-Rize-
Karadeniz'in hırçın dalgalarının karşısında daha hırçın bir delikanlı. Karadeniz demek fırtına demekti. Karadeniz demek ölüme meydan okumak demekti. Kendisini Karadeniz'e benzetirdi, hep. Onun gibi hırçın, onun gibi fırtınalıydı. "Aaaa!" diye bağırdı. Sesi hırçın dalgaların arasına karıştı. Acı tohumları, dalgaların arasına karıştı. O tohumlar, büyüyüp Karadeniz'e karışacaktı. "Nasıl bir babasın sen?" diye bağırdı. Babasına karşı çok sinirliydi. Babasını sadece fotoğraflardan tanıyordu. Bu nasıl bir acıydı?
"O senin evladın da ben değil miyim? Onu sevdin beni neden sevmedin?" diye ekledi. Tüm kinini Karadeniz'e kustu. Ne yaparsa yapsın o kin ve eksiklik asla geçmezdi. Hep kalbinin bir yerinde kalacaktı. "Orhan," diyen ince naif bir ses duydu. Onu sakinleştiren ses. Yavaşça ona döndü. Elif'i ona doğru geliyordu. "Elif, ne işin var burada?" diye sordu. Elif "Okuldaydım. Arkadaşlarla buraya geldik. Arabanı görünce yanına gelmek istedim. Bir sorun mu var?" diye sordu. Orhan, kendisine merakla bakan mavişe hafif gülümsedi. "Sorun yok, hava almaya geldim."
Elif, gözlüklerini gözünden çıkartıp ona doğru yürüdü. Giydiği dar jean ve üstüne giydiği trençkotla sade olsa da parıldıyordu. Sarı, düz saçları altın bir başak gibiydi.
Orhan'ın tam yanına geldi. Onun gibi arabanın kaportasına yaslandı. "Burada hava almamda bir sakınca var mı?" diye sordu. Orhan gülümsedi. "Yok,"
Elif denize bakarak "Çok güzel değil mi? İnsanın baktıkça başı dönüyor ama huzur veriyor. Vazgeçemiyorsun."
Orhan "Hı hı." diye bir ses çıkarttı. Elif ona yasaktı ama ondan vazgeçemiyordu. Elif "Abim burada olsa var ya seni döverdi." deyip kıkırdadı. Orhan, kızın gülen yüzüne bakarak "Kim kimi dövüyor? Asıl ben döverim abini." dedi sertçe. Elif gülerek "Yusuf abim bunu duymasın."
Orhan "Duysa kaç yazar. Her koşul bir araya gelince kavga çıkıyor," dedi, alayla. Aileleri yıllardır konuşmazdı. Aralarındaki büyük düşmanlığın nedenini ikisi de bilmiyordu. Orhan bazen saçma buluyordu. Elif "Bence çok saçma. Nedir bu mesele?" diye sordu. Orhan bilmem dercesine omuzu indirip kaldırdı. "Bilmiyorum. Farkında mısınız, Elif Hanım şu an bir düşmanla konuşuyorsunuz."
Elif omuz silkti. "Bu olaylar umurumda değil. Çok saçma. Şimdi ben Lavin veya Atakan'la konuşamayacak mıyım? Ya da seninle."
Orhan "Benimle konuşmak senin için önemli mi?" diye sordu. Elif gözlerini kaçırdı. Toparlanıp "Arkadaşlar bekliyor, görüşürüz." deyip apar topar gitti. Orhan cevabı almıştı. "Kaçın bakalım, Elif Hanım." deyip gülümsedi.
-Devranoğlu Konağı-
Devranoğlu Konağı’nda çile hiç bitmezdi. Şüphesiz bu ailenin en mağduru İlknur'du. Yıllardır tüm her şeye çocukları için katlanmıştı. Katlanmaya da devam ediyordu. Dul bir kadındı. Oğlu olmasa kapıdan dışarı bile çıkamazdı. Artık eski devir olmasa da buralarda ayıplanılarak bakılıyordu.
"İlknur, ne yapıyorsun? Ula, hâlâ bir kahvaltıyı hazırlayamadın mı?" diye bağıran kaynanası Havva'dan başkası değildi. Bu evde bir hizmetçi olarak kullanılıyordu. Evde yardımcıları olsa bile her işe İlknur bakıyordu. Sabahtan akşama kadar tüm evin yükü ondaydı. Oğlu Yusuf, eve geldiğinde kaynanası gelinini başköşeye oturtur ve yapmacık hareketler sergilerdi.
İlknur sesini çıkartamazdı. Susardı. Çocukları için. Anaydı o. İlknur içeri geçip "Hazır, ana." deyip çayları doldurdu.
Herkes masaya oturunca Büşra "Yenge benim portakal suyum nerede?" diye sordu. Dedesi sinirle ona baktı. "Kaç yaşındasın sen? Kalk kendin et!" diye bağırdı. Büşra yerinde sinip kafasını salladı. Meryem ağzını açıp konuşacakken kaynanası Havva onu susturdu. "O ağzını açma!"
Meryem göz devirip yemeğine devam etti. Mustafa "İlknur ula ya bir otur, çağır Halime'yi o etsin! Sen bu evin gelinisin,” dedi. Bu evde, şüphesiz onu koruyan tek kişiydi. Havva kötü bir şekilde gelinine baktı. İlknur gülümseyip kayınpederinin isteğini yerine getirdi. Sessizce yemek yenirken Meryem, kaynanasına baktı. Havva anında anlamıştı.
Gelini Meryem'in ona sunduğu teklifi kocasına söyleyecekti. Havva "Mustafa, artık Yusuf'un da başımı bağlama zamanı geldi. Ben diyorum ki bizim Büşra ile evlendirelim."
Masada şok etkisi yaratan bu öneriye Mustafa, karşı çıktı. İlknur da hiç istemiyordu. Yusuf'u bilirdi, Büşra’yı Elif'ten ayırmazdı. Babası ve kendisi gibi aşk evliliği yapsın istiyordu. "Uşaklara sormadan ortalığı karıştırma!" dedi Mustafa. Yusuf'u çok severdi, Büşra’yı da. Ama Büşra’nın, Yusuf'a uygun olmadığını biliyordu. Bu yüzden karşıydı.
Havva "Ne biliyorsun belki birbirlerine sevdalılar."
Mustafa torunu Büşra’ya baktı. "Sevdalı mısın, Yusuf'a?" diye sordu. Büşra başını yere eğerek kafasını belli belirsiz salladı. Küçüklüğünden beri Yusuf'a âşıktı. Havva "Bak ben burada yalan konuşmuyorum, hoş."
İlknur buradaydı ama ona söz hakkı tanınmamıştı bile. İlknur "Yusuf'um Büşra’yı, Elif'ten ayırmaz."
Havva "Sana konuşma hakkını kim verdi?" dedi sert bir sesle. İlknur karşılık veremedi. Meryem, küçümseyici bir şekilde eltisine baktı. Mustafa "Konuşacak tabii anasıdır." Dedi, sert bir şekilde. İlknur başını yere eğerek burukça gülümsedi. 'Bu evde beni önemseyen tek kişi Mustafa babam zaten.' diye düşündü içinden. Havva "Onun atası sensin."
Mustafa ayağa kalktı. "Eğer Yusuf'um isterse bu evlilik olur."
-İstanbul-
Dünyada milyonlarca hatta milyarlarca insan yaşıyordu. Bu kadar insanın içinden âşık olacağı insan elbet karşısına çıkacaktı. Zamanı var demişti. Ve zamanı gelmişti. O adam karşısındaydı. Hz. Âdem ve Havva gibi olacaktı aşkları. Kendinden bir parçaymış gibi sevecekti Hazan'ı. Yeri geldi tüm zorluklardan koruyacaktı. Tüm kötülüklere siper edecekti bedenini. Hepsi aşkları için. Ellerini açıp bâde dolu avcunu içirecekti, genç kadına. Genç kız kana kana içecekti. Ki o zehir olsa dahi içerdi.
Yusuf, Hazan'dan bir cevap bekliyordu. Hazan'ın ağzından "Olur," çıkınca Yusuf kocaman gülümsedi. Dünyada hiçbir an bu kadar mutlu edemezdi onu. Hazan hâlâ adını bilmediği adama baktı. "Gelirim ama bir şartla."
Yusuf, Hazan'a yaklaştı. Aralarındaki mesafe çok azdı. Aralarından rüzgâr dahi geçemezdi. Yusuf, sağ elini kaldırıp Hazan'ın gözünün önündeki saça dokundu. Hazan'ın gözü istemsiz kapandı. Burnuna dolan tarçın kokusu onu kendinden geçirmeye yetmişti.
İlk kez karnında bir karıncalanma hissetti. Yusuf, saçı Hazan'ın kulağının arkasına sıkıştırdı. Ve dudaklarından teğet geçti. Burnunu kızın yanağından sürterek dudaklarını tam olarak kulağına götürdü.
"Ne istersen," diye fısıldadı. Burnu saçlarına yaslanmıştı. Ve saçlarından gelen koku başını döndürdü. Gözlerini kapattı. İkisi de aşk şarabını çok içmişti. Hem de kalpleri tarafından içirilmişti. Yusuf kollarını kızın incecik beline sardı. Hazan dokunuşla titredi. Onun elleri iki yanında sallanıyordu. Titrek ellerini adamın sırtına götürdü. Şu an bu pozisyonda olmalarını gerektirecek hiçbir şey yoktu.
İkisi de bunun yanlışlığının farkındaydı. Ama o yanlışı görmezden geliyorlardı. Hazan "Adını öğrenmek istiyorum." demesiyle Yusuf hafif geri çekildi. Aralarındaki mesafe hâlâ kapanmamıştı. Birbirlerinin nefeslerini hissediyorlardı. Dudakları değdi değecekken Yusuf dudaklarını hareket ettirdi. "Yusuf,"
Hazan istemsiz tekrarladı. "Yusuf,"
Yusuf o an 'Hiç kimse adımı bu kadar güzel söylememişti' dedi içinden. Yusuf "Şartını yerine getirdiysem yemeğe geliyor musun?" diye sordu. Hâlâ çok yakınlardı. Hazan kafasını salladı. "Geleceğim."
Yusuf kocaman gülümsedi. İstediği olmuştu. Geri çekildi. İkisinin de içinde büyük bir boşluk yaşanmıştı. Sanki ekvatordan kutuplara gitmişler gibi hissetmişlerdi. "Pişman olmayacaksın. Bana güvenebilirsin."
Yusuf'un dudaklarından dökülen sözle Hazan kalbinin sesini dinledi ve "Güveniyorum." dedi. Yusuf'u daha da sevindirmişti. Hazan devam etti. "Peki, sen bana güveniyor musun?" diye sordu. Yusuf tam gözlerinin içine bakarak "Güveniyorum." dedi.
Hazan, derin bir soluk aldı. Önüne düşen saçı kulağının arkasına sıkıştırdı. "Ben gitsem iyi olur. Akşam görüşürüz o zaman." deyip gidecekken Yusuf kolundan tuttu. "Akşam saat yedide evin önündeyim. Beni bekletme, yoksa..."
Hazan devamını merak ediyordu. Tam gözlerinin içine bakarak "Yoksa," dedi. Merakla Yusuf'un gözlerinin içine bakıyordu. Yusuf da merak ettiğini anlamıştı. Ama akşam söyleyecekti çünkü sözleri o zaman anlam kazanabilirdi.
Yusuf "Akşam. Sana devamını akşam söyleyeceğim."
***
Hazan eve geldiğinde kendini bir kuş kadar hafif hissediyordu. Gülümsemekten başka bir şey yapmıyordu. Deli gibiydi. Anında telefonunu eline aldı. Esra ve Emel'i aradı. Her zaman yaptıkları konferans görüşmesiydi. Ama bu sefer farklıydı. İkisi de telefonu aynı anda açtı. Emel "Umarım beni güzellik uykumdan uyandıracak kadar önemlidir."
Hazan o kadar heyecanlıydı ki söylediklerini dâhi umursamadı. "Onu buldum." dedi birden. Kalbini bulmuştu. Esra "Kızım, şifreli konuşmasana. Kimi buldun?" diye sordu uykulu bir sesle. "Kalbimi buldum." demesiyle iki arkadaşını da aynı anda "Ne!" diye bağırdı. Hazan böyle bir tepki bekliyordu o yüzden gülümsedi.
Emel "Nasıl ya? Daha dün hayal kuruyordun sen? Ne ara?" diye sordu. Hazan kıkırdadı. "Dün çarpıştık. Bugün yani az önce beni akşam yemeğine davet etti." demesiyle iki arkadaşı şaşkınca kalakaldı. Esra "Şimdi sen başından anlat. Valla ben hiçbir şey anlamadım."
Hazan derin bir soluk alıp başından geçen tüm her şeyi ayrıntılarıyla anlattı. Emel "Oha ya! İnanmıyorum. Yalnız Yusuf'u tanımak istiyorum. Bu ne ateşli erkek öyle?" diye sordu. Hazan hülyalı bir şekilde "Siz bir de kendini görün. Dokunsan yanarsın resmen."
Esra "Vay vay! Bizim kız resmen adama vurulmuş." dedi gülerek. Hazan ne hissettiğini kestiremiyordu. Emel "Onu bunu bırak, siz şimdi akşam buluşuyor musunuz?" diye sordu. Hazan "Evet. Bu benim ilk randevum. Ne giymeliyim?"
Çünkü Hazan'ın tecrübesi yoktu. Esra "Kesinlikle beyaz giy. Senin ne kadar saf ve masum olduğunu simgelesin. Ama fazla da kısa giyme. İlk günden sonu yatakta bitmesin." dediğinde Emel ve kendisi kahkaha attı. Emel "Bu Yusuf, çok ateşli. Korkarım ki biz erken yaşta teyze olacağız."
Hazan göz devirdi. "Saçmalayın ya! Daha ilk buluşmada. Tövbe tövbe."
Esra "Ha ikinci buluşma da olabilir."
Esra ve Emel, Hazan'a takılmayı çok seviyorlardı çünkü Hazan'ın tepkileri hoşlarına gidiyordu. Hazan "Sizi aradığıma beni pişman etmeyin." dediğinde Emel "Sen de şakadan hiç anlamıyorsun kardeşim ya!"
"Neyse ne? Benim hemen gidip duş almam gerek. Hazırlandıktan sonra size fotoğraf atarım. Öpüyorum sizi." dedi. Bekleyişi sonuçlanmıştı. Hayalinde resmini çizdiği adam artık onunlaydı. Gerçekti. İstediği zaman dokunabileceği yakınlıktaydı. İstediği zaman görebileceği yakınlıktaydı. Oradaydı. Elini kalbinin üstüne bastırdı. Tam oradaydı. Kalbi artık onun ismini haykırarak atıyordu.
Onu her zaman burada taşıyordu, taşıyacaktı. Sonsuza kadar. Yusuf'un gelmesine çok az kalmıştı. Beyaz, kolları ve dekolte kısmı tüllü, dizinin hemen üstünde biten elbisesini giymişti. Kırmızı bilekten kemerli bir ayakkabı giymişti. Düz saçlarını dalgalandırmıştı. Hafif de bir makyaj yapmıştı. Oldukça güzel ve zarif olmuştu. Ve oldukça da heyecanlıydı. Bu çıkacağı ilk randevu olacaktı. Yıllardır beklediği aşkıyla ilk randevusu. Her şeyin kusursuz olmasını istiyordu. Hayata rağmen.
***
Zeynep olanları kocasına anlatmak için kıvranıyordu. Ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Dün o adamla karşılaştıktan sonra gergin olan kocasına bunu nasıl söyleyecekti?
-Dün gece-
Hazan'ın lavaboya gidişinden ardından Zeynep mekâna giren kişiyle elleri titremeye başladı. Buradaydı. Tüm hayatını zehirleyen adam buradaydı. "O, burada!" diyen titrek sesini kocası duymuştu. Şimdi ne yapacaklardı? Kenan kaşlarını çattı.
"Zeynep, neyin var?" diye sordu. Kocasına baktı. "O burada, buldu bizi." dedi telaşla. Kendilerini görmeyen Murat Devranoğlu bir masaya geçip oturdu. Kenan "Bizi görmedi. Hemen gidiyoruz. Sakin ol." deyip ayağa kaldırdı karısını. İş yemeği yediği insanlar şaşkınca onları izlerken karısının rahatsızlandığını söyleyip karısını arka kapıdan dışarı çıkarttı.
"Hazan," dedi telaşla. Kenan ellerini karısının yüzüne koydu. "Sakin ol, ara ve hemen gelsin.”
Murat Devranoğlu, onları bulmuştu. Artık, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.