-Şimdiki zaman-
Kızının yıllardır beklediği kişi onlardan biri olamazdı. Olmamalıydı. Kızının yüzündeki heyecandan anlamıştı. O adamla aralarında bir şeyler vardı. Korktuğu başına gelmişti işte. Ya ona zarar vermeleri için yapılmış bir tuzaksa. İçi titredi. Kenan "İnanamıyorum," diyen sesiyle gözlerini salon girişine çevirdi. Kızı tüm güzelliğiyle karşısındaydı. O adamla buluşmaya gidecekti. "Nereye?" diye sordu. Hazan dudaklarından eksik etmediği gülümsemeyle "Bir randevuya çıkıyorum."
Zeynep gergince kızına baktı. Bu olamazdı. Kenan ise oldukça mutlu olmuştu. "Kim bu şanslı adam?" diye sordu. Hazan burnunu kaşıdı. "Bana çarpan aracın sahibi. Adı, Yusuf." demesiyle Zeynep tüm her şeyden emin oldu. Kuzeni İlknur oğluna Yusuf ismini vermişti. Kenan'ın içinden geçirdiği tek şey 'O kadar insanın içinden o olamaz ya' düşüncesiydi. Karısına bakışlarını çevirdi. Yüzünde saf bir endişe vardı. Hazan'ın telefonuna mesaj gelince büyük bir heyecanla açtı. Yusuf’tan gelmişti. Kapıda olduğunu ve onu beklediğini yazmıştı. Gülümsedi. Annesine ve babasına öpücük atıp salonu terk etti. Kenan, eşinin elini tuttu. "Zeynep, o olamaz!" dedi.
Zeynep başını iki yana salladı. Bugün onları görmeseydi haklısın diyebilirdi. Zeynep "Onu gördüm."dedi. Kenan'ın kaşları çatıldı. Kızı, düşmanın yeğeniyle randevuya çıkmıştı. Kenan "Bu olamaz! Milyonlarca insanın içinden kızım onunla buluşamaz!"
Zeynep ayağa kalktı. "Ya bir tuzaksa,"
Kenan ellerini saçlarına geçirdi. Böyle olmamasını ümit etti. "Tesadüf de olabilir. Hemen aklına kötü şeyler getirme." deyip karısını teselli etti ama nafileydi, Zeynep'in beyni kötü senaryoları çoktan üretmişti.
***
Hazan evden çıkıp arabaya doğru ilerledi. Kalbi çok hızlı atarken yürümekte zorlanıyordu. Onun, arabanın içinden kendisini izlediğini biliyordu. Yusuf üstüne tam dikilmiş siyah takım elbisesiyle arabadan indi. Tam Hazan'ın karşısında durdu. Elini tuttu. Dudaklarına yaklaştırdı. Gözlerini kapatarak Hazan'ın elinin üstüne küçük bir öpücük kondurdu.
Hazan Yusuf'a hayranlıkla bakıyordu. Tıpkı Zülayha'nın Hz.Yusuf'a baktığı gibi. Yusuf "Yine büyülüyorsun,"
Hazan iltifata karşılık kocaman gülümsedi. "Teşekkür ederim."
Yusuf arabanın kapısını açıp Hazan'ın geçmesine yardımcı oldu. Hazan arabaya yerleşince dizlerinin üzerine çöktü. Hazan şaşkınca adama baktı. Kucağındaki ellerini tuttu, Yusuf. Hiçbir şey söylemeden öylece baktı. Bu kadın sayesinde cennet ayaklarının altına serilmişti. Gözlerine baktığında bunu hissediyordu. Yusuf "Ellerini bırakmak istemiyorum." demesiyle Hazan'ın kalbi daha da hızlandı. Dudaklarından "Bırakma o zaman," diye sözler çıkmak istese de yapamadı.
Yusuf, Hazan ters bir şey söylememesiyle cesaretlendi. Onun için susmak en büyük cevaptı. "Daha dün tanıştık ama bana bir şey yaptın. Söyle bana ne yaptın?" diye sordu. Hazan bu sözleri beklemiyordu. "Ben bilmiyorum. Aynı şeyleri ben de hissediyorum." deyip utançla yüzünü yere eğdi. Yusuf sıcacık elleriyle Hazan'ın çenesine dokundu. Başını yerden kaldırdı. "Utanma, her şey hızlı oldu; ama ben şikayetçi değilim. Sen de olma."
Hazan kafasını iki yana salladı. "Değilim."
Yusuf ellerini bıraktı. Hazan'a göz kırpıp kapısını kapattı. Hazan şu an düşüp bayılacak gibi hissediyordu. Adam resmen ona seni unutamadım demişti. Gülümsedi. Yusuf, sürücü koltuğuna oturunca kemerini taktı. Hazan da kemeri taktı. Yusuf, Hazan'a bir kere baktıktan sonra önüne döndü. Arabayı çalıştırdı. Hazan ise bakışlarını adamdan çekmemişti. Çekememişti.
Aşkı iliklerine kadar hissetmek içindi her şey. Ona baktığında hissediyordu. Kalbi eriyip tüm vücuduna dağılıyordu. Kırmızı ışığı fırsat bilip Hazan'a döndü. Yusuf onu inceledi. Kusursuz görünüyordu. Bakışları aşağı doğru kaymaya başlayınca kaşları hafif çatıldı. Eteği birazcık kısaydı sanki. Hazan da bakışların farkındaydı. Yusuf derin bir soluk alarak "Keşke eteğin biraz uzun olsaydı."
Hazan hafif şaşırmıştı. Çok da kısa değildi. Her zaman böyle giyinirdi. Babası da hiçbir zaman etek boyuna karışmazdı. Bu yüzdendi şaşkınlığı. "Benim uzun elbisem yok." deyip adamın kaşlarının daha da çatılmasına neden oldu. Yusuf "Demek ki alman gerekecek." dediğinde Hazan daha da şaşırdı. Yusuf resmen benim yanımda kısa giyemezsin demişti.
"Neden? Ben gayet de memnunum bu durumdan." dedi. Yusuf yerinde rahatsızca kıpırdandı. "Ben değilim ama." deyip kestirip attı. Hazan anlamıştı bu adam fazla kıskançtı. Ama Hazan da dik başlı bir kızdı. İstediklerini yaptırırdı. Yusuf "Gece boyu bacaklarına biri bakarsa Hazan, o zaman beni kimse tutamaz."
Hazan "Fazla geri kafalısın galiba."
Yusuf "Değilim aslında. Sadece neyse boş ver!" demesiyle Hazan adamın sözlerinin devamını bekledi. Ama söylemedi. Yusuf söyleyeceklerini yutmuştu. Hızlı gidiyordu ama bu kadarı fazla olabilirdi. Yemek yiyecekleri restorana geldiklerinde Hazan etrafı inceledi. Ailesiyle birkaç kez geldiği oldukça nezih bir mekandı. Yusuf araçtan inip Hazan'ın kapısını açtı. Hazan bir ayağını asfaltla buluşturdu. Frikik vermemek için dikkatlice indi. Yusuf, Hazan inince elini beline koydu. Hazan'ın sıcak dokunuşla karnında kelebekler uçuştu. Yusuf'a oldukça güzel bir gülümseme bahşetti. Yusuf'a bahşedilen gülümseme onun cennet bahçesinden bir görüntüydü.
Bu kadın cennetin dünyaya yansımasıydı. Gözleri giriş bileti, gülüşü cennet bahçelerinin en güzeli, öpüşünü bilmese de Havva ve Adem'in yediği yasak meyveydi. Işık saçan çift, mekâna doğru yürüdü. Hava soğuktu ama onlar hiç etkilenmiyordu. Aşkın çekimine kapılmışlardı. İçeri geçtiklerinde bir görevli onları karşıladı. "Hoş geldiniz, Yusuf Bey. Masanıza kadar size eşlik edeceğim."
Yusuf başını salladı. Adam önden ilerledi. Cam kenarında gözden uzak bir masayı bize gösterdi. Gösterişli sandalyeyi çekip oturmasına yardımcı oldu, Yusuf. Aslında Yusuf hiç de centilmen değildi. Ama Hazan için her şeyi yapmaya razıydı. Annesi ve kardeşi Elif görse ağızları bir karış açılırdı. Hazan karşısına geçip oturan adama baktı.
"Yeniden, hoş geldin,"
Hazan ılık bir sesle "Hoş bulduk."
Bu ikisinin de kalplerine girişin selamlaşmasıydı. Bir daha hiç ayrılamayacak o kutsal kalp... Hazan şu an burada olduğuna inanamıyordu. Ne hissedeceğini de bilmiyordu. Tek bildiği bu adama deli gibi aşık olduğuydu. Garson gelince birbirlerine bakışlarına ara verdiler. Yusuf kızın yerine sipariş edince Hazan biraz bozuldu. Adam ona fikrini sormamıştı bile. Yusuf giden garsonla genç kadına döndü. "Senin yerine sipariş verdim. Kızmadın değil mi?" diye sordu.
Hazan belli etmedi. Şu an bu güzel ortamın bozulmasını istemiyordu. Kafasını iki yana salladı. Yusuf "Yalancı."
Yusuf kızın bakışlarından anlamıştı. Fakat seveceğini bildiği için yemeği söylemekten çekinmemişti. Hazan "Aslında biraz kızdım." diye mırıldandı. Yusuf, kızın eline tuttu. "Tatlıları sen seçersin." deyip göz kırptı. Hemen gönlünü almıştı. Hazan yüzünden eksik etmediği gülümsemeyi sergiledi. Bir ressamın elinden çıkmış gibi kusursuz görünüyordu.
Tek eksiği yoktu. Da Vinci'nin şifresi gibi çözmeye çalışıyordu kızı. Çözülmek için bekleyen bir yığın problem vardı. Kızın her şeyini öğrenmek istiyordu. Eli hâlâ elinin üstündeydi.
Baş parmağıyla yüzeysel bir şekilde okşamaya başladı. Hazan "Kim bu Yusuf?" diye sordu aniden. Yusuf böyle bir soru beklemiyordu. Hazan bile beklemiyordu. "Yusuf acılarını sırtında taşıyan bir insan evladı." demesiyle Hazan buz kesti. Acı mı? Yusuf'un geçmişinde keyifsiz bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Yemekler gelince elini adamın elinden çekti. Yusuf az önceki sorudan sonra gerilmişti. Kaşları istemsiz çatılmıştı. Hazan sessizce yemeğini yemeğe başladı. "Peki, kim bu Hazan?" diye sordu birden. Hazan kafasını kaldırıp adama baktı. "Hazan, şekerden bile mutlu olabilecek biri."
Hazan gülümsedi. "Bu kadar organizasyon boşa gitti şimdi." deyip kıkırdadı. "Peki, sen mutlu musun?" diye sordu. Yusuf gelen soruyla kafasını salladı. "Şu andan bahsediyorsan, mutluyum."
Hazan sözler karşısında nutku tutuldu. Senin yanında mutluyum demişti. "Ben de." diye mırıldandı. Birbirlerine bakmaktan yemek yiyememişlerdi. Yusuf "Yemeği beğendin mi?"
Hazan ağzını peçeteyle silip kafasıyla onayladı, genç adamı. Yusuf memnunca arkasına yaslandı. Hazan'ı inceledi. Tüm zerresini ezberlemek istercesine. Telefonun sesiyle ceketinin iç cebinden çıkarttı. Annesi arıyordu. İlknur, iki gün önce İstanbul'a giden oğlunu çok özlemişti. Sık sık arıyordu ama oğlu ya toplantıda ya da trafikte oluyordu. Oğlu ona Ömer'inden hediyeydi. Salih her an kalbindeydi. Onu unutması imkansızdı. İlknur tüm gerçekleri biliyordu. Ama her şeyin sırası vardı. Yusuf Hazan'a "Hemen geliyorum." deyip masadan kalktı. Kızı görebileceği bir noktada durdu. "Efendim anam." dedi. İlknur oğlunun sesiyle gülümsedi.
Salih'in sesi gibiydi sesi. Oğlu tıpkı ona benziyordu. Onun gibi kokuyordu. Onun gibi bakıyordu. "Oğlum benim. Müsait misin?" diye sordu. Yusuf annesiyle konuşsa da Hazan'ı izliyordu. Hazan de onu. Hazan kiminle konuştuğunu merak ediyordu. "Aslında pek müsait değilim."
Hazan gözlerini kaçırarak etrafı izlemeye başladı. Bu mekânda genelde bu bölümde çiftler diğer bölümde de iş konuşanlar oturuyordu. Birden başında birinin gölgesini hissetti. "Hazan," diyen sesin sahibi Egehan'dan başkası değildi. Egehan babasının iş yaptığı şirketlerden birinin oğluydu. Yıllardır Hazan'ın peşindeydi. Yusuf, Hazan'ın başına gelen adamı görünce kaşları çatıldı. Annesi bu sırada "Oğlum seni çok özledim."
Adam Hazan'ı saçına dokunca "Lan," diye bağırdı. İlknur şaşkınca kalakaldı. "Oğlum neler oluyor?" diye sordu. Yusuf yüzüne kapattı telefonu. Kötü bir şey olduğu kesindi. Kadın telaşlanmıştı. Yusuf iki adımda yanlarına ulaşmıştı. "Kimsin lan sen?" diye tısladı hemen. Hazan da bundan korkuyordu. Egehan kendisine diklenen adama döndü. Bu adamı tanımıyordu. Egehan oldukça rahat bir adamdı. Ve gevşek bir şekilde "Asıl sen kimsin?" diye sordu. Yusuf kalakaldı.
Ne diyeceğini bilmiyordu. Hazan ortamın gerginliğinden dolayı telaşlanmıştı. Egehan'ın söyleyeceği şeyler Yusuf'u sinirlendirebilirdi. Egehan, meydan okuyan bakışlarla ona bakıyordu. Yusuf daha fazla dayanamadı ve Egehan'ın yüzüne yumruğunu geçirdi. Hazan, Yusuf'un önüne geçti. Bütün herkes onlara bakıyordu. Egehan dudağının kenarından akan kanı eliyle sildi. Yüzünde piç bir gülümseme vardı. Çünkü biliyordu, Hazan kavgadan hoşlanmazdı. Hazan "Yusuf ne yaptın sen?"
"Sus, Hazan!" deyip masanın üstünü bir deste parayı bıraktı. Hazan'ı elinden tuttuğu gibi mekândan çıkarttı.
Dışarı çıkana kadar da bileğini bırakmadı. "Yusuf yavaş olsana,"
Bileğini acıtıyordu. Yusuf farkında dahi değildi. Çünkü çok sinirliydi. O adam kimdi de Hazan'ın saçına dokunuyordu?Hazan olanlardan ötürü şaşkın ve sinirliydi. Dışarı çıktıklarında Hazan'ın bileğini bıraktı. "Kimdi o?"
Hazan irkildi. Yusuf çok sinirli gözüküyordu. Yusuf "Söyle!" diye bağırdı. Hazan "Bağırma bana!"
Yusuf sabır dilercesine ellerini açtı. İçinden 'Sakinleş!' diye mırıldandı. Hazan'ı korkutmuştu. Bazen hareketlerine engel olamıyordu. Hazan "Sen ne yaptığını zannediyorsun?" diye bağırdı birden. Yusuf'un öfkeli hâli Hazan'ın hoşuna gitmemişti. Hazan yumuşak başlı, çabuk sinirlenmeyen biri hayal ederdi. Ama Yusuf öyle değildi. Yusuf "Ne yapmışım? Hak etti o şerefsiz!"
Hazan hayal kırıklığıyla Yusuf'a baktı. "Bu kadar sığ düşünceli olduğuna inanamıyorum. Egehan hiçbir şey yapmadı. Onu dövdün."
Yusuf, Hazan'a yaklaştı. "Umurumda değil! Ve ben onu dövmedim sen dövmek görmemişsin." dediğinde Hazan daha fazla şaşırdı. Çünkü Yusuf'un kavgacı, hoyrat ve asabi olduğunu anlamıştı. Oysa sabahki adam öyle değildi. "Git buradan!" diye bağırdı, Hazan. Yusuf büyük bir boşlukla sarsıldı. Karşısındaki kadın ona git diyordu.
Hazan'ın içi acısa da "Sen gitmiyorsan ben gidiyorum." deyip gidecekken kolundan tutuldu. "Hiçbir yere gitmiyorsun!"
Hazan "Şimdi de beni mi döveceksin?" diye sordu. Kolunu onun elinden kurtardı. Yusuf ellerini kızın yanaklarına götürdü. "Asla sana zarar vermem!"
Hazan geri çekildi. Yusuf'a daha fazla kapılmadan uzak durmalıydı. Yusuf ona göre değildi. Hazan kafasını iki yana salladı. "Yusuf, git!"
Yusuf yıkılmıştı. Elleri iki yanına düştü. Bu olanları hak etmemişti. Kimse hak etmezdi. Yusuf hiçbir şey söylemeden arabasına binip gitti. Arkasına dahi bakmadı. Hazan'ın gözünden bir damla yaş aktı ama artık çok geçti.
***
Eve geldiğinde anne ve babasına görünmeden odasına çıktı. Yüzünde büyük bir üzüntü vardı. Ne büyük umutlarla gitmişti. Ama hayal ettiği gibi olmamıştı. Sırtını odasının kapısına yaslayıp ağlamaya başladı. Ayakları yavaşça kendini taşıyamadı ve yere çöktü. Sessizce ağladı. Bütün acısını dışına akıttı. Ama geçmedi. Geçemezdi. Çünkü aşıktı. Yusuf'a aşık olmuştu. Kalbi çok acıyordu. "Kalbimin acısını hissediyor musun, Yusuf? Ben hissediyorum seninki de çok acıyor." dedi hıçkırıkları arasından. Telefon sesiyle gözyaşlarını sildi. Çantasından çıkarttı. Esra arıyordu.
Açıp kulağına götürdü. "Ne oldu? İlanı aşk etti mi?" diye sordu. Hazan hıçkırdı. Kalbi daha çok acıttı. Esra, kötü bir şey olduğunu anlamıştı. "Ona git dedim. Ama yemin ederim isteyerek demedim. Esra, kalbim çok acıyor."
Esra olayı tam anlamasa da "Güzelim, sakin ol. Tamam, hadi anlat bana her şeyi."
Hazan biraz kendini toparlayıp her şeyi anlattı. Esra duyduklarıyla "Aferin, Hazan. O adam daha senin yüzüne bakmaz. Bende bakmazdım da neyse."
Hazan "Çok teşekkürler ya. Zaten acı çekiyorum şurada. İnsan biraz arkadaşına destek olur. Ne yapacağım ben şimdi?"
Esra böyle bir son bekliyordu. "Aşkını kalbine gömeceksin. Ne yapalım?"
Hazan hıçkırdı. Esra içinden 'Sandığımdan daha aşık' diye geçirdi içinden. "Tamam, ağlama. Yarın kahvaltıya gidelim. Bir şeyler bulmaya çalışırız."
***
Yusuf otele geldiğinde kalbini o lanet olası yerde bırakıp gelmişti. Hazan ellerinden kayıp gitmişti. Şimdi ne yapacaktı? Onu görmeden duramazdı. Şimdiden onu özlemişti. Ya gidince ben ne yapacağım diye düşündü. Hazan onunla asla gelmezdi. Bu gece olanlara bile büyük bir tepki vermişti. Onun gerçek yüzünü tam olarak görmemişti. Hazan ondan korkardı. En iyisi dedi içinden 'Aşkımı kalbime gömmeliyim.'
Banyoya girdi. Üstündekileri hırsla çıkartıp duşa girdi. Gözlerini kapatıp sıcak suyla gevşemeye çalıştı. Ama olmuyordu. Her gözlerini kapattığında onu görüyordu. Masum yüzünü...
Ona gülümseyerek bakıyordu. Yusuf'un ise bilmediği bir şey vardı. O kız bir Kayaoğlu’ydu. Bilse öfkeyle dolacak kalbinin hiçbir şeyden haberi yoktu. Hazan da bilmiyordu. Hayatının koca bir yalan olduğunu...
***
İki aşık da aynı anda uyandı. İkisinin gözlerine bir gram uyku girmemişti. Hazan yataktan kalkıp kısa bir duş aldı. Kendine biraz olsun gelmişti. Ama kalbi hâlâ aynıydı. Acı dolu. Üstüne basit bir tişört ve pantolon giydi. Saçlarını kurutup salık bıraktı. İçinden hiçbir şey gelmiyordu. Ceketini ve çantasını alıp evden çıktı. Anne ve babası dün gece yarısı bir yere gitmişti. Ve gece de eve gelmemişlerdi. İşine gelmişti. Çünkü gözleri kan çanağı içindeydi. Gözlüklerini takıp babasının olmamasını fırsat bildi. Arabasına binip gitti. Arkasından korumalar seslense de onları umursamadı.
Çok geçmeden kızlarla buluşacağı kafeye geldi. Yusuf da o sırada üstünü giyinip otel odasından çıktı. Otele yakın olan kafeye gidip kahvaltı yapmaya karar verdi. Hem kafasını biraz olsun dağıtırdı. Kafeye giren Hazan'ı görünce istemsiz gülümsedi. İşte bu kadarını beklemiyordu. Sevdiği kadınla karşılaşmayı... Hazan dalgın bir şekilde içeri girdi. Kızlar cam kenarında her zamanki yerlerinde oturuyordu. Esra ve Emel, Hazan'ın hâlini görünce şaşırdı. Hazan "Selam," deyip oturdu.
Emel olanları Esra'dan öğrenmişti. "İyi misin?"
"Değilim."
Esra "Tamam, düşünelim. Ne yapabiliriz?"
Hazan'ın aklından hiçbir şey geçmiyordu. Çünkü artık her şey bitmişti. Başlamadan bitmişti. Emel "Her şeyin bir çaresi vardır. Benim Serhat'a olan aşkımın çaresi yok ama buna çare bulacağız."
Emel Serhat'a aşıktı. Ama Serhat ise Hazan'a aşıktı. Emel bunu görebiliyordu. Bazen kıskansa da Hazan'ın farkında olmadığını biliyordu. Esra "Ay siz ne acayipsiniz ya! Bu nasıl bir umutsuz hâller?"
Hazan "Herkes senin kadar şanslı değil. Yakında evleniyorsun hem de sevdiğin adamla."
Esra gülümsedi. Yunus aklına gelince gülümsüyordu. Başına gelen en güzel şeydi, Yunus. Emel bakışlarını birden iki masa ötede oturan bir adama çevirdi. Doğrudan masalarına bakıyordu. Kaşları hafif çatıldı. Yusuf'tu o. Emel "Ay sapığa bak! Bu masaya bakıyor."
Hazan da kafasını arkaya döndürdü. Gördüğü kişiyle gözleri büyüdü. Yusuf gülümseyip Hazan'a eliyle merhaba dedi. Hazan önüne döndü. Emel "Adama bak ya! Hazan bu adam sana gülümsedi mi?"
Hazan "O adam, Yusuf."
İkisi de birden Yusuf'a baktı. Hazan'ın anlattığından daha yakışıklıydı. Emel "Galiba buraya geliyor."
Hazan "Ne!"
Yusuf'un sesini duydu. "Selam, Hazan."
Kafasını kaldırıp ona baktı. Titrek bir sesle "Selam." dedi. Emel ve Esra sırıtıyordu. Sandıklarından daha kolay olmuştu. Hatta hiçbir şey yapmadan olmuştu. Yusuf "Sakıncası yoksa Hazan'ı sizden kaçırabilir miyim?" diye sordu.
Emel gülerek "Hiç sakıncası yok."
Yusuf yumuşak bir hareketle Hazan'ı kaldırdı. Hazan şaşkındı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Yusuf'la dışarı çıktı. "Nereye gidiyoruz?" diye sordu. Yusuf onu arabasına yasladı. Aralarındaki mesafeyi kapatıp "Bütün her şeyi konuşmaya gidiyoruz."