Arhat ağadan,
Gereken açıklamayı yapıp geriye Selim’i bırakarak kardeşimin katledildiği avcı kulübesine doğru yola çıktım.
Selim bilgisi olan olmayan herkesi bir bir arabaya alıp sorgulayacak, böylece adamlardan bilgi veren olursa kimliği açığa çıkmayacaktı.
Kulübenin yüz metre ilerisine kadar anca giden dağ yolu arazi aracıma geçit vermediğinde takım elbisemle araçtan inip kulübeye doğru yürüdüm.
Arkamdan beni takip eden adamlar çevrede bir işaret, katide dair bir iz ararken benim adımlarım doğrudan kardeşimin kanının döküldüğü kulübeyi buldu.
Yerde kocaman bir havuz oluşturup yeni kuruyan kanını gördüğümde dizlerimin bağı çözüldü.
Ben ki Zaferanilerin ağasıydım, ölsem bile ayakta ve dimdik ölürüm zannederken şu kan izi önünde yere yıkıldım.
Dizlerimi kan havuzunun kenarına vurup yerde kuruyup kalmış kanlara, kardeşimin altın gibi parlayan perçemine dokunur gibi incitmekten korka korka dokundum.
“FIRAAT!”
Sesim ıssız ormanın derinliklerini inletirken sanki beni duyup gelecek de, abi buradayım üzülme diyecekti.
Yaşadığım acının otuz iki yıllık lisanımda bir tarifi yok.
Sadece bir kez daha kardeşime değemeyecek elimi sımsıkı bir yumruk yapıp havaya kaldırdım
“ALLAHIM KARDEŞİMİN KATİLLERİNİ AVUCUMA DÜŞÜR!”
Hakikatin er yada geç ortaya çıkacağına imanım tamdı.
Burada acıdan başka bir şey olmadığı için atağa kalkıp kahvehaneye dönmeye hazırlanırken telefonumu Selim aradı.
“Ağam katili bulduk, arı kovanlarının kamerasına yakalanmış.”