K-7

1249 Words
Görevli elindeki dosyaya tek tek not alıyordu. ''Elimizdekiler ne?'' Diğer görevli anlatmaya başladı. ''Erkeklerin beşi kimsesiz, dördünün aileleri halledildi. Kadınların dördü kimsesiz, altısının aileleri halledildi.'' ''İntihar şekilleri?'' ''Altı tane ilaç intoksikasyonu, beşi kendini asma, üçü hareket hâlindeki aracın önüne atlamış, üçü denize atlama, bir uçurumdan atlama, bir de altın vuruş.'' ''Altın vuruş mu? Yıllardır böyle vaka gelmemişti.'' ''Yapılma şekli önemli mi? Önemli olan hepsinin kendini suçladığı bir travması olması. Unutma, henn için en uygun adaylar intihar edenlerdir. '' ''Evet, biliyorum. Teslimat için teşekkürler artık gidebilirsiniz.'' Hastane görevlisi giderken odanın içindeki diğer görevliler yataklarına bağlı her şeyden habersiz uyuyan yeni hennleri fabrikaya götürmek için harekete geçtiler. Hepsi tek tek özenle uçağa yerleştirildi ve yola çıkıldı. Yolculuk bitiminde geniş bahçeye inen uçaktan yeni hennler indirilerek fabrikaya götürüldü. Büyük boş alanda yan yana sıralanan yataklar sandalye gibi kıvrılırken uyuyan bedenlerin hepsi oturur konuma geldi. İçeride daha önce getirilen ve henüz uyandırılmayan hennlerle birlikte toplam elli kişi olmuşlardı. İçeri giren öğretici son kontrolleri yaptıktan sonra ''Uyandırma işlemine başlayın.'' diye emir verdi. Odaya dolan müzik sesi uyuyan bedenlerin zihnine dolmaya başladığında oluşmaya başlayan mırıltılar yavaşça arttı. Bazıları günlerdir bazıları haftalardır uyuyordu ve artık uyanma vakti gelmişti. Öğretici gözlerini devirdi. İşlemin bu aşamasından hep nefret etmişti. Birazdan bu ilkel canlılar korkacak, bağıracak, kendilerini bağlayan bağlardan kurtulmak için dehşet içinde çırpınacaklardı. Parmaklarını oynatmaya başladığında rüzgâr oluşan melodiyi artırdı ve her birine şiddetle ulaştırdı. Bu uyanmaya başlayan bedenlerde tokat etkisi yaratacak ve daha çabuk uyandıracaktı. Bu aşamanın çabucak bitmesi için her türlü yöntemi denemeye hazırdı. Hızla oynayan parmakları üst üste dalgalarını göndermeye devam ederken ilk çığlıklar duyulmaya başladı. Uyanan ve nerede olduğunu anlamayanlar bağlarından kurtulmaya çalışıyor ve durmadan bağırıyorlardı. Çok geçmeden kırk beş farklı ağızdan korku dolu çığlıklar yükselmeye başlamıştı. İçlerinde sadece beş kişi ne olduğunu anlamadan etraflarına bakıyordu. Öğretici hareket etmeden sadece bekliyordu. Bu ilkel canlıların korkuyla çığlık atarken söylenen tek kelimeyi bile dinlemeyeceklerini biliyordu. Bir süre sonra yorulacak ve durulacaklardı. İşte esas gösteri o zaman başlayacaktı. Devam eden çığlıklar bir süre sonra kendini yorgunluğa bırakırken büyük odanın içindeki tüm gözler korkuyla birbirine bakmaya başladı. Hiçbiri nerede olduğunu anlayamıyordu. Düşündükleri tek şey en son nerede olduklarıydı. Öğretici bir süre daha bekledi ve sesler tamamen son bulduğunda konuşmaya başladı. ''Hanımlar ve beyler cehenneminize hoş geldiniz. Unutmayın, size bahşedilmiş hayatınızı sonlandırmak isteyerek bu yolu kendiniz seçtiniz ve burada yaşayacağınız tüm acılar sizin seçiminizin bir sonucu.'' ''Ölmek istedim ve öldüm o zaman yanacağım ateş nerede?'' gözler bunu söyleyen orta yaşlardaki kadına yöneldi. Bedeninde geçmemeye kararlı yara izleri vardı. Kendisine çarpsın diye önüne atladığı arabanın son hatıralarıydı. Öğretici konuşan kadına yaklaştı ve tüm kötülüğüyle gülümsedi. ''Ateş mi istiyorsun? O ateşlerde canlı canlı kavrulacağına emin olabilirsin.'' Kadın korkuyla yutkundu. Odadaki diğerlerine döndü. ''Hepiniz hayatınızdan kaçmak istediniz ve ölmeyi seçtiniz sizin değersiz hayatlarınıza hak etmeyecek bir değer veriyoruz ve hizmetimize alıyoruz.'' Hep bir ağızdan yükselen sesleri susturmak için elini havada salladı oluşan melodi tüm sesleri kılıcın yaprağı kesmesi gibi kesti. ''Sesinizi kesin ve sözlerime kulak verin. Artık Rin halkının malısınız ve sizlere ne söylenirse onu yapacaksınız.'' ''Kaç paraya sattılar?'' Öğretici sözlerin sahibine yöneldi. Karşısındakinin yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı. Sanki gülümsemesiyle her şeyi halledebilecekmiş gibi bir özgüvene sahipti ve fazla umursamaz duruyordu. Sandalye haline gelmiş yatağın kenarında sarkan belgeyi çekip aldı ve sesli okudu. ''Kimlik yok, yirmi beş yaşında olduğun düşünülüyor.'' Gencay aynı umursamazlıkla gülümsedi. ''Yirmi altı.'' Öğretici keskin bir bakış atıp belgeye geri döndü. ''İntihar şekli; denize atlama.'' ''İntihar mı?'' attığı kahkahayı yarım bıraktı. ''Gerçekleri söylesenize, burası bir laboratuvar ve o pislikler denizden çıktığımda beni yakalayıp para karşılığı üzerimde her türlü deneyi yapabilmeniz için buraya sattı.'' Öğretici karşısındakine yaklaştı ve kahverengi gözlerinin içine baktı. ''Kendini çok mu değerli görüyorsun?'' ''Devletle birlikte mi çalışıyorsunuz yoksa yasa dışı mı?'' Genç adamın düşündüğü tek şey vardı buradan çıkar çıkmaz bunu yapanlara hesabını soracaktı. ''Anladım sen şu nadir de olsa görülen çıkıntılardansın.'' Gencay arsızca gülümsedi ve bileklerini saran bağları oynatmaya çalıştı. ''Gerçekten çıkıntı görmek istiyorsan yanıma gel ve şu bağları çöz o zaman...'' Söylediği sözlerin devamını getirmesine kesilen nefesi engel oldu. Boğazından görünmez bir el vardı başını ne tarafa çevirirse çevirsin nefes alamıyordu. Öğretici havadaki parmağını genç adama yaklaştırdı. ''Senin gibi çıkıntılar uyum sağlayamazsa ne olur biliyor musun? Alamadıkları nefesi bir daha hiç alamazlar. Eğitim de başarısız olursan kendini bu defa gerçek ölüme hazırla.'' Parmağını geri çektiğinde karşısındaki içine derin bir nefes çekti ve öksürmeye başladı. Kesik nefesleri arasında ''Bunu nasıl yaptın?'' diye sorsa da cevap alamadı. ''Nerede olduğumuzu anlayana kadar o çeneni kapatmaya ne dersin?'' Gencay fısıltılı sesin geldiği tarafa baktı. ''Saçlarına bakıyorum da bu cehennemde yanmaya biraz erken başlamışsın.'' ''O alamadığın nefesinle boğul.'' diyerek başını diğer tarafa çevirdi. Uyandığı ilk andan itibaren korkusunu içine hapsetmiş ve nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Son hatırladığı kendisine bağıran teyzesiydi ve sonra uçurumdan düştüğüydü. Şuan her nerede tutuluyorsa teyzesinin kendisini bulacağına inancı tamdı. Ortadan bu şekilde kaybolmasını araştırır polise giderdi. Yanındakinin söyledikleri doğru mu diye düşündü. Burası gerçekten de insan üzerinde deney yapan bir laboratuvar mıydı? O zaman ne tür deneyler yapılıyordu? Yeni üretilmeye çalışan ilaçları mı deniyorlardı ya da bedenlerine bulunmaya çalışan bir aşı verip hastalığa mı maruz bırakıyorlardı? Başlarında yeşil kıyafetleri içinde durmadan konuşan kadın 'hayatınızı sonlandırmak istediniz demişti' bu ne anlama geliyordu? Kollarını ve ayaklarını sıkan bağlardan kurtulmak için çırpındı ama canının yanmasından başka elde edebildiği sonuç olmadı. İçerideki herkes şaşkındı, korku doluydu ve tedirgindi. Öğretici konuşmak için dudaklarını araladığında ''Anne!'' diye ağlayan bir ses yükseldi. Tüm başlar sesin geldiği tarafa çevrildi. Çocuk durmadan anne diye ağlamaya devam ediyordu. Nerede olduğunu anlamıyordu. O en son kaybettiği annesini ararken yola çıkmıştı ve üzerine gelen arabayı görmüştü sonra burada uyanmıştı. Öğretici hızlı adımlarla çocuğa yaklaştı. ''Sen kaç yaşındasın?'' diye sorduğunda yüzündeki şaşkınlık açıkça okunuyordu. Çocuk korku dolu sesiyle, ''On'' dedi. ''Bu imkânsız.'' Bir iki adım gerilediğinde ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Kurallar açıktı. Bu olamazdı. Koruyucu duyarsa olacakları düşünemiyordu. İçerideki herkes bağırmaya küfretmeye başladı. Sesler birbirine karışmıştı. ''Burası neresi?'' ''Burada ne işler dönüyor?'' İçlerinde Gencay'ın söylediklerine inanlar bile vardı. ''Bir çocuk üzerinde nasıl deneyler yapabilirsiniz?'' ''Çocuğu bırakın ben o deneyler için gönüllüyüm.'' ''Zaten ölmek istiyordum. Ben de gönüllüyüm. Çocuğu bırakın.'' Sesler gittikçe daha da çoğaldı ve bu seslere 'Anne' diye ağlayan çocuğun sesi de karışıyordu. Öğretici sesleri susturmak için elini kaldırdığında odanın kapısı gürültüyle açıldı. Attığı her adım içeridekileri sessizliğe zorlarken elindeki bastonun yere vurduğunda oluşan tıkırtı korku salıyordu. Başının çıplak tarafındaki damga tavandan sarkan lambaların ışığında parıldıyordu ve pelerinin ucu arkasından salınarak yerleri süpürüyordu. Bakışları öğreticiden çocuğa kaydı ve tekrar öğreticiye yöneldi. ''Burada bir çocuğun ne işi var?'' ''Nihayet aklı başında biri.'' Koruyucu sözlerin sahibine attığı tek bakışla sesini sessizliğe gömdü. Tan bağırmaya çalıştı ama ne yaparsa yapsın sesi çıkmıyordu. ''Yeni fark ettim Efendim hemen geri gönderilmesi için talimat vereceğim.'' ''Geri göndermek mi? Burada gördüklerini anlatsın diye mi?'' Elini ileri savurduğunda öğreticinin ayakları yerden kesildi ve havalandı. Elleri boğazını sarmıştı ve kendi kendini boğuyordu. ''Efendim lütfen!'' diye kesik bir yalvarış çıktı. Koruyucu diğer elindeki bastonu hareket ettirdiğinde küçük çocuğu esir eden bağlar rüzgârın keskinliği ile parçalandı ve mahkûmunu serbest bıraktı. ''Kurallar basit öğretici; Çocuklara yer yok! Yaşlılara yer yok! Akrabalara yer yok! İntihar etmemişlere yer yok! Ve hemen gönderildiği merkezdeki görevlinin ruhunu ayrıştırın." Öğreticinin bu karar ile gözleri daha da büyüdü. Bu çok ağır bir cezaydı. Ruhunun ayrıştırılması demek onun da bir henne çevrilmesi demekti. Koruyucu öfkeyle arkasını dönüp giderken üzerindeki korku dolu bakışların arasında çillerin ardına saklanmış yeşil gözlerle kısa bir an göz göze geldi ve sonrasında çıkışa yöneldi. Kapı ardından kapandığında öğretici sertçe yere düştü ve tekrar nefes almaya başladı. Başı çocuğa çevrildiğinde çoktan ölmüş olduğunu gördü. Az önceki gürültülü kalabalık tamamen suskunluğa bürünmüşken sadece Tan'ın geri gelen sesi duyuluyordu. ''Sizler insan kılığına girmiş canavarlarsınız!''
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD