#Zeli
Karşımda sandalyeye bağlı olan adamın önünde kahvaltımı yaparken adam bana öldürecekmiş gibi bakıyordu. Allah’tan ayılmadan önce onu sandalyeye bağlamıştım da canım bedenim yeni bir dövüşle karşı karşıya gelmek zorunda kalmadı. Fakat bu seferde ayıldığında kulaklarım o güzel sesiyle şenlenip durdu. Keşke ağzını da bağlasaydım. Başka sefere artık. Sonunda bedeni yorgun düşüp susunca kafam rahatlamıştı. Astım krizi yüzünden onu çözmek istesem de yediğim yumrukların acısı hâlen üzerimdeydi. Tekrar onunla yumruk yumruğa gelecek güçte değilim. Kızgın boğa gibi etrafa saldırmayı bırakıp sakinleştiğinde ve durumu anlamaya çalışmaya başladığı an onu serbest bırakacaktım ama çenesi ve bedeni rahat dursa da siyah gözleri ‘Seni geberteceğim!’ diye bağırıyordu.
“Bana öyle bakma, sana durumu anlatmaya çalışıyorum ama dinlememekte direniyorsun!”
“Kes sesini! Bu iplerden kurtulduğum an seni bu iplerle boğacağım!”
Tehditkâr sesiyle gülümseyip ayaklarımı uzattım. Kahvaltı tepsisini kucağıma çekip yüzüne baktım.
“Dün gece ben uyurken buradan çıkamadığını fark ettin değil mi?”
Sorum cevapsız kalsa da konuşmaya devam ettim.
“Evet, fark ettin ve neden çıkamadığını sorgulasan da cevabını alamadın değil mi?”
Gözlerini yumup ağzından güzel bir küfür savurduktan sonra “Ne anlatıyorsun kadın?” diye bağırarak gözlerini açıp sandalyeden kalkmak için hareket etti.
Yeminle iyi ki bağlamışım bu boğayı yoksa şu an son nefesimi verir olurdum.
“Sana durumu anlatmaya çalışıyorum ama beni dinlemiyorsun!” diye güçlü ve kızgın bir sesle konuştum.
Dudaklarını ısırıp sinirini bastırmaya çalışırken boynunda belirginleşen damalarla sözü uzatmadan konuya girmenin bu durumda en iyi yol olduğuna karar verdim.
“Bana bir şey olsa kırk bir gün sonra bile buradan çıkamazsın!”
Sinirli ifadesinde mimik oynamadan yüzüme bakmaya devam edince elimle kendimi işaret ettim.
“Çünkü kapının çıkış şifresi varlığımda saklı!”
Nefes alışverişleri hızlanırken “Ben varsam kırk bir gün sonra buradan çıkarsın ben yoksam kırk bir gün sonra tükenecek olan besin maddeleriyle bedenin ne kadar dayanırsa o kadar var olacaksın!” dedim.
“Lan ne anlatıyorsun? Ne kırk biri ne varlığı ne şifresi deli kadın?” diye kükreyip sandalyeden kalkar gibi olsa da tam kalkamadı. Sağ olsun ipler ama iplerinde bu adamın öfkesine daha fazla dayanacağını zannetmiyorum!
“Bak sakin ol çünkü sana gerçeği söylüyorum! Bu ev kırk bir gün sonra açılacak şekilde şifrelendi! Kırk bir gün öncesinden açılması imkansız!”
İnanmayan bakışları eşliğinde el mahkumu başımı salladım. Biraz zaman vereyim, belki söylediklerimi düşünür. Ekmeğe tereyağı sürüp vişne reçeline uzandığımda aklıma gelen anıyla duraksadım.
“Tereyağın üzerine vişne reçel mi süreceksin?”
İğrenerek sorduğu soruyla şaşırdım.
“Neden, ne oldu ki?”
“Vişne reçelinden nefret ederim!”
Önümdeki vişne reçelini çekip balı koydu.
“Bunu sür!..”
Aras’ın isteğiyle o günden sonra hiç vişne reçeli yememiştim. Bu kırk bir günde de benimle konuşmasını sağlamak amacıyla Aras’ın ben de antipati duyduğu tüm obje, nesne, tüketim ürünlerini eve getirmiştim. Ama gel gör ki şimdi evde Aras yerine ünlü iş adamı Yağız Karakurt’la kalıyorum. Tabii isim benzerliği değilse. Gizliden adama baktığımda tek kaşı kalkmış bana bakıyordu. Ona baktığımı bildiğini anlar anlamaz bakışlarımı kahvaltı tepsisine çevirdim. İş adamları bu kadar öfkeli olmazlar! Kesin bu dağ ayısı, ünlü iş adamı Yağız Karakurt’la yaşadığı isim ve soy isim benzerliğinden başka ortak bir özellik taşımıyor!
“Buradan çıktığım an kafanı koparacağım Karga!”
Ekmeği ağzıma verip sinirle çiğnemeye başladım. Yerdeki çay bardağına uzanıp bardağı elime aldım. Çaydan yudum alıp geri kahvaltıma döndüğümde “Karga kim!?” diye soran adamla anlık şoka girdim.
Kahvaltı tepsisine yansıttığım hayret dolu yüz ifademi adamın yüzüne çevirdim. Elimle kendimi işaret edip “Bana soru mu sordun?” diye hayretle sordum.
Gözlerini yumup bir şeyler mırıldanınca öfkelendiğini anladım.
“Tamam, tamam sakin ol sadece şaşırdım. Beklemiyordum.”
“Cevap ver!” diye bağırarak gözlerini aralayınca “Sesine dikkat et! Karşında uşağın yok!” diye bağırdım.
“Karşımda canını alacağım kurbanım var!”
Başa döndüğümüzü anlayıp geri kahvaltı yapmaya döndüm. Tabaktan peynir alıp ağzıma verdikten sonra karşımdaki volkana gülümsedim.
“Bak oğlum güçlüsün, kuvvetlisin, savaşçısın eyvallah ama yarımsın!”
“Seni o dilini keserim kadın!” diye bağırıp sandalyeden kalkmaya çalıştığında bana inanması için adama gerçekleri göstermem gerektiğini anladım ve gözlerimi yumdum. Zihnimden ‘Yağız Karakurt’un bana ulaşmasını engelle!’ geçirdim.
Gözlerimi aralayıp biyometrik yetkilendirme sisteminin işleyişini incelemeye başladım. Kızgınlıkla bana doğru hareket etmeye çalışmaya devam ettiği gibi etrafını mor ışınlar sardı. Gülümseyerek yüzüne baktığımda adam etrafını saran mor ışıkların oluşturduğu zikzaklara hayretle bakıyordu. Hayretinden sıyrılıp bana doğru adım atmaya çalışsa da etrafında ki ışınlar adamı yerine sabitledi. Kafes birden kaybolunca yüzüne baktığımda adam bunu fırsat bilip bana doğru hareketlendiği gibi kalkan tekrar aktif olunca “Sikeyim böyle işi!” diye öfkeyle bağırdı.
Duyduğumla kahkahama engel olamadım. Adamın bakışları bana döndüğünde gülüşümü bastırmaya çalışarak “Başarılı olursan ışınları siken ilk insan olarak tarihe geçebilirsin!” dedim.
“Manyak mısın kadın!” diye bağırıp hareket etse de ışınlar hiçbir şekilde bir adım ileri ya da geri gitmesine izin vermiyordu. Yerimden kalkıp yerinde debelenmeye devam eden adama baktım.
“Boşuna uğraşma çünkü etrafın ‘Kuantum Teleportasyonu’ sarılı!”
Gözleri beni bulduğunda artık beni dinleyeceğini anladım. Bilseydim böyle yola geleceğini ışınları daha önceden devreye sokardım.
“Bak ben ne Çatal’ı biliyorum ne de seni! Hedefim sen değil sevgilim Aras Yaman idi!”
“Aras Yaman!” diye beni tekrar ettiğinde başımı salladım ve gözlerimle evi işaret ettim.
“Bu evi onu için özel tasarladım ama sadece Aras’ı eve getirme işini başkasına bırakmanın bedelini şu an seninle bu evde kırk bir gün hapis kalarak ödüyorum!”
Konuşmayıp beni dinlemeye devam edince “Dünkü dövüşle sen de karşında sıradan biri olmadığını anladın ama yine de kendimi tanıtayım Yağız Karakurt!” dediğimde adam tek kaşını kaldırınca gülümsedim.
“Dün geceki astım krizinden sonra ilaç amacıyla ceketini biraz karıştırdım da ismini oradan biliyorum!”
Başını sağa sola sallayınca “Ben Zeli Yalçınkaya’yım!” dedim.
Bilindik bakışları anında beni bulunca “Evet Yalçınkaya Holding’in CEO’su Zeli Yalçınkaya!” dediğimde düşünür gibi oldu.
“Kafayı eski sevgilisiyle yiyen CEO!” demesiyle “Aras eski sevgilim değil!” diye bağırdım.
Başını aşağı yukarı sallayıp yüzünde oluşan küçümseyici bir ifadeyle “Kafayı yediğin gerçekmiş!” dedikten sonra gözlerini evin içinde gezdirdi.
Sinirden yumruğumu sıktım. Bakışlarını evde dolandırmayı kesip beni bulduğunda “Dedikodulara kulak asmazdım ama ateş olmayan yerden duman çıkmazmış sözü hayat buldu!” dedi.
“Kes sesini yoksa seni mahvederim!”
Keskin sesimle yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. Gözlerini gözlerime dikip “Mahvetsene!” dediğinde öfkeyle yerimden kalktığım gibi ayağımı kahvaltı tepsisine vurup kahvaltı tepsisini etrafa savurdum.
“Zeli Yalçınkaya İtalya’ya dinlemeye gitme bahanesiyle tüm toplantılarını iptal edip kendisini beş yıl önce terk eden sevgilisini yeniden elde etmek için dağ başındaki bir evde aşk dilenciliğe çıkmış!”
Sinir bozucu sesi kulağımı tırmalarken öfkeyle sıktığım yumruğumu serbest bırakıp hızla arkama döndüm. Birkaç adımda adama yaklaşıp çenesini kavradığım gibi yüzünü yüzüme yaklaştırdım.
“Bak bir sıkımlık canın var onu da ben almayayım!”
Sesimdeki kararlılığa rağmen yüzündeki gülümsemeyi eksiltmedi. Neyine güvendiğinin merakıyla çenesini serbest bırakıp “Konuş!” dedim.
“Ses tonuna dikkat et!” diye uyardığında kafamı sola doğru eğip “Ağzından çıkana dikkat etmezsen ben de sesime etmem!” dedim.
“Beni çöz!”
“Neyine güveniyorsun?”
“Kendime!”
Cevap vermeyeceğini anlayınca “Canım seninle yakın temasa girmek istemiyor!” dedim.
“Ne zırvalıyorsun!?”
Bana deli muamelesi yapan ses tonuyla kendime sakin olmayı fısıldadım.
“Seni çözüp seninle dövüşmek istemiyorum!”
“Deli olduğunu anladığım için seninle dövüşmeyi reddediyorum!”
Çenesini tekrar kavrayıp öfkeyle gözlerinin içine baktım.
“Az önce gördüğün gibi ben olmasam sen bu evde kırk bir gün sonra hiç olursun!”
Gözleri alev alınca gülümsedim.
“Yani anlayacağın Yağız Karakurt ‘Varlığın varlığıma muhtaçken!’ şansını zorlama yoksa seni mahvetmekten beter hâle getiririm!”
Çenesini serbest bırakıp yüzüne baktım. Alt dudağını ısırıp sinirle bana bakınca konuşmanın bittiğini anladım. Başımı çevirip dış kapıya yöneldim. Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda gözümün önünde beliren güllere rağmen gülümseyemedim. Adamın alaycı sözleri zihnimde çınlayıp canımı acıtıyordu...