Geçip giden günler birbirine benzerdi. Koruyucu eski sağlığını geri alamıyor ve geceleri anlamlandıramadığı rüyalarla boğuluyor, gündüzleri ise zamansız gelen krizlerle yıpranırken bundan haberdar olan tek kişi Alçin'di. Aralarındaki bu sır onları birbirine mecburi yakınlaştırıyordu.
Genç kız masum gibi görünse de Koruyucu huzursuz uykusuna yattığında cep telefonunu sakladığı yerden çıkarıyor ve gün içinde olanları Gencay'a anlatıyordu. Bu rapor verme sürecinin sonu genelde tatlı sohbetlere bağlanıyordu ve en son genç kızın Çimen'e verdiği sözü tutabilmek için yardım istemiyle son buluyordu.
Çimen'i öğrenen Neyila oldukça ilgili davranmış ve konuyla ilgileneceğini söylemişti. Alışık olduğu için tam olarak eğitimden geçmese de bilincini bu şekilde geri kazanması onun gözünde bir mucizeydi ve belki de bu sayede savaşı kazanırlarsa hennleri eski hâline döndürmenin yolunu bulabilirlerdi.
Daha önce birkaç henni Gencay gibi infazdan kurtarıp eski hâline getirmeyi denemişlerdi ama sonu delirmeleriyle bitmişti. Bir henn bilincini kaybettiğinde bir daha geri getiremiyorlardı. Ve en önemlisi ise Koruyucu'nun sağlık durumuydu. Neyila bu konuda her detayı öğrenmek istiyordu. Dışarıdan bakıldığında bu isteği hazırlandıkları isyanın parçası gibi görünse de gerçeği sadece o biliyordu.
Gecenin karanlığı çevreye yayılırken genç kız günün işleriyle yorulmuş hâlde kanepeye uzandı. Koruyucu'nun katılması gereken bir toplantısı vardı ve kendisini götürmemişti. Bunu dinlenmek için bir fırsat olarak görmüştü. Gözlerini kapayıp uyanık hâlde rüyalara daldığında aklına gelen düşünceyle gözlerini geri açtı. Bu toplantı birkaç oda ötedeydi ama neden gizliydi? Sağlık durumundan dolayı yanından ayırmazken şimdi neden yalnız gitmek istemişti?
Yattığı yerden kalkıp odadan çıktı ve koridorda ilerledi. Toplantı odasının hemen yanındaki kütüphaneye girdi ve kapısını dışarıyı görebileceği kadar aralık bırakarak beklemeye başladı.
Odaya yaklaşsa da kapı ve duvarlar konuşulanları duyamayacak kadar kalındı o yüzden burada bekleyip dışarı çıktıklarında toplantıya katılanların kim olduğunu görebilirdi.
Alnına düşen saçı geri ittiğinde mührün kabarıklığı parmaklarına dokundu. Uzun bekleyiş sürerken elindeki dosyalarla gelen yardımcı toplantı odasının kapısında kısa bir an durup kapıyı açtı. Muhtemelen içeridekilere geldiğini melodisiyle haber vermişti. Kapı açıldığında Koruyucu'nun gür, acımasız sesi genç kıza kadar ulaştı.
''Ne demek kim olduklarını bulamadık! Sana verdiğim süre ço...'' Kapı kapandığında ses de kesildi. Koruyucu'nun acımasız sesine alışkındı ama bu duyduğu tonu daha önce hiç duymamıştı. Sanki acımasızlık konusunda kendisini geliştiriyordu.
Alçin bir süre daha beklediğinde kapı tekrar açıldı. İlk önce yardımcı çıktı. ''Sabrım kalmadı. Daha fazla mazeret duymak istemiyorum.'' Koruyucu çıktığında diğerini bedeniyle kapattı. Yabancının yüzünü görmek istediyse de Koruyucu birkaç adım attığında o da arkasını dönmüş gidiyordu. Gördüğü tek şey siyah saçlarıydı. Koruyucu ve yardımcı baş başa kaldığında yardımcı ''Şimdi ne olacak? Hiçbir ilerleme yok.'' deyince Koruyucu elindeki bastonu yere daha sert vurdu.
''Kendim halledeceğim.'' diyerek odaya doğru ilerledi. ''Diğer işlerimi iptal et biraz dinlenmek istiyorum.'' Yardımcı selam verip geri döndü ve yabancının gittiği yönde gözden kayboldu. Alçin bir süre daha bekleyip dikkat çekmemek için odaya geri döndü.
Koruyucu odaya sırtı dönük pencereden dışarıyı seyrediyordu. Siyah pelerini omuzlarından aşağı kusursuzca iniyordu. ''Neredeydin?''
''Yardımcının odasında.'' Genç kız artık yalan söyleme konusunda eskisine göre daha rahattı.
Koruyucu konuşmadı. Öylece hareketsizce dışarıyı seyretti. Gözleri bakıyordu ama görmekten uzaktı. Kalbinde durmadan esen bir rüzgâr vardı. İlk başlarda ara ara geliyordu ama artık gelişler sıklaşmıştı. Bitmeyen melodinin anlatmak istediği bir şeyler var gibiydi ama okumayı beceremiyordu.
Bir tek Henn yanındayken bu melodiye katlanması daha kolay oluyordu. Önceden ona sadece acı çektirmek istiyordu çünkü isyancılardan olduğunu düşünüyordu ama artık yanında tutmasının tek nedeni ruhunu onun ruhunun yanında dinlendirebilmesiydi. İsyancılardan olmadığına inanmıştı ama yine de bir insanoğlunun melodi oluşturması normal değildi. Bu yüzden gözlemlemeye ve bunun nedenini anlamaya çalışıyordu.
Gözleri ilerideki parka yöneldiğinde annesiyle birlikte yürüyen çocuğu gördü. Çocuğun elinde pembe bir içecek vardı. Renginden anladığı kadarıyla çilekli süttü. Hayatında hiç süt içmemişti ama ağzında tadını, kokusunu duyumsadı. ''Çilekli süt.'' dediğinde Alçin uzun sessizliği bölen bu kelimeleri bir anlama sığdıramadı.
''Anlamadım.''
Koruyucu bakışlarını dışarıdan ayırmıyordu. ''Hiç çilekli süt içtin mi Henn?''
Alçin bu konuşmanın nereye bağlanacağını bilmiyordu ama yine de cevap verdi. ''Evet. Çocukken çok severdim.''
''Tadı nasıl?''
Genç kız pencereye doğru bir adım attı. ''Tatlı, güzel başka nasıl anlatabilirim bilmiyorum.''
''Mutfağa söyle iki bardak çilekli süt istiyorum.''
Alçin gelen emirle hızla odadan çıktı ve çok geçmeden elinde iki bardak çilekli sütle geri geldi. Koruyucu pencerenin önünden ayrılıp genç kıza baktı. ''Beni takip et.'' Odadan çıktığında Alçin'de elindeki çilekli sütlerle Koruyucu'yu takip etti.
Genç adam kütüphaneye girip ilerideki kitaplığa ilerledi. Rüzgârı esip kitaplığı kenara ittiğinde küçük bir kapı göründü ve o da kitaplık gibi rüzgârla açıldı. Karanlıktaki dar merdivenler zorda olsa görülüyordu. Merdivenlerden çıkıp küçük bir kapıyı daha açtılar ve ılık meltemin esintisi hissedildi.
Önde Koruyucu arkasında Alçin kapıdan dışarı çıktıklarında tüm şehir ayaklarının altındaydı. Çatıdaki düzlükte üzerleri tozlanmış birkaç sandalye ve ortada yine toza mahkûm olmuş bir masa vardı. ''Buraya uzun zamandır gelmemiştim.''
Genç adam toza aldırmadan sandalyeye oturup bastonunu elinde çevirmeye ve manzarayı izlemeye başladı. ''Küçükken ne zaman zorlandığım bir işle karşılaşsam buraya kaçardım ve yardımcı gelip zorla geri götürürdü. Büyüdükçe kaçmamam gerektiğini öğrendim ve buraya gelişlerim azaldı. Sonrasında sadece halkımın şenlik günlerinde onları izlemek için çıkmaya başladım. Bugünde o günlerden biri.''
Alçin çilekli sütleri masaya bırakıp tereddütle sandalyelerden birine oturduğunda Koruyucu'nun buna aldırış etmediğini anlayınca rahatlıkla gevşedi. ''Şenlik? Bir tür bayram mı?''
''Kayıp zamanda yirmi halk savaşa girmiş. Sular yükselip, fırtınalar esmiş, yangınlar çıkmış ve birçok ölen olmuş. Ta ki gökler ilk Koruyucu'yu gönderene kadar. Tüm halklardan daha güçlü olan Koruyucu suları kontrolü altına alıp, fırtınaları dindirmiş ve ateşe hükmedip yangınları söndürmüş. Yirmi halkı barışla birleştirip, kendi ruhlarından vazgeçen hennleri getirerek gölgesi altında huzurlu bir yaşam sunmuş. Her ışık dönümünün dördüncü haftası ilk Koruyucu'nun gelişi kutlanır.''
Alçin anlatılanları merakla dinliyordu. Anlayamadığı bir kelimeyi sesli dile getirdi. ''Işık Dönümü?'' dediğindi Koruyucu gülümseyerek gözlerinin içine baktı. Gri gözlerde garip bir mutluluk gördü.
''Sizlerin deyimiyle yaz mevsimi.''
Genç kız gülümsedi. ''Bizlere çok benziyorsunuz ama çok farklısınız. Aynı dili konuşuyoruz ama kelimeleriniz yine de yabancı.''
''Aynı dünyada yaşıyoruz Henn, sizler bilmeseniz de bizden birçok kişi sizin tarafınızda önemli görevlerde çalışıyor.''
Bu ayrıntıları unutmak istediği için üzerinde durmadı. Öğrendiği her yeni bilgi onu dehşete düşürmekten başka bir işe yaramıyordu. Konuyu değiştirmek için başını caddelerde toplanmaya başlayan insanlara çevirdi. ''Peki, bu şenliğe Koruyucu olarak sizin de katılmanız gerekmiyor mu?''
Genç adamın dudağının bir kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. ''Eğer, halkımın yanına gidersem ilk Koruyucu'nun anısına saygısızlık etmiş olurum. Bugün onun anma günü tüm ilgi onun üzerine olmalı benim değil.''
''Siz nasıl Koruyucu oldunuz?'' Alçin bu soruyu soracak kadar cesareti karşısındakinin rahatça gülümseyerek konuşmasından almıştı.
Diğeri bu soruya kızmamıştı. Hennin ruhu yanındayken kalbi huzurla doluyordu ve bu rahatlığı sevmeye başlamıştı. ''Benden önceki Koruyucu yıldızlara geri döndüğünde ben de yıldızlardan geldim. Aslında geldiğim yıldızları düzenli takip etmem ve benden sonraki Koruyucu'yu seçmem gerek.''
''Nasıl yani? Siz yıldızlardan geldiyseniz sizden sonraki de o şekilde gelmez mi?''
Genç adam karşısındakinin bu kadar meraklı olmasına şaşırdı. ''Benim hikayem farklı ama genel olarak yıldızlar gösterdiği bedene Koruyucu'nun ruhunu üfleyecekler.''
Alçin'in dinledikçe aklı karışıyordu. ''Bilgin, onun tüm bunlarda rolü nedir?''
Diğeri Bilgin ismiyle kalkıp hazır ola geçecekmiş gibi kıpırdandı. ''O Koruyucu'nun sizlerin verdiği isimle kutup yıldızıdır. Yönümüzü onun ışığıyla buluruz.'' Sonrasında uzun bir sessizlik oldu. Bilgin'in adı bile ortama huzursuzluk yaymaya yetmişti.
İki ruh güneşin yavaşça batmasını seyretti. Gökyüzü önce turuncuya boyandı sonra yavaşça siyahın içinde gizlenen maviye döndü ve dolunay fener görevi görürken yapay ışıklara bulanmış şehirden eğlence sesleri yükseldi. Yaz sıcaklığının yalancı gece serinliği bedenlerini yalayıp kokularını birbirine karıştırırken gelecekte acının hangi ruhtan hangi ruha yol çizeceği bir bilmecenin dolambaçlı satırlarında saklıydı.
Söylenen şarkılar, kahkahalar, edilen dansların ayak takırtıları kendilerine kadar ulaşıyordu. Koruyucu yanındakini memnun gözlerle süzdü. Şenliği o kadar merakla izliyordu ki onun bu çocuksu hâli hoşuna gitmişti.
Masada duran çilekli sütün bardağını alırken diğerini genç kıza doğru itti. ''Bu süt senin.'' Alçin bakışlarını şehirden ayırıp yanındakine baktı. ''Teşekkür ederim.''
Bardağı alıp dudaklarına götürdü ve tatlı sıvının boğazından kayıp gitmesini hissetti. Genç adamda çilekli sütünden bir yudum alıp bir süre ağzındaki tadı hissetti sonra yavaşça yutkundu. İlk defa içmesine rağmen tadı eski bir dost gibiydi. Birkaç yudum daha aldığında kalbindeki o yabancı melodi hızlandı ve zihnini zorlamaya başladı.
Uykudan uyandığında hatırladığınız ama aslında hatırlamadığınız bir rüya zihni nasıl zorlarsa öyle hissediyordu. Ne olduğunu anlamlandıramadığı görüler vardı. Daha fazla baskıya dayanamayıp başını elleri arasına aldı. Alçin yeni bir krizin geldiğini anladığında oturduğu yerden kalkıp hemen önünde diz çöktü ve başını sıkan ellerini tuttu.
''Gözlerime bakın.'' diyerek kapalı gözlerin açılması için bekledi. Açılmayınca tuttuğu elleri avuçlarında sıktı. ''Lütfen, gözlerime bakın.''
Sonunda gözler açıldı. Griliğe karanlık hâkimdi. ''Geçecek, sadece benimle konuşun.''
''Muzlu süt benim.'' Anlamsız bu sözler ruhun karanlıkta kalan ve görünmeyen kısmı için çok anlamlıydı.
''Tamam, muzlu süt istiyorsanız hemen getirebilirim.''
Genç adam başını hayır anlamında salladı. ''Biri var. Bunu söyleyen biri sanki zihnimin içinde ama aynı zamanda çok uzakta. Ne olduğunu anlayamıyorum.''
Alçin avuçlarındaki ele üfleyerek ısıtmaya çalıştı. Koca bir buz kütlesi tutmuş kadar soğumuştu. ''Geçmişte yaşayıp unuttuğunuz bir anı olabilir mi?''
Koruyucu başını hayır anlamında salladı. ''İmkânı yok benim geçmişim yok Henn anla bunu. Her zaman Koruyucu'ydum.''
Alçin zamanında izlediği filmleri ve kitapları düşünüyordu. Eğer Koruyucu'nun söyledikleri doğruysa yıldızlardan bu bedenin içine gönderildiyse ondan önce bu bendende yaşayan bir ruh vardı. ''Saçma gelebilir ama,'' bir süre duraksayıp devam etti. ''Siz bu bedene gönderilmeden önce yaşayan ruhun anıları olabilir mi?''
Koruyucu başını hafifçe kaldırdı. ''Böyle bir şey daha önce hiç olmadı.''
''Bilmiyorum. Sadece o anılara izin verseniz. Kendinizi zorlamak yerine sadece akışına bıraksanız.''
Zihnindeki zorlama yavaşça kaybolduğunda derin bir enfes aldı. Her defasında aynı oluyordu. Aniden geliyor aniden kayboluyordu. Rahatlamanın etkisiyle arkasına yaslandığında ellerini tutan genç kıza baktı. Yaptığı onca kötülüğe karşın bu kadar iyi davranmasına anlam veremiyordu. Ellerini saklı olduğu parmaklardan kurtarıp o parmakları bu defa kendi tuttu. ''Seni anlamakta zorlanıyorum Henn. Neden bana karşı iyi davranıyorsun?''
Alçin doğrulup kenardaki sandalyeye oturdu. ''Bana kötü davranabilirsiniz, canımı yakabilirsiniz ama bu benim de kötü olmamı gerektirmez. Yeterince vicdan azabı çekiyorum üzerine yenilerini eklemek istemem.'' Başını şenlik yapan halka çevirip sonra tekrar yanındakinin gözlerinin içine baktı. ''Hepsi sizin emrinizde olabilir, çok güçlü olabilirsiniz ama onlar bir aileye sahipler, mutlular siz ise burada bir başınıza sadece yalnızlığınızlasınız.''
Bu konuşmayı sonlandırmayı seçerek "Güzel bir gösteri izlemek ister misin?" diye sordu. Karanlık ruhuna eziyet eden görünmez eller geri çekildiği için zihni daha berraktı. Hafif bir tebessümle başını salladı genç kız bu tebessüm bir dostun en zor anında 'ne olursa olsun yanındayım. Asla yalnız değilsin.' dediği bir tebessümdü ve diğeri içtenlikle kabul ediyordu.
Genç adam oturduğu yerden kalktığında güçsüz bedeni biraz sendelese de bastonu güç verdi ve bir kaç adım atıp çatının kenarına yaklaştı. Boştaki elini havaya kaldırdığında sokakları dolduran kalabalık günün mutluluğu içinde yüzüyordu.
Eli yavaşça hareket etti. Önce rüzgârı çağırarak avucunda topladı. Genç kız merakla yanına yaklaştığında avucunda haylaz çocuklar gibi kıpır kıpır oynaşan rüzgarı gördü. Hissetmek farklı bir duyguydu ama ömrün boyunca hissettiğini görmek başka bir olaydı.
Minik toz taneciği gibiydi ama aynı zamanda evrenin en temiz en berrak tomurcukları gibiydi. Yavaşça parmağını uzatıp zerreciğin birine dokunduğunda utanan bu zerrecik kırmızıya dönüp diğerlerinin arasına karıştı. Sanki bu kaçışla birlikte kıkır kıkır gülüyordu. "Bu muhteşem." sesi hayranlık doluydu.
Koruyucu fısıldadı. "Evrende cansız tek bir zerre bulamazsın Henn, rüzgârda diğer her şey gibi bir ruha sahip önemli olan o ruhu anlayıp dinleyebilmekte."
"Peki, az önce dokunduğum benim hakkımda ne söyledi?"
"Ruhunun zıtlıklardan oluştuğunu, aynı anda hem masum hem lekeli olduğunu ve kalbinde durmadan kanayan bir yaran olduğunu."
Genç kız nefesini tutmuştu. Gerçekten küçük bir tanecik bunları söyleyebilir miydi? "Benimle dalga geçiyorsunuz." dese de karşısındaki ciddiyetini koruyordu. Sonra eli havada ahenkle süzüldü ve tüm zerrecikler etrafında toplanıp dönmeye başladı. Dönerken farklı renkler belli bir ritimle değişiyordu. "Bu renkler?" kollarını hafifçe kaldırıp avuç içlerini açtı ve zerrecikleri ürkütmeden tutmak istedi.
"Ruhun Henn, onlar için açık bir gökyüzü ve ben onları dinlemeyi biliyorum. Korktuğunu hissetsen de gerçekte bu duyguya sahip değilsin. Kalbinde büyük bir sır ve acı var. Acının kaynağı o kadar derinde ki söküp atmak için en iyi madencilerin on ömürlük kazı yapması gerekir ama aynı zamanda kurtulmaya o kadar isteklisin ki bir nefeslik esinti yeter sadece bunun kimden geldiği önemli. Sırra gelince zerrecikler ruhunu ayna gibi yansıtır ama içini göremez. Sanırım bunu da benim çözmem gerekiyor."
Alçin cevap vermedi. Koruyucu eliyle zerrecikleri geri çağırdı ve avucunu ağzına yaklaştırıp üfledi. Her bir zerrecik havada savrulup kar gibi yağdı ve mutluluk içinde yüzen halka ulaştı. Dokunduğu her bedende farklı bir renkte parıldarken insanların bu gösteri karşısında gözleri Koruyucu'larına kaydı ve sonrasında sevinç nidaları göğe ulaştı. Koruyucu rüzgârını tekrar çağırıp şehrin üzerinde topladı ve parmak hareketleriyle hepsine yön verdi.
İnsanların arasında dolanan esinti ruhlara melodilerini üfledi ve mutluluklarını iki katına çıkardı.
Gösteri bittiğinde insanlar tekrar eğlencelerine döndüklerinde genç kız olan her şeyi soluksuz izlemişti. Koruyucu aynı melodiyi ona da dinletmişti ve bu şimdiye kadar duyduğu en güzel ezgiydi. Kalbinin en derinlerine ulaşmıştı ve durmadan kanayan yarasının akıntısını bir nebze azaltmıştı. "Bu..." devamını getiremedi.
Genç adam gözleri halkının üzerinde konuştu. "Bu korumam altındakilerin mutlu yaşamı. Az önce gördüklerini Koruyucular dışında kimse yapamaz. Bu bizlere halkımızın ruhlarını sarmamız için verilmiş özel bir ayrıcalık. Sana da dinlettim çünkü kalbindeki o yara o kadar çok kanıyordu ki bir gün seni öldürebilirdi ve o zamanda acı çektirecek yeni birini bulmam gerekirdi."
Genç kız son sözlere aldırmadı çünkü içten söylemediğini biliyordu. Bir Koruyucu olarak duygusuz olması gerektiğini öğrenmişti ve o da doğası gereği bunun hakkını veriyordu. Ama ne yaparsa yapsın o yara asla tamamen kapanmayacaktı. Bunun olması için anne ve babasının geri gelmesi gerekirdi. "Annem ve babam benim yüzümden öldüler. Üzgünüm ama gücünüze rağmen o kanayan yaram beni öldürene kadar asla durmaz."
Koruyucu çatının kenarına elini koydu. "Hayat umulmazdır Henn, bir kaç ay öncesine kadar bu yaşadığın yeri hayal bile edemezdin ama bak şimdi buradasın."
Alçin onun haklı olduğunu biliyordu sessizce arkasını dönüp yarılarına kadar dolu olan bardakları aldı ve birini yanındakine uzattı. ''Bedeninizin geçmişteki sahibine küçük anısını geri verin.''
Koruyucu bir kez daha tebessüm etti ve parmakları bardağı kavradı. Bu gece dudakları tebessümle o kadar çok kıvrılmıştı ki bu gerçekten ben miyim diye düşünüyordu. Gözleri hennde kilitlenmişti. Gecenin sokaklarından vuran ışıkları kızıl saçları alev alev yakıyordu ve yeşil gözlerde bu alevler dans ediyordu. Yanaklarına ve burnuna yayılan çillerde sanki o alevlerden yağan küllerin izleriydi.
Alçin bardağındaki sütten içerken üzerindeki bir çift gözün farkında olmadan aklındaki farklı düşüncelerle renkli sokakları seyrediyordu. İçten içe biliyordu ki yanındaki evrenin en acımasız insanıydı ama aynı zamanda en merhametlisiydi. Bu tezatlıklar birbiriyle yarışıyordu ve sürekli karanlık kazanıyordu ama değişen bir şeyler vardı. Sağlık durumu bozulduğundan beri ne zaman bu savaş başlasa artık aydınlık küçük bir mum ışığı kadar öne geçmeye başlamıştı.
Bu gece de bunun bir yansımasıydı. Söylediği onca kelimeye rağmen çoğu zaman gülümsemişti ama ne zaman bunun farkına varsa maskesini yüzüne geçiriveriyordu. Bir insanın hasta olduğu için sevinmesi vicdansızlık mıydı acaba? Çünkü Koruyucu hastalandığından beri daha iyi birine dönüşmüştü ve bundan çok memnundu.
İki ruh gökyüzünde patlayan bin bir renkli ışıkların altında düşüncelere dalarken kaderleri kördüğüm olup birbirine dolanıyordu.