‘’Üzgünüm sadece üç aylık ömrünüz kaldı.’’ diyen doktorun sesi bir süre kulaklarında yankılandı.
Kerem bu hastalıkla yıllarca savaş halindeydi ve şimdi kendisi bu savaşı kaybetmek üzereydi. ‘Bir yolu olmalı,’ dedi içinden ama sonra ‘Hayır, bir yolu yok kabul et.’ diye cevap verdi kendine.
Ağır adımlarla doktor odasından çıktı ve kendini zorlukla hastane bahçesine attı. Boğazını sıkan elden kurtulmak ister gibi gömleğinin üst düğmesini açtı ve kenardaki banka oturdu. Çalan telefonu ile titreyen eli ceketinin iç cebine gitti. Ekranda yazan ‘’Nefesim’’ yazısı ile bir an yüzünde gülümseme oluştu ve telefonu açtı.
‘’Efendim hayatım,’’ dediğinde karşısındaki kız konuşmaya başladı. ‘’Kerem, bizim kızlar beraber tatile gidelim dediler bende kabul ettim. Hatta şuan yola çıktık telefonuma ulaşamazsan bilgin olsun.’’ Kerem cevap veremeden telefon kapandı.
Genç bir iş adamıydı Kerem her şeyi alacak paraya sahipti ama bu sağlığını geri getirmiyordu. Fazlasıyla hırslıydı ve azimliydi. Ailesini kaybedeli çok olmuştu ve şu hayatta sevdiği tek insan az önce telefonda konuştuğu Nağme’ydi. Çoğu kişi sadece parası için kendisiyle olduğunu söylese de o seviyordu işte ve hastalığını ondan saklıyordu. Belki de öğrenirse gideceğinden korkuyordu.
Yanına oturan yaşlı kadına kısa bir bakış atınca yaşlı kadın gülümsedi. ‘’Merhaba,’’ diyen ses yaşına göre gençti.
‘’Merhaba teyze,’’ diye karşılık verdi Kerem.
‘’Ölümden kurtulmak ister misin?’’ diyen kadına şaşkın gözlerle baktı. Bu kadın kimdi? Öleceğini nereden biliyordu? Yaşlı kadın karşısındakinin şaşkın bakışlarına gülümsedi. ‘’Kelebekler vadisine geçiş yolunu biliyorum. İstersen sana gösteririm.’’ ‘’Bu ne saçmalık böyle,’’ diyen Kerem karşısındakini deli olduğuna kanaat getirmişti. ‘’Aşık bir kelebeğin kanadını kopardığında sırtında açılan yaradan siyah bir sıvı akar. Bu sıvıdan bir yudum içen kişinin dileği gerçek olur.’’ Kadın konuşmaya devam etti. ‘’Gece yarısı saat tam 00:00’da gözlerini kapat, elini kalbinin üzerine koy ve dileğini fısılda karşında geçiş yolu açılacak.’’
Kerem’in yüzündeki alaycı ifade ciddiyete bürünmüştü. ‘’Siz kimsiniz? Bunları bana neden anlatıyorsunuz?’’ dediğinde kadın yanından kalktı, ‘’Unutma, her şeyin bir bedeli vardır,’’ diyerek yanından uzaklaştı.
Kerem, yaşlı kadının arkasından anlamsız gözlerle baktı. Fantastik bir dünyada yaşamıyordu, her şey fazlasıyla gerçekti hatta öleceği bile.
Gece yarısı saat 00:00 olmak üzereydi. Kerem yaşlı kadının söylediklerini unutamamıştı. Denemekten ne zarar gelirdi ki? En fazla birkaç dakika kaybetmiş olurdu. Saat 00:00 olduğunda gözlerini kapayıp elini kalbinin üzerine koydu ve dileğini fısıldadı. ‘’İyileşmek istiyorum. Hastalığımdan kurtulmak istiyorum.’’
Gözlerini açtığında her şey aynıydı, bu saçmalığa bir an inandığı için kendine kızıyordu. Yatmak için battaniyeyi kaldırdığında odaya yayılan ışık ile ellerini gözlerine siper etti. Gözlerini kısarak ışığın geldiği yöne baktığında yuvarlak sislerin oluşturduğu bir kapı gördü. Yaşlı kadının dedikleri gerçekti. Yavaşça ışığa yaklaştı ve oluşan kapıdan içeri adımını attı.
Arkasından yok olan ışık ile etrafı incelemeye başladı. Yeşilliğin hakim olduğu uçsuz bucaksız bir orman, derelerden akan suların sesi ve etrafta uçuşan bir çok kelebek vardı. Ormana doğru yürümeye başladığında kelebekler kaçmaya başlamıştı.
Kerem, kaçan kelebeklere o kadar odaklanmıştı ki kendisine yaklaşan kelebeği son anda fark etti. Kelebeği yakalama düşüncesi ile parmaklarını gerdi. Kelebeğe doğru uzanacağı sırada yaklaşan kelebek büyüyerek sırtındaki uzanan göz alıcı kelebek kanatları ile güzel bir kıza dönüştü. Kerem kendisine yürüyen kızı şaşkınlıkla inceledi. Kanatları şeffaf ama yeşildi. Sarı saçları beline kadar uzanıyordu ve yeşil gözleri gülümsüyordu. Üzerine sim dökülmüş gibi parıldayan pembe dudakları tebessümle kıvrıldı.
Genç kız Kerem’in tam karşısında durdu ve konuşmaya başladı. ‘’Sen kimsin?’’ dediğinde Kerem, ‘’Ben, ben Kerem,’’ diyerek kekeledi.
‘’Bu diyara nasıl ve neden geldin insanoğlu?’’ diyen kıza hayranlıkla bakıyordu.
‘’Ben bilmiyorum uyuyordum ve kendimi burada buldum.’’ diyerek yalan söyledi. Gerçekleri asla söyleyemezdi.
Genç kızın alnı düşünceyle kırıştı. ‘’İki diyar arası geçit her dolunayda ortaya çıkar. Bir dahaki dolunaya kadar misafirimizsin insanoğlu. Ben Kelebekler Diyar’ının prensesi Melodi,’’ diyerek gülümsedi.
Eliyle işaret ettiğinde diğer kelebeklerde aynı şekilde insan formuna dönüşüp genç adama selam verdiler. Genç adam sahte bir gülümsemeyle hepsini geri selamladı. Karşısındaki Melodi’ye baktı. Saftı, güzeldi ve kendisine âşık etmek hiçte zor olmayacaktı.
Melodi, insanoğlunu alıp ülkesine götürdüğünde Kerem ağaç üzerlerine kurulan evlere dikkatle baktı. Hepsi ağaçların rengine uygundu. Gövdeleri kahverengi odunlardan ve çatıları ağaç dallarındandı.
Melodi, genç adamın elinden tuttuğunda etrafını saran sihir ile Kerem’in ayakları yerden havalandı ve Melodi ile birlikte ülkenin ortasındaki büyük eve doğru süzüldüler. Evin büyük terasına adım attıklarında Melodi, genç adamın elini bıraktı ve sihir yok oldu. ‘’Burası benim evim. Geri dönene kadar burada kalabilirsin,’’ diyerek gülümsediğinde iki yanağında oluşan derin çukur göz kırptı.
Gitmek için havalandığında Kerem arkasından seslendi. ‘’Peki, siz? Burada kalmayacak mısınız?’’
Genç kızın ayakları tekrar teras ile buluştu. ‘’Hayır, siz buradayken burası sizindir.’’
Kerem, eline geçirdiği fırsatı kaçırmak istemiyordu. ‘’Gitme,’’ diye seslendi genç kızın arkasından ‘’Geri dönene kadar sizinle vakit geçirmek istiyorum.’’
Genç kız bu teklif karşısında şaşırmıştı. Kısacık ömründe bir insanoğluyla karşılaşan ilk kelebek kendisiydi muhtemelen ve o insanoğlu, seninle vakit geçirmek istiyorum demişti. Bir süre düşündü genç kız hayatının sonu yakındı ve bu yakın sona neden mutlu bir şekilde gitmesindi? Ve bu düşünceyle seve seve kabul etti insanoğlunun teklifini başına geleceklerden habersiz.
‘’Akşama kadar dinlen, hava kararınca tüm kelebekler yemeği birlikte yeriz. Bize eşlik etmek istersen birlikte gideriz.’’ diyen genç kız, karşısındakinin onaylayan bakışları ile evden uzaklaştı.
Kerem eve girdiğinde etrafına bakındı. İçeride sadece tek bir yatak ve bir boy aynası vardı. Onun dışında hiçbir eşya yoktu. Bu durumu garipsese de yatağa uzanıp gözlerini kapadı. Hasta vücudu yorgundu ve güçsüzdü.
Omzunda hissettiği el ile uyandığında Melodi tüm güzelliğiyle gülümsüyordu. Gözlerini elleri ile ovarak yataktan doğrulduğunda gece olduğunu fark etmişti. Yataktan kalktığında Melodi’nin eşliğinde terasa çıktılar. Her yeri aydınlatan ateş böcekleri etrafta uçuşuyor ve yeşil çimlerin üzerinde içinde meyve dolu çok sayıda sepet bulunuyordu. Genç kızın sihrini bir kez daha yanındaki adama aşıladı ve birlikte yere süzüldüler.
Yeşil çimlerin üzerine oturduklarında onlara kelebek halkı eşlik etti. Hep beraber meyveleri yerken genç kız üzerindeki yabancı bakışları utangaçlıkla karşılıyordu. Kerem, aldığı meyveleri birer birer genç kıza uzatıyor ve ona oldukça ilgili davranıyordu.
Tüm meyveler yendiğinde ortam birer birer terk edildi ve geriye sadece iki genç kaldı. ‘’Bana etrafı gezdirir misin?’’ diyen Kerem, genç kıza tüm gülümsemesini sergiledi. Genç kız karşısındakini onaylayarak ayağı kalktı ve genç adama elini uzattı. Kerem uzanan eli tuttuğunda bir kez daha yerden havalandı ve birlikte ormanı gezmeye başladılar.
Ateş böceklerinin ışığında ışıl ışıl parıldıyordu orman. Ne çok isterdi Nağme’siyle burada gezebilmeyi. Genç kız büyük bir heyecan ile geçtikleri yerleri tanıtıyordu. Uzun bir turdan sonra eve geri dönmüşlerdi ve genç kız ‘iyi geceler’ dileyerek insanoğlunu evde tek bıraktı.
Kerem uçarak uzaklaşan kızın arkasından baktı. Melodi, onun dermanı olacaktı. Onun için üzülemezdi değil mi? Sonuçta sadece bir kelebekti.
Aradan geçen günler ikiliyi birbirine daha da yakınlaştırırken Kerem vaktinin azaldığını biliyordu. Gün geçtikçe tükenen gücü ölümü hatırlatıyordu. Karşısındakinin aşkına emin olmadan harekete geçemezdi.
Güneş gökyüzünde yükselirken yanına gelen Melodi, kendisini özel bir yere götürmek istediğini söylemişti. Bunu severek kabul eden Kerem, Melodi ile birlikte yola çıkmıştı. Çok geçmeden geldikleri yer yeşil çimlerin arasında mavi berrak suları ile parıldayan çok güzel bir göl kenarıydı. ‘’Burası çok güzelmiş,’’ dediğinde genç kız gülümsedi.
‘’Kozamdan çıktığım ilk yer. Kelebek olarak hayata burada merhaba dedim.’’
‘’İyi ki hayata merhaba demişsin ve seninle karşılaşmışım.’’ diyen Kerem, genç kıza yaklaşıp ellerini tuttu.
Melodi bu duygulara yabancıydı. Onlar için aşk imkânsızdı. Dünyaya kelebek olarak merhaba derlerdi ve çok geçmeden de son nefeslerini verirlerdi. Bu diyarda üç ay, insanoğlunun diyarında üç gündü. Çok vakti kalmamıştı Melodi’nin birkaç gün içinde son nefesini verecekti ve hiçliğe karışıp yok olacaktı.
Peki, ama kalbindeki bu değişik hissin adı neydi? Karşısındaki bu adamı her gördüğünde hızlanan kalp atımları neyin habercisiydi? Aşk dedikleri bu muydu? Ya yanılıyorduysa? Yanağına konan el ile yabancı olduğu duygular daha da yoğunlaştı. Dudaklarına uzanan dudaklar küçük bir öpücük bıraktığında bayılacak gibi hissediyordu ama aynı zamanda enerji doluydu. ‘’Seni seviyorum,’’ diyen insanoğluna cevap veremeden baktı sadece. Melodi kimseyi sevemezdi. O bir kelebekti ve ölümü yakındı. Ama ya söz geçiremediği kalbi? Onu nasıl ikna edecekti.
Dolunay vakti gelmişti. Gitme zamanı yakındı. Melodi aşkını kabul etmese de Kerem genç kızın gözlerindeki aşkı görüyordu. Melodi, Kerem’i son kez göletin kenarına getirdi. Çok geçmeden geçit açılacaktı ve kendisine kısacık ömrünün en güzel anlarını yaşatan bu adam sonsuza dek gidecekti.
Kerem, genç kıza yaklaşıp ellerini tuttu. Yaşamak için tek şansı karşısındaki bu genç kadındı. Melodi kanatlarının arasından çıkardığı kırmızı kaplama bir mektubu Kerem’in ellerine tutuşturdu. ‘’Bunu gittikten sonra oku.’’ Genç adam tamam anlamında başını sallayıp mektubu cebine koydu.
Geçit yavaşça açılmaya başladığında kendisine sarılmak için yaklaşan genç kızın kanatlarını kavradı. O ölemezdi, yaşamalıydı. Hırsı sayesinde ülkenin en zengin iş adamlarından biri olmuştu ve şimdi kayıp giden hayatını geri alma vaktiydi.
Avuçları arasındaki kanatları hızla tutup çektiğinde genç kız dudaklarından dökülen feryat ile dizleri üzerine yere düştü. Çektiği acının tarifi imkânsızdı. Kanadı kopan bir kelebek yaşayamazdı. Gücü gittikçe tükenmeye başlamıştı. Yanında dizleri üzerine çöken Kerem, genç kızın çenesini kavrayıp yüzünü kendine çevirdi. ‘’Üzgünüm Melodi, ama benim yaşamam için senin ölmen gerekiyordu.’’ Bakışları kanadın koptuğu yere yöneldi. Yaşlı kadının dediği siyah sıvı akmaya başlamıştı.
Dudaklarını sıvını aktığı yere yaklaştırıp birkaç yudum içti. Genç kız omzunun üzerine yere düştüğünde son gördüğü yüz sevdiği adamın yüzüydü ve dudaklarından dökülen son kelime ‘’Sadece sevmiştim insanoğlu!’’ oldu.
Bunu duyan Kerem kalbinde oluşan duyguları derine gömdü ve arkasında bıraktığı cansız bedene aldırmadan geçitten geçti.
Odasına adım attığında geçit kapandı. Yatağının üzerinde duran telefona uzandı ve tarihe baktı. Gideli sadece birkaç saat olmuştu ama orada daha fazla zaman geçirmişti. Telefondaki birikmiş yüzlerce mesaj ve mesajlarla gönderilmiş fotoğraflar vardı. Merak içinde hızla açıp baktı. Nağme’si üzerinde gelinlikle, yanında en güçlü rakibi olan Uğur ile nikâh masasındaydı. Bu gördükleri bir şaka olmalıydı.
Hızla ara tuşuna bastı ve telefonun dıtt sesini dinledi. İkinci çalışında meşgule düşen telefon ile bir mesaj bildirimi geldi. Titreyen parmakları ile mesajı açtı.
‘’Üç yıldır seninle evlenebilmek için uğraştım ama sen bunun için tek bir adım bile atmadın. Evet, arkadaşlarının sana söylediği her şey gerçekti, seninle paran için birlikteydim. Ve Uğur gibi zengin birinin evlilik teklifini geri çevirecek kadar aptal değildim. Beni bir daha sakın arama.’’
Kerem titreyen bacakları ile yere oturdu. O, canından çok sevdiği Nağme’sine evlenelim diyememişti. Hastaydı ve ölmemek için uğraşıyordu. O, parası için yanındaydı. Gözlerinde düşen yaşlar ile aklına Melodi geldi. Melodi, onu gerçekten sevmişti ama kendisi onu öldürmüştü. Cebine giden parmakları mektubu kavrayıp çıkardı. Gözünden düşen yaşlar ile mektubu okumaya başladı.
‘’Merhaba sevdiğim, kısacık hayatımı huzurla donatanım. Sana bir hikâye anlatmama izin ver. Melodi isminde genç-yaşlı bir kelebek varmış. Kelebek diyarında üç aylık ömürleri, insanoğlunun dünyasında üç güne inermiş. Genç kız çok istemiş insanoğlunun dünyasında ömrünü tamamlamak ama prenses oluşu buna engelmiş. Her kelebek istediği diyarda ömrünü tamamlama hakkına sahipken sadece prensesler bu haktan yoksunmuş. Ama bir gün bir adam gelmiş diyarına ve kalbini çalıvermiş genç kızın. Genç kız karşılık vermemiş bu adama, seviyorum diyememiş çünkü ölümü yakınmış ve arkasında kırık bir kalp bırakmak istememiş.
İnsanoğluna âşık olan her kelebeğin kanatlarında mavi bir inci belirirmiş ve bu inci ile dilenen dilekler kabul olurmuş. Genç adam gittikten bir gün sonra yaşamı son bulacakmış Melodi’nin ve genç kız da sevdiğine son hediye olarak bu inciyi yazdığı mektubun yer aldığı zarfın içine kondurmuş. Genç adamın yapması gereken tek şey bu inciyi avuçlarının içine alması ve kalpten dilediği bir dileği fısıldamasıymış.
İşte böyle sevdiğim ve sen hep hoşça kal, hep mutlu kal…’’
Kerem zarfın içinden avuçlarına düşen mavi inciye baktı. Pişman olmuştu yaptıklarından. Seven bir kalbi bencilliği ile öldürmüştü. O, bunu hak etmemişti. Mavi inciyi aldı avuçlarına ve dileğini fısıldadı. ‘’Melodi’yi geri istiyorum.’’ diye ama gelmedi melodi ve avuçları arasından yok olup gitti mavi inci.
Yaşlı kadın her şeyin bir bedeli var demişti. Bu da Kerem’in ödediği bedeldi işte. İyileşmişti, sağlıklı bir hayata kavuşmuştu ama bir ömür aşksız kalmıştı. Kalbindeki pişmanlık ile bir daha kimseyi sevemezdi.
Son nefesi bencil bir kalp tarafından çalınmıştı Melodi’nin ve insanoğluna bir ömür küsmüştü kelebek halkı. O günden sonra bir daha insan formuna dönüşmedi hiçbir kelebek ve asla konuşmadı insanlarla.
İnsanoğlu hep imrendi kelebek ömrüne sebebini bilmeden. Bilemezlerdi tabi kelebeklerin sessiz kalsa da kalplerine bu acı aşkı usulca fısıldadıklarını ve kalplerinin Melodi’nin aşkını farkına varmadan hissedip gördükleri her kelebekte Melodi’ye ait bir parça arayıp onlara hayranlıkla baktıklarını.
SON…