H.K.2

2962 Words
KEYİFLİ OKUMALAR EFENDİM Yalanların her zaman açığa çıkma gibi bir özelliği vardır her zaman. Benim için de içinde bulunduğum bir yıllık yalan furyasının yüzüme çarpan tokat gibi ortaya saçılması sadece şansım olabilirdi. O iki adam orada hiç olmaya bilirdi. Ya da bana hiç yardım edip yalanları ile hayatımın bir buçuk yılını zehirlemiş en önemlisi acımdan faydalanıp beni kendine bağlamaya çalışmıştı. Neyi amacı? Bakire bedenime sahip olmak mı? Ya da kendi egosunu tatmin edip benim gibi birini kolayca elde edebileceğini kanıtlamak mı? Şimdi bir aracın arka koltuğunda oturmuş hıçkırıklarım nefesimi keserken şok dalgası bedenimde deli gibi dolanıyordu. Az önce tam dibimde bir buçuk yılımı verdiğim karnımdaki bebeğimin babası başına aldığı kurşun ile ölmüş, başka bir adam ise bana sahip olabilmek için emir vermişti. Ben neyin içine düşmüştüm. Kime güvenmeli kime sığınmalıydım. Ya da artık birilerine sığınmayı bırakıp kendi ayaklarımın üzerinde durmalıydım. Ben cehenneme gitmesi için dualar ettiğim babamın, baba yarısını geç insan olduğundan şüphe ettiğim amcamın ve torun evlattan da önce geliri bıraktım insan gözüyle görmeyen bir dedenin çatısı altında doğup büyümüştüm. Yirmi bir yaşıma kadar her türlü eziyete göğüs germiş sonra da baba sıfatından uzak adamın ölümü ile annemi alıp İstanbul'a kaçmıştım. Şimdi geldiğim zamandan farkım yoktu. Yine bitik yıkık ve yüzünde kendini adamdan sayan bir yaratığın parmak izlerini taşıyordum ve bir de kokusunu aldığı kan damlalarının. Ağlamam durulmasa da yavaşlamış midem ağzıma gelmiş durumdaydı. Nefes almak dahi ciğerlerime zor gelirken aralanan kapı ile beni buraya getiren mavi gözlü iri adam başını uzatıp bir bana bir de elimde açamadığım suya baktı. Bakışlarındaki acıma hissi insanın içine işleyebilecek türde ağırdı. Evet, ben acınacak haldeydim. Beni korkutmaktan çekinir gibi elime uzanıp şişeyi aldı. "Açamadın mı bacım?" dedi naifçe. Garipti. İçeride o hengamede bir adama indirdiği yumruğu görmüştüm. Bulanıktı görüntü ama oydu biliyorum. Sert ve küfür dolu sözleri havada uçuşmuş beni savunmuştu. Şimdiyse korkutmaktan çekinir gibiydi hali. Sesim içime kaçmıştı. Cevap veremeyince, bir de bulanan midem kursağıma dayanınca başımı salladım hafifçe. Gülümsedi. O gülümseyişte anlayış vardı. Derin bir acıma ve üzüntü. Suyu açıp bana uzattığında iri elleri arasından şişeyi alıp titreyen ve kenarı yara lan duraklarıma dayayıp birkaç yudum aldım ama bulanan midem bana yardımcı olmuyordu. Daha beter oldum. Yerimden zorla uyuşan bedenimi hareket ettirerek dışarı adım attığımda yalpaladım. Kolumu tuttu hemen mavi gözlü adam ama dakikalar önce Niyazi'nin sıktığı yere gelince eli inledim acımı yansıtırcasına. Hızla elini çekse de mavileri tepemizde yanan ışıkların altında git gide koyulaşıyor lacivertin tonlarına bürünüyordu. İrisleri öylece oyalandı kollarımda ve şimdiden beyaz tenime morluklar bırakan parmak izlerine şahit oldu. Dişleri arasından tısladı resmen. "Geçmişini siktiğimin orospu çocuğu" Bense etrafımda kusabileceğim bir yer arıyordum. Başım da dönmeye başlamıştı ki bu iyiye işaret değildi. Zorlukla arabadan destek alıp birkaç adım attığımda bir eli giydiği siyah takımın cebinde diğer elinde sertçe çektiği sigara ile diğer adam görüş açıma girdi. Koyu renk gözleri bir anlığına yeşillerime baksa da bu üşütmekten öte gitmedi. Buz gibiydi bakışları. Soğuk ve acır nitelikte. Dayanamadım. Ondan çektiğim gözlerimi acı içinde kapatarak yere eğildim ve midemdeki her şeyi boşalttım. Nefret ederdim kusmaktan. Verdiği o acı tattan ve karnımın kasılıp durmasından. Çünkü çocukluğumdan bu yana bildiğim bir şey varsa aç kaldığın vakit ne kadar su içersen sonrasında bulanın midenin boşalması o kadar uzun ve ağrılı sürerdi. Midemin her bir kasılmasında biraz daha karardı gözlerim. Bedenim yaşadıklarıma isyan mı ediyordu yoksa alenen aptallığımı yüzüme mi vuruyordu bilmiyorum ama canım yanıyordu. Hem de çok. Son kez öne doğru eğilip ağzımdaki iğrenç tatla başımı kaldırdığımda simsiyah bir perdenin arasına sızan koyu gözler belki de gördüğüm son şeydi. Yere düşüp canım yanacak diye beklerken iki ayrı beden mi uzanıp tuttu beni yoksa bu tamamen benim hayal ürünüm müydü bilmiyorum. **** Nefes almaya çalıştığımda kasılan karnım inlememi sağladı. Göz kapaklarımda oynayan görüntüler bana yaşadıklarımı izletiyordu sanki. Genzime dolan koku garipti. Ben neredeydim? Gözlerimin üzerinde yükler vardı sanki. Tüm bedenim üzerinde tır geçmiş gibiydi. Tıpkı babam ile amcam bir olup dövdüğünde yerimden kalkamamam gibi. Ama şu an önemli olan benim nerede olduğumdu. Zorla birbirine yapışan gözlerimi aralamaya çalıştım. Kirpiklerimin inadına iç içe girmiş olması bunu zorlarken ağzımdaki iğrenç ta da yüzümü buruşturdum. Mantığımsa girdiği şoku atlatmış eskisi gibi çalışır olmuştu. Ben aslında evli değildim. Kocam zannettiğim kişi beni kullanmış sonra da borcu için başka bir adama satmaya çalışmıştı. Ve o an tek bir kurşun ile hemen dibimde ölmüştü. Gözlerim yaşadıklarım ve mantığımın acı çığlığı ile birden açılırken yeşillerim nerede olduğumu anlamaya çalışıyordu. Koyu renk bir odadaydım. Duvarlar sütlü kahve renginde boyayla boyanmış tavan kırık beyazı misafir ediyordu. Gözlerim geniş odada korku ile dolanırken bir duvarın boydan boya koyu kahve renginde gömme giysi dolabı vardı. Kapakları eskitilmişti ama hala şık ve göze gösterişliydi. Dolabın tam karşısında büyük yere kadar uzanan camlar o camları yarı yarıya kapatan siyah perdeler vardı. Perdelerin rengi bir an içimi kararttı. Ardından yattığım yatağa baktım ve o an anladım ki sanki yaşadıklarım normalmiş gibi öylece etrafı inceliyor verdiğim tepkiler olması gerekenlerle örtüşmüyordu. Yerimden hızla doğrulup koyu kahve çarşaflar içerisinden bedenimi çıkardığımda derin bir nefes bıraktım. En azından elbisem hala üzerimdeydi. Titremeye başlayan ellerim karnımı bulurken nefesim kursağıma takılmıştı. Penceredeki siyah perdelerin arasından sızan ışığa bakılırsa gün aydınlanmıştı. Kaç saattir baygındım bilmiyorum ama midemin ağzıma gelmesi ile odanın içinde lavabo kapısı arar olmuştum. Midem boşken neden bu kadar bulanıyordu anlamış değildim. Sonunda yine ve yine koyu renk bir kapı bulup içeri kendimi atmamla boş boş birkaç öğürtü sonra kendimi zor toparlayıp ayağa kalktım. Lavaboya geçip elimi yüzümü yıkayıp beyazken daha da beyazlayan tenim ile zayıf bedenim titredi. Şimdi ilk iş buradan çıkıp nerede olduğumu öğrenmek ve Hale ablamın yanına gitmekti. Bir süre onda kalıp kendi düzenimi kurana kadar sığınabilirdim. Eski evime gidemezdim. Oradaki hiçbir şey bana ait değildi. Kafamda düşünceler önce banyodan sonra da odadan çıkıp etrafıma bakınmaya başladım. Garip bir evdi. Duvarlar odadaki gibi sütlü kahve renginde ve tek bir çerçeve yoktu. İki katlıydı çünkü az ilerisinde merdivenleri gördüm. Ayağım çıplaktı ve koyu meşe parkede küçük gıcırtılar bırakıyordum. Nefesim göğüs kafesime sıkışıyor korku iliklerimi teslim alıyordu. O cehennemden kurtulduğumu düşünürken başka bir cehenneme uyanmak istediğim son şeydi. Merdivenleri adım adım inerken genzime dolan menemen kokusu ile anlık duraksadım. Allah'ım bu nasıl bir kokuydu. Sanki yıllardır aç kalmış gibi karnım guruldamış ve ben dudaklarımı iştahla yalayarak yutkunuyordum. Çok açtım. Öyle böyle değil hem de. Kokunun kaynağına doğru adeta uçarken büyük cam sürgülü bir kapının önünde durduğumda kulağıma ulaşan davudi ses durmama neden oldu. Garip bir tonlaması vardı. Böyle soğuk hissiz ve tehlikeliyim diyen. Ama aynı zamanda durup dakikalarca dinleyebileceğiniz bir ses. Biraz daha dinledim ne konuştuklarını. "Abi kızı buraya getirdin ama başımıza kalmaz umarım" "Amma uzattın be oğlum. Hamile kadın, başına gelen ortada. Dün gece Remzi'yi elinden almasam son nefesini veriyordu. Sanki sen kadının haline üzülmedin" "Abi üzülmek başka başa bela almak başka. Üstelik hamile. Bence uyanınca gideceği bir yer varsa soralım ve bırakalım" "Gediz, oğlum bazen çok iyisin ama bazen de yemin ediyorum odunu bile yanında ince ve yumuşak gösteriyorsun helal olsun" "Anlamıyorsun sanki neden böyle dediğimi. Geçen ay sadece barda içki içtiğimiz kadınları kurşunlamadılar mı? Bizim hayatımızda bir kadına yer yok biliyorsun. Hele de böylesine. Üstelik ben evde dolanan bir kadına alışık değilim. Bak sahte başa bela piç kocasını temizledim. Olmadı bir işe sokar güvende olmasını sağlarız ama bizden uzakta" "Doğru diyorsun da bu Remzi takıntılı piçin teki. Kendine gelip toparlandığında bize sarsa amenna da gidip bu kadıncağıza sararsa bu defa yemin ediyorum sıkarım kafasına" Onlar devam etti ama ben olduğum yerde taş kesildim. Duyduklarımdan hangisini sindirecektim. Gediz denen adamın laflarını mı yoksa o pislik herifin peşime düşme olasılığını mı? Doğduğumdan bu yana çektiklerim yetmedi mi? Karnımda bebeğim kaybettiğim annem ve içinde olduğum yalanlar. Bitmedi mi çilem. Ne yapardım ben o herifin karşısında. Şansım olur muydu kurtulmaya? Gözlerim sulanıp yanaklarım ıslanmaya başladığında kendime lanet ettim. Zayıftım, güçsüzdüm. Lanet olsun ki çaresizdim. Aptal gibi yüzüme gülen iyi davranan bir adama inanmış hayatımı daha da mahvetmiştim. Şimdi ölüp gitse de başıma açtığı iş bitmemişti. Tutamadığım hıçkırığımı avuçlarıma hapsedemeden kaçırınca birkaç adım geriledim cam kapıdan. Buzlu olduğu için içerisi görünmese de iri bir bedenin yanaştığını yaşlardan dolayı zor gören gözlerle fark ettim. Sürgü açıldı ve dün gece bana şefkat acıma ve üzüntü ile bakan mavilerle karşılaştım. Titriyor avuçlarım ağzımda göz yaşlarımı akıtıyordum. Acınacak haldeydim. "Hey sakin ol, sen iyi misin?" diyen adama cevap veremedim. Son baharda büyük bir fırtınaya kapılmış bir yaprak gibiydim. Bu defa içeri sesledi mavi gözlü adam. "Gediz, bir bardak su getir kardeşim" Saniyeler sonra elindeki büyük mavi bardakta su ile kapıda beliren adama bakamıyordum. Ondan korkuyor dediklerinden ötürü yeşillerimi kaçırıyordum. Bir de dün akşam hiç acımadan ve bir an düşünmeden bir insanı öldürmüştü. Her ne kadar insan denmesi bile suç olan biri olsa da. Mavi gözlü adam nazikçe bileğimden tutup hafifçe çöktüğüm yerden doğrulttu sakin kalmaya çalışarak. Çene kasları geriliyor aldığı nefesler yüzünden burun delikleri genişliyordu. Çünkü kollarımda morluklar vardı. Derin bir nefes aldı ve Gediz denen adamın elinden bardağı alıp dudaklarıma dayadı. "İç bacım, iç de sakinleş" Bende istiyorum sakinleşmeyi ama mümkün mü? Nerdeyse yirmi yılın birikmişliği var. Ondan öncesi de var elbette ama pek hatırlamıyorum. Birkaç yudum aldım sudan ama karnım aç olunca mideme dokunduğu için daha fazla içemedim. Ama o an çok daha fena bir şey oldu. Karnım guruldadı. Hem de sesini ben dahil bu iki adama duyuracak kadar hem de. O an ağlamam durdu ama yanaklarımdaki ateş beni yakacak cinsteydi. Mavi gözlü adam ise istemsiz bir kahkaha atıp diğer adama döndü ve "Bak kardeşim senin muhteşem menemenine bir buçuk kişilik ortak çıktı" değince istemsiz yutkundum ve yeşillerimi ikisinden de kaçırdım. Sonunda vardığımız nokta ben tabağıma konan menemeni kimseye bakmadan kopardığım ekmek parçaları ile yerken izlendiğim gerçeğini bir kenara bırakmam oldu. Açtım. Hamileydim. Ve bu menemen benim yaptığımdan bile iyiydi. Son ekmek parçamla tabağımı sünnetleyip bitmek üzere olan çayımı yudumladığımda daha iyi ve toktum. Yaz ayında olmamız ve tezgahtaki meyve tabağında olan erikler bana baksa da ben gözlerimi ondan kaçırdım. Fazlası yüzsüzlük olurdu. Mavi gözlü adam düşünceli bir halde bana bakıp bardağındaki çayını yudumlayıp konuşmaya başladı. "Doydunuz mu bakalım?" Gözleri karnımı işaret ederken söylemişti bu çoğul kelimeyi. O an istemsiz elim karnıma gitti ve yüzümde küçük buruk bir tebessüm oluştu. Koyu kahvelerin de üzerimde olduğunu hissederken ona bakmadan sorulan soruya cevap verdim. "Doyduk çok şükür. Allah razı olsun yapanın eline sağlık" "Afiyet olsun. Gediz yaptı. Menemeni on numaradır" Koyu kahvelere kaçamak bir bakış atıp mırıltı ile "Elinize sağlık" dedim. Daha çok kedi miyavlaması gibi olsa da çok takılmadım. Sadece başını bir kez olumlu yönde salladı ve çayına geri döndü. Esmer teni kahverengi saçları ve koyu kahve gözleriyle soğuk duruyordu. Mavi gözlü adam bana tebessüm edip devam etti. "Benim adım Alparslan. Senin adın ne bakalım?" Alparslan. Ne güzeldi ismi. Güven verici. İsmi gibi babayiğit. Bir abim olsa onun gibi olmasını isterdim. Korur kollardı bizi annemle. Kimse kılımıza dokunamaz onun kanatları altında kalırdık. Ama işte bazen hayaller ve hayatlardı. Sorar gibi bakmasıyla cevap vermediğimi hatırladım. Son yudumumu alıp çay bardağımı kenara bırakırken cevapladım. "Adım Hüma" "Hüma demek. Çok güzel bir ismin var. Peki kaç yaşındasın?" "Yirmi dördüme geçen ay girdim" "Hüma o şerefsiz heriften başka kimi kimsen var mı İstanbul'da" "Akraba olarak yok. Bir Hale ablam var. Niyazi'nin otelde çalışırken tanışmıştım" "Ailen yok mu?" İşte en can alıcı soru. Aile. Benim ailem var mıydı annemden başka. Bir baba ya da akraba. Yoktu. Koca bir hiçti hepsi. Benim canıma kasıtları olan koca bir hiç. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp gözlerine bakmadan cevap verdim. "Bir annem vardı. Bir buçuk yıl evvel vefat etti" "Başın sağ olsun" "Allah razı olsun" Derince soludu. "Annenden başka kimse yok mu ailenden?" "Var da yok. Ölüler benim için. Biz annemle üç sene evvel kaçtık onlardan. Buraya gelip küçük de olsa bir düzen kurduk ama" Ama varsa bir cümlenin sonunda ondan olumlu şeyler beklememek gerektiğini anlamışlar mıydı bilmiyorum ama benim sözcüklerim bitmişti sanki. Alparslan abi -ki ona abi demek geliyordu içimden- "Ama "değip devam etmemi istercesine baktı. "Ama, bir gün temizliğe gittiği evin camından düşüp oracıkta beyin kanamasından vefat etti" Sessizdi ikisi de. Ne gariptir ki konu annemden açılınca Gediz de dikkat kesilmişti. Bakışları masadaki çay bardağında olsa da yan gözle bana baktığını gördüm anlık ve gözlerimi kaçırdım. Alparslan abi devam etti. Dursa iyiydi ama belli ki kafasına bir şeyler oturtmaya çalışıyordu. "Sonra ne oldu Hüma?" Ne sen sor ne de ben anlatayım demek istedim ama sadece masadaki bardağımdan suyumu içtim. Derin bir nefes alıp devam ettim. Sonuçta belki bir daha hiç görmeyecektim onları. Hikayemi bilseler ne olurdu bilmeseler ne olurdu. "Düştüğü evin sahipleri annem daha morgdayken gelip beni tehdit ettiler. Dava tazminat her ne için olursa olsun bir şey yapmayacaktım. Koca şehir tek başınasınız ve sizi paralarına güvenip tehdit ediyorlar. Başta acımdan ötürü bağırdım çağırdım kovdum. Ama cenazeden bir hafta sonra gece yarısı kaldığım evi bastı karı koca ve benden birkaç yaş büyük oğulları. Kadın beni hırpaladı. Adamla oğlu ise sıraladı tehditleri yeniden. Adını çıkarırız. İşinden ederiz. Yemeye ekmek içmeye su bulamazsın. Sonun ya çöplük olur ya da bir pavyonda sarhoş mezesi. Aklımdan kalanlar bunlar. Bende hiçbir şey yapmadım. Annem onların hataları yüzünden vefat ederken ben korkudan ve kimsesizlikten tek kelime edemedim. Otelde işime devam ettim. İlk altı ayda Niyazi bana çok iyi sevecen davranmıştı. Müşkülüm olsa koşuyor, kimsenin tek kötü söz etmesine müsaade etmiyordu. Bir gün geldi evlenelim dedi. Bir hafta içinde evlendik güya. Ama akşam duydum ki onlarda sahteymiş." "Döl israfı" diye hırladı resmen Gediz denen adam. Dişleri arasından öyle bir çıkmıştı ki sözcükler yerimde irkildim. Alparslan abi ise sadece "Gediz" diye uyardı ve bana dönüp "Şerefsiz birine denk gelmişsin. Ama kafama takılan hiç mi anlamadın. Yani bir hastane ya da eczaneye gitse ilaç için illaki belli olurdu kimlikten?" diye mantıklı bir çıkarımda bulundu. Bense aptallığıma saflığıma doymadım. "Hasta olunca eve geldi doktor. Sonra da ilaçları alıp giderdi. Evlenmeden önce de çoğunlukla otelde kaldığı için yadırgamıyordum. Çok çalışıyorum diyordu. Zaten ilk üç aydan sonra tavırları değişti sertleşti. En sonunda da kumar başladı. Çok yalvardım çok direndim ama vaz geçmedi. İçkili geliyor kaybettiği her an için hırsını benden çıkarıyordu. Dün akşam eve gelmesini bekliyordum. Olmadığını boşanmak istediğimi söyleyecektim. Bebeği istemezse de sorun değildi. Bir şekilde başımın çaresine bakacaktım. Ama olanlar ortada" Sustum. Daha ne anlatılır ki. Tanımadığım adamlar var karşımda ama gayet rahat döktüm içimi. Belki de ilk defa bana çıkarsız yardım eden birileri olduğu içindi. Derin ve rahatsız edici bir sessizlik çökünce mutfağa gözlerim istemsiz tezgâhta hala duran meyve tabağına takıldı. Yeşil ve kırmızı erikler öylece duruyor ağzım istemsiz sulanıyordu. Kendimi eriklere öyle bir kaptırmışım ki ayağa kalkan Alparslan abi tabağın içinden erikleri başka bir kaba alıp önce yıkadı sonra da önüme koydu. Ben şokla ona bakarken "Hiç öyle bakma yeşil yeşil. Ciğercinin kedisi bakıyorsun eriklere" deyip gülünce mahcupça başımı eğdim. Yanaklarım yine kızarmıştı. Baktı ben yemiyorum kendimle savaşıyorum kabı biraz daha önüme itip "Ye hadi. Sen hamilesin ki bu aylarda aş ermemi aş yememi ne varmış. Bu hallerin ondan herhalde" dediğinde kafamda şimşekler çaktı. Ben hamileydim. Bir tane iki tane derken kabın dibini görene kadar yedim. Allah'ım bir rezillik daha. Ama bir şey dikkatimi çekti o an. Dudağının ucu yukarı hafifçe kıvrılmış koyu kahve gözlü adam. Gediz. Sonunda onun davudi sesi mutfakta yankılandı yeniden. "Gideceğin yerden bahsetmiştin. Eğer yeterince doyduysan adresi ver de götürelim seni" Anlık titredim cümlelerin soğukluğundan ama haklıydı. Başlarına bela olmuştum. Evlerinde mutfaklarında yemeklerine ortak çıkmış anlattıklarımla başlarını şişirmiştim. Neden kapalı tutmamıştım ki. Alparslan abi ters ters ona bakıp bana döndü. Bense sanki hemen kapının önüne koyuyorlarmış gibi telaşla "Benim telefonum evde kaldı. Hale abla evini taşımıştı yeni evini bilmiyorum. Ama ararsam öğrenirim yerini" deyi verdim. Önüme sürülen son model telefon ile gözlerim koyu kahvelerle buluştuğunda hemen kaçırdım. Almak istemesem de "Ara, öğren" dedi düz bir sesle. İçimden her ne kadar odun demek istesem de demedim. Beni kurtardığı büyük bela için minnet vardı içimde. Bir de menemen yüzünden. Telefonu alınca şifre falan ister demiştim ama direk ekran çıktı karşıma. Kocaman Beşiktaş amblemini görünce alttan bir bakış atsam da hemen tuşlara girip birkaç saniye zihnimde numarayı yokladım. Aklıma gelmesi ile çevirip açılmasını beklerken fark ettirmeden duvardaki büyük saate baktım. On bire geliyordu. Büyük ihtimal ya işten yeni gelmişti ya da uyuyordu. Kapanmak üzereyken uykulu bir ses "Kimsin?" dedi. Gülmek istedim. Eski eşi yüzünden bilmediği numaraları hep böyle açardı. "Benim Hale abla Hüma" dediğim an bir gürültü geldi ve yattığı yerden kalktığını anladım. "Hüma, güzelim" "Benim abla. Uyandırmadım değil mi?" "Hayır gülüm yeni yatmıştım. Dalmamıştım bile" "Şey Hale abla ben sana gelmek istiyorum" "Gel gülüm bunun için izin mi istiyorsun deli kız" "Yok abla öyle değil. Konuyu gelince anlatırım ama benim kalacak yere ihtiyacım var" Bir an sessizlik oldu ve cırlak bir sesle "O Niyazi demek şerefsiz kuduz köpek sana bir şey mi yaptı yoksa? Bak vallahi gebertirim o sürüngeni" diye bağırınca telefondan iki adama ulaşan ses ile dişlerimi sıktım. "Abla gelince anlatırım. Bana evin adresini atar mısın?" "Ay deli kız unuttum ben adresi bilmediğini. Neyse şimdi hem adresi yazılı atıyorum hem de konum atıyorum. Neredeysen atla taksiye gel ben burada veririm ücretini" "Tamam abla. Çok sağ ol" "Bana bak. Seni kardeşim gibi severim deli etme beni. Elbette bana gelecek bende kalacaksın. Hadi gülüm bekliyorum seni. Kahvaltı da hazırlayayım da karşılıklı çaylarımızı içerken anlatırsın olanları" "Kahvaltıya gerek yok abla" "Sus kız ablaya karşı gelinmez. Hadi gülüm çok öptüm bekliyorum" Ve telefonu kapadı. Ardından peş peşe iki bildirim sesi geldi. Yola çıktığımızda ben arka koltukta oturuyordum ve önde Alparslan abi ve Gediz vardı. On abi demek içimden gelmiyordu. Taksi çağırsak da olur dememe rağmen iki adam beni sağ salim teslim etmek istediğini dile getirmişti. Tabi bunu Alparslan abi demişti ama Gediz de onaylamıştı. Arkamızda ve önümüzde birer araç vardı. Evden çıkarken gördüğüm adamlar ordu gibiydi ve bu beni korkutmuştu. Şimdiyse köydeki düğün alayı gibi bundan sonra bir süre evim olacak yere gidiyorduk. Bebeğim ve ben. Yeni hayatımıza merhaba derken aracın açık camından giren havayı derince soluyor bilinmezliğin o keskin tadını damağımda hissediyordum. Ben Hüma. Annesinin Hüma kuşu, babasının lanet olasıcası. Şimdi karnımda bebeğim önümde cılız bir ışıkla geleceğim yolları aşıyoruz. Baba. Eğer beni duyuyorsan dilerim cehennemdesindir. Bu dünya da yanına kar kalan ne varsa umarım hesabı orada soruluyordur. İlahi adalet senin için tecelli ediyordur. BÖLÜM NASILDI?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD