K-20

2087 Words
Fabrikadan çıkıp güvenli bir mesafede uzaklaşana kadar konuşmadılar. Serbest olacakları bir alana vardıklarında genç kız maskesini çıkarıp kemerine sıkıştırdı. ''Aklını mı kaçırdın? Bütün planımı mahvettin. O kızı ikna etmeden oradan ayrılmayacaktım.'' Gencay terden ıslanmış saçlarını eliyle geri yatırdı. ''Beni boş biriymişim gibi gördüğünüzü biliyorum; sürekli konuşan, çene çalan ama hiçbir iş yapmayan. Kendi dünyamda kolay bir hayatım yoktu ve hayatta kalmak için birilerini sürekli ikna etmek zorundaydım. O yüzden bırak bildiğim gibi yapayım. Kız korkuyor, istemediği bir yerde sıkışıp kalmış durumda ve boğazına hançer dayayan biri gel bana katıl diyor. Gerçekten kabul etmesini mi bekliyordun?'' ''İkna edebilirdim.'' ''Edemezdin, orada olmak nasıl bir şey bilmiyorsun. Bu uğurda savaşıyor olabilirsin ama hiç yaşamadın, deneyimlemedin.'' Genç adam karanlık sokağa adımlarını yönelttiğinde diğeri arkasından sadece bakıyordu. Söyledikleri doğruydu, bu güne kadar onu hep boş konuşan biri olarak görmüştü. Sonuçta bir çıkıntıydı. Önyargısını fark ettiğinde yanılmış olabileceğini düşündü. Arda'da bir çıkıntıydı ama zekâsı hepsinden fazlaydı. Adımlarını hızlandırarak yetişti. ''Özür dilerim. Yani evet seni hep boş konuşan biri olarak düşündüm ama bu özrüm bozduğun planım için geçerli değil.'' Gencay hemen yüzüne eski gülümsemesini yerleştirdi. ''İki gün sonra o fabrikaya girmemi sağla. Eğer, onu ikna edememişsem dilimi kesebilirsin.'' Diğeri bu sözlere sessiz bir kahkaha attı. ''Bu bahse o durmayan dilin üzerine giriyorsan kendine güveniyorsun demektir.'' Gencay genç kızın omzuna kolunu sarıp kendine çekti. ''Hep bir kız kardeşim olsa nasıl olurdu diye düşünmüştüm. Sanırım çokta iyi olmazmış.'' Neyila omzundaki kolu bir kardeş sevgisiyle kabul etti. Gencay'la sürekli tartışsalar da geçen zamanda aralarında belli bir dostluk oluşmuştu. Çenesi durmayan bu adam onu sürekli deli ediyordu ama bir şekilde kendisini sevdiriyordu. Kısa zamanda fabrikada çalışan tüm işçilerin gözdesi olmuştu. Fabrikaya doğru ilerlerken düşünceleri sessizliğini bozdu. ''O anları hatırladığını hiç söylemedin.'' ''Sorduğunu hatırlamıyorum.'' Genç adam kolunun altındakine biraz daha ağırlığını verdi. Genç kız gelen bu ağırlığı kaldırabilecek kadar güçlüydü. ''Seni bulduğumda kendinde değildin. Hatırlayacağını hiç düşünmemiştim.'' ''Beni bulduğunda bilincim açıktı sadece hareket edemiyordum. Göz kapaklarım bile açamayacağım kadar ağırdı ama birinin beni yerde sürüklediğinin farkındaydım.'' ''Özür dilerim. Ben kendinde olmadığını düşündüğüm için taşırken canını yakar mıyım diye hiç umursamadım.'' Gencay hatırlıyordu. Bedeninde dolaşan her bir kurdun verdiği acıyla birlikte yerde sürüklenirken acı daha da artmıştı. Defalarca bayılmak istemişti ama bir şekilde bilinci açıktı. ''Daha fazla canımı yakmadın. Sadece o kurtların verdiği acı vardı.'' ''Bedenindeki o yaraları kurtlar mı açtı?'' ''Hayır, infaz için ormana götürenler melodileriyle sebep oldular. Sonra bir anda o kurtlar üzerime gelmeye başladı.'' Neyila şimdi daha net görüyordu. ''Seni infaz için götürenler özel birliktenmiş.'' Gencay bakışlarını yüzüne çevirdiğinde kolundan tutup aşağı çekti ve ışığı yanan pencereden uzaklaştırdı. Dizleri üzerinde ilerleyip evi geçtiler ve tekrar karanlık sokağa çıktılar. Neyila fısıltıyla konuşmaya devam etti. ''Koruyucu'nun özel birliği, hepsi küçük yaşta eğitim almaya başlayan yetenekli insanlar. Melodileriyle hayvanları yönlendirebiliyorlar ve kolaylıkla senin bedenine açtıkları gibi yaralar açabiliyorlar. Aynı yaraları ben de yapabilirim ama aradaki tek fark onların açtığı yara ne kadar ölümcül olursa olsun son nefesini verene kadar bilincini açık tutacak bir güç oluyor. Bunu nasıl yapıyorlar bilmiyoruz. Sırrı sadece Koruyucu ve o özel birliktekilere ait.'' ''Buradaki her günümde hakkınızda yeni korkunç bir gerçek öğreniyorum.'' Fabrikanın girişinde durdular. ''Landa ve Arda seni bekliyordur. Onlara bu gece olanları anlat ve iki gün sonrası için benden haber bekle.'' Gencay başıyla onaylayıp gecenin karanlığında fabrikanın aralık kapısından içeri girdi. Neyila ıssız yolda ilerleyip eve ulaştığında Tan kendisini bekliyordu. Giyinme odasına girip ayağındaki çizmeleri çıkarırken diğeri sessizce bekliyordu. ''Hiç uyandı mı?'' Genç adam başını hayır anlamında salladı. ''Nasıl geçti?'' ''Bilmiyorum. İki gün sonra anlarız.'' Neyila tulumunun fermuarını açıp üzerinden çıkardığında iç çamaşırlarıyla kaldı. Eski evlerindeki hennin yanında üzerini değişmeye alışmıştı ama Tan ile göz göze geldiğinde yanakları utançla kızarmaya başladı. Şimdi neden utanmıştı ki? Çekmece de katlı geceliğini alıp hızlıca üzerine geçirdi. Genç adam başını salladı. ''Bir insanı yok sayıp bu kadar rahat nasıl davranabiliyorsunuz hâlâ anlayabilmiş değilim.'' ''Şey, ben özür dilerim yani böyle büyüdüm alışkanlık.'' Konuştukça sesinin titremesi daha da arttı. Tan ilk andan beri bakışlarını genç kızın yüzünden ayırmamıştı. Görmemesi gerekene bakacak biri değildi. Neyila odadan çıkacakken Tan engel oldu. Eli yavaşça genç kızın saçlarına uzandı. Fabrikaya girmek için geçtiği parktaki ağaçtan küçük bir yaprak saçların arasına saklanmıştı. Yeşil yaprağı çekip aldığında bir adım yana kayarak karşısındakinin geçebileceği kadar yol açtı. Bu eve ilk geldiğindeki bilinmezlik ve Neyila ile konuştukları ilk gün korkmuştu ama sonrasında isyan planlarını anlatıp bize katılır mısın diye sorduğunda tüm korkuyu kalbinden silip kabul etmişti. Yaptığı seçimden pişman değildi zaten daha fazla ne kaybedebilirdi ki? Tek bir pişmanlığı vardı o da bu kadar kısa sürede kalbinde açan siyahlara bürünmüş çiçekti. Bu çiçek siyahtı çünkü oluru yoktu. Kabul etmek istemese de gerçeklerin farkındaydı. Evli bir kadını sevmeyi kendine yakıştıramıyordu. Neyila gözlerini kaçırıp hızla yatak odasına gitti. İlacın etkisiyle derin uykusundaki kocasının yanına girip örtüyü üzerine çekti ve cenin pozisyonu aldı. Tan'ın parmakları saçına değdiğinde kalbi o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki duyacağından korkmuştu. Dış dünyadan bir insana karşı neden böyleydi? Gencay ile de çok yakındı ama kolunu omzuna attığında bu çok sıradan geliyordu o zaman birkaç parmak saçlarına değdiği için bu heyecanlanması nedendi? Odaya dolmaya başlayan güneş ışığıyla gözlerini yumdu. Kalp atışları yavaşlamaya başladığında yorgunluğu tüm hücrelerine doldu. Kocasının beline dolanan kolu kendine çektiğinde nefesini tuttu. İlacın etkisi geçmeye başlamıştı. Birkaç inilti sonrası hareketleri arttı. Genç kız gözlerini kapalı tutarak uyuma numarasına devam etti. Derinden gelen bir esneme sesinin ardından konuşmasını duydu. ''Ne kadarda derin uyumuşum.'' Cevap vermeden uyuma numarasına devam ediyordu ki çok geçmeden bu numara gerçeğe dönüştü. ''Bak burada ne buldum.'' Küçük kız elindeki renkli taşı yanındakine gösteriyordu. Diğeri parlak mavi taşı alıp baktı. ''Bak ortasından delik var. Bilekliğini versene.'' Küçük kız sorgulamadan bileğindeki ip bilekliğin düğümünü çözüp verdiğinde diğeri bu bilekliğe taşı geçirip geri verdi. ''Böyle daha güzel oldu.'' ''Çocuklar hadi gelin sütünüzü için sonra yine oynarsınız.'' Küçük kız kalkıp koşmaya başladığında ''Muzlu olan benim.'' diye bağırıyordu. Neyila uyandığında geceliği terden üzerine yapışmıştı. Yatakta doğrulup yüzünü elleri arasına aldı. Bir süre kendine gelmek için bekledi daha sonra kenardaki dolabın çekmecesinden eski bilekliği bulup çıkardı. Mavi taş zamanla parlaklığını yitirmişti ama ilk günkü kadar güzeldi. Takamayacak kadar küçülen bu bilekliği evlilik bilekliğinin yanına götürdü. İkisini de bileğine takan aynı kişiydi ama aynı zamanda çok farklı kişilerdi. Gözünden akan bir damla yaş mavi taşın üzerine damladı. ''Düştüğünde elini tutup kaldırmak için sana bir söz vermiştim ve bu sözümü tutup düştüğün o çukurdan bir gün seni kurtaracağım.'' Bilekliği eski yerine bırakıp odadan çıktı. Çoktan öğlen olmuştu, kocası bahçede çay içip tatil gününün keyfini çıkarıyordu. Hızlıca duş alıp üzerini giyerek bahçeye çıktı ve boştaki ağaç sandalyeye oturdu. ''Günaydın,'' diyen kocasına cevap vermek yerine kenarda bekleyen Tan'a döndü. ''Bana meyve suyu ile sandviç hazırlar mısın?'' Tan bahçeden ayrılıp eve girdiğinde Neyila arkasına yaslanıp güneşi tüm bedeninde hissetti. Ruhu yorgundu. Koruyucu'yu uyurken görmek kalbine kilitlediği özlemi serbest bırakmıştı. Törende karşısındaki sadece duygusuz biriydi ama uyurken karşısında bildiği o eski yüz vardı; masum, merhametli... Genç kız gecenin yok oluşunu pencereden izliyordu. Geleceğini düşünmüştü en azından iki gün önce çok kararlı görünüyorlardı ama gelen kimse olmamıştı. Geçen zamanda çok düşünmüştü. Belaya bulaşmak istemiyordu ama yaşadığı hayat tamamen pisliğe bulanmıştı. Temizlenmesi için yağacak bir yağmura ihtiyacı vardı ve bunu öylece bekleyerek elde edemeyecekti artık anlamıştı. Koruyucu'nun kendisini neyle suçladığını artık anlıyordu. O isyancılar gerçekten vardı ve eğer gerçekten bu henn olayını bitirmeye çalışıyorlarsa ırkı için bir kurtuluş olabilirdi. İlk gün buna sığınıp sadece uzaktan isyanlarının başarılı olması için beklemeye karar vermişti, ikinci gün ise burada merhametten uzak duygusuz bir adamın emri altında bu beklentiyle yaşamaktansa onlara katılmaya karar vermişti. Bedeninin ve ruhunun kontrolü tamamen onun elindeydi. Emrinin dışına çıktığında odada oluşan bir rüzgâr ve sonrasında bedeninin herhangi bir yerinde oluşan acı veren yaralarla yüzleşiyordu, sorduğu soruya istediği cevabı vermediyse kalbinde ruhunu ezen bir melodiye katlanmak zorunda kalıyordu. Bu işkenceye daha fazla katlanacak gücü kalmamıştı. Kendi savaşını vermeye hazırdı. Bütün gece uykusuz gelmesini beklemişti ama gelen yoktu. Umutları söndüğünde başını önüne eğip pencereden uzaklaşmaya karar verdi. Koltuktaki rahatsız yerine dönerken uyuyan adama baktı. Uyurken o kadar masum görünüyordu ki sanki tüm kötülükleri yapan o değilmiş gibi. Aslında tüm acıları çektiren Koruyucu olsa da Bilgin'den daha çok korkuyordu. Tek bir bakışıyla alev alıp yanacakmış gibi hissediyordu. Koltuğa uzandığında gözleri yorgunlukla kapanmaya başladı. 'Gerçekten geleceğine inandın Alçin, onları ele vereceğini düşündüler. Neden gelsinler ki?' diyen iç sesini susturacak gücü bulamadı. Uykuyu çağırdı ve bekledi. Kapının açılmasıyla gözlerini geri açtı. Uykusu kapıyı açıp gelemezdi ya! İçeri giren karanlık kıyafetli adamla birlikte kalbini saran umutsuzluğu dağıldı ve tekrar umut ışığı doğdu. Yattığı yerden kalkıp genç adama doğru ilerledi ve kolundan tutup sessizce banyoya götürdü. Koruyucu uyanırsa bu felaketleri olurdu. Banyoya girdiklerinde Gencay başındaki kapüşonu çekip çıkardığında pencereden vuran ay ışığı ile gözleri parıldadı. Saçları dağılmıştı ve bir kısmı gözlerinin önünü kapıyordu. ''Beni sessizce buraya getirdiğine göre kararını olumlu olarak alıyorum.'' Her zamanki gülüşü yüzüne yerleştiğinde Alçin yaptığının doğru mu olduğunu bir kez daha sorgulamaya başlamıştı. ''Beni zaten sizinle birlikte olmakla suçluyor bir de görürse bunu hiç açıklayamam.'' Gencay gülümsemesini silip olması gereken ciddiyete döndü. ''Eğer bizimle işbirliği yapacaksan ölüm de dâhil tüm tehlikeleri göze almalısın. Bu yüzden iyi düşün Alev.'' ''Alev?'' genç kız şaşırmıştı. Genç adam omuz silkti. Ciddiyetini tekrar bozarak gülümsedi. ''Saçlarına bakınca aklıma gelen tek isim Alev başkası sana hakaret olurdu.'' ''O gülüşünün ne kadar itici olduğunu sana daha önce söyleyen oldu mu?'' Gencay'ın gülümsemesi daha da genişledi. ''Evet, buradaki ilk günlerimizde alev saçlı biri söylemişti.'' ''Buraya gevezelik etmeye mi geldin yoksa beni ikna etmeye mi?'' ''Pekâlâ, konuya geri dönüyorum. Bizimle misin?'' ''Sizin daha kim olduğunuzu bile bilmiyorum. Seni gördüm evet ama gerçekte kimsin, size nasıl güveneceğim?'' Alçin düşünüyordu ama karşısındakinin ismini hatırlamıyordu. Ya hiç öğrenmemişti ya da unutmuştu. Genç adam duvar kenarındaki çıkıntıya ayağını koyup sırtını duvara dayadı. ''Adım Gencay, diğerlerinin isimlerini güvenlik açısından şimdilik sana söyleyemem ama inan hepsi de güvenilir insanlar. Senden istediğimiz tek şey buradan bize verebileceğin işe yarar bilgiler.'' ''Tam olarak ne yapıyorsunuz?'' Alçin düşünüyordu. Vereceği cevap belliydi ama yine de alabileceği her cevaba açtı. ''Gizli bir yerimiz var. Hatta orada bizim ırkımızdan bir kişi daha var ve bir tür dövüş eğitimi alıyorum. Planları hakkında bir şey söylemem çünkü ben de bilmiyorum. Sadece bana verilen görevleri yapıyorum. Hepsi gerçekten iyi insanlar Alev.'' ''Alev değil A...'' ''Biliyorum Alçin, buraya geldiğimiz ilk gün isimlerimiz okunurken öğrenmiştim ama ne fark eder Alev sana daha çok yakıştı.'' Genç kız cevap veremedi. Tüm bu karmaşanın içinde gerçekten adını aklında mı tutmuştu. Karşısındaki nasıl biriydi? Gerçekten kalbi var mıydı? Ne zaman görse sadece gülümsüyordu ve boş boş konuşuyordu ama bir an o gülüşlerin altındakini görmek istedi. ''Bak bize katılmanı gerçekten istiyoruz Alev, öğrendiğime göre eğitimdeyken öğreticiye saldırmış onu öldürmeye çalışmışsın söylenene göre bunu daha önce yapan biri olmamış bu yüzden seni özel biri olarak görüyorlar.'' Alçin artık isme takılmak istemiyordu. Belli ki ne derse desin karşısındaki istediğini yapacaktı. Öğreticiye saldırmıştı çünkü ondan anne ve babasını öldürmesi istenmişti. Bunu bir kez yapmıştı ve susmayan vicdanını yıllardır dinlerken bir kez daha yapmazdı. ''Size katılmak istiyorum ama ne yapabilirim bilmiyorum. Birileriyle dövüşemem böyle bir beceriye sahip değilim. Bilgi istiyorsunuz ama elimde işe yarar bir bilgi yok. Tüm günüm bana verilen emirleri yaparak acıdan kaçmak oluyor.'' Gencay kapüşonlu ceketinin iç cebinden eski model tuşlu bir telefon çıkarıp verdi. ''Bunu iyi sakla, içinde tek bir numara var bu şekilde iletişimde kalacağız. Senden şuan için istedikleri tek bir şey var. Gizli servisin başındaki kişiyi bulmak.'' Genç kız elindeki telefonu yakalanacakmış gibi sıkıca tutuyordu. ''Nasıl bulacağım? Daha önce öyle birini duymadım.'' Genç adam duvar çıkıntısına dayanmış ayağını değiştirdi. ''Kim olduğunu bilmiyoruz ama eğer öğrenebilirsek önüne yemler atıp yanlış yönlendirebiliriz. Belli ki Koruyucu hâlâ isyancıların peşinde. O kişi her kimse onunla görüşecektir. Yanına gelen yabancıları dikkatle izle. Vereceğin her isim işimize yarayacaktır.'' ''Denerim.'' ''Güneşin doğmasına az kaldı. Artık gitmeliyim.'' Genç adam sırtını dayadığı duvardan ayrılıp kapıya yöneldiğinde genç kız titreyen göz bebekleriyle bakıyordu. ''Bir sorun mu var?'' ''Sadece burada o kadar uzun zamandır yalnızım ki benim gibi birini görmek nasıl söyleyeyim iyi geldi işte.'' Gencay genç kızı tutup kendine çekti ve sıkıca sarıldı. ''Artık yalnız değilsin Alev, nasıl hissettiğini anlıyorum. Çektirdikleri acının bir sınırı yok ve gözlerimi açtığımda eğer uyandığım yerde kendi ırkımdan birini görmemiş olsaydım ben de senin gibi hissederdim. Ne zaman yalnız hissedersen sana verdiğim telefondan mesaj atabilirsin diğer ucunda ben olacağım. Başaracağız ve bu belalı yerden hep beraber kurtulacağız.'' Bunları teselli olsun diye değil gerçekten inanarak söylemişti. Kolları arasında titreyen bu kızıl kafanın hissettiklerini gerçekten anlıyordu. Kendi güvenli bir yerde, sevildiği bir alandaydı ama o burada en acımasız olanın yanındaydı. Bu kadarına dayanabilmesi bile ne kadar güçlü olduğunun en büyük kanıtıydı. Genç kız düşünmeden sarılmaya karşılık verdi. En son o tepede Koruyucu'ya bu şekilde sarılmıştı. İnsanoğlunun sevgiye ihtiyacı vardı. Yemek gibi su gibi bu da bir ihtiyaçtı ve Alçin şuan bu kollarda uzun zamandır hissetmediği güveni hissediyordu ve artık Alev demesine de sinirlenmeyecekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD