileşti. Allah'ım ben nasıl unuta bilmiştim de can derdine düşmüştüm. Bakışlarım bu defa boynumdaki acıya rağmen hızla ona döndü. Gediz bezgin bakışlarla bana bakarken daha sormadan cevapladı.
"Ablan da iyi. Sadece biraz fazla şiddete maruz kalmış ve doktorlar normal odaya uygun görene kadar tedbir amaçlı yoğun bakımda"
Göz yaşlarım bu defa irislerimi yakarken tavana çevirdiğim de fısıldadım.
"O adam çok korkunçtu. Çok fazla hem de"
Sessiz kaldı. Tek kelime etmedi ama sıklaşan nefesleri sinirlendiğini mi gösterirdi yoksa sıkıldığını mı emin olamadım.
Ayaklandı sessizliği yarmak ister gibi. Adımları güçlü kendinden emindi. Odadan çıkmadan önce bana bakmadan "Doktora ve abime haber vereceğim. Kendini kasıp üzülmekten vazgeç. Bebek için iyi değil" dedi sadece. Ardından çıkıp gitti. Yalnız kalmıştım. Hale abla çok şükür kurtulmuştu iyiydi. Bebeğim onun dediğinde göre hala benimleydi. Biz tüm ülke de kendini üstün gören erkeklerden birinin şiddetine maruz kalan kadınlardan sadece ikisiydik. Hala kaç evde tokat sesleri kaç yatakta akıtılan göz yaşları vardı. Belki de ölüm ile burun buruna olup son nefeslerini veren.
İç çektim. Hayvanın dahi dişisine zorbalık yapmadığı bir dünya da insanın insana bunu yapması ne acıydı. Eşrefi mahluk olan insanoğlu kendine biçilen bu önemli yeri neden yerle bir ederdi ki.
Aklım almıyordu. Galiba hiç almayacaktı da.
Gözlerim bulunduğum odanın canıma çevrildiğinde güneş batmak üzereydi ki değişik bir kızıllık hakimdi göğe. Aklımdan acaba kaç gündür uyuduğumu geçirdim. Kaç karanlık gece yerini güneşe bırakmış kaç can solup giderken ben en başında pisliğin ortasından beni çekip çıkaran bu adamlar sayesinde güvende almıştım nefeslerimi.
Düşüncelerim kapının tıklanması ile bölünürken içeri önce bir doktor sonra da mavi gözlü adam girdi. Abim gelmişti. Onu görünce istemsiz bir ağlama krizi geldiğini belli ederken hıçkırıklar içine "A-a-bi" diyebildim. Yanıma gelip saçlarımı öperken derin nefesler alıyor "Sakin ol güzelim. Yanındayım bak iyisin" diye beni teskin etmeye çalışıyordu.
Doktor olan kadın bana dikkatle bakıp "Hüma Hanım ben kadın doğum uzmanı Neşe. Çok rica ediyorum kendinizi böyle ağlama krizlerinden ve üzüntüden uzak tutun. Korkmayın bebeğiniz iyi ama düşük tehlikeniz var. Bu sebeple sizin sakin dingin ve rahat olmanız şart. Sizin hislerinizi küçük olmasına rağmen anlıyor ve tepkiler veriyor. Kanamanızı durdurduk. Üç gündür ilaçlarla uyutsak da artık biraz daha iyi olacağınızı düşünerek ilacı kestik. Bu sayede kendinize geldiniz. Bir süre, en azından düşük riski ortadan kalkana kadar klinikte misafirimiz olacaksınız. Şimdi eğer abiniz ve beyefendi müsaade ederse küçük bir muayene yapıp durumu kontrol edelim" dediğinde abim bir kez daha saçlarımı öpüp "Biz dışarıdayız. Kendini üzmeyi bırak. Sadece küçüğünü ve kendini düşün" dedi yine kısıkça ve orada olduğunu doktorun demesiyle fark ettiğim Gediz ile dışarı çıktı.
Muayene sonrası daha rahattım. Ultrasonda görünce içime serin sular serpilmişti. Bir de öğrendiğim kadarı ile burası bir hastane değil özel klinikti. Aklıma gelen ilk soru neden bizi normal bir hastaneye götürmedikleri olmuştu. Sonra biraz daha düşününce anlayabiliyordum. Karanlık yanlarından ötürü kendileri için en iyi olanı seçmiş bize de bunu ön görerek yardım etmişlerdi.
Doktor gittikten bir süre sonra içeri yine abim ile o girdi. Farkında olmadan kokusunda denizi anımsadığım Gediz.
"Daha iyisin ya şimdi" diyen abim ile gözlerimi ona çevirdim. Yüzüm güldü o an. Dudağımın kenarı biraz acısa da zorla gülümsemem solmadı.
Ama abim direk yüzüme bakıyor ne kadar hasar aldıysam artık kaşları çatılıyordu. Ama içimden bir ses aynı şeyi Gediz'in de yaptığını fısıldadığında gözlerim anlık ona kaydı. Doğru tahmindi. Onun da koyu kahveleri yüzümde dolanıyor kaşları çatılıyor gözleri buz gibi bakıyordu.
Dikkatimi abime verip "İyiyim abi. Sayenizde. Yetişmeseydiniz olacakları düşünmek dahi istemiyorum" dedim. Sona doğru sesim kısılmış çatallaşmıştı.
Mavileri merhamet ve şefkati bana sergilerken "Düşünme zaten. Bitti artık. Kimsenin kılına zarar vermesine izin vermem anladın mı beni çilek kız. Hem eğer abinsem buna yakışır davranmam lazım. Bundan sonra bir adım gerindeyim güzelim. Sana da evladına da zarar gelmesine müsaade etmem" dediğinde iç çektim. Ne güzel bir şeymiş bir erkeğin abi olarak kol kanat germesi. Şiddetle değil de sevgiyle vicdanla yaklaşması. Şiddet kadar sevgiyi de bilirdim ben. Babamdan dedemden tokat yer ama annem o izleri sevgisiyle sarardı.
Benim annem yılların yılgınlığı sinmişliği ile dur diyemezdi ama korumaya çalışırken çok dayak yemişti benimle. Gece oldu mu birbirimize pansuman yapar yine de nefes aldığımıza şükrederdik. Ama yine de ben gibi yeşil gözlerinden anlardım sevgisini. Bana sanki düşsem kırılıp parçalanacak bir kristalmişim gibi bakar içi titrerdi. Hele yaralarıma pansuman yaparken için için ağlar izleri öper özür dilerdi. Öyle insanların içinde sıkışık kalmış kadına nasıl kızın gönül koyabilirdim ki.
Daha da geniş gülümsedim.
"Allah razı olsun abi" diyebildim çünkü gözlerim yaşadığım duygu seli ile dolmuştu.
Derince nefes alıp boğazını küçük bir öksürük ile temizledi. Bana dikkatle bakarken iç çekti.
"Asıl Allah senden razı olsun çilek kız. Bana şu buz dolabından sonra abilik hissini yeniden yaşattın. Üstelik hem abi hem dayı oldum galiba"
Gülmeye başlayınca bende dolu gözlerle güldüm. Ama koyu kahve gözlü adam bize bakıp sanki hiç görmeye dayanamadığı bir şey varmış gibi kafasını olumsuzca sallayıp göz devirdi. Odadan çıkmaya yeltendiğinde "Abi ben gidip kadının durumu ne alem de ona bakayım. Sizde burada abi kardeş yeğen devam edin" dedi ve gitti. Kaçar gibiydi. Belki biraz da tavırlı.
Ensesini kaşıyan abim nefesini verip "Kıskandı bizim buz dolabı. Bana çok bağlı. Şimdi sen de gelince sanki pabucu dama atılmış gibi oldu." Dediğinde suçlulukla bakışlarımı kaçırıp "Onu huzursuz ettim galiba" diyebildim.
Elimi tutup güven verircesine sıkarken konuştu.
"Onu huzursuz etmedin. Sadece hayatından benden başka kimsesi kalmadı. Bir de yaşantımız belliyken içine senin de girmen gerdi onu. Şimdi sadece birbirimizi değil seni ve doğacak küçüğü de korumakla yükümlüyüz. Ve inan etrafımız öyle gül bahçesi değil köpek balıkları ile çevrili"
"Abi siz ne iş yapıyorsunuz ki?"
Gözlerini gözlerimden kaçırmadı ama cevap da vermedi.
"Sen şimdi bunları boş ver. Sağlığına ve içindeki o ufaklığa dikkat et. Gerisi teferruat"
"Yani söylemeyeceksin?"
"İnatçımsın sen biraz"
Şakayla karışık söylemişti. Sert yüzü gülüyordu.
"Aslında değilim ama galiba sevdiklerime karşı biraz inatçıyım"
"O biraz inadın bolcasından bebeğine de geçmiş ki doğmak için diretiyor. Seni bırakmamak için savaşıyor. Bu da demektir ki dayısının başına çok işler açacak. Doğacak büyüyecek kız olursa erkekler peşine takılacak ve ben onları bir güzel pataklayacağım. Erkek olursa ki benim gönlümden geçen kız o zaman da futbol sahalarından kızların yanından toplayacağım. Çok çalışmam lazım çok"
Bu defa sesli bir kahkaha atmıştım çünkü kurduğu hayalleri anlatırken yüzü şekilden şekle giriyor kaşları çatılıyor buruşuyordu.
O da anladı gülüşümün nedenini. Kendine gülerken kapı tıklandı ve içeri o girdi. Gediz bize bakıp göz devirirken bir kez daha "Doktor kadının daha iyi olduğunu ve birkaç saate normal odaya alınacağını söyledi" dedi ve camın kenarına geçip kararan günün şehre bıraktıklarını izlemeye başladı.
Verdiği habere çok sevinirken abime dönüp "Hale ablam da iyi çok şükür abi. Onun içinde çok teşekkür ederim. Eğer gelmeseydin o adam onu öldürürdü" dedim ve derince iç çektim.
O an hissettiğim mutluluğun yanı sıra odaya yayılan gerilimdi.
************
Kliniğe geldiğimizin beşinci günü abime rica etmem sayesinde Hale ablam ile beni çift yataklı bir odaya aldırdım. Burası daha geniş ve büyüktü. Aynı renkler buraya da hakimdi. Deniz mavisi duvar boyası kırık beyaz tavan birkaç pano ve büyük bir televizyon.
Genişçe cam aralık kalıyor içeri temiz hava doluyordu. Hale abla yüzüne ve bedenine çok darbe almıştı. Başı sarılıydı. Ayağının ve kolunun biri alçıdaydı. Kaburgalarında da kırık vardı ki yattığı yerden pek kımıldanamıyordu. İki gecedir rüyasında sayıkladığına şahit oluyor onun bu olayı kolay atlatamayacağını düşünmeye başlıyordum. Gerçi hangimize kolaydı ki. Resmen ölümden dönmüştü.
Abim ve Gediz gün içinde birkaç saatliğine uğruyor sonra da iki hemşire özel olarak bize refakat ediyordu. Neşe hanım daha bir saat önce gelmiş kontrolleri yapıp hızla toplandığımı dile getirmişti. Dediklerine harfiyen uyuyor üzülmemeye çalışıp Hale abla ile ya komedi filmi ya da belgesel izliyorduk. Dışardan bazen meyve arabalarından çıkan sesler içimi kabartıyor canımı bir şeylere çektiriyordu ama kendime hâkim olmaya çalışıyordum. Şimdi adamlar işleri ile meşgulken nasıl derdim karpuz ve kiraz çekti canım diye.
"Hüma kuşum" diye seslenen Hale abla ile başımı ona çevirdim. Yutkunmadan da edememiştim çünkü televizyonda bir program da mis gibi karpuz kiraz daha birçok meyvenin tabağı hazırlanıyordu.
Canı biraz acısa da gülümseyip "Canın mı çekti?" diye sorunca kafamı olumlu yönde salladım. Yalan söyleyemezdim ona.
"Yavrum zaten yok desen de inanamazdım çünkü meyvelere kurbanlık koyun gibi bakıyorsun"
Gülüyordu. Onun gülen yüzünü özlemiştim. Biraz halimden ötürü utansam da benimle uğraşması en azından kafasındakileri şeyleri ötelemeye neden oluyor bu da iyi hissettiriyordu.
"Ay ne yapayım abla. Bu ufaklı içeride nasıl bir savaş veriyorsa resmen her şeyi yemek ister gibi canımı çektirtiyor. Hayır şimdi burada bir tabak serin lokum gibi karpuz iri iri kiraz sulu çilek eksi kivi olsa ne güzel giderdi. Ağzım sulandı be. Resmen kokusunu alıyorum fena halde"
"Kıyamam kuşum ya. Hemşireler gelsin söyleriz. Varsa getirirler. Maazallah çocuğun bedeni kabzımal gibi olmasın"
"Dalga geçme be abla"
"Kız ne dalgası. Annem zamanında bana gebeyken canı vişne çekmiş. Ama babam tabi ki de önemseyip almamış. Tam bel boşluğumda bildiğin vişne izi var. Ben inanırım böyle şeylere. En büyük abimin omuzunda da bildiğin balık şekilli iz var. Anlayacağın annemin canı çekmiş babam almamış olan bize olmuş. Üç abim ve bende iz var. Damgalı koyun gibi dolanırız"
Şimdi ikimizde gülüyorduk. Gülüşlerimize kapı tıklanınca içeri hemşireler girdi. Girdiler girmesine ama ellerinde birer porsiyon meyve. Hem de canım çekenlerden.
Ben önüne çekilen yemek masası ile konulan tabakla aşk yaşarken Hale abla "Bunlarda nereden çıktı?" diye sorunca duraksadım. Sahi nereden çıkmıştı ki.
Kızlardan biri "Az önce Gediz Bey geldi. Odaya girecekti ama bekledi bekledi sonra da korumalardan birine bir şeyler söyledi. Giden adam eli meyve poşetleri ile dolu gelince poşetleri bize bırakıp size karışık tabak yapmamızı kalanı da bizim yememizi söyledi. Ha bir de canınız bir şey istediğinde bize söyleyecekmişsiniz. Biz de kapıdaki korumaya iletecekmişiz. O hemen halledermiş" değince tabakla aşkımı kesip konuşan kıza irice gözlerle bakarken Hale ablanın tek kaşı kalkmıştı bile.
İki kadın da çıkarken ben istemsiz gözlerimi tabağa diktiğimde hepsinin kokusu ile kendimden geçmiştim. Çatalı alıp tek tek yerken sanki ben hasta yatağımda değil bulutların üzerindeydim.
Keyifle "Yok böyle tat Yarabbi" diye mırıldanırken yan yataktaki kadın imalı imalı "Ya sorma. Adama buz dolabı diyorsun ama bak bizi duydu demek ki meyveleri aldırmış. Pek de düşünüyor adam seni. Sen hala buz dolabı de" demez mi.
Yediğim yok kirazın suyu genzime kaçarken öksürmeye başlamış komodindeki suya zor uzandım. O ise hala gülüyordu göğsünü tutarak. İçtiğim birkaç yudum ile kendime gelirken ona kötü kötü baksam da omuz silkip tabağındakileri yedi.
Bu süreç böyle tam bir buçuk ay sürdü.
İkimizde artık daha iyiydik. Hale ablanın alçıları çıkmış kaburgaları için giydiği korseden kurtulmuştu. Benim mide bulantılarım ilaçlar sayesinde en aza inse de yine de zorluyordu. Şimdi tam on bir haftalık hamileydim. Bir hafta sonra üç aynını tamamlayacak bir ay sonra da cinsiyetini öğrenecektim.
İkimiz de bize getirilen çantadan kıyafetlerimizi alıp giyerken esas mesele şimdi ne yapacaktık. Abim artık benimlesin demişti de Hale abla ne olacaktı. O en kötü anlarımda yanımda olurken ben nasıl yüz üstü bırakabilirdim ki. Olmazdı. Abimle konuşup ondan ayrılmayacağımı söylemem gerekiyordu.
Bizim giyinmemizden sonra içeri önce hemşireler sonra da abim girdi. Yanında bu defa o yoktu.
"Eeee hanımlar hazır mısınız?" değince önce ona sonra da birbirimize baktık.
Hale abla abime bakıp "Hazırız. Her şey için çok teşekkür ederim ben kendi adıma. Size çok borçlandım. Maddiyattan çok bir can borcu. Üstelik Hüma içinde yaptıklarınız hala iyi insanlar olduğunun gösterdi bana. Can borcumu ne zaman öderim bilmem ama bir iş bulduğumda ilk işim size maddi olarak borcumu kapatmak olacak" dediğinde abimin yüzü an be an karardı. Mavileri koyulaşıp laciverte dönerken derin bir nefesler gözlerini kapatıp açtı. Bana dönüp sakin ama tehlikeli bir tonda
"Güzelim. Ablan ne diyor?" diye sorunca bu defa Hale ablamın kaşları çatıldı.
"Ne dediğimi Hüma'ya değil bana sorun"
"Size sorsam alacağım yanıtlar can sıkıcı olacak o yüzden kardeşime soruyorum"
"Can sıkıcı derken?"
"Evet can sıkıcı. Can borcunu geçtim maddiyatta ilgili duyduğum şeyler canımı sıkıyor da"
"Ama bu konuşulması gereken bir şey. Sonuçta Hüma kardeşiniz ama ben yabancıyım"
"Yanlış düşünce. Hüma kardeşim sen de onun ablasısın. Benim yanımda güvenilir kişi diye size sığındı. Bu da sizin içinde tüm imkanlarımı kullanacağım anlamına gelir"
"Ben bunu kabul edemem"
"Kabul et ya da etme. Bu senin sorunun. Üstelik bana borcunu ödemeye çok meraklıysan kardeşimi yalnız bırakma. E ben de onu yalnız bırakmayacağıma göre. Sizin için hazırlanan eve geçelim ve ikinizin iyi olduğundan emin olayım"
"Ne münasebet. Benim evim var"
"Var-dı"
"Ne demek vardı?"
"Ev sahibin olayın üzerine eşyaları evden atmak isterken sokağa bıraktığımız adamımız haber verdi. Ben de mecbur birkaç kişi gönderip eşyaları toparlattım. Şimdiki geçeceğiniz eve yerleştirildi. Kırılanların yerine yenileri kondu"
"O bunak herif ben canımla uğraşırken evden eşyalarımı mı attı?"
İşte bu durum beni de şoka uğratmıştı. Bir kez daha abim gibi merhametli insan ile karşılaştığım için mutlu olmuştum.
Ablamın sorusu üzerine başını olumlu anlamda salladı.
"İyi ama kıyafetlerim özel eşyalarım. Onları da adamlarınız topladı?"
Ablam haklıydı. Bu konuda benim de kaşlarım çatılı hale gelmişti.
Abim bu defa sinirli bir tonla konuştu.
"O kadar yabani ve düşüncesiz değilim. Kadın çalışanlardan dört kişi yolladım. Birçok eşyayı onlar toparladı ve yeni eve yerleştirdi. Çantaları bile alt komşunuz ve benim de çalışanım olan Nurten Hanım hazırladı. Umarım yeterince açıklayıcı olmuştur"
Onlar konuşa dursun en sonunda iş çözüme ulaşmış tatlıya bağlanmıştı.
Abim Hale ablaya yeni açtıkları yerde muhasebeci olarak iş vermiş çok istiyorsa borcunu böyle ödeyebileceğini söylemişti ama adım gibi emin olacağım bir şey varsa asla o parayı almayacaktı. Ev konusunda da kira ödeme koşulu ile kabul etmişti.
Bir de o herifi sormuştu. Korkuyordu. Ama en çok da "Benim yüzümden size musallat olmasını istemiyor" dediğinde anlamıştım içindeki karmaşayı. Abimden gelen cevapsa arabayı kullanan Gediz'i bile soğukça da olsa gülümsetmişti.
"Arkadaşla konuştuk. Hatta kafası almayınca beynine vura vura anlattık. O da kabul etti hatasını. Bir daha size bulaşmayacak. Yurt dışına gidecekmiş zaten"
Sonunda iki katlı bahçe içinde çok güzel bir evin önünde durduğumuzda gözlerimle etrafı taradım. Bahçe bakımlı ve güzeldi. Hatta bir köşesinde küçük tarla bile vardı. Dışı çok güzeldi. Krem renk boyaya sahipti. Camları eski binalara nazaran yere kadar uzanıyor giriş kaş ve üstü olmasına rağmen küçük balkonlar yer alıyordu. Hale abla ile bahçeye adım atarken ikimizde sağ ayakla ve Bismillah diyerek girdik. İkimizde yeni hayatımıza besmele ile başladık.
Eve yaklaşırken alt katın kapısı açıldı. İçeriden kısa boylu biraz tombul başında tülbentti üzerinde çiçekli bluzu ve şalvarı ile bir kadın çıktı. Arkasından da çok güzel bir kız.
Kadın bizi karşılarken "Hoş geldiniz evladım" diye sıcacık sözlerini sıralayıp kollarını açarak sarıldı. Hale abla başta biraz kasılsa da sonra da kadına sarılıp "Hoş bulduk" dedi. Bana da sarıldığında bir an sadece bir an kendimi annemin kucağında gibi hissettim. Zaten giyimi kuşamı fiziksel özellikleri çok benziyordu. Bir de başa bela hamilelik hormonları vardı tabi. Gözlerim dolmuş kadına sıkıca sarılırken "Hoş buldum" diye boğukça söylenmiştim.
Benden ayrılan kadın yaşlı gözlerime bakıp "Aman kuzum sen niye ağladın şimdi?" diye şakınca sorunca Hale abla "Hamile o teyze ondan açılıyor musluklar" dedi ve göz yaşlarımı silip şakağımdan öptü.
"Ay aman deme. Kuzum sen çok küçük duruyorsun. Kıyamam ama ben ağlama"
"Tamam ağlamıyorum. Şey ben sizi anneme benzettim de"
"Ay ben kurban olan seni doğurana da verene de. Annen de gelir kuzum ağlama"
İşte şimdi hıçkırıklara boğulmam kaçınılmazdı.
Abim arkamızdan gelip varlığını belli ederken kadına "Annesi vefat etti Nurten abla. Hadi kız hamile düşük tehlikesi atlattı. Dinlenmesi lazım. Ayakta çok kalmasın" değince eli ağzına gidip kapanan kadın gözlerime baktı. Onda da vardı annem de gördüğüm şefkat ve sevgiden. Galiba anne olan herkeste vardı.
Bana sıkıca sarıldı yeniden.
"Başın sağ olsun kuzum. Ama beni de annen bil emi. Yerine geçemem ama sana sıkıca sarılır her şey iyi olacak derim"
Geri çekilip kızını gösterdi.
"Bu kızım Melek. Daha on altısında. Biz ana kız yaşarken yoldaş geldiniz. Hadi siz eve çıkıverin ben de yaptığım yemeklerden getireyim"
Nurten teyze ile eve girdik. Merdivenler iç kısımdaydı. Kendi kapımıza çıkınca yine el ele tutuşup besmele ile açtık kapıyı. Anında yüzümüze ferah deniz kokusu çarptı. Bana deniz kokusu hayat kokusu gibi geliyordu.
İçeri girip etrafı dolaştık. Elbette ayakkabılar dışarıda kalmıştı. İkimizin de huyuydu ki abimlere de çatık kaşlarla yaptırmıştık bunu.
Ev çok güzeldi. Üç tane odası vardı. Yan yana. Odaların bitiminde genişçe salon yer alıyordu. Çok güzel döşenmişti. Abimin dediğinin aksiye birçok eşya yeniydi. Odaların karşısında mutfak vardı. Eve giriş kapısının arkasında da başka bir kapı vardı ki burası banyo ve tuvaletti. Banyo öyle genişti ki altı metrekare halı yıkanırdı.
Salona yeniden geçtik. Nurten teyze hemen arkamızdan kızı Melek ile çıkmış mutfağa girmiş ve midemi bayram ettirecek güzellikte sofra kurmuştu. İştahım yerindeydi. Hatta abim kendi dolmalarını da bana vermiş Nurten teyzeden azar yemişti. Kadın resmen ordu doyuracak kadar çok yemek yapmış bizi besiye alınan ineklere çevirmişti.
Düşüncem ile gülerken karşımda az biraz yemek yiyip sonra da demli çay içen Gediz ile göz göze gelince gülüşüm yüzümde dondu kaldı sanki. Soğuk bakıyordu. Soğuk donuk hiçbir duygu okunmayan irisleri vardı. Bakışlarımı kaçırıp son lokmamı yediğimde derin bir enfes verdim. Çok yemiştim ve karnım cidden şişkindi.
Abimler kalkmak için ayaklanırken Gediz önden çıkmıştı. Abimi yolcu edecekken çok fazla sıkıştığımı hissettiğimde hemen lavaboya kaçtım arada. Tam kapıya açmak için yüklenmiştim ki içeriden açılan kapı ile ileri savruldum. Düşmeyi beklerken belime sarılan kollar, genzime dolan deniz kokusu, başımı denk geldiği yerde atan kalbin sesi ile taş kesildim. Düşmemiştim. Belki yer değildi çarptığım ama içten içe daha beter bir uçuruma adımlamıştım. Şimdi dört bir yanım buz dağı ile kaplıydı. O buz dağlarına rağmen saç diplerime sızan ılık nefes beni neden terletiyordu ki. Peki başımın yaslı olduğu göğüs neden bir anda havalanıp geri inmişti.
Usulca kafamı kaldırma cesaretini kendimde buldum. Buldum ve bir buz dağının alev aldığına şahit oldum. Hep soğuk bakan koyu kahveler şimdi alev almış giyidi. Nefesi bu defa alnıma vururken usulca yüzüme doğru eğilirken nefesim kesildi. Sanki donmuş gibiydim. Yeşillerim koyu kahvelere tutunmuş bedenim yaprak gibi titreyerek kendini belli ederken hem korkuyor hem heyecandan ölecek gibi oluyordum.
O an zihnime birkaç sahne doluştu. Küçük bir kız çocuğu, oturduğum örtü, şişkin karnım ve o karnımı arkadan saran eller. Büyük güçlü esmer tenli eller. Ve o an bile genzime dolan deniz kokusu. Boynuma vuran sıcak nefesi.
Durdu. Kalbim durdu. Dünya durdu. Zaman akmayı bıraktı. Ben o an tek bir kareye tek bir ana takılı kaldım. Bir çift koyu kahve göze. Hem üşüten hem de yakan o irislere.
BÖLÜM NASILDI ŞEKERLER?