Otel odasından İstanbul boğazını izleyen Yusuf'un tek düşündüğü bugün karşılaştığı genç kadındı. Çok güzeldi. Bakmaya doyamayacak, dokunmaya kıyamayacak kadar güzeldi. Elini ensesine koydu. Ensesine değen ellerini hissetti. Sıcacık bir dokunuş...
Eğer o lanet telefon çalmasıydı onu öpecekti. Belki pişman olacaktı ama çok istemişti. Delicesine bir istekti belki. Bir daha bulamayacağı bir istek. O kız benim olmalı diye düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. Ellerini saçlarına geçirdi. Onunla Kız Kulesi ve Galata Kulesi'nin âşkı kadar imkansızdı.
Hayatını büyük bir uçuruma iten bir kelime. Üstündeki gömleğinin düğmelerini açtı. Kısa bir duş alıp kendine gelmeliydi. Yoksa düşünceleriyle boğulup gidecekti. Yüzme bilen fakat yüzmeye takati kalmamış gibi hissediyordu. Banyoya girecekken geldiğinde yatağın üzerine fırlattığı telefonuna mesaj geldi. Gerekmedikçe telefonuyla fazla ilgilenmezdi.
Kullandığı sosyal medya hesaplarına ise ayda yılda bir kere fotoğraf koyardı. Ona göre zaman kaybından başka bir şey değildi. Telefonunu eline aldı. Hazan diye birinden gelmişti. Hazan kimdi? Mesajı okuyunca onun olduğunu anlamıştı. Demek adı Hazan'dı.
İstemsiz gülümsedi. Kalbi gibi, gülümsemeyi unutan dudaklarını da yumuşatmıştı. Sinirlisin derken haklıydım, yazıp gönderdi. Merakla genç kadının yazacağı mesajı bekledi. Şu an nasıl bir tepki verdiğini tahmin edebiliyordu. Genç kadının asabi ve zor bir kadın olduğunu anlamıştı. Tam bir Karadeniz kadını diye düşündü.
Hazan okuduğu mesajla sinirden patlamak üzereydi. Bu adam, onun beyaz atlı prensi falan olamazdı. Şekere kavuşup elinden düşüren bir çocuk gibi hissediyordu. Hazan da ‘Sana ne ya! Sana arabam diyorum sen bana ne diyorsun? Sakın bir daha karşıma çıkma!’ diye yazıp gönderdi.
Yusuf okuduğu mesajla kasıldı. Onu delicesine görmek istiyordu. Ve görecekti de. Hazan'ın söyledikleri umurunda değildi. Yusuf ellerini klavyeye götürüp kalbinden geçenleri yazdı. Araba konusunda elimden bir şey gelmez. Ama bir daha karşına çıkmamak konusunda sana söz veremem. Çünkü karşılaşacağız, Hazan. Birkaç kez okuduktan sonra göndere tıkladı.
Hazan okuduğu mesajla elini kalbine koydu. Bu adam, akıllara zarardı. Ondan uzak durmalıydı. O ne derse desin uzak durmalıydı. Çünkü daha fazla okyanus akıntısına kapılmak istemiyordu. Biliyordu, boğulurdu.
Hazan-Rüyanda anca!
Yusuf mesaja güldü. Rüyalarını süsleyeceğini biliyordu. Çünkü kız şimdiden tüm beynini ele geçirmişti. Yusuf düşüncelerine hâkim olamadı ve genç kadına yazdı. Yusuf da Buna sen de sevgilin de engel olamayacak! diye cevapladı. Hazan okuduğu mesajla kaşlarını çattı. Sevgili mi? Düşündüğü şey olmuştu. Genç adam onun sevgilisi olduğunu zannetmişti. Kendince dans etti. Adam onu kıskanmıştı.
Hem de olmayan birinden. Konduramadığı şey gerçekleşmişti. Az önce adam için saydırırken şimdi içinden neler geçiyordu. Ne yaparsa yapsın adamdan nefret etmesi imkansızdı. Hazan-Olmayan sevgilim ve ben, sana engel olabiliriz, diye yazıp yolladı. Adama açık bir kapı bırakmıştı. Gerisi ona aitti. Yusuf okuduğu mesajla ilk kez içinden deli gibi gülmek geldi. Kızın sevgilisi yok! Bu hayatında duyabileceği en büyük haberdi.
***
Hazan, sabaha kadar uyuyamamıştı, sabaha karşı uyuyakalmıştı. Tüm gece adını bilmediği genci düşünmüştü. Daha yeni tanıştığı bir adamı düşünmek ne kadar mantıklıydı? Ama kendine engel olamıyordu. Ne yaparsa yapsın onu düşünmemek elde değildi. Unutamıyordu onu.
Tüm yüzü sanki her gün onu görüyormuş gibi gözünün önünden gitmiyordu. İç çekti. Akşama doğru uyanmıştı. Genç adamdan mesaj beklemişti ama mesaj yoktu. İçten içe biraz üzülmüştü. Acaba kendisi mi mesaj atsaydı? Yataktan kalkıp elinde telefonla sağa sola gidip geldi.
"Yok ya, şimdi mesaj atarsam beni basit bir kız zannedecek. Biraz ağır olmalıyım." deyip telefonu yatağına koydu. Zeynep Kayaoğlu, dizinin altında biten bir kırmızı elbise ve siyah stillettolarıyla kızının kapısına geldi. Kapıyı tıkladı. "Kızım, müsait misin?" diye sordu. "Evet,"
Zeynep içeri girince Hazan "Vay, neden bu kadar şıksınız, Zeynep Hanım?" diye sordu. "İş yemeğine gidiyoruz,” dedi.
Hazan kafasını salladı. "Size iyi eğlenceler,” dedi.
Zeynep gülümsedi. "Siz de bizimle geliyorsunuz, küçük hanım. Yarım saatiniz var." deyip itiraz bile kabul etmeden dışarı çıktı. Biliyordu, kızı onu kandırırdı. Kocası Kenan, bizzat Hazan'ın da gelmesini istemişti. Hazan içinden bir bu eksikti, dedi. Neden bu yemekler bu kadar zamansız, diye söylenmeye devam etti. Dolabını açıp mor, dizinin üstünde biten askılı bir elbiseyi eline aldı. Bu elbiseyi geçen sene Roma'dan almıştı. Ve giymek hiç nasip olmamıştı.
Altına da gümüş tek bantlı ayakkabılarını aldı. Banyoya girip üstünü çıkarttı. Parfümünü sıktı. Elbisesini giydi. Saçlarını at kuyruğu yaptı. Hafif bir makyaj yaptı. Çok vakti kalmamıştı. Ayakkabılarına uygun bir çantada seçip aşağı indi. Babası ve annesi yoktu. Kesin arabada onu bekliyorlardı.
Arabaya binerken annesi "Nasıl koruyacağız Kenan?" diye soruşunu duydu. Kimi neyden koruyacaklardı? Hazan kaşlarını çattı. Arka kapıyı açıp yerine yerleşti. Can alıcı soruyu sordu. "Kimi neyden koruyacaksınız?" diye sordu, merakla. Anne ve babasının ne demek istediğini anlamamıştı.
***
O soru buhar olup uçmuştu. Babası geçiştirip kendisine iltifatlar savurmuştu. Şimdi de şık bir mekânda iş yemeğindeydiler. Hazan bu tür ortamları sevmiyordu. Babası da bunu bildiği halde tüm yemeklere onu da getiriyordu. Hazan sessizce yemeğini yerken kafasını su içmek için kaldırdı. Karşısındaki masada kendisini henüz görmeyen Yusuf’u birkaç adamla bir şeyler konuşurken gördü.
İçtiği su boğazında kaldı. Bu adam neden şimdi karşısına çıkmıştı? Annesi telaşla "Kızım, iyi misin?" diye sordu. Hazan apar topar ayağa kalktı. "Ben bir lavaboya gideceğim." deyip Yusuf'a görünmeden gitmeye çalıştı. Yusuf "Ne diyorsunuz burada otel olur mu?" diye sordu, karşısındaki adamlara.
Burnuna bir koku doldu. Koku, ona birini hatırlattı: Hazan'ı. Kafasını sağa çevirdi. Çantasıyla yüzünü kapatmaya çalışan Hazan'ı görünce gülümsedi. Arkasından gitmek için masadakilerden izin istedi. Hazan, tam lavaboya girecekken koluna dokundu. "Bak yine karşılaştık." dedi eğlenen bir sesle. Hazan duyduğu sesle yutkundu. Nasıl görmüştü onu? Oysa o kadar dikkatli davranmıştı. "Bana dönmeyecek misin?" diye sordu.
Hazan yavaşça genç adama döndü. "Merhaba." deyip gergince gülümsedi. Yusuf, kızın gergin halini görünce daha da keyiflendi. Hazan, kolunu ondan kurtardı. Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken telefonu çalmaya başladı. Çantasından çıkartıp arayan kişiye baktı. Annesi arıyordu. "Efendim," dedi.
"Hemen gidiyoruz. Dışarıda seni bekliyoruz." deyip kapattı. Kaşları çatıldı. Şimdi ne olmuştu da gidiyorlardı? Yusuf "Bir sorun mu var?" diye sordu. Hazan "Gitmem gerek." deyip adama hiçbir şey söylemeden çıkışa doğru ilerledi. Yusuf ise iç çekti. Bu kız tam ona göreydi. Hazan’ı çıkışta bekleyen ailesi telaşlıydı. "Hemen arabaya bin!" dedi, babası.
"Ne oluyor?" diye sordu. Babası "Hazan, arabaya bin!" diye yeniden bağırdı. Hazan afalladı. Babası ona hiç bağırmazdı. Bir şeyler döndüğü belliydi. Arabaya geçip oturdu.
Neyin telaşıydı bu? Tabii ki Murat Devranoğlu. Geçmiş onları bulmuştu. Bu telaş onun telaşıydı. Her şeyden habersiz Hazan, gelecek acıları bilmeden ailesini izliyordu.
-Rize-
Şüphesiz en acı çeken kişilerin başında Nermin ve oğlu Orhan geliyordu. Nermin geçmişinden pişmanlık duyuyordu ama duysa da iş işten geçmişti. Tek güvencesi oğluydu. Kocasıyla hamile kaldığını öğrendiği gün imam nikahıyla evlendirilmişti. Ondan sonra da kocasını daha görmemişti. Kocası kaçıp gitmişti. Hem de bir kadın uğruna. Tüm köy ona ayıplayan gözlerle bakıyordu. Tam 25 yıl geçmişti ama kocası bir kez olsun ne gelmişti ne aramıştı.
Orhan olduğu gibi babasına benziyordu ama ondan nefret ediyordu. Onun babası, atası dedesi ve amcasıydı. Dedesi Mehmet, her zaman onun arkasında olmuştu. Babaannesi Fadime de onu çok severdi. Bir de kardeşi olduğunu biliyordu. Ondan nefret ediyordu. Bazen sosyal medya hesaplarından kıza bakıyordu. Kızın mutluluk pozlarına sinir oluyordu. O, orada babasıyla fotoğraf atarken Orhan her zaman eksik büyümüştü. Nermin oğlunun odasını tıkladı. Büyük bir evde oturuyorlardı.
Evleri, tam olarak Karadeniz'i yansıtıyordu. "Oğlum, uyandın mı? Kahvaltıya bekliyorlar."
Orhan, odasından çıkıp her gün yaptığı gibi annesinin elini öptü. "Anam benim günaydın." deyip bir de alnını öptü. Annesini kolunun altına alıp aşağı indiler. Hava sıcak olduğu için bahçede yemek yiyeceklerdi. Dedesi Mehmet, torununu görünce "Uşağım benim haydi otur."
Orhan, kuzeni Lavin'in yanına geçip oturdu. Bu sırada Lavin, kendinden habersiz kuzeni, Hazan'ın profilinde geziniyordu. Orhan tavşan kanı çayını içerken kuzenine döndü. "Ne yapıyorsun, cimcime?" diye sordu. Gördüğü resimle gözlerinden ateş fışkıracak kıvama geldi. Lavin'in elinden telefonu aldığı gibi yere fırlattı. Masada büyük bir şaşkınlık yarattı.
Lavin "Ne yapıyorsun sen, Orhan abi?" diye bağırdı. Orhan "O kızın fotoğraflarına bakıyordun!"
Yengesi ayağa kalktı. Hatice Hanım kızının yanına gitti. "Orhan,"
Orhan "Ne yenge? Babamı benden çalan o kızın fotoğrafına bakıyordu!" diye öfkeyle bağırdı. Bahçeden çıkıp arabasına bindi. Arkasında gözü yaşlı bir anne bırakarak.
-İstanbul-
Ertesi gün, Yusuf erken kalkmış kısa bir duş almıştı. Gece boyu rüyasında Hazan'ı öperken görmüştü. En güzel rüyası ise Hazan'ı Rize'deki evlerine götürüyordu hem de telli duvaklı. Keşke dedi içinden gerçek olsa. İki hafta sonra Rize'ye geri dönüyordu. Gitmekte mecburdu.
Keşke bir mucize olsa da Hazan da onunla gelse diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Hazan'ın bir İstanbul kızı olduğu aşikâr ortadaydı. Öyle bir kız kendisi için İstanbul'u terk etmezdi. Sessiz bir iç çekti. O da burada kalamazdı. Adamlarından birini aradı. "Buyur, beyim,"
Yusuf "Araba ne durumda?" diye sordu. Bir an önce kızla görüşmek istiyordu. Onu delicesine görmek... Çiçek kokusunu içine çekmek istiyordu. Dün gece apar topar giden kızı yeniden görmek istiyordu. Karşı tarafın diyeceği şeyi bekliyordu, Yusuf. "Araba bitti, beyim. Nereye getireyim?" diye sordu. Yusuf gülümsedi. "Güzel. Ben seni aradığım zaman arabayı diyeceğim yere getir." deyip kapattı.
Hazan, yatağında sere serpe yatıyordu. Gözünde bir gram uyku yoktu. Gece boyu o adamı düşünmüştü. Yeniden karşına çıkan adamı. Adını bile bilmediği adamı. Acaba şu an ne yapıyordu? Kendisini düşünüyor muydu?
Özdemir Asaf'ın meşhur dizelerini tekrarladı. Lavinia'nın bir kıyamet -yani herkesin ölümü onun için kıyamettir- olacağını bile bile gitmemesini dilemesi gibiydi. Ölümü bile karşısına alabilecek kadar değerli bir Lavinia. Burukça gülümsedi. Birinin Lavinia'sı olmak istiyordu.
Ölüm bile getirse ondan vazgeçmeyen bir kalbi istiyordu. O kişinin, o adam olmasını istiyordu. İç çekti. O sırada telefonu titredi. Yusuf-Evinin alt sokağında seni bekliyorum. Hemen gel! diye yazdı. Gelmişti işte. Heyecandan yerinden çıkacakmış gibi atan kalbine dokundu. Sanki adını dahi bilmediği adamın kalbi şu an kalbinin ta içerisindeydi. Telefon yeniden titredi.
Yusuf-Eğer gelmezsen ben gelirim!
Yataktan fırladığı gibi banyoya gitti. Hemen yüzünü yıkadı. Dişlerini fırçaladı. Beyaz dolabının karşısına geçti. Fazla özenmiş gibi görünmemek için eşofman takımını giydi. Sanki hiç gelmek istemiyormuş gibi görünmek de istiyordu. Sinsice gülümsedi. Erkeklere fazla yüz vermemek gerekiyordu. Odasından sessizce çıktı fakat annesine yakalandı. Zeynep Kayaoğlu kızını spor kıyafetleriyle görünce "Spora mı?" diye sordu. Hazan da çaktırmamak için kafasını salladı. "Biliyorsun haftaya balom var. Ve elbisemi tam anlamıyla taşımak istiyorum."
Zeynep gülümsedi. "Sen, her zaman güzelsin kızım benim." deyip kızına sarıldı. Hazan geç kalmamak için geri çekildi. "Anne geç kalıyorum." deyip modern görünümlü merdivenden koşarak indi. Zeynep, kızından şüphelenmişti. Kızı bu kadar erken çıkıp spor yapmazdı. Odasından gidip ceketini aldı.
Hazan, evden çıktığı gibi montuna sarıldı. Hava aşırı soğuk ve sisliydi. Havada bir esaret gizliydi. Bulutlar ve yeryüzü gizli bir iş peşindeydi. Şu an Hazan'ın onun yanına gidiyor olması gibi. Sanki gizli saklı bir şey yapıyor gibi hissediyordu.
Yürüdükçe ona yaklaşmanın verdiği mutlulukla kalbi daha hızlanıyordu.
Alt sokakta adamı arabasına yaslanmış bir şekilde buldu. Kot bir pantolon, beyaz bir tişört ve kot bir ceket giyiyordu. Düne göre oldukça spordu. Bu adam bu haliyle bile aşırı karizmatikti. Kalbi titredi. Bu adama ne giyse yakışırdı. Yusuf da kendisine doğru gelen kızı gördü. Hazan üstündeki basit eşofmana rağmen büyülüyordu. Sanki etrafında onu çevreleyen bir tür ışık hızması vardı. Her türlü ışık saçıyordu.
Hazan tam karşısına geçti. "Ne istiyorsun?" diye sordu. Dümdüz bir sesle. Sesini titretmemek için bedenini sıkmıştı. Yusuf elindeki anahtarı Hazan'a uzattı. Hazan adamın avcunun içindeki anahtara baktı. Yusuf "Araban,"
Hazan bakışlarını adama yöneltti. Alaylı bir şekilde "Sayende sürecek arabam kalmadı."
Yusuf dümdüz bir yüz ifadesiyle ona baktı. "Üzgünüm,"
Yusuf bu durumdan rahatsızdı ama çarpışmasalardı kızla asla karşılamazdı. Bunu düşündükçe üzüntü falan kalmıyordu. Hazan, Yusuf'un yüzünü taradı. Üzgün olması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. "Üzgün olman bir şeyi değiştirmiyor. Ama neyse ne işte. Arabamı ver! Bir daha da karşılaşmayalım." derken bile içi titredi.
Adamla karşılaşmak istiyordu. Ondan olumsuz şeyler duymak istemiyordu. Yusuf içinden sinirlense de belli etmedi. Elini ensesine götürdü. Cennetine girişin bileti olan gözlerine baktı, derin bir şekilde. İçi titretecek cinsten bir bakıştı. "Telafi etmek istiyorum tüm olanları. Akşam benimle yemeğe çıkar mısın?" diye sordu.
Zeynep Kayaoğlu gördüğü kişiyle elini kalbine götürdü. Kızının yanındaki o genç adam onlardandı. Kızını kirli geçmişine karıştırmamak için uğraşırken daha kötüsü olmuştu. Kızının karşısındaki adam, o adamın yeğeninden başka kimse değildi. Sırf, intikam için onları bırakmayan adamın yeğeniydi. O an anladı yeğeni de intikamın içindeydi. "Onu her şeyden uzak tutarken daha kötüsü oldu. Kızım onlardan birinin kalbine yaklaşıyor. Şimdi ne yapacağım ben? Kızımı nasıl koruyacağım?" diye mırıldandı.