Ayrıldıklarında sessizce banyodan çıkıp odaya döndüler ve parmak uçlarında dış kapıya ilerlediler. Alçin merdivenlerin olduğu yere kadar eşlik edecekti. Bu saatler fabrikadaki hennlerin çalışmaya başlama saatleriydi ve yakalanmasını istemiyordu. Elindeki telefonu pantolonunun cebine koyup koridorda ilerledi. Merdivenin olduğu yere geldiklerinde Gencay sessizce gülümsüyordu. Siyah kapüşonunu başına çekip merdivenden inmek için ilk adımını attığında büyük bir gürültü koptu. Genç adam fark etmeyip merdivenden çıkan henne çarpmıştı ve dengesini kaybeden beden merdivenden gürültüyle yuvarlanmıştı.
İkisi de koşar adım merdivenlerden inip yerde yatana yaklaştılar. Başın etrafında biriken kan gittikçe yayılıyordu. Alçin hiç düşünmeden üzerindeki gömleği çıkarıp açık yaraya bastırdı. Yardım etmeye çalışan genç adamın elini itti. ''Git buradan. Ben ilgilenirim.''
Gencay, ''Olmaz!'' diyerek itiraz etti.
''Git dedim yoksa yakalanacaksın. Haber veririm ben sana.''
Genç adam gitmek istemiyordu ama mantıklı olan gitmesiydi bunu biliyordu. Genç kızın elini tutup sıktı ve hızla oradan ayrıldı. Alçin elinde kalan sıcaklığı unutup yerde yatana odaklandı. Gömleği çok geçmeden kırmızıya boyanmıştı. Üzerinde ip askılı atlet kalmıştı ama bunu düşünmenin vakti değildi. Yeterli zaman geçtiğine kanaat getirince bağırmaya başladı. ''Yardım edin!'' bu bağrışları sesini duyurana kadar devam etti.
İlk gelen Koruyucu'nun yardımcısıydı. Dehşetle gözleri açılmıştı. Çok geçmeden parmakları hareket etmeye başladı. Alçin yardım için birilerine mesaj gönderdiğini anlamıştı. Elindeki gömlekten yayılan kan ellerini boyuyordu. Kan kokusu tahmin ettiğinden daha ağırdı. Sanki tadını ağzında hissediyordu.
Merdivenlerden gelen gürültüye kulak kabarttı. Çok geçmeden sesin sahipleri göründü. Ellerinde uzun tahtaya benzer bir şey vardı. Henni bunun üzerine alırken görevli durmadan 'sakın elini gevşetme' deyip duruyordu. Bu sözler üzerine gömleği daha sert bastırdı. Kanı bu şekilde durduracaksa gerektiği kadar yapacaktı. Gitmek için harekete geçeceklerken bakışları üzerindeki Koruyucu'yu gördü. Aldırmamaya çalışarak gitmesi gereken yolda ilerledi.
Revire geldiklerinde görevliler elini gömlekten uzaklaştırdı. Birkaç adım geri gidip olanları izlemeye başladı. Kanlı elleri birbirine kenetlenmişti ve dudaklarında sürekli 'Lütfen, bir şey olmasın.' Kelimeleri dökülüyordu.
Aradan geçen saatler sonunda hâlâ baygın yatan yaralının yanındaydı. Ellerindeki kan kurumuştu ama yıkamak için bile uzaklaşmayı gözle alamıyordu. Ölürse bu onların suçu olurdu. Dikkatli olmalıydılar ama daha en başında hata yapmışlardı.
Baygın yatan yaralı inlemeye başladığında dikkatini toparladı ve kanla kaplanmış saçları okşadı. Gözleri çok geçmeden açıldığında mavi gözleri uyuşmuş hâlde bakıyordu. Alçin ''İyi olacaksın.'' diye fısıldadığında dudakları aralandı ve uzun zaman sonra ilk defa sesi can buldu.
''Üç yüz elli beş çarpı altmış altı eşittir yirmi üç bin dört yüz otuz.''
Yaralı hennin dudaklarından durmadan matematik işlemleri dökülürken Alçin ne yapacağını bilemez bir şekilde öylece kalmıştı. Hennler konuşamazdı bunu öğrenecek kadar burada kalmıştı ama o durmadan konuşuyordu. Biri görürse kesinlikle sonu iyi olmazdı. En sonunda eliyle ağzını kapadı karşısındakinin kendine bakması için zorladı.
Diğeri hâlâ konuşmak için çırpınıyordu. Alçin elini daha sıkı bastırdı. ''Susman gerek beni anlıyor musun? Konuşmaya devam edersen başın belaya girer.'' Bu uyarısı işe yaramamıştı. Dışarıdan gelen ayak sesleri yaklaştıkça panik duygusu da arttı. Elinin altındaki debelendikçe karşı koymakta zorlanıyordu. Yakalanacaklardı ve bundan kurtulamayacaklardı.
Kapının kolu hareket etmeye başladığına Alçin'in nefes alışları hızlanmıştı. Aklı hızlıca çalışıyor ama hiçbir çözüm bulamıyordu. En sonunda anlık bir dürtüyle karşısındakine tokat attı.
Diğeri gelen tokadın şiddetiyle sakinleşirken açılan kapıdan içeri giren görevli doğrudan yanlarına geldi. ''Ciddi bir şeyi yok uyandığına göre artık odasına gidebilir.''
Alçin panikten titreyen bedeninin kontrol altına almaya çalışıyordu. Belli etmemek için sesine ton vermeye çalışarak ''Ben götürürüm.'' deyince görevli bu yükten kurtulduğuna sevinerek başıyla onaylayıp yanlarından uzaklaştı.
Tekrar yalnız kaldıklarında Alçin yatağın kenarına çökerek derin bir nefes aldı. Neredeyse yakalanacaklardı. ''Konuşmaman gerektiğini biliyorsun. Neden böyle davranıyorsun?''
Yaralı kız yattığı yerden doğruldu. ''Sen de onlardan mısın?''
''Ne? Hayır!'' Neden böyle davrandığını anlayamıyordu. O diğerlerinin alışık dediklerindendi. Kendi bilincine sahip olmaları gerekmiyor muydu?
''Bana yaptıklarınızı hatırlıyorum. Siz beni yaşayan bir ölüye çevirdiniz.'' Karşısındakini yataktan itip yere düşmesine sebep oldu ve kendi de yataktan çıkarak çarşafları çekiştirmeye başladı. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarını yakıyordu. ''Hayatımı elimden aldınız. Söylediklerinizle, yaptıklarınızla beni uyurgezer birine çevirdiniz. Hiçbir şey düşünemeyen, rüyasız bir uykudaydım ama artık her şeyi hatırlıyorum. Hayatımı mahvettiniz.'' Kenardaki masanın üzerinde duran küçük makası avuçlayıp kendisine korkmuş gözlerle bakan genç kızın üzerine yürüdü.
Alçin makası tutan eli göğsünün hemen üzerinden durdurdu. ''Lütfen, dur. Ben onlardan değilim. Ben de senin gibi burada tutsağım.'' El güçlüydü makas göğsüne batmak üzereydi. ''Yalvarırım dur. Seni buradan kurtarabilirim.''
Bu sözler diğerini durdurdu. ''Gerçekten kurtarabilir misin?''
''Evet, kurtarabilirim.''
''Hep yalan söylüyorsunuz. Beni kurtardığınızı söyleyerek buraya hapsettiniz. Bir kez daha inanmayacağım.''
Makas bir kez daha göğsüne yaklaşırken saçlarını geri atıp alnındaki izi ortaya çıkardı. ''Bak ben de tutsağım. Bunu onlar yaptı. Aynı taraftayız, sana yalan söylemiyorum.''
Mührün izi sözlerden daha etkiliydi. Yaralı beden bir adım geri atıp elindeki makası yere düşürdü. ''Ben aklımı oynatmak üzereyim. Ne doğru, ne yalan ayırt edemiyorum.'' Yere çöküp bir kez daha ağlamaya başladığında Alçin hemen yanında eğilip kollarını omuzlarına sardı.
''Sana ne yaptılar bilmiyorum ama artık birlikteyiz.''
Yaralı bedenin omuzları hıçkırıklarla sarsılıyordu. ''Çok yorgunum.''
''Omzumda dinlenebilirsin.''
Uzun bir süre yerde oturdular. Yaralı beden ağlamaktan bitap düştüğünde fırtına sonrası dinginliğe ulaştı. ''Bana konuşursam buradan gönderileceğimi söylediler. Gönderilirsem beni bekleyen korkunç insanlar vardı. Ben çok uzun zamandır kendim değildim. İçimde yaşayan bir yabancıydı.''
''Artık geçti.'' Genç kız sırtını sıvazladı.
''Ben matematiği çok severim ama sanki beynimin içinden rakamları söküp atmışlardı.'' Ağlamanın etkisiyle iç çekti.
''Onlarla birlikte baş edebiliriz.''
''Edemeyiz. Onlar çok güçlü.''
Alçin geri çekilip yüzüne dikkatle baktı. Mavi gözlerin etrafı ağlamaktan kızarmıştı. ''Benim adım Alçin, burada Koruyucu'nun yanında çalışıyorum ve sana söz veriyorum seni buradan çıkaracağım.'' Diğeri başını salladı. ''Adını hatırlıyor musun?''
''Çimen.''
''Tanıştığıma memnun oldum Çimen.'' Gülümsediğinde diğeri de hafifçe tebessüm etti. ''Şimdi seni kaldığın odaya götürelim. Kimse anlamamalı tamam mı? Her zaman olduğu gibi davranmalısın.'' Yerden kalkıp elini uzattı ve yeni arkadaşının kalkmasına yardım etti.
Diğer hennlerle kalınan odaya geldiklerinde Alçin yatağa yatırarak üzerini örttü. ''Şimdi gitmem gerek. Sakın unutma; konuşmak yok, kendin gibi davranmak yok. Rol yapman gerek.'' Diğeri elini sıkıca tuttu.
''Ne zamana kadar? Ben yapamam, dayanamam.''
''Dayanman gerekiyor. Buradan kurtulmak için bunu yapmalısın.''
Bir süre daha bekleyip yanından ayrıldı. Gencay'a haber vermesi gerekiyordu. Çimen'i kabul etmeliydiler. Bir söz vermişti ve bunu tutmalıydı.
Odaya çıkan yolda ilerlerken açık pencereden gelen rüzgârla ürperince üzerinde atleti olduğunu hatırladı. Elinde hâlâ kuruyan kanın artıkları vardı. Gencay'la konuşmadan önce duş alıp üzerini değişmesi gerekiyordu.
Kapının önüne geldiğinde açmak için uzanınca saçlarını havalandıran rüzgârla duraksadı. Bu rüzgârın doğal olmadığını biliyordu. Arkasını döndüğünde griler içindeki adamla göz göze geldi. Göz bebeklerinin rengi bile griye yakındı. Küllerden doğmuş gibi duruyordu. Adımları yaklaştıkça kollarını kendine sardı. Atletle durmak rahatsız ediyordu.
''Güneş bile tam doğmamışken dışarıda ne işin vardı?''
Bu soruya hazırlıksız yakalanmıştı. Aklına ilk gelen yalanı söyledi. ''Dışarıdan ses duydum.''
''Bu mesafeden düşen birinin sesine mi uyandın?''
Umursamaz görünmeye çalışarak omuzlarını silkti. ''Evet. Uykum ağır olsaydı sizden önce uyanıp istediklerinizi yapamazdım.''
Koruyucu bir adım daha atınca genç kız gerilememek için kendini tuttu ama nefes almakta zorlanıyordu. Bunda birazda üstünde kıyafetinin olmamasının etkisi vardı. ''Neden bana yalan söylediğini düşünüyorum acaba? Acı çekmeyi çok mu seviyorsun Henn? Eğer öyleyse yalanlarına devam et.'' Karşısındakinin ruhunun ezilmesi için tek bakışı yetmişti.
Rüzgârlar onun emrindeydi. O bu diyarın en güçlüsüydü. Diğerleri gibi melodi oluşturmak için uzuvlarını oynatmasına gerek yoktu. Bir bakışla ruhlar ezebilir, fısıltı hâlinde bir ıslıkla fırtınalar koparabilirdi. Kalbinde hissettiklerini melodi olarak etrafına yayabilirdi.
''Sen her söylediğime yalan gözüyle bakarken doğrularım birer hiç kalacak. Biraz olsun kendini eleştirmeye ne dersin?'' Bu söylediğinin sonuçları olacağını biliyordu.
Etrafında esmeye başlayan rüzgâr artıyordu. Karşısındaki öfke denizine çekilirken bileğini saran parmakların basıncıyla inledi. Sırtı kapıya dayandığında diğeri iyice yaklaşmıştı.
''Hiç akıllanmayacaksın değil mi?''
''Aklım gayet yerinde burada insanlara işkence eden sizlersiniz. Zekisiniz ama aynı zamanda akılsızsınız.'' Çenesini tutması gerekirken daha çok konuşuyordu ve konuştukça batıyordu.
Rüzgâr o kadar sert çarptı ki sırtının dayalı olduğu kapı kırılıp düşerken genç kızı da kendisiyle yere çekti. Düşmemek için refleksle bileğindeki parmaklara sarılınca Koruyucu'yu da kendisiyle birlikte yere çekti.
Üst üste yere düştüklerinde dudakları birleşti. Bu birleşmeyle birlikte rüzgâr garip bir hâl aldı. Etraflarında dönüyordu ama zarar vermiyordu. Hoş bir sıcaklık yayıyordu. İlkbaharda ruhları saran ılık rüzgâr gibiydi. Genç kız şaşkınlıkla ne yapması gerektiğine karar veremezken Koruyucu kendinden geçmişti. Kapanan bilincine rağmen kalbinde dönen melodi sürekli artıyordu ve yavaşça beyninin her kıvrımında ilerliyordu. Bulunmamak üzere saklı kalmış her bir anıya doğru yol alırken huzurla karışık bir acı dalgası her hücresine yayıldı ve tüm kasları kasılmaya başladı. Baygın beden genç kızın üzerinden yere düşüp çırpınmaya başladığında burnundan akan kan yavaşça dışarıya sızdı.
Alçin'in korkuyla göz bebekleri büyümüştü. Düştüğü yerden hızla doğrulup kasılan bedeni tutmaya çalıştı ama bu boşuna bir uğraştı. Zapt edemeyeceği kadar güçlüydü. Gözü eline kaydığında parmakların garip bir şekle büründüğünü gördü. Düşüncesizce parmakları düzeltmeye çalışırken eli Koruyucu'nun avcunun içinde hapsoldu. O kadar sıkı tutuyordu ki parmakları kırılacak kadar acıyordu. Bunu bilinçsizce yaptığının farkındaydı ama kurtulma çabaları fayda etmiyordu.
Gözlerinden akan yaşların bir kısmı acıdan bir kısmı korkudandı. Dudaklarından fırlayan yardım çığlıklarının birilerine ulaştığından emin değildi ama bağırmayı sürdürdü. Ne kadar zaman o şekilde kaldılar belli değildi ama sonunda sesini duyan yardımcı ve Bilgin odaya girdi.
Görülen manzara hiç iç açıcı değildi. Alçin üzerinde atletle elleri bir önceki kazadan kalan kanlar içinde yerde dizleri üzerinde eli Koruyucu'nun eline hapsolmuş durumdaydı. Koruyucu'nun yere uzanmış bedeni kasılmalarla çırpınıyordu ve burnundan akan kana bir miktarda kulağından gelen kan eşlik ediyordu.
Bilgin öfkeyle yaklaşıp genç kızı o kadar güçlü bir şekilde geri çekti ki Alçin'in hapsolmuş parmakları çatırdayarak kurtuldu. Yerinden çıkan birkaç küçük kemik acısına acı katarken ne zaman odaya girdiğini anlamadığı görevli kollarından tutup geri çekti. ''Sessiz odaya götürün.'' Bilgin'in verdiği emir ile yerde sürüklenerek odadan uzaklaştırıldı. O kadar korkmuştu ki kendini savunamıyordu.
Alçin sessiz odaya götürülürken gelen doktor çantasından çıkardığı sakinleştiriciyi enjektöre çekip genç adamın bacağına sapladı. Sıvı bedende dolaşmaya başladığında tüm kaslar yavaşça gevşedi ve kriz son buldu ama genç adamın zihnindeki kriz ortamı bitmemişti.
Yemyeşil bir bahçenin içinde küçük bedendi. Kollarını iki yana açmıştı ''Atla.'' diyordu. Ama kime dediğini göremiyordu. Bir taş güneşin tüm ışığıyla parıldıyordu. Işık gittikçe arttı ve gözlerini kamaştırdı. O kadar parlaktı ki göremez oldu. Parlaklık gittikçe karardı ve sonrasında tamamen karanlığa büründü.
Koca bir boşlukta asılı kalmıştı ama düşmüyordu. Hiç ışık olmamasına rağmen karanlığı görüyordu. Burada sıkışıp kalmıştı. Çıkış yolu yoktu. Sonra bir melodi yayılmaya başladı. Davetkârdı. Çıkış yolunu gösteriyordu. Davete uyup ruhunu serbest bıraktı ve melodiye uyum sağladı. Güneş ışığı yavaşça içeri sızmaya başladığında yavaşça gözlerini açtı.
Etrafına yabancı gözlerle bakıyordu. Yatağına taşınmıştı bildiği bir ortamdaydı ama ruhunun bir parçası buraya ait değildi. ''Ne oldu?'' dediğinde sesi o kadar tuhaf gelmişti ki başka biri konuştu sanmıştı.
''Bir gündür baygındınız Efendim.'' Yardımcı ellerini önünde birleştirmiş bilginin yanında bekliyordu.
Bir gün, kendinde olmadığı bir gün. Bu onun için çok uzun bir süreydi.
''Sana o henni yanına almamanı söylemiştim.'' Bilgin'in kızgın sözleri kalbine iğne gibi saplandı.
''Onunla bir ilgisi yok.''
''Yeter! Bundan sonra onunla ilgili kararı ben vereceğim. Artık burada bir işi yok!''
Elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi hissediyordu. Yattığı yerden doğrulup güçsüz bedenini ayağı kalkması için zorladı. Kenarda duran bastonunu alıp bütün gücünü ona verdi. Aksi hâlde desteksiz ayakta duramayacak yere düşecekti. Bilgine doğru iki adım attı. ''O benim hennim ve ben ne istersem onu yapacak.''
''Koruyucu!'' Bilginin gür sesi odada yankılandığında Koruyucu alev alan gözlerle bakıyordu.
''Henn nerede?'' hiç biri cevap vermeyince daha yüksek sesle bağırdı. ''Henn nerede?'' Odada dönmeye başlayan rüzgâr öfkesinin yansımasıydı.
Bilgin hırçın bir deniz gibi kabarıyordu. Koruyucu'ya sözünün dinletememek onu sinirlendirmişti. ''Bu konudaki son sözümü söyledim.''
''Bu konuda son sözü ben söylerim. Henn nerede? Bir kez daha sormayacağım.'' Bastonundan biraz daha güç alarak omuzlarını dikleştirdi.
''O henni artık unut!'' Bilgin odadan çıkıp gittiğinde Koruyucu güçsüz düşen bedeni ile yatağa geri oturdu. Kalbinde ağır bir yük vardı ve yorgun hissediyordu. Hayatını hiç sorgulama gereği hissetmemişti ama şimdi yaşadığı her şey garipti ve zihni reddediyordu.