Ah Fatma! Selim'in karanlığında hapsolduğu, bataklıkta umarsızca çırpınırken çığlıklarını duyup elinden tutan, içten içe attığı çığlıkları yavaşça susturup yerine gökkuşağı açtıran, karalar bağlamış kalbinin ritmini değiştirip hayata döndüren güzel kadın. Ömrünün en güzel saadeti.
Daha bir yıl önce Türkiye'nin en zengin işadamlarından birisiydi Selim taki kardeşi bildiği ortağından hayat hançerini yiyene kadar. Ortağı dolandırmıştı onu farkına vardığında ise her şey için çok geç kalmıştı. Kaybını yerine koymak için gece gündüz çalışmıştı ama olmamıştı. Birkaç ay içinde iflasını açıklamak zorunda kalmıştı. Sonra dost bildikleri bir bir gitmeye başladı yanından, hepsine alışmıştı Selim, ''Dost sandıklarım gerçek dost değilmiş demek ki en azından öğrenmiş oldum.'' diyerek şükür etti Allah'a her gece.
En sonunda anne ve babası da bırakıp gitti Selim'i parasızlığa dayanamadıklarını söylemişlerdi. İşte o zaman sorguladı Selim kendini, ''Ben bu kadar hayırsız bir evlat mıyım?'' diye, elinde sadece rahmetli dedesinden yadigâr eski ahşap evi kalmıştı. Sığındı yuvasız bir kuş gibi o eve ama çok geçmedi o da gitti elinden alacaklılara. Zamanında aldığı pahalı ceketinden başka bir şey kalmamıştı elinde.
Daha fazla dayanamadı Selim en sonunda bir deniz kenarındaki uçurumda buldu kendini. Oraya nasıl geldiğini bile bilmiyordu zihninin oyunuydu bu da ona. Rüzgârın taşıdığı fısıltıları anlamaya çalıştı bir süre ama nafile. En sonunda erkekler ağlamaz lafına inat bıraktı gözyaşlarını önce tane tane aktı sonra bir yağmura dönüştü o gözyaşları.
Bir adım attı ileri doğru kararlıydı bir son verecekti acılarına, ''Dur! Yapma.'' diye bir ses duydu arkasında. Önce yine zihninin oyunu sandı bir boşluğa bakacağından emin çevirdi başını ve o an gördü rüzgârda dalgalanan simsiyah saçların arasından kendine bakan bir çift bal rengi gözü.
''Yapma değmez hiçbir şey için.'' Yine duymuştu o melodik sesi. Kendine uzanan ele baktı bir süre sonra farkında bile olmadan tuttu o eli uzaklaştı uçurumdan.
Bir süre sadece kalpleri konuştu sonra dilleri başladı konuşmaya. Adı Fatma idi kurtarıcı meleğinin, Selim her şeyi anlattı karşısındaki yabancıya ve o sırada öğrendi Fatma'nın bu uçurumdan aşağı düşen arabada kocası ve üç yaşındaki kızını denize kurban verdiğini. Her yıl ölüm yıldönümlerinde buraya geldiğini. Tesadüf mü? Diye düşündü Selim hayat zaten koca bir tesadüf değilmiş gibi...
Gidecek yeri yoktu Selim'in zaten sokakta da bırakmazdı Fatma onu. Ailesinden böyle öğrenmişti çünkü yardıma ihtiyacı olana sırt dönülmezdi. Ne de güzel yetiştirmişti ailesi onu. Aldı götürdü kendi evine sıcak bir tarhana çorbası yaptı içmesi için. İçtikçe içi ısındı Selim'in fakat bunun sebebi çorbadan mıydı? Yoksa Fatma'nın sıcak gülüşlerinde miydi? Hiçbir zaman cevabını veremedi bu sorunun.
Fatma yardım etti Selim'e, Selim ilk fırsatta sattı sırtında kalan pahalı ceketini kendine küçük bir simitçi tezgâhı satın aldı ve hiç gocunmadan başladı çalışmaya.
Bir süre misafir etti Fatma onu evinde, biraz para kazanmaya başlayınca bir göz oda bulup kiraya çıktı Selim. Damlaya damlaya göl olur dedi kazandığı parayı biriktirmeye başladı. Çok geçmeden kazandığı para arttı Selim'in öyle ki önce bir simitçi dükkânı açtı, sonra iki, üç derken durumu düzelmeye başladı tekrardan.
Şimdi karşısında elindeki papatyalarla kendine doğru yürüyen beyazlar içindeki bu kadın birazdan ömürlüğü olacaktı, helali olacaktı. Baktı yüzüne dikkatlice Fatma'sının ama utanmıştı belli, duvağının arkasından eğdi başını yere yavaşça yürümeye devam ederken. 'Ah Fatma'm benim iki cihandaki hazinem' diye düşündü kalbindeki tarifsiz huzur ile...
SON…