Son anda eğilmeye çalıştı ama yüzüne gelen yumruktan kaçamadı. Ağzından saçtığı salyalarla yüzüne bakana önce gülümsedi sonra karnına tekme attı. Kahramanlık yapmak gibi bir niyeti yoktu. Elindeki çantayı sıkıca tutarak kaçmaya başladı. Girmemesi gereken bir bölgeye girmiş ve bu yetmezmiş gibi birde üzerine onlara ait bir miktar malı çalmıştı.
Bu sokaklar yıllardır onundu, her köşesinin haritası zihnine kazılıydı. Durmadan koştu, önüne çıkan duvarı tırmanıp diğer tarafa atladı. Arkasına kısa bir an baktığında hâlâ peşinde olduklarını gördü. Bu defa kurtulması zor olacaktı.
Koştukça yanlış yola girdiğini fark etti ama artık geri dönüşü yoktu. Aldığı nefesler yetersiz gelmeye başladığında önünde uzanan yol bitmiş ve ayın aydınlattığı deniz göz kırpmaya başlamıştı. Adımlarını durdurup arkasından gelenlere döndü.
Karnına tekme attığı adam yüzündeki gülümsemeyle kendisine bakıyordu. ''Buraya kadar Gencay!''
''Bence anlaşabiliriz.'' yüzüne genelde işe yarayan gülümsemesini yerleştirdi.
''Sana bir kez şans verdik ve sen bunu hiçe saydın.'' Eliyle arkada bekleyenlere işaret verdiğinde birkaç adam hemen öne çıkıp Gencay'a yaklaştı.
Gencay başına geleceklerin farkındaydı. Elindeki çantayı ileri attı. ''İçindekileri neden biz bölüşmüyoruz? Sonra beni elinizden kaçırdığınızı söylersiniz.''
Adamlar yaklaşmaya devam ediyordu. ''Tamam, hepsi sizin olsun. Bence bu anlaşma daha uygun.'' Eliyle gözlerinin önüne düşen saçlarını geri itti.
Gelen adamlar kollarından ve bacaklarından tutup havaya kaldırdığında kurtulmak için çırpındı ama sayıca üstündüler. Diğeri yerdeki çantayı alıp Gencay'a yaklaştı. ''Seninle birlikte çantanın da sulara battığına patron çok üzülecek.'' diyerek gülmesine devam etti.
''Seni, adi pislik.'' Gencay kurtulmak için çırpınırken kendini havada süzülürken buldu. Bu düşüşten kaçışı yoktu. Birazdan denizin soğuk suları ile buluşacaktı.
Soğuk su sert bir şekilde karşıladı ve derine doğru batmaya başladı, boğazına dolan suyu engellemek için nefesini tuttu ve yukarı doğru yüzmeye başladı ama karanlık yol göstermiyordu. Yüzdüğü taraf aşağısı mı yukarısı mı ayırt edemiyordu.
Alamadığı nefesi ciğerlerini zorlarken yanlış tarafa yüzdüğünü düşünerek yönünü değiştirdi. Kendisini dinlemeyen bedeni ihanet ederek nefes almaya çalıştı boğazından kayıp ciğerlerine dolan suyla yandığını hissetti. Yüzmeye devam etti ve sonunda küçükte olsa bir ışık yansıması gördü. Kalan son gücüyle bedenini yukarı itti ve derince nefes aldı.
Suyla karışık oksijen ciğerlerine ulaştığında küçük bir enerji dalgası hissetti.
Toprağa çıkmak için yüzmeye devam etti. Yaklaştıkça adamların gittiğine emin oldu. Kendini taşlı kumun üzerine attığında belinden aşağısı hâlâ suyun içindeydi. Tuzlu sudan yanan ciğerleri, dönen başı ve kararan gözleriyle daha fazla dayanamadı ve bayıldı.
Sabah gün doğumuna yakın teknelerine binip balığa çıkmak için gelen birkaç balıkçı baygın yatan genci görünce hemen yardım çağırdılar. Saçları aklaşmaya başlayan balıkçı baygın gencin yüzüne dikkatle bakıyordu. ''Zamane gençleri azıcık zoru gördüler mi hemen intihar etmeye çalışıyorlar.''
Diğeri de onu onaylayarak başını salladı. ''Hep tembellikten bunlar. Bir gün gelsinler yanımızda çalışsınlar bakalım intiharı düşünecek vakit bulabilirler mi?''
Uzaktan duyulan siren sesi yaklaştıkça yaklaştı ve en sonunda yanlarına ulaştı. Biri ambulanstan inen sağlık görevlisine ''Kim olduğunu bilmiyoruz geldiğimizde burada böyle yatıyordu. İntihar etmiştir kesin. Bu kaçıncı denk gelişimiz.'' dedi.
Gencay ambulansa bindirilip götürülürken sokaklarda başlayan hayatı yeni bir yola doğru kıvrılıyordu.
***
Ders çıkışı eve dönecekken çimenlerin üzerine oturan grup, genç kıza seslendi. "Hey, gelsene." Çimen kendisinin mi yoksa başka birinin mi çağrıldığını anlamak için etrafına bakındı. Grup kendi arasında gülüşmeye başladı. "Sana diyoruz."
Genç kız korku dolu adımlarla yaklaştı. Üniversiteye başladığından beri hiç arkadaş edinmemişti. Diğerlerinin yanına yaklaştığında içlerinden biri eliyle boş olan yeri gösterdi. "Otursana." Gösterilen yere oturdu. "Aynı sınıftayız ama hiç tanışmadık ben Berk."
Çimen'in korku dolu bakışları yerini tedirginliğe bıraktı. Kekeleyerek "Çimen" dedi. Karşısındaki oldukça yakışıklıydı. Yapılı bir vücut, yanaklarında gülümseyen gamzesi ve mavi gözleri...
Berk eliyle diğerlerini gösterdi. "Bu Lale, bu Ayşe ve bu da Yusuf."
Genç kız "Memnum oldum." derken diğerleri başlarıyla selam verdiler.
"Sayıları çok sevdiğini duyduk." Berk bunları söylerken gamzesi çapkınca göz kırpıyordu. Çimen hala birilerinin onunla arkadaşlık kurmasının şaşkınlığı içindeydi. "Sanırım bizimle konuşmak istemiyorsun."
"Ha-hayır istiyorum." Genç kız utanarak başını eğdi. "Sayıları seviyorum." dedi.
Lale telefonunun hesap makinesini çıkardı. "Hadi deneyelim. Söyle bakalım. Üç yüz elli altı çarpı beş yüz seksen kaç eder?"
Çimen hiç düşünmeden "İki yüz altı bin dört yüz seksen." dedi.
"Doğru."
Herkes hayran gözlerle bakıyordu. Çimen ilk defa kendine güvendiğini hissetmişti.
"Her neyse gençler benim gitmem gerek." Berk oturduğu yerden kalktı. "İstersen seni de eve bırakabilirim."
Çimen bu soruyla şaşırsa da kabul ederek ayağı kalktı. Diğerlerine iyi geceler dedikten sonra birlikte yürümeye başladılar. Uzaklaştıklarında Berk sessizliği bozdu.
"Biraz kendinden bahsetsene. Hep böyle sessiz misin?"
"Pek arkadaş canlısı biri değilim. Etrafımda çok sevilmem."
"Neden? Birini falan mı öldürdün yoksa bulaşıcı hastalığın mı var?"
Çimen hafifçe gülümsedi. "Sınıfın eziği hep ben olurum diyelim."
"Bu kadar zekiyken okulun en popüleri olduğuna eminim." hızlıca göz kırptı.
"Sadece sayılarla aram iyi."
Berk hafifçe saçlarını karıştırdı. "Hadi ama üniversite sınavında birinci oldun, bu üniversiteyi tam burslu kazandın ve oldukça güzel birisin. Kendine haksızlık ediyorsun." Genç kızın yanakları çoktan kızarmaya başlamıştı. Bu hayatında aldığı ilk iltifattı. Yanındaki büyük bir adım atıp önüne geçti. "İlk günden beri seni izliyorum ve seninle tanışmak için fırsat kolluyorum. Sen de beni çeken bir şeyler var."
"Ben, yani"
Berk genç kızı susturdu. "Beni tanımadığını biliyorum ama bana bir şans ver."
Çimen anın büyüsüne kendini kaptırmıştı. Karşısındaki bu okulun en popüler çocuğuydu, babası ülkenin önde gelen isimlerindendi ve peşinde koşan birçok kız varken o gelmiş kendisinden hoşlandığını söylüyordu.
"Olmaz."
Genç adam uzanıp kızın saçlarını okşadı ve yanağını avucunun içine aldı. "Tek bir şans. Lütfen!"
Gözleri birbirine kilitlendiğinde genç kız kendisine engel olmak istese de karşısındakinin çekim gücüne girmişti. Başıyla istemsizce onay verdi ve dudaklarına yaklaşan dudaklara engel olmadı.
Bu onun ilk öpücüğüydü özel olması gerekirdi ama kısa bir an sürdü. Berk gülerek geri çekildiğinde "Kazandım işte," diyordu.
Diğer arkadaşları saklandıkları yerden çıkıp gülmeye başladı. Yusuf "Bu kadar çabuk yapacağını düşünmemiştim." derken gülmesi devam ediyordu.
"Size Yalnızlıklar Prensesini kandırmak kolay demiştim." Berk yaydığı kötülükle gülerken Çimen gözyaşları içinde koşmaya başladı. Neden ona inanmıştı ki?
Bütün yol ağlamış ve kendine kızmıştı. Eve girdiğinde duyduğu seslerle gözyaşlarını hızla sildi. Bu halde birinin görmesini istemiyordu." Anne! " diye seslendi ama yanıt alamadı. Bakmak için odaya yöneldi ve kapıyı yavaşça açtı. Gördüğü manzara karşısında küçük bir çığlık attı.
Babası ve yanında tanımadığı bir kadın olmaması gereken bir durumdaydılar. Babası "Çimen!" dediğinde hızla toparlanmaya çalışıyordu.
Çimen hızla odasına kaçtı ve kapıyı kilitledi. Neden herkes onu üzmek için bu kadar çabalıyordu? Eline geçen tüm eşyaları duvara fırlatıp paramparça etti. Babası durmadan kapıyı yumrukluyor ve açmasını söylüyordu. Kalp kırıklığıyla yere çöktüğünde masanın üzerindeki ilaçlarını gördü ve düşünmeden alıp bir tane ağzına attı. Doktoru sakinleşmek için bunlardan alabileceğini söylemişti. Biraz bekledi ama ilaç işe yaramamıştı. Bir tane daha attı sonra bir tane daha kaç tane içerse içsin sakinleşemiyordu. İlaç kutusu tamamen boşalmıştı ama hala canı yanıyordu. Gözleri durmadan akarken bir süre sonra yavaşça bedenini sakinlediğini hissetti ve yere uzandı. Mide bulantısına anlam veremiyordu. İlaçları fazla mı içtim, diye düşündü ama sonra yine hissettiği sakinliğe sığındı.
Odanın içi yavaşça dönmeye başladığında uyku onu çağırıyordu ve hiç direnmeden bu çağrıya uydu. Duyduğu son şey kırılan kapının sesiydi.
***
Dizlerinin üzerine çöküp annesinin mezarının üzerine getirdiği gülleri özenle yerleştirdi. ''Özür dilerim anne, kardeşimle birbirimizi koruyamadığımız için bizi affet.'' Annesi öldüğünden beri onu görmemişti. Hâlâ Ufuk'un kendisini neden suçladığını anlamıyordu. Annesini öldürmeyeceğini bilmesi gerekirdi.
''Bana seni öldüreceğim günü bekle dedi ve ben bunu gerçekten bekliyorum. Bilirsin o biraz fevridir ve ne zaman ne yapacağı pek belli olmaz.'' Dudağına yerleşen özlem dolu gülümseme hüzünle doluydu. ''Hayalini gerçekleştirmek üzereyim anne yakında doktor olarak mezun olacağım.'' Yanağından süzülen yaşı sildi. ''Seni kurtaramadım ama söz elimden geldiği kadar çok insanı kurtaracağım.''
Annesinin saçlarını okşar gibi toprağı okşadı ve yavaşça ayağı kalktı. ''Seni çok özlüyorum anne.'' dedikten sonra olduğu yerden uzaklaştı.
Dolmuşa binip eve dönerken güneş batmış hava kararmıştı. Anahtarlarını çıkarıp kapının kilidine uzandığında açık olduğunu fark etti. Temkinli adımlarla içeri girdiğinde başındaki basınçla yere düştü. Eli kanlı başına uzanırken kaybettiği görüşü yavaşça geri gelmeye başladı.
Kollarından tutulup yerde sürüklendi ardından kapı kapandı. Gözbebeklerini dolduran ayakkabıların sahibini görmek için başını doğrulttuğunda ölümcül bakışlarla karşılaştı. ''Sana öleceğin günü bekle demiştim.''
''Ufuk!'' sesi güçsüzdü.
Saçlarından kavrayan el yerde sürüklemeye devam etti. ''Annemi sen öldürdün ve hâlâ rahatça nefes alıyorsun.'' Sırtı duvarla buluştuğunda aldığı darbeden midesi bulanıyordu. Ufuk yanına çöküp kolunu tutarak kendine çekti. ''Babamda senin yüzünden ölmüştü. İkisini de benden sen aldın.''
Tan gücünü toplamaya çalışıyordu. ''O yangın kazaydı sen de biliyorsun.'' Yıllardır kaza olduğunu söyleseler de o yangını kibritlerle oynayan Ufuk başlatmıştı ve onu ölümden kurtaran Tan'dı. Ufuk olayın şokuyla yaşadıklarını hatırlamayınca annesiyle bir karar almışlar ve kendisini suçlu hissetmemesi için ondan gerçeği saklamışlardı ama o geceden sonra ruhunda onarılmaz bir gedik açılmıştı.
''Bitti artık annem ve babamı benden nasıl aldıysan ben de hayatını öyle senden alacağım.'' Cebinden çıkardığı şırıngayı parmakları arasındaki kola düşünmeden batırdı. ''Muhteşem doktor adayı fazla dozdan öldü, ne kadar muhteşem bir haber.''
Tan bedenindeki yorgunluğu hissediyordu, karşı koyacak gücü yoktu. Tek söyleyebildiği ''Hiçbir şey bilmiyorsun.'' Oldu.
Kapanmaya başlayan bilinciyle çok geçmeden öleceğinin farkındaydı. Uzaklaşan ayak seslerinin ardında evin içinde bir başına kaldı.
Geçen zaman hayatını elinden alıp götürürken yan dairede oturan yaşlı kadın bastonundan destek alarak küçük adımlarla eve doğru ilerliyordu. Titreyen eliyle anahtarlarını tutmaya çalışırken oğlu gibi sevdiği genç adamın kapısının açık olduğunu fark etti. ''Gene ders çalışmaya daldı kapıyı bile kapamayı unuttu kesin.'' diyerek gülümsedi. ''Tan oğlum,'' diye seslendi ve açık kapıyı ittiğinde yerde ağzında köpükler saçarak yatan bedeni gördü.