1-Karşılaşma
-1997 Haziran-
Karadeniz dağlarını inleten bir silah patladı. İlknur'un acı yakarışı da bütün dağları inletti. Feryadı yürekleri yakan kadın diz çöktü çükü bacaklarının dermanı kalmamıştı. Murat'ın elinden silah kayıp Zeynep'in ayaklarının dibine düştü. Kenan Kayaoğlu'nu vuracakken abisini vurmuştu. "Ben, ne yaptım?" diye mırıldandı. Zeynep hâlâ Murat'ın sıcak nefesini hissederken mırıldanmasını duymuştu. Kenan'ın önüne geçen Ömer, yere yığılacakken Kenan onu tutmuştu.
Zeynep "Ne yaptın sen?" diye bağırdı ama Murat onu duymuyordu. Donup kalmıştı. Murat'ın Zeynep'i tutan eli de yana düştü. Kenan arkadaşı için gözyaşı dökerken "Zeynep'i de al git buradan!" diyen Ömer ile kafasını iki yana salladı. "Git, yoksa hakkımı helal etmem." dediğinde Kenan yavaşça kafasını yere bıraktı. İlknur hâlâ yerde feryat ederken Kenan, silahını Murat'a doğrulttu. Zeynep'i de arkasına çekti. Murat kendi kendine ben katil oldum diye mırıldanıyordu. Kenan'ın arabasının sesiyle kendine gelen Murat, ne yapacağına karar vermeye çalışıyor gibiydi.
İlknur, yakasına yapıştı. "Bir sevda uğruna abine yaptıklarına bak! Zeynep, hiçbir zaman seni sevmedi!" diye bağırdı. Murat, kolundan tutup sıktı. Yengesinin söyledikleri canını yaktığı için ona zarar vermek istiyordu. Murat "Kes sesini! Seni de kocanın yanına göndermemi istemiyorsan çeneni kapatacaksın. Bu olay, ikimiz arasında kalacak. Karnındaki bebek ve Yusuf için susacaksın. Abimi bu hâle getiren kişi Kenan, bunu herkes böyle bilecek! Eğer susmazsan seni mahvederim." dedi. Savurduğu tehditle İlknur korkuyla titredi. Çocuklarını korumak zorundaydı. İçinden "Üzgünüm, Zeynep," dedi. Çok kısa zaman sonra olay yerine gelenler gördükleriyle şaşırdı. Yine feryatlar ve yakarışlar... Kimin yaptığı sorulunca Murat ile göz göze geldi. O da çocukları için "Kenan. Kenan Kayaoğlu yaptı." dedi.
***
Apar topar hastaneye kaldırılan Ömer vefat etti. Büyük bir sır da onun ölümüyle başladı. Tek sır onun ölümü değildi. Mustafa Devranoğlu "Murat, bunu kimse bilmeyecek. Eğer susmazsan mahvoluruz. Senin gibi oğlum olmaz olsun. Bunu sadece ailemiz için yapıyorum ama Kenan ve Zeynep'in peşini bırakacaksın. En kısa zamanda da biriyle evleneceksin!"
Murat kafasını sallasa da içinden geçen onları asla bırakmayacak oluşuydu. Onların hayatlarına bir gölge gibi musallat olacaktı. Onlar bilmeyecekti, hep yanlarında olacaktı. Bir gün, Zeynep onun olacaktı. "Tamam, baba." dediğinde Mustafa defin işlemlerini halletti. Hastanenin başhekimi ile görüştü. "Kimse bilmeyecek!" deyip yüklü miktarda bağış yaptı.
Oğlunun yanına girdi ve alnını öptü. "Oğluna çok iyi bakacağım. Ta ki sen kavuşana kadar." diye mırıldandı.
***
Yusuf'un küçük bedeni hiçbir şeyden habersiz avluda sağa sola koşturuyordu, çocuklarla. Bilmiyordu gelecekte eksikliğini yaşayacağı babası ölmüştü. Bilmiyordu, evlerinin direği yıkılmıştı. Hem de amcasının hırsları uğruna.
Murat Devranoğlu soğukkanlılığını koruyordu. Ellerinde ağabeyinin kanı vardı ama bunu kimse bilmeyecekti. Tabutun önüne geçerek bağırdı "Andım olsun, abi! Sana bunu yapan Kenan Kayaoğlu'nu sağ bırakmayacağım!" diye bağırdı.
Düşmanlıklar başladı. İki ailenin arası eskiden daha kötü duruma geldi. Öyle ki birbirlerini gördükleri yerde silah çekmeye başladılar. Murat, karısını ve çocuğunu yok sayarak Zeynep'i elinden alan o adamın, sözde ağabeyinin intikamı için, Kenan'ı ve Zeynep'i aradı. Onları bulması uzun sürdü fakat buldu. İntikam ateşi çok büyüktü. Büyük bir plan kurdu o anı bekledi ve o an gelmişti...
-2022 Eylül-
Sonbahar gelmişti. Yapraklar sararıp solmuş, doğa ölüm sessizliğine bürünmüştü. O sessizliğe rağmen etrafa gülücükler saçan biri vardı: Hazan Kayaoğlu. İsmimin tam zıttıydı fakat kaderinin ördüğü ağları bilmiyordu. Tek istediği aşktı ve onu bekliyordu. Ne zaman aşık iki çift görse özenirdi çünkü onun aşkı hep hayallerinde saklı kalmıştı.
Zihninde hayallerinin resmini çiziyordu. Önce annesinin ve babasının birbirine baktığı gibi bir çift göz çiziyordu. Sonra sarılışında huzur bulabileceği bir göğüs çiziyordu. Dudaklarını öperken tüm dünyanın ayakları altına serileceği bir dudağı da unutmuyordu. En sonda da büyük bir kalp çiziyordu. İçinde sadece onun ve kendisinin olduğu ne olursa olsun tek bir engelin olmadığı büyük bir kalp. Onun için aşk, kuşlar kadar özgür olup kanat çırpmaktı. Âdem (a.s) kendi kaburga kemiğinden yaratılan Havva'ya duyduğu aşk gibi. Ferhat'ın Şirin'e ulaşmak için dağları delmesi gibi. Aşk için bütün engellere göğüs gerecek o kutsal kalbi bekliyordu. İşte, o zaman hayatı anlam bulacaktı. Kalbi, tahayyüllerin güzelliğine dayanamadı ve sesi arşa yükseldi.
Onu bulduğunda bayılmaktan korkuyordu. O kişi, belki de tam buradaydı ya da dünyanın diğer ucunda ama bir gün buluşacaklardı. Çünkü her eksik parça diğer parçasını elbet bulurdu. Tüm kalbiyle buna inanıyordu. Bir sürü şehir, ülke gezmişti. Hepsine de gerçek aşkı bulurum ümidiyle gitmişti. Ama eli boş geri dönmüştü. Sonra inanmıştı ki bir vakti vardı. O vakit gelecek ve karşısına gerçek aşkı çıkacaktı. 23 yıllık yaşamındaki tek eksik, aşktı. İçi birden kıpır kıpır oldu. Hissediyordu aşk çok yakınlardaydı. Arkadaşları gülerek ona bakıyor ve fark etmiyordu. “Ooo, bizim kız yine uçuşlara geçmiş." diyen yakın arkadaşı Esra'nın sesiyle hayal dünyasından çıktı.
Hazan "Bir şey mi dediniz?" diye sordu. Serhat hariç hepsi kahkaha attı çünkü Serhat, kızın ne düşündüğünü biliyordu ve içinde büyük bir ateşin cayır cayır yandığını hissediyordu. Onun aşkını hiçbir zaman görmemişti ki, Hazan.
Yunus "Yine hayal aleminde belli." dediğinde Hazan, kaşlarını çattı. Kollarını birbirine kavuşturup ayağını parke zemine vurmaya başladı. Arkadaşları onunla sürekli dalga geçerdi. Olmayan biri uğruna hayaller kurduğu için. Esra "Tamam, hayatım. Hazan ile dalga geçme." dediğinde Yunus "Dalga denizde olur, aşkım,” dedi.
Hazan’ın öfkesi silinip yerini tiksintiye çevirdi. Yunus, soğuk espri denilince akla gelen ilk kişiydi. Bazen öyle katlanılmaz espriler yapıyordu ki, sevgilisi dahil herkes ondan tiksiniyordu. Emel "Allah'ım ya! Senin bu eskimiş, çürük kokan esprilerin yüzünden bir gün zehirleneceğiz." dediğinde Serhat güldü. Serhat, grubun aklı başında üyesiydi. Grupta birinin başına bir şey gelse kendi meselesi gibi çözer ve herkesi koruyup kollardı. Özellikle de Hazan’ı. Onu tanıştığından bu yana sevdiği için üzerine daha fazla titrerdi. "Kızlar haklı. Yeter, şu bayık esprilerinden gına geldi.”
Herkes onaylarcasına kafasını salladı. Yunus, omuz silkti. “Beni böyle kabullenmek zorundasınız,” dedi. Hazan, kol saatinden saate baktı. Gözleri yerinden çıkacakmış gibi açıldı. Saat, tam olarak altı buçuktu. Ve yedide evde olmalıydı. Serhat durumu anlamıştı. Hazan, ceketini ve çantasını aldığı gibi ayağa kalktı. "Benim hemen çıkmam gerek. Hepinizi öptüm." deyip topuklu ayakkabılarına rağmen bir atlet gibi koşmaya başladı. Vale, Hazan'ın telaşlı hâlini görünce hemen anladı çünkü Hazan buranın daimi müşterisiydi. Herkes alışmıştı onun bu hâllerine. Çok geçmeden aracı, tam önünde durunca valeye küçük bir gülümseme bahşetti.
Herkes gibi vale de ona hayrandı. Hazan ışık saçıyordu. Etrafındaki tüm erkekler de bunun farkındaydı. Arabayı çalıştırıp aklındaki yolları tarttı. Bu saat trafiğin yoğun olduğu zamanlardı. İstanbul'un trafiğine girmemek için ana yoldan çıktı. Ailesi onu yemeğe bekliyordu.
Annesi, Zeynep Kayaoğlu'nun değişmez kuralları vardı. Mesela saat yedide herkesin yemek masasında olması gibi. Ve yediye yirmi dakika vardı. Aksi gibi yağmur da başlamıştı. Kesinlikle geç kalmak istemiyordu. Arkadaş grubu, Esra, Emel; Yunus ve Serhat'la birlikteydim dese bile annesi yumuşamazdı. Sıkıntıyla nefes alırken radyodan çalan şarkıyla içindeki tüm sıkıntı buhar olup uçtu. Radyodan çalan şarkı sanki istek parça istemiş gibiydi. Gülümsedi. Ve kendini ritme kaptırdı.
***
Zamansız her şeyden nefret ediyordu, genç adam. 26 yıllık hayatında bir kere bile zamansız bir iş yapmamıştı ama bu sefer İstanbul'a zamansız bir şekilde gelmesi Yusuf Devranoğlu'nu aşırı sinirlendiriyordu. İş yaptıkları şirket sahibi sorularla onu boğmuştu. Özellikle amcasını sormuşlardı. Amcası, Murat Devranoğlu da onunla gelmişti fakat işlerle kendisinin ilgilenmesini istemişti. Yusuf, kirli sakalını kaşıdı. Amcasının bir şeylerin peşinde olduğunu hissediyordu. Amcası her zaman sırlarla dolu bir adam olmuştu. Sık sık Rize'den İstanbul'a gelirdi. Ve bu aralar sıklaşmıştı.
Her ay İstanbul'a geliyordu. Annesi İlknur'un bir şeyleri bildiği kesindi çünkü ne olursa sesi çıkmıyordu. Babaannesi ve dedesi de aynı şekilde. Hayatı hiçbir zaman iyi gitmemişti ki. Şimdi gitsin. Her zaman bir şeyler onun için eksikti. Hiçbir zaman tam anlamıyla gülümsediğini hatırlamıyordu. Bunun en büyük nedeni çocukluğuydu.
Babası o daha süt kuzusuyken ölmüştü. Bir yanı hep eksikti. Yıllarca kalbi katranlaşmıştı. Artık katranlaşmış kalbi hiçbir şey hissetmiyordu. Düşünceleriyle daha fazla sinirlenen Yusuf'un sanki göz perdesi kapandı. Kendine gelmesini sağlayan ise çarpışma sesiydi. İki kalbin çarpışma sesi gibi. Nasıl olur da trafikte kendini kaybederdi? Tüm hayatını zindan eden olayı nasıl başkalarının canı için riske atardı? Araçtan inip diğer araca doğru ilerledi. İçinde her kimse bir kadındı ve söyleniyordu. Şükretti içinden. Kadına bir şey olmamıştı. Kulağına dolan naif sesle kalbi bir hoş oldu. "Allah'ım bu kaçıncı? Hem de daha yeni almıştık. Babam, bana bir daha asla araba almaz."
Yusuf'un dudakları kıvrıldı. Arabaları inceledi. Kendi aracının tamponunda hafif bir ezilme vardı. Genç kadının da yan tarafında çizik ve ezilmeler vardı. Neyse ki sert bir çarpışma olmamıştı. Bakışlarını, Hazan'a çevirdi Yusuf. Yan profilden bile güzel olan kız, Yusuf’un kalbini titretmişti. Katranlaşmış kalbinde mucizevi şekilde bir kırılma meydana gelmişti. Küçük bir kırılmaydı fakat içeri sızan ışık ise daha büyük mucizelere gebe olacaktı.
Hazan, birden Yusuf'a döndü. Kızın önce açık kahverengi gözlerine kilitlendi. O gözler de belki deniz huzuru yoktu ama cennete girişin bileti gibiydi. Kirpikleri upuzundu. Tıpkı bir ok gibi. O kirpikler yay olmuş kalbine saplanmıştı. İlk defa böylesine bir hisle dolmuştu, katranlaşmış kalbi.
Hazan da Yusuf'a bakıyordu. Hazan'ın içinden geçirdiği tek şey karanlık gözlerinde boğulmaktı. Karanlığı temsil eden gözlerinde sonsuzluğa ulaşmaktı. Kirli sakal bir erkeğe bu kadar yakışır diye düşündü. Hiç eğreti gibi durmuyordu. Giydiği beyaz gömleğin ilk iki düğmesi açıktı ve oradan bile belli olan pürüzsüz kaslı, kumral vücudu resmen açık bir davet sunuyordu.
Karşısındaki adam hayallerinde düşlediği adamdı. Aklına birden arabası ve elleri belinde annesi geldi. Yemeğe geç kalmıştı. Beynine şimşek gibi çakan düşüncelerle aracından inip topuklu botlarını sertçe yere vurdu. Yusuf’un tam karşısına geçti. Bu yakışıklıya hakaret etmek içinden gelmese de yapacak bir şey yoktu. Ona çarpmadan önce düşünecekti. "Sana ehliyeti kasaptan mı verdiler? Bir insan önüne bakmaz mı?" diye diklendi. Yusuf, şaşırmıştı çünkü böyle bir tepki beklemiyordu.
Hazan olanca gücüyle söylemişti çünkü adamın karşısında erimemek mümkün değildi. Bacakları, jöle kıvamına gelmişti. Yusuf, düz bir ifadeyle kıza bakıyordu. Bu bakışlar, Hazan'ı daha çok sinirlendirdi. Adam yakışıklıydı bir o kadar da küstahtı. Yusuf "Ben gayet önüme bakıyorum,” dedi. Hazan, hayretle ona baktı. Yusuf dümdüz bir şekilde genç kadına bakıyordu. Hem de gözlerinin tam içine.
Bu sırada gök âdeta yarılmıştı. İkisi de sırılsıklam olmuştu. Genç kadın, giydiği siyah, boyfriend pantolonun arka cebinden telefonunu çıkarttı. “Sen, şimdi görürsün,” dedi. 155'i tuşlayacakken telefon elinden alındı. Ne yapıyorsun gibisinden karşısındaki adama baktı. En nefret ettiği şeylerden biri de buydu. "Hemen telefonumu ver!"
Yusuf ise alayla ona baktı. Topuklu ayakkabı giymesine rağmen hâlâ kendisine aşağıdan bakıyordu. "Ya versene ya! Bak eve geç kalıyorum. Aramayacağım polisi falan!" diyen genç kadına rağmen telefonu vermedi.
Hazan almak için Yusuf'a yaklaştı. Hazan ayak uçlarında, telefona ulaşmaya çalışıyordu ama nafileydi. Adamın boyu, o kadar uzundu ki yetişemiyordu. İki eliyle birden telefonuna uzanmaya çalışırken dengesi kayboldu ve refleksle iki elini de adamın boynuna doladı. İkisi de böyle son beklemiyormuş gibi yüz ifadesine bürünmüştü. Hazan'ın yüreği ağzında atıyordu. Birbirlerine yaklaşan dudakları durduran telefon sesi oldu. İkisi de transtan çıktı. Hazan, hızla kendini geri çekti. Yusuf ise elinde çalan telefonu kıza uzattı. Yusuf'un da Hazan'dan pek farkı yoktu. Kalbi deli gibi atıyordu.
Hazan, arayan kişiyi görünce dudağını dişledi. Yusuf'un bakışları anında az önce öpemediği o kiraz dudaklara takıldı. Bu kızda bir şey vardı. İlk kez gördüğü bir kız için bu tür duygular hissetmesi hiç iyi değildi. Hazan telefonunu açtı. "Efendim anne."
Zeynep Kayaoğlu kızı geç kaldığı aşırı telaşlanmıştı. Murat Devranoğlu onu korkutuyordu. Her an onlara zarar verecekmiş gibi hissediyordu. "Neredesin kızım sen?" diye sordu, telaşla. Kalbi, ağzında atıyordu. Kocası, Kenan Kayaoğlu karısına arkadan sarılıp yanağını öptü. Karısının gereksiz telaş yapmasını istemiyordu. Zeynep kocasının huzurlu göğsüne yaslandığında her şeyi unutuyordu. Kocasını seviyordu ama geçmişi onu korkutuyordu. Hazan "Anne, trafiğe takıldım. Hemen geliyorum,” diye yalan söyledi.
Zeynep derin bir soluk aldı. "Tamam, kızım." deyip kapattı. Kenan karısını kendine döndürdü. Tüy kadar yumuşak bir dokunuşla yanağını okşadı. "Korkma. Ben hep sizin yanınızdayım,” dedi. Zeynep kocasına sarıldı. Ne olursa olsun kötü düşüncelerine hâkim olamıyordu. Bu sırada, Hazan telefonu kapatıp cebine koydu. Yusuf, elini ensesine koyup "Aslında bakarsan hata bende. Telafi etmek isterim,” dedi.
Hazan, mağrur bir şekilde ona baktı. "Ha şunu bileydin. Ama telafiye gerek yok. Zaten pek bir şey yok." dedi. Yusuf'un dudağı istemsiz kıvrıldı. Hazan arabasına binmek için arkasını döndü. Ama kolundan tutuldu. Genç adama baktı. "Telafi etmeme izin ver. Yoksa içim rahat etmez." dediğinde Hazan bir süre düşündü. Belki de bu sayede genç adamla tekrar görüşebilirdi.
***
Sessiz bir kaosun ortasında hissediyordu, Hazan kendini. Kaos diyordu çünkü içinde savaşlar başlamış, fırtınalar kopmaya başlamıştı. Her zerresinde hissettiği o savaştan mağlup olmak onu ölesiye korkutuyordu. Kazanmak istiyordu. Ama buna gücü var mı, bilmiyordu? Onun arabasındaydı. Üstelik sırılsıklamdı. Adını bile bilmediği prens onu evine götürüyordu. Yusuf sessizce oturan genç kadına baktı.
Dışarıyı seyrediyordu. Neler düşündüğünü merak ediyordu. Keşke dedi içinden özel bir gücüm olsa da düşüncelerini okusam. "Hep bu kadar sessiz misin?" diye sordu. Merak ediyordu bu güzel kadını. Kalbine söz geçiremiyordu. Daha göreli bir saat bile olmamıştı. Hazan usulca ona döndü. Böyle bir soru beklemiyordu. Adamın konuşmayacağını düşünmüştü. Ama yanılmıştı. "Aslında bakarsan değilim ama şu an aileme daha doğrusu babama söyleyeceğim yalanı düşünüyorum."
Adama da yalan söylemişti. 'Aslında seni düşünüyordum.' diyemezdi. Yusuf hafif güldü. "Değişik bir kızsın."
Hazan kaşlarını çattı. "Pardon ne değişikliğimi gördün?" diye sordu. Yusuf elleriyle direksiyonda ritim tutarken oldukça keyifli görünüyordu. Buram buram çiçek kokusu burnuna dolarken nasıl keyifli olmasın ki? Yusuf "Farklısın, demek istedim. Galiba fazla sinirli birisin."
Hazan daha fazla dayanamadı. "Sinirliysem sinirliyim. Sevgilim, kocam düşünsün."
Yusuf büyük bir dumura uğradı. Kalbinin tam ortasında bir sızı hissetti. Yüzüğü yoktu ama sevgilisi olabilirdi. Bunu nasıl düşünemezdi? Hazan ise yüzü ciddileşen adama şaşırdı. Ne olmuştu bu adama böyle? Oturdukları eve geldiklerinde Yusuf, kıza telefonunu uzattı. "Numaranı kaydet. Arabanı hemen yaptırıp sana yollayacağım."
Hazan kafasını salladı. Adam birdenbire değişmişti. Yoksa adam kendisinin sevgilisi olduğunu mu zannetmişti? Ve kıskanmıştı. Düşüncelerini beyninden defetti. Çünkü düşünceleri mantıklı değildi. Adam onu neden kıskansın ki?
Hazan numarasını kaydedip kendini aradı. Kendini 'Hazan' olarak kaydetmişti. Adam telefonunu alırken bile ona bakmıyordu çünkü kızın sevgilisi varsa duygularına hâkim olamamaktan korkuyordu. Kızın çiçek kokusunu daha yakından solumak istiyordu. Hazan suratını astı. Arabadan indi. Eve ilerlerken arkasını dönüp adama baktı. Adam da ona bakıyordu. Heyecanla kasılan kalbine rağmen ona bakmaktan vazgeçmedi. Fakat ikisi bilmese de kalpler çoktan birbirleri için atmaya başlamıştı.
***
Kalbi hiç olmadığı kadar heyecanlıydı. 'Aşka yelken açmış olabilir miyim? O doğru insan olabilir mi?' diyen kalbine elini bastırdı. Adını dahi bilmediği bu prens onun yıllardır beklediği adam olabilir miydi? Öyle değilse bile öyle olmasını diledi. Çünkü genç adam kalbinin eridiğini hissettiği ilk insandı.
Hülyalı bakışlarla yemeğini yiyen kızını Zeynep Kayaoğlu fark etti. Zeynep kızındaki yüz ifadesini anında tanıdı. Kızının kalbini çalmayı başaran biri vardı. Kenan Kayaoğlu "Hazan," diye seslendi güzel kızına. Hazan kafasını kaldırıp babasına baktı. "Kızım, araban nerede? Eve de bir genç adamın arabasıyla gelmişsin." diye sorguladı.
Hazan tahmin etmeliydi bu evde bir yığın koruma vardı. Hazan ailesini tatmin edecek bir yalan ararken Kenan "Hiç küçük şeytanlık yapma."
Hazan o an doğruları söylemeye karar verdi. "Kaza geçirdim." demesiyle annesi telaşla ayağa kalktı. Kızını masadan kaldırıp bir yerinde bir şey olup olmadığını kontrol ediyordu. Hazan "Anne ben iyiyim. Araba pek iyi değil. Ama karşı taraf," diye devam edemeden babası sözünü kesti. "Hazan bu kaçıncı kaza? Artık biz yorulduk. Sen trafiğe çıkmaktan yorulmadın kızım."
Hazan küçük bir çocuk gibi kafasını yere eğdi. Babasının haklı olduğunu biliyordu. "Haklısın, baba. Ama bu sefer bütün hata karşı tarafın." diye mırıldandı. Kenan güldü. "Bundan öncekilerde de karşı tarafın hatasıydı." dedi alayla. Kızının canı için onu bu araba sevdasından vazgeçirmeye çalışıyordu, Kenan. "Ama baba cidden bu sefer..."
Yine sözü kesildi. Hazan ağladı ağlayacak bir şekilde babasına bakıyordu. Zeynep ise sessizce olayı izliyordu çünkü kocasına hak veriyordu. "Artık araba olayı bitti!" dedi, kesin bir dille. Hazan yanağından bir gözyaşı aktı. Hepsi o adamın suçuydu. Beyaz atlı prensi zannettiği adam arabasının elinden alınmasına neden olmuştu. Hazan büyük bir hızla yemek odasını terk etti. Karı koca kızlarının arkasından bakarken Zeynep üzgünce kocasına döndü. "Kenan, çok üzüldü."
Kenan kaşlarını çattı. "Daha sonra daha çok üzülmemek için bu yaptıklarım, Zeynep."
Kocasına hak vermişti. Odasına çıkan Hazan sağa sola gidip geliyordu. Hazan'ın odası tamamıyla onu yansıtıyordu. Beyaz mobilyalar, bir duvarı kaplayan kocaman bir kitaplık... Hayatında en sevdiği şey kitap okumaktı. Kitapların büyülü dünyasına dalınca bir daha çıkamazdı. Odasındaki tek ses beyaz parkesinde yankılanan topuklu ayakkabılarının çıkardığı tiz sesti. Ve beynini kemirip duran düşünceler. İç sesiyle hesaplaşmaya başladı. "Beyaz atlı prens dedik öküz çıktı." diye söylendi. Hazan, büyük bir öfke duyuyordu içinde o adama karşı.
Ama inkâr edemezdi, kalbinin bir tarafı da tam tersini söylüyordu. Kalbi sanki iki zıt kutba çekilmişti. Biri dokunsan yanarsın diyordu. Diğeri de dokunmazsan üşürsün diyordu. En sonunda mantıklı yanı ağır bastı ve telefonunu eline aldı. Numarasını bile kaydetmediği adama mesaj yazmaya başladı. Aslında arardı ama sesini duyup iki sözü bir araya getirememekten korkuyordu.
Hazan-Sen bugün hayatıma girmemiş olsaydın ben gayet de arabamla geçinip gidecektim. Hepsi senin suçun!
Hâlâ içindekileri atmış değildi. Ondan mesajı beklerken hem sinirli hem de heyecanlıydı. Telefonun başında bekliyordu. Acaba mesajına nasıl cevap verecekti?